Perakende satışlarda pazarlık yakında tarihe kavuşacak Bu musip karar, evvelâ kadın eşyasında tatbik edilmek lâzımdır. Zira halk en çok bu m satışında aldatılıyor Perakende satışlarda pazarlık usu- » Jü yakında tarihe kavuşacak... Vakıa on senede şehrimizde de pazarlığın kısmen azaldığı inkâr edi- lemez. Fakat bu azalış çok azdır. Maalesef bugün alış verişler yüzde 99 gene pazarlıklıdır. «Fiat maktu» lâv- haları asılı büyük mağazalarımızda bile birçok defalar pazarlık yapılıyor. 'Tezgâhdar: — Sizin güzel hatırınız için bunu dediğiniz fiate vereceğim... diyor. bundan da anlaşılıyor ki, halk bu şarts lar dahilinde pazarlık yapmakta bak- dır. Nasıl haklı olmasın? Büyük bir mağazaya giriyorsunuz. İçerde gör- düğünüz her şey dürüstlük ifade edi. yor, Tezgâhdarlarin eldai tavırları ve mağazanın «Maktu fist» lâvhaların- da bir katiyet havası seziliyor. Fakat istenilen fiatın haddinden fazla yük- sekliği karşısında dudağınızın hay- retle büküldüğünü gören salıcı der- hal vaziyeti değiştiriyor ve dükkünım- da asılı «Maktu flat; lâvhalarına rağ- men malını maktu fintten bir kaş lira daha utuza veriyor. Pazarlık memlekette o kadar kök budak salmış ve binnetice halkın es- nafa o derece itimadı kalmamıştır ki, esnaf malını pek cüzi bir kârla sat- mış olsa dahi alıcı evine giderken ken- dine: — Acaba ne kadar aldandım?! Diye söylenmekten kendini alamı- yor. Perakende satışlarda pazarlığı me- neden kanun projesinin beşinci mad- desi şöyle diyor, «Maktu fiat ve malın evsafını gösteren etiket vazı mecburi- yetinin hangi mahaller 3 ret şubelerinde ve hangi eşya ve gıda maddeleri hakkında tatbik edileceği İk- tisad Vekâletinin teklifi üzerine icra vekilleri heyeti kararile tayin olu- nur.» Hangi eşyaların satışında pazarlık kalkacak Madde gayet sarihtir. Bu vaziyete göre, pazarlık acaba ilk önce hangi eşyadan, hangi maddelerden kaldı- rılmalıdır? Hiç şüphesiz; halkın cins- lerini tefrikte güçlük çektiği eşyalar- Acaba bu eşyalar nelerdir? Tedki- katıma göre bunlar, kadın eşyaları, manifatura eşyasıdır, Hiç bir koca tasavvur eder misiniz Kİ, karısının giyecek masrafından müşteki olma- gın? Bu şikâyetler, kadınların füzuli masrafları bertaraf, kumaşın, çanlar hın, şapkanın lüzumundan fazla pa- halı oluşundandır. Esnafın yüksek fatle satış yapmakta âlet olarak kul- landığı «Moda da tuz biber oluyor ve böylece pahalılığın garnitürü halin- de kocaların gözleri önüne seriliyor. Kaç cins krep var? Kaç çeşid krep vardır, bilir misl- niz? Buna, piyasada harıl harıl krep satanlar da tam ve kati bir rakamla cevab veremiyorlar. Ben diyeyim elli, siz deyin yüz! Yeni bir sinema yildi- mn parlayıp bayunların gözlerini gıp- ta ile kamaştırmasın. Krep kravfort, krep Simon, krep Merlen vesaire, Sekizinci Edvard tacını, tahtını bıra- kıp Vindsor Dükü unvanı altında madam Simpson ile evlendi; gayet sade giyiniş bu bayanın ismine iza-" felen «Krep Simpson> piyasaya çıktı ve lüzumundan fazla pahalıya satıl- Mağa başlandı. Onun dedikodusu bit- ti, modasi geçti. Krep Yalova ve da- ba, ne bileyim, neler sürüldü. Halbu- ki