i © m 1€- şin ları çin zine ar) Aleksandır dö Medisi, Şar . Kenin kuvvetlerine dayanarak Floransaya hâkim olmuştu, Yirmi bir yaşındaydı. İşi gücü sefahat ve çapkınlıktı. Altı sene Floransada hüküm süren Alek- sandır, sefahat sofralarında şarabi kadınların avuçlarından içerek bıçkın bir hayat sürdü, Bu altı sene içinde Aleksandırı, gölge gibi takip eden biri vardı: Lo- Tanzo. Halkın Loranzaçyo adını verdi- ği bü genç Aleksandırın yegeniydi. Loranzo Romada büyümüştü, Her ne olursa olsun, her ne bahasına olur- #a olsun şöhret yapmak, adını diller. de destan etmek istiyordu. Bir sabah Sokağa çıkanlar şaşırıp kaldılar. Mey- danlardaki heykellerin kafaları kırıl- mıştı, Papa hiddetten küplere bindi. Bu cinayeti işliyen kim olursa olsun muhakeme edilmeden asılacaktı... Ci- nayeti Loranzo, sevgili evlâdı işlemiş- ti. Asamadı, fakat Romadan sürdü. Romadan kovulan Loranzo, Floran- Saya gitti, yeğeni Aleksandıra iltica etli; fakat fikrinde sabit bir şey var- dı: Aleksandır öldürecek, vatanını, milletini bu müstebid hükümdarın zulmünden kurtaracaktı, O devirlerde müstebidi öldürmek bir hak, bir va- 16ncı asırda işlenen siyasi Loranzo vereceğimi söyledim, Bü zece saat on birde bana geliniz; ama yalnız geliniz. Girip çıktığınızı kimse görmesin. Siz Zifeydi. Aleksandır silâh kuvvetile Ma-| gelince ben gidip teyzemi getireceğim. O gece Aleksandır, zibölinle süsler- miş saten bir elbise giydi. Kldivenleri- ni alırken tereddüd etti: Zırhlıları mı | alacaktı derileri m!?.. Derileri aldı ve Loranzonun evine gitti, car ve Alman askerlerinin yardımile milletin başına belâ kesiimişti. Tasarladığı suikasdi kuvveden fiile Çıkarmak kolay değildi. Aleksandır çok . mülteyakkızdı. Üstünden zırhlı gömleğini eksik etmiyordu. Etrafında muhakkak sekiz on muhafız bulunu- Yordu, Âdeta çelik bir çember içinde Yaşıyordu. Loranzo tam altı sene sa- bırlı bir örümcek gibi ağını kurdu. Tam altı sene işliyeceği cinayetin zev- kile mesud yaşadı ve Aleksandırın İtimedını kazanmak için de en güzel Şareyi buldu, one kadın tellallığı edi- Yordu. Altı sene, genç, orta yaşlı, dul, evli, asil, âdi her türlü kız ve kadın- ları Kandırıp Aleksandırın sofrasına Betiriyordu. Loranzo &yni zamanda da komedi oynuyordu, değil eline bıçak almak, bıçak görünce tüylerinin ürperdiğini Söylüyordu, Karınca öldüremiyordu. Aleksandır yeğenine efilezof» diyor- du, ünkü Loranzo bazı eğlence gece leri odasına kapanıyor, okuyor, düşü- Müyor, yazıyordu. Löranzonun okuyup yazması sah- te fakat, düşündüğü gerçekti. Alek- Sandırı nasıl öldüreceğini düşüntyor- du. Bir'tek çare bulmuştu: Aleksan- Svine.çağıracak ve orada öldüre- cekti! Bunun için de her tedbir alın- ida Aleksandır haykıracak olursa aalilar. aldırış etmiyeceklerdi, çün- © Bylardanberi Loranzo evine bir takım adamlar topluyor, içiriyor ve > vakit biribirlerine haykırıyorlar- Vur! Öldür! Alçak beni öldür- ... 