RARSASEtiğaeİR REF sik BE stiiz “tan, 5 Nisan 1938 ——— HER AKŞAM Bi BİR HİKÂYı Ahmed Ferhad gülerek sordu — Sen bizlım telefon hikâyesini bi- Yir misin? — Nereden bileyim?.. Anlatmadınız Mi Ahmed Ferhad bir kahkaha savur- duktan sonra: — Oooo... dedi, bu hikâye pek eğ: Jencelidir.. aman dinle... Şükrü ile b nim amcamızın yanında oturduğu- muzu tabil bilirsin. Amcamın garib bir âdeti vardır. Ev değiştirmesine ba Yılır. Biliyor musun?... Bu ev değiştir- mek bir çoklarında âdeta bir hastalık halindedir. İşte amcamda da bu has- tahık vardır. En son olarak Beyoğlur- dâ bir apartımana taşınmıştık. Yeni apartımanın arka tarafının pencerele- Tİ karşıdaki evin içine bakıyor. Şükrü İle benim bir Adetimiz vardır. Yeni bir yere taşındık mı ilk işimiz etrafı is- kandil etmek olur. Acaba civarda gü- el komşularımız var mı?.. Bütün me- rakımız budur. Beyoğlundaki apartımana taşındık- tan sonra da ikimiz âdeta mahir birer Polis hafiyesi gibi etrafı gözlemeğe başladık. Fakat günler geçtiği halde civarda şöyle zevkimizi okşıyan bir çehreye raslamamıştık. Bir gün Şük- Tü ile apartımanın arka tarafındaki odada oturuyorduk. Şükrü beni heye- canla dürttü: — Aman, şuraya bak.. Şükrü o derece telâş göstermişti ki ben şaşırdım: — Ne oluyorsun yahu?.. Nereye ba- Kayım? O ayrı telâş ve heyecanla: — Kaçacak, kaçacak... Çabuk bak, karşıya bak... Hemen başımı çevirip karşıya bak- ım... Şükrünün o derece telâş göster- mesinde yerden göğe kadar hakkı var- di, Karşıki evde karikulâde genç ve güzel bir kadın... İşin mühim tarafı bu güzel ve genç kadının üzerinde Yalnız kısacık bir gömlek olmasıydı... Pakat genç kadının pencerede görün- m kaybolması bir olmuştu. Şük- — Yazık... dedi, bir yıldız gibi gözü- Müzün önünde kayıp kayboluverdi... Fakat azizim ne fevkalâde şey değil mi?.. Ne vücud! hayran cevap verdim: 7 Ne diyorsun yahul... O günü pencerenin önünde vazife- #ine sadık bir hudud nöbetçisi gibi > bekledik durduk. Fakat na- daha Güzel vücudlü komşumuz bir Börmekten ümidimizi kesmiştik. Pen- Gerenin önünden kalkmağa hazırlaı- Yorduk. Bir de baktık, bizim komşu iL göründü, Gene ayni kıyafette Si Pencerenin yanındaki masaya doğ- ren Meğer masanın üzerinde bir on makinesi duruyormuş. Güzel üz pencerenin yanındaki te- Jefonü eline aldı. Konuşmağa başladı. Şüktü gözlerini karşıya dikmiş: Gk Aman, diyordu, ne iyi etmişler de Tonu pencerenin yanındaki masa- Ya koymuşlar... Şu esnada güzel kom- Şumuzu telefona çağıran zatı bulsam öperdim. bari telefonda biraz Uzunca konuşsa... diyordu. 