hepsinin esası en başta krep bir- man ve sıra İle döşin, saten ve maro- İbaret... Kadın eşyalarında halk nasıl aldatılıyor teri Mi halk, pazarlık yüzünden ço lanıyo: Ben burada en salâhiyetii yin Aldığım malümata istinaden kadın Mşyalarının iç yüzünü hakiki fiatle. — zarlık yüzünden nasıl aldanıldıkları- nı tebarüz ettirmeğe çalışacağım. Krep birman'ı ele alalım: Bu kır maşın ipek ve yün karışık olanıda vardır, sırf ipeklisi de. karışık bir- manlar sırf ipeklilerden tabil daha ucuzdur. Hele pamuk da karışınca kalınlaşır ve daha ucuzlar, Kumaşın ipek itibarile gramı, ağırlığı fazlalaş- tıkça flati de artar. Fantezi ipekliler, tafta, sire, kloke vesalre böyledir. Da- ha ziyade astar için kullanılan karı- şık ipeklilerin esnafa sermayesi 75 kuruştan başlar ve 100 kuruşla biter. Bu malların müşteriye 85 - 110 kuruş- | tan satılması lâzımdır. Siz tabii 125 | den aşağı almamışsınızdır. Fakat bu cins kumaşlarda pek fazla aldanmaz- sınız. Sizi aldatan daha ziyade fan- tazi, üstü kapalı ipeklilerdir. Çünkü cinslerini tefrik edemezsiniz. Bunların flatlerine gelince: Çok muhteliftir. Elbiselik, tayyörlük için ! alınan bu kumaşların metresi 2,5 li- radan başlar ve az farklarla 4-5-6 raya kadar yükselir, 3,5 liradan beş liraya kadar aldığınız tayyörlük kumaşın hakiki fiati 2,5 Jiradır, Ser- mayesi 6 liraya olan kumaşı da size: — Emin olun bir şey kazanmıyo- | rum, Fakat neyse Laşka zaman acısı nı çıkarırız! Diye lâubali bir tavırla en az 10 liraya satarlar, “Yünlülere gelince: Yerli ve Avrupa olmak Üzere metresi 130 kuruştan başlar. Ucuz yünlülerin enleri ekse- riyetle dardır. Çok yüksek fantezi yünlülerin âzami fiati 11 liraya kadar yükselir, Kadın şapka ve çantaları Bayanları, hazır kadın mantoları ve elbiseleri satanlar da kandırmıyor değil, Hele çanta ve şapka! Yaz geli- yor. Şapkacı vitrinlerinde yazlık, fan- tal, güzel, hoşunuza giden şapkalar göreceksiniz. Bu yazlık şapkaların şap- kacıya maliyeti taş çatlasa 50 kuruş- tur, Gülmeyin, böyledir. Yalnız buna bol keseden 50 kuruş da işcilik ilâve edin. Vitrinde gördüğünüz ve beğen- diğiniz şapka 1 liraya meydana gelmiş olur. Sonra size: Bunu 2,5 - 3 lira- dan aşağı alabilir misiniz? Kadın çantaları da öyle.. 190 kuruş- tan başlar Fakat çantalar farklı ol- mak üzere 20-30 liraya kadar yükse- lir, Korkodil dedikleri timsah derisi ve kurbağa derileri ile yapılanlar bu meyandadır. Bir de, on zamanlarda balık derisi kadın çantaları çok moda olmuştur. Bu deri ucuzdur amma, mo- da diye pahalı satılıyor. 16 liraya ka- dar sermayesi olanı balık derisi çanta» lar vardır. Size bunu 30 liraya satar. lar, En mühim nokta timsah derileri. nin taklid edilip çanta yapılarak ha- kiki timsah derisi diye yüksek fiatten halka satılmasıdır. Fanaf ve aldatmak.. Bu muhakkak- tır amma, her esnafa göre değil. Bün- ların arasında, fenaları nisbetinde de- ğlse bile dürüstleri ve ciddileri de var. | Şu yazı için Mahmudpaşada, Kapalı- re şahid oldum ki... Pazarlık kanunu hakikaten halkın başına bir devlet ku- şu olarak konacaktır, Çarşıda gördüklerim Çarşı içinde bir çantacı dükkânım- dan içeri girdim. İki bayan, tezgâh- tarın önlerine serdiği çantalara bakı- yorlardı. Biri sordu: — Kaç lira bu? — 10 lira! Kadın hayretie reddetti: — Daha neler! Neredeyse 20 lira diyeceksiniz! 