2 gün kilisede Aleksandır, yeğni a Konuşan çok güzel bir kadın gör- pla derhal Löranzoyü çağırtıp söf- — Kimdir bu güzel kadın? — Teşzem, annemin kardâşi, Çok güzel kadın. ü Bi Yâzık ki çok da namuslu ka- Sagi Re olacak? Loranzo düşüne dü- Bine konuştu: «Bu sırada da kocası in Napoliye gitti... İyi bir fır- r... Fakat güç iş... Kandırmak hi Kolay değin... Le z maş eksendir için bu kadını elde et- ek en büyük zevk olacaktı, Bugüne i dar düşüp kalktığı kadınlar hep lay kadınlardı, “bir de güç kadına #ahib olmalıydı... rağ Ne aypıp yap bu kadını bana ge- kan ranz0 her gün Aleksandıra bu dından bahsediyor, kandıramadığı- 1 söylüyordu, Nihayet bir gün dedi pe «Bu İŞ olursa ancak benim evimde ür.» Bir taraftan da bir iki kişinin anına girmiş idam kaçkını Tovalaci- be! ile anlaşıyordu. Bu katil kendi damıydı. Ona bir kıskançlık masalı e rdu ve rakibini öldürmek istedi- 0: t, her ki; «terse babam olsun öl pe Yoranzo bir gece Aleksandırın kula» ma fısladı; — Teyzemi kardırdım, Çok para Loranzonun odasında ocak yanı- yordu. Aleksandır kılıcını çıkardı, ya- tağa uzandı, Lararizo kılıcı aldı, keme- rile kınıni sardı, kabzasını bağladı: «Kadını alıp geleyim» dedi, odadan çıktı, » Nm — Haydi bakalım Tovalacino vakit saat geldi, Odaya girdiler, Aleksandır duvara dönmüş uyuyordu, Loranzo kamasını yor musunuz asılzadem» diye fıslıya- Tak kamayı sapladı... Bıçak gördüğü raman ürperdiğini söyliyen delikanlı- nın eli, kamayı saplarken titreme- mişti, Kama böbreği delmişti. Alek- sandır yataktan fırladı, eline geçirdi- ği bir iskemleyi kalkan gibi kullana- rak kapıya koştu, Tavalacino şakağı- | na kamasını dayadı, yardı, Loranzo üzerine atıldı, sürükledi, yatağa sırt- üstü yatırdı, Elini ağzına dayadı. Aleksandır, Loranzonun başparmağı- nı ısırmağa başladı. Öyle kuvvetli ısır- dı ki, Loranzo gevşedi, imdadına Ta- * valacinoyu çağırdı. Tavalacino oradan oraya koşuyor, boğuşan iki kişinin etrafında döneniyordu; Yoranzoyu yaralamadan Aleksandıra kama sap- lamanın imkânı yoktu, Nihayet ince, uzun çakışını çıkardı, Loranzonun omuzundan iğilip Aleksandırın boy- nuna saplıyabildi, Fıskiye gibi kan fışkırdı. Bu sefer Aleksandır öldü, Lo- ranzo ile Tavalacino cesedine ettiler ve kudurmuş gibi cesedi bıçak- ladılar, Oda kandan bir göle benzedi. | Aleksandır, son nefesini verinciye kadar ses çıkarmamış, haykırmamış, Loranzonun parmağını dişlerinin ara- sından bırakmamıştı, yer Katiller Aleksandırın cesedini yata- ga uzattılar, üstünü örttüler. Loran- zo sokağa çıktı, hürriyet partisi şefle- apısını çaldı, Aleksandırı öl- iü haber'verdi.. Buna hiç biri #nanmıyordu. Loranzo: — Evime gidiniz, cesedini görürsü- nüz! diyordu. Aleksandırın katledildiği sarayda duyulunca sokaklarda davul çalan münadiler duyuldu, Loranzonun ba- şını getirene mükâfat verilecekti. Tahta da Kom dö Medisi oturmuştu. Hürriyet partisi liderleri Lorabzo- nun sözüne inanamamışlar, vaziyet- ten istifade edememişlerdi. Loranzo, şehrin kapıları kapanmadan önce an- cak