1 ln karşımızdaki genç kadın tele- pak Pek kısa konuştu, Telefonu ka- aktan sonra gene pencerenin önün- Şekildi. dağ Günden sonra biz artık pencere- $edikli nöbetçisi olmuştu. Fakat > uzu ancak telefonla ko- Mşurken uzaktan © görebiliyorduk. lemiştim ya... “Telefon makinesi hin kenarında idi, Komşumuz Ancak telefon çaldıkça pencerenin üne yaklaşıyordu. O zaman mev- Bim de kıştı. Son derece sıcak vardı. fumuz evin içinde daima o kısa- Sk gömleği ve harikulâde nefis vilcu- dile dolaşıyordu, Şükrü bir gün: —— Şuna bir çare bulalım... Komşü- 'uzu sık sık pencerenin önüne getir. Mek için ne yapmalı scaba?.. dedi, imiz başbaşa vererek düşünmeğe başladık. Ben bir aralık: ei — Ah dedim, eğer komşumuzun te- numarasını bilmiş olsaydık o #aman mesele yoktu. İkide bir telefo- e onu pencerenin önüne da Bir kaç gün sonra benim bir yere 'on etmem icab etti, Telefonu aç- Numaraları çevirdim. Tatlı bir sesi bana; dedi, Halbuki bir erkek arkadaşımın ya- 7zihanesine telefon ediyordum. Ark&- daşımın daktilosu filân yoktu. Bu tat- h kadın sesi de neydi?. Bir de gözlerim karşıki eve Aman güzel komşumuz pencere önünde telefonla konuşuyor... O ze- man aklıma bir şüphe girdi. Acaba yanlış numara mı çevirmiştim?.. Aca- ba şimdi karşımda güzel komşum mu vardı?.. Hemen sordum: — Affedersiniz... Telefon numara nız kaç?.. — Allo. O bir telefon numarası söyledi. Te- vekkeli değil... İş benim tahmin etti Elim gibi imiş. Yanlış numara çevir- mişim... Belki konuştuğum komşum- dur diye derhal karşımdaki tatlı sesin bana söylediği telefon numarasını ace. le ile duvara yazdım. Telefonu kapat- tım, Aman karşımdaki komşum da telefonu kapattı, Şimdi biraz evvel konuştuğum ka- dının güzel komşumuz olup olmadığı» ni anlamak gayet basitti. Demin ko- nuştuğum yerin telefon numarasını almıştım ya... Fakat aradan hiç değil- se beş dakika geçmesini bekledim. Sonra telefonu açtım, Demin kaydet- tiğim numarayı çevirdim. Gözlerim karşıki pencerede idi, Bir iki saniye heyecan içinde bekledim, Az daha se- vincimden zıplıyacaktım. Güzel kom- şumuz koşarak tekrar pencerenin önü- ne geldi. Telefonu açtı. Gene ayni tat- h sesle: — Allo... dedi, Fakat şimdi ne söyliyeceğimi şaşır- mıştım: — Allo, neresi orası efendir?. diye | kekeledim. di Zeki kadın... Beş dakika evvel ken- disine telefon eden sesi derhal tanı- mıştı, Telefonda gülerek: — Deminki yer efendim... dedi, O zaman anladım ki komşumuz biraz fazla neşeli, alaycı, şakayı seven bir insandı. Lâfı uzatmak için: — Anlamadım efendim... Nasıl de- minki yer? diye sordum. Cevap ver- di: ğunu anladığınız yer... Siz kimi arr- yorsunuz?.. Hemen bir isim uydurdum: — Bayan Sacidenin evideğil mi | orası?.. — Hayır efendim, burası bayan Sa- | eldenin evi değil... Yanlış numara çe- virmişsiniz. — Sizi rahatsız ettiğime müleessi- | fim... Affınızı rica ederim... dedim. — Estağfirullah. diyerek telefonu kapattı. Pencerenin önünden çekildi. Artık ben sevincimden sıçrıya siçrı- ya derhal Şükrünün odasına koştum. O kitab okuyordu. Şükrüye: — Sana karşıki komşunun telefon | numarasını satarım, dedim. Kaç pâra verirsin?.. O şaşırmıştı: — Sahi; öğrendin mi?.. Komşunun telefon numarasını öğrendin mi?,. Na- sıl öğrendin?.. — Bir tesadüf.. Zâten bütün büyük keşifleri insanlara kazandıran nedir? Tesadüfler değil mi? İşte bu büyük keşif te güzel bir tesadüften, bir yan- ışıktan doğdu. İşi Şükrüye