'Tezgâhtar her halde bunu hakaret telâkki etmiş olacak ki, kadının elin- den hırsla çantayı çekerek: — Haydi oradan, diye bağırdı, bu senin eline yakışmaz! Kadınlar da haklı olarak kızıp mu- | Kabele ettiler ve İş polise aksedince cürmümeşhuda şahid olmamak A oradan kaçtım. Bir başka dükküna girdim. Bu, ay- ni zamanda çeşid çeşid, zarif kadın çantaları satan daracık bir manifa- tura mağazasıydı. Mağazanın kapıya kdar dolu oluşu nazarı dikkatimi cel- betti ve dışarı çıkmak isterken vaz ge- çerek bir köşeye büzüldüm. Tezgâhta, nazik tavırlı bir genç kendine mahsus bir çabuklukla bir taraftan kumaş çi- karıp kesiyor, bir taraftan çanta iste- yen müşterilerinin arzusunu yerine getiriyordu. O esnadaki mevki ve vaziyetini müd- rik ve biraz da mağrur bir saticı ile müşteriler arasında tam bir nezaket havası içinde 10 dakika kadar İstanbul €snafına şayanı gıpta bir alış veriş şekli seyrettim. Bu müddet zarfında gayet az pazarlık olmuş ve salıcı pa» zarlığa teşebbüs edenleri daima ihmal den geri durmamıştı, Herkese: — Bu çantayı beş liraya birakabi- lirim, — Bu kumaşın metresi üç liradan aşağı olmaz! — Beğendiğiniz eldivenleri iki bu- çuk liraya verebilirim. Gibi kati söylüyor, fakat çok nazik ifade ediyordu. Bu hal bana, İstanbul esnafı arasında çok eiddileri olduğu- nu bir kere daha hatırlattı. Dükkân- da kalabalık azaldıktan sonra merak- la sordum: — Müşlerinizin çoğu sizinle pazar- lık etmiyorlar, Bunu temine nasıl mu- vaffak oldunuz? 'Tezgüha yakın bir sandalyada otu- ran yaşlı bir kadın beni tepeden tır- Dağa kadar alelâcele süzdükten son- ra muhatabıma meydan vermeden atıl- dı: — Müşterileri ona alışmışlardır. Çü- Tük mal satmaz, bizi kandırmaz; dük- kânı da böyle, maşallah, arı kovanı gibi işler, 'Tezgühtaki delikanlı bütün İstan- bul esnafına hitap eder gibi gözleri- ni caddenin kalabalığına daldırdı ve: — Doğruluk. diye söylendi, Ben- co ticarette kazanmanın sırrı budur, Necmi Mehmed Yazanı Sermed Muhtar Alus İm mm kn — Tefrika No. 39 NANEMOLLA Suyu içti. Heyecanından kalkıp kal- kıp oturmada: — Nerede kaldıktı?,. Çırpıcıya var- dik, büyük söğüdün önüne geldikti değil mi?.. Hey Allahim, sen bana âcı- dın, beni kurtardın, elimden kaza ma» | za çıkartmadın.. Evet efendim, büyük söğüdün altında dört beş kaldırım kargası, Vurmuşlar suratlarına bada- nayı, allığı, itmişler tepeye yaşmakla- rı, açmışlar feracelerin göğüslerini, hasırın üstünde kollar, bacaklar £0- Tü... Bir daha gözlerini yumdu: — Kerbelâ sevabına giresin yengâ- nımcığım, bir bardak daha!.. Onu da içti, Artık ayakta, çırpın- mada: — Kollar, bacaklar fora, Yalanım varsa şu İki gözüm sönsün, Azrailin kılıcına geleyim, at cambazı karıları- nın tel üstünde yaptıkları gibi hasıra serilmemişler mi? Bunların biri de o Hasibe rezilesi değil mi? Boş bardağı bir daha yakaladı, Da- dı suyu bu sefer maşrapa ile getirdi. yeri