anlattım. -— Aman, dedi, ben de bir telefon edeyim... Güzel komşumuzu bir kere daha o nefis kıyafetile görelim Hemen telefonun başına geçtik. Şük- rü numaraları çevirdi. Komşumuz tekrar pencerenin önünde göründü... Mükemmel... Artık o günden sonra âdet edin- miştik. Günde belki 20 kere telefonu açıyor, güzel komşumuzu pencerenin önüne getiriyorduk. O da artık bize alışmıştı, Bazan telefonda kahkaha- larla gülüyor: — Gene yanlış numara çevirdiniz değil mi? diyordu. Sonra komşumuz biraz da hafifçe bir kadındı. Hattâ bazan bizimle uzun uzun çene çaldı ğı da oluyordu. ” Lâkin bizim bu güzel eğlencemiz çok sürmedi. Amcam bir gün ateşler püskürerek odamıza geldi: — Bu ne?.. Telefon taksiti geldi. Bu sefer her zaman konuştuğumuzdan yirmi misli mükâleme yapmışız. Ne- reye telefon ediyorsunuz bilmem ki... Biz masum masum boynumuzu büktük: —Biz nereye telefon edeceğiz ki — Demin aradığınız ve yanlış oldu- Milletin gürbüz ve kuvvetli ol- | masını görmek için çocukların s1ht-) İğ hat ve dı ile uğraşan Çocuk Esirgeme kurumuna aza olunuz ISTANBUL TİCARET ve ZAHİRE BORSASI zi 5/4/18 FİATLAAM CİNSİ Aşağı Yukarı Zerdeva derisi Pilki derisi “Buğday Arpa “Tiftik Ecnebi 1460 kuruş 2700 kuruş , Türkiye Posta ifhadına dahli olmıyan ecnebi memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, Gi aylığı 1000 kuruştur. Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek lâzımdır. Sefer 5 — Ruvukasım 150 & İmsak Güneş Öğe İkinil Akşam Tat E. 0181057 530 9171200 135 Va. 354 5351217 15,55 1850 2014 İdarehane: Babıkli civarı Acımusluk Sa. No, 1? etmiyoruz. Tesisatta bir bozukluk var. jdir... Amcam hemen eve memurları çaği- rıp telefon tesisatını muayene ettirdi. Tesisatta tabil hiç bir şey yoktu. Amcam deli olacaktı: — Mutlaka öğreneceğim... Bu tele- fonun sırrını mutlaka öğreneceğim... Ve'bu işe bir çare bulacağım... Amcam da biraz çapkın adamdır ha... Bizi geceli gündüzlü takibden | sonra nihayet sırrımızı öğrendi. Oda karşıdaki kısa, ipekli gömlekli, gü- zel vücudlü komşumuzu görmüştü. Amcam derhal telefon odasını KiMt- Jedi, Bizim buraya girmemizi menetti. Bilirsin ya bizim amcamdan ödümüz kopar. Bu suretle amcam eskisinin yirmi misline çıkan telefon masrafını âzaltmağa karar vermişti. Fakat telefonun ikinci taksiti gel- di. O zaman şaşırmak sırası bize düş- tü. Bu sefer ki telefon taksiti göçen defakinden daha kabarıklı. Halbuki biz bu sefer hiç telefon etmemiştik. Yalnız amcam arasıra telefon odasına kapanıyor, Bir yerlere telefon ediyor- du. Bir gün gene o içeride iken kula- ğımizı telefonlu odanın kapısına da- yadık. Amcamın sesi: — Neresi orası efendim?.. Gene yan- lış... Gene yanlış numara çevirmişim... diyordu. Ben hemen pencereye (Okoş- da telefonla konuşuyordu.. O zaman amcamin surını, günde 20 - 25 kere telefonlu odaya girip çıkmasının hik- metini anladık. O gün bugün hâlâ amcama telefon hesabları dehşetli Kabarık geliyor. Fa- kat amcam artık bu kabarık telefon taksitlerine kızmıyor: — Nasıl olmuş bilmem ki.. Bazı mühim işler için bu sefer de telefonla fazla konuşmuşum!.. diyor. O «bazı mühim işler» den bahsederken tabii bizim güleceğimiz geliyor. Amcam te- lefon masrafını eksilteceğim diye ça- hşirken bizimkinin iki üç misline çı- kardı... (Bir yıldız) amcacığım, dedik, hiç bir yere telefon tum. Baktım, güzel komşumuz karşı- KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli amma Tefrika No. 191 Sinânın bütün ümidleri mahvolmuştu. İhtiyar bir saraylı, ona küçük bir mendil uzattı .. Bu esnada kapıya koşan yaşir' bir saraylı kadın: — Sinan reisin sesini duyuyo- Tum - diye bağırdı - bırakın beni.. ona verilecek - bir emanet var... Veysel kâhya yaşlı kadım önledi: — Ne istiyorsun? — Hiç bir şey istemiyorum. Rozi- ta giderken, bana, Sinan reise veril mek üzere” bir emanet bırakmıştı. Onu kendi elimle vereceğim kendisi- DE. Sinan reis-birdenbire silkindi Ka- pıya döndü. Saraylı kadın, mendile sarılmış bir küçük çıkın uzatarak; —a Çok yalvarmıştı, dedi, alınız emanetinizi... Ona söz vermiştim. Elimle teslim ediyorum size. Sinan mendili aldı, açtı. Birdenbi- re gözleri sulandı. — Zavallı Rozitacığım! Beni cid- den seviyormuş... Mendilin içinde, Rozitanın küçük- lüğündenberi boynunda taşıdığı bir altın zincir vardı. Bundan başka bir mikdar kurumuş gül yaprağı. Ge- ne bir demet kurumuş çiçek... Razitanın boynunda taşıdığı zin- | ciri üçüncü Murad bile çıkarama- muştı. O Rozitanın en kiymetli bir âile hatırasıydı. Rozita, bu kıymetli hatırasını Si- nana bırakmakla, ona kalbini Kopa- np vermiş kadar değerli bir hediye bırakmış oluyordu. Sinan gül yap- raklarını çok severdi yapraklarda da Rozitanın göz yaş- ları yardı. Sinan bunları yüzüne gözüne sü- Terek öptü, kokladı ve parmakları- nın ücile tutup tekrar sardı, koynu- na koydu: — Artık burada durulmaz ... Dedi. Atına atladı, dizginlerini çekti. — Ben gidiyorum, Veysel kâhya!... “ Sinan meydanda yok! Üçüncü Murad o gece Kılıç All pa- şaya: — Sinanı görmek istiyorum. Onu taltif edeceğim. Demişti. Kaptan -psşa, ertesi gün saraya getirmek üzere ayrıldı. Kılıç Ali paşa o geceyadışahla Kı- rım seferine aid uzun boylu bir ko- nuşma yaplıktan sonra yalısına gitti, * Sinanı Ertesi sabah. Donanma Haliçle demirlemişti. Kaptan paşa kâhyasile Sinanı arattı. © Onunla birlikte saraya gidecekti. İstanbul halkı (Vatikan zindanla- ri) ndan kurtulup gelen Sinanı gör- mek üzree Ayasofya meydanına dol- muştu. O gün İstanbulda şenlikler yapı- lacaktı. Padişah bu vesile ile, yeni- çeri isyanının bıraktığı iç sıkıcı ha- vayı da değiştirmek istiyordu. Zaten isyana önayak olanlar zin- dana atılmış, yobazların osusturuk ması için de imaret ve medrese talı- sisatları artlırılmıştı. 