yanık, hepsini dibine kadar bi- — ili mümeyiz bey sofucadır. Bumunu tutmuş, (galiba çekiyor bun- lar, uzaklaşalım!) diye koluma asıl- mada, Hakikaten leş gibi rakı kokusu da ortalığı bürümüş. Duur, arkası var, Bir ağaç ötede de, on on beş kül- hanbeyi, gözleri karlara dikmişler, binlikler devirmiyorlar mı? Manileri, semnileri basmıyorlar mı?.. Neredeyse dağlara avrat kaldıran haydudlar gi- bi fahişeleri karga tulumba edip aşi- racaklar kırlara.. Gel buna tahammül et; cani olma, katil olma... Birden, ileriye atıldı, Kapının ya- nında duran şişeye el attı: — İlâç mı vezirzadem? Şişenin mantarını çıkarıp kokladı: — Gençliğinin başı için müsaade et... Keşke şu dakika Allahtan başka bir şey isteyeymişim!.. Rakıyı dikiyerdi, Gece İrfan gelin- ce, dadının gizlice cebinden alıp ora- cığa sakladığı, yarısı içilmiş bir elli Şaşkoloz efendi rakıyı parlatınca gözleri ve zihni de parlamış, hareketli- liği ve heyecanı bir kat daha artmış- ti. (Sözüm ona... Hâşa minhuzur.. Meclisimizden dışarı...) larla Atlı ha- sasa ağzına geleni söylüyordu, İrfanı dürttü: — Kocakarıyı sav, derdleşelim!., İrfan, dadıya: — Dadı, misafir efendiye kahve ge- tirmeği unuttun! derken şaşı atıldı: — Namı çakiranem Mehmed Tu- fan bendenizdir, Misafir değilim, azad kabul etmez bir kölenizim. Kapıdan çikmak üzere bulunan Dilruba kalfa, başını çevirmiş baki- yordu. Vay gidi Tufan vayl.. 'Tufan efendi, odada iki kişi kalm- ca büsbütün açıldı, teklif tekellüfü bıraktı; o derecede ki İrfanın omuzu- na kolunu bile atıp senlibenlileşti: — Sende erkeksin, beni de erkeğim. Sen bey, efendi, ben kul, köle olsak ta her ikimiz erkeğiz vesselâm... Sakla- mağa hacet yok, o Hasibe kaltağı gön- Tümü çalıp gitti!., diye başlayıp sev- dalanışının tarihçesine girişti: Etyemeze taşınışı, evlerinin karşı karşıya düşüşü, kapıdan girip çıkar- ken habisenin endam sallayışı, kafesi kaldırıp pandomimalara girişişi.. Değiştirilecek, hazfedilecek cihetleri tabif unutmuyor. Naklettiği şu şekil- de: Bir gün, daireye geciktiği için Yo- kuşçeşmeden acele acele inerken, bos- tanın önünde, arkadan bir kadın sesi: (Komşu amca!, Komşu amca!.).. Çarnaçar duruyor ve başını çeviriyor. Bu düzgün kuklası da kim?., Düzgün kuklası diyor ki: (Komşu amca galiba beni tanıyamadın, komşuyuz ayol!) Ardından: (Komşu amca, affedersin ama bir şey soracağım. Bu bostandan kemer patlıcanını kaça alıyorsun ku- gum ?)... İşte muarefesinin başlangıcı... “Tufan efendi, coştukça coşup, (Âşık garibim ben!) i tekrarlıya tekrarlıya alnına avuçlar inerek, göğsüne hınk hınk vurarak, fesini yerden yere ata- rak, yana yakıla anlattı anlattı, İrfan alâka ile dinliyordu. İkisi, derd ortağı demek... Âşık garib, yanına koyduğu şişeye bir daha el attı ve inledi: — Bu deva, bu abıhayat ta olmasa bu cehennem azabına dayanmaz, ge- berip giderdim!.. Hani İrfanın da canı çekmiyor de- gildi. Bastibacak haklı, Rakı bazı 2a- manlar sahiden deva, abihayat olu- yor. Dadı kalfa, kahve bahaneşile dışarı savulduğunun farkında, acaba gizli bir şey mi var diye de merâkta, kapı- dan içeriyi dinliyor. — Tuh