1577 de açılan İran harbinde Tür- kiyeye yardım etmekten (kaçınmış olan Kırım hanı (Mehmed Giray) üzerine bir kuvvet göndermeğe ka- râr vermiş olan Osmanlı devleti o s- rada çok nazik dakikalar yaşıyordu. Akdeniz korsanlarını kovalamak işi bitmeden, Avusturya sınırlarında mühim çarşımalar başgöslermişti. Bir taraftan da Kırım meselesi mü- nasebetile Karadenize donanma gün- derilmesi zarureti hasıl olmuştu. (Teşrinlevvel - 1584). Akdeniz seferinden yeni dönen Ki- hç Ali paşanın beşon gün içinde Karadenize çıkması kararlaştırılmış bulunuyordu. Üçüncü Murad: — Kırım hanına haddini bildirmek sırası geldi... diyordu. O gün saraya gitmek üzere hazır- lanan Kılıç Ali paşa Haliçte, ve İs- tanbulun mehtelif semtlerinde Sina- nı arattı, bulduramadı. çi Ru kurumuş | Kendisi saraya, gitmişti. Fakat, maa için, ' bir türlü işahın huzul il ank runa girmeğe cesaref Akşam olmuştu. Üçüncü Murad; «— Yoksa Sinan, Vetikan zindan- larında öldürdüler de, geldi diye be- ni mi aldatıyorlar?!> Vehmiyle -santle geçtikçe - asabi- leşiyordu. di Eli boş dönen ârayıcılar! — Sinan röls mieydanda yok. Nihayet akşam üstü Çırağan dal- DA Veysel ağa saraya gele- — O, bu gece bize geldi, Roritayı aradı. Bulamaymca meyus oldu. Atını sürüp gitti. Nereye gittiğini bil miyorum. ez Dedi. - Veysel kâhyanini verdiği haber, sa- raym içinde bir kasırga tesiri bırak- muştı. Kuşçubaşı Kâmil bey: — Efendimiz Sİnana hediyeler ve- rilmesini irade etmişti. Şimdi ne ce- vab vereceğim ben? Diyerek kaptan paşadan yardım istiyordu. Kaplan paşaya kim yardım ede cekti? ; Koca Sinan pâşa bile Kılıç Ali pa- şaya: — A devletlim, öyle civa gibi bir adamı gemide yalnız bırakmak olur mu? Onu ne diye birlikte alıp gek | medin? Diye tariz ediyordu. O gün akşa- ma kadar padişahı avuttular. Fakat, Veysel ağanın getirdiği haber üzeri- ne bu işi daha fazla saklamak kabi olamadı. Koca Sinan paşa üçüncü Murada hadiseyi şu şekilde arzetti” — Şevketlim! Sinanı İstanbula ge- nanma Halice gelince Sinanı tutmak mümkün olamamış. Kaptan paşa efendimize gelirken o da karaya at- layıp Çırağan dairesine gitmiş. Ro- zitayı bulamamış, çok meyus olmuş. Atına binip İhtiyar analığını ziyare- te gitmiş. v Üçüncü Murad ümidin fevkinde olarak bu cevaba kızmamış: — Pek âlâ, döndüğü zaman onu görmek isterim. Demişti. Koca Sinania Kılıç Ali paşa bütün gayretlerini Sinan reisi ramağa sar- fettiler. İstanbulun her semtine kol i kol arayıcılar gönderdiler. Münadi- ler Sinan arıyorlardı. Kılıç Ali paşa: — Sinahın hakkı var, diyordu, onu aldattık. Şimdi karısını burada bu- lamayınca, kan beynine vurdu. kim Kızmaz bu İşe? “ Yeniçeri isyanı çabuk . bastırıldı. Fakat.. Donarıma Karadeniz seferine ha- zırlanıyordu. Kılıç Ali pasa İstanbula gelir gel- mez, yeniçeri isyanı da bastırılmıştı. İsyanın bastırılması yalnız yobâz- ların tahsisatlarının arttırılmasile te- min edilmiş olmuyordu. Yeniçeri ağası Kılıç Ali paşanın adamıydı. Sol ocakta çıkan isyam yeniçeri ağası da teşvik ediyordu. Bu ocakla çalışan yeniçeriler niha- yet Kılıç Ali paşanın yardımiyle ya- tıştırılmış ve kendilerine: «Sefer bah- şişi; arttığından bir mikdar para tev- zi edilmişti. Yeniçeri ağası bir gün Kıhç Ali paşa ile görüşürken dedi ki: di