mendebur, bu yaştan sonra mi âşıklık? Bir ayna alıp baksana; o Atlı hasas senin gibisine elbette te- negzül etmez!.. Bir rakın eksikti, oda tamam! ,. diyordu. İrfan hem dinliyor, hem düşünüyor- du: Herif altı karış ama şeytanın alt bacağı... Böyle erkenden buraya düşü- Şünün, atıp tutuşunun dalavere olma- dığı besbelli... Biçare vurgun, yangın... Ben de şuna bir açılsam mı?.. Dün ge- ceki vaziyeti nakledip fikrini danış- sam mı? Altı karış, iğne deliğinden Hindis- tanı seyredenlerden, Sevgi, mukabele, vefasiz, alçaklık gibi kelimeleri deli- kanlının gözleri enginlerde dinlediği. nin farkındaydı, Ona ne hacet, bir ti- yatro aktrisine tutulduğunu Hasibe- den de duymuştu, Gencin huyunu husunu bilmediği, kaş yapayım der- ken göz çıkarmak istemediği Için me» seleyi açmamıştı. Maamafih duramadı, biraz çıtlattı: — Uzun' etme vezirzadem, Turhallı, bir halliyiz!.. Artık İrfan da duramadı, coşmayı gözüne aldı; fakat şeytan dürttü ve odadan çıktı: — Dadı, zahmet olacak ama... — Emret yavrucuğum! — Gördün ya, içerideki fona adama benzemiyor. — Öylesinin iyiliği de, fenalığı da kendinin olsun. — Zavallıya pek acıdım, âşık biçare, Rakı dokunduruyor, şuna biraz ala- lm, Dilruba kalfa yüzünü ekşitti: — Zift içsin beberuhi! — Ayıp olacak ama... — Yalnız kendi zıkkımlansa diyece- ğim yok, sana da içirmeğe kalkışır. — Beni kırma, hadi dadıcığım!., İrfan yukarı çıkıp yüz dirhemlik bir şişe getirdi. Meramı kendi de içmek, — Cehennem mekânım olsun vezir- gadem, zebanilerin ızgarasında kebab olayım, Nemrudun ve Yezidin kargı- larında delik deşik can vereyim ki Küçük seni çıldırasıya seviyor. İnan- mazsan, getir en'amı şerifi, aptesli aptesli basayım elimi... Onunkisi Mep naz, hep cilve, Nazcık var, naz var; nitekim cilvecik de var, ciive de var, Anlattıklarının hepsi naz, cilve... De- min sen söyledin, yalansa o başka, Şu kız tiyatroda senin locana bakıp ba- kıp tebessüm etmiyor mu?.. Çiçek mi çek gönderdiğin vakit, dediğin gibi orakali filân detiyor mu?.. Daha ne istiyorsün nurum?.Pirineçi gibi bir yerde, elâlem arasında senin boynu- na mı sarılacak? (Karanfilim suya düştü zümbülümsün sen benim; el yanında düşmanımsın, tenhalarda sen benimsin ben senin) temsilini unutma beyciğim... Herkese karşı ci- bette kaş çatacak, surat asacak, O de- Giğin lâflara gelince, bunların sana olduğunu kim söyledi?.. Gazinonun içinde senden başka erkek yok mıydı? Onlara hitab etmediği nereden sabit? * Önlerinde tepsi, üstünde yüz dir- hemlik şişe İle biraz peynir, sucuk ve kaç günden kalma zeytinyağlı fasul- ye, Takı İçiyorlardı, İrfan büyük bir yürek rahatı ve ferahlık içindeydi. Kendi zannı, tahminleri yanlış des ZİL desene, Akıl için tarik birdir. Tufan efendiye öyle bir ısınmıştı ki, Allah razı olsun ondan, Bücür artik bülbül: — İsmim gibi fikrim de Tufandır; Tufan misali her ciheti kavrar, Bu- gün Küçük Karakaşyan dediğin kim biliyor musun? Hüsün, cazibe, işve ve cilve, ayni zamanda edeb, vekar, fera« set diyarlarının kraliçesi . Nemse, Fransa kraliçeler dük; Rus kraliçesinin de resimlerini, (Arkası var) ini göre