kaçacak zaman bulmuştu, On iki sene, Aleksandırın hâmisi Şarl - Ken'in hâkim olduğu İtalyada şehirden şehire dolaştı... , insanlıktan nefret etmişti: «Onlara canım bahasına hürriyeti bağışladım, almasını bilmeğiler» diyordu. peşini bırakmamıştı, Otuz dört yaşın- da öldü. O zamanlar Medisiler için bu, uzun ömür sayılırdır. Ailesi 1737 ye kadar Floransada hü- küm sürdü, 1737 den sonra Toskanya İngilterenin Glaskoy şelirinde geçen hafta mânlalı büyük at yarışları yapılmış, bu yarışta Battelship adındaki at birinci gelmişti. Dünyanın en bü- | yük yarışını kazanan at doğduğu Lambourn köyünde büyük merasimle kar- şılanmıştır. Köy halkı muzika ve bayraklarla atı istikbal etmiştir. Yukarıda atın kasabaya müzaffirane girişi görünüyor, fakat derece alamıyan bu köylü diğer bir at bulunmaktadır. Arkasında ayni yarışa giren, bir cinayeti çekti, yatağa yaklaştı, kulağına: «Uyu- Bir gün katledildi, Kom dö Medisi | Yazan: Sermed Muhtar Alus — Tabanca burada, diyordu, Hiç olmazsa şakağıma kurşunu çekip kurtulurum bu cehennemden!.. Baklakırlarla faytı İ 70 liraya satmıştı. Kü Karakaşya- nı hâlâ çılgıncasına seviyordu. Tek başına, haftada iki kere tiyatrodaki (2) numaralı locaya, sair geceler Pİ- sinççinin gazinosuna, (Kafe Flam) a, Beyoğlu birahanelerine devam ediyor» du. Bu 70 lira da erimek üzere, Elinde- ki avucundaki on beş, yirmi mecidiye- nin içinde, Bir sabah, uykusuzluktan kafası kazan, vücudü pelte, karyolanın için- de kımıldıyamaz haldeyken, lain ağa odadan içeri; — Hakkını helâl et beyelğim, ben sılaya gidiyorum. Ölmezsem, nasib kısmetse gene gelirim; seni yalnız bi- rakmam! diyip yarım yamalak bir ku- caklayıştan sonra kapı dışarıya. Dadı kalfanın iki gözü iki çeşme. Elinden gelse büyüttüğü yavrucuğa canını verecek. Dişinden tırnağından | arttırdığı, yemeniye düğümleyip göğ- sünde sakladığı üç beşi bir aradasını (Üzülme, dilediğin gibi harca asla- nım!) diyerek çıkarıp vermiş, onlarda gitmişti. “Bundan sonra, selâmlık odasında- Ki, sofadaki takımlar, misafir yatak- ları, yukarı odadaki karyola, gene gel- dikleri yerlere, Çarşı koltukçularına satılmıştı. İrfan, sırtındakileri alıko- yarak, elbiselerini, iç çamaşırlarımı, kitap, ustunç takımı, dürbün gibi eş- yasını, hattâ tabancasını bile Bitpaza- rına taşımıştı. İşte, romanımızın baştaraflarında naklettiğimiz veçhile, İrfanın tiyatro kapısında Pembetenle karşılaşıp belâ- ya girmesine ramak kalışı, meyhaneci Hacıdan üç lira borç aldıktan sonra Palabıyık Hıranta saatini verip loca- ya oturuşu ve duramıyarak kaçışı bu sıralardır, u bedavasına, i o Nanemolla kıvranıyor... — Üç lira, yalnız üç lira, fazla de- gil üç lira... Hacı, Hacıcığım, Hacı | Kosticiğim ayağını öpeyim kusuruma bakma, affet benli, yüzüne bakacak İ yüzüm yok; üç liranı getiremedim, Vallah! yakında vereceğim... Dadı asıl- | ma koluma, bırak elimi; tetiği çekece- | ğim, öldüreceğim kendimi. İ © Nisanayının ortaları... İstanbulun havası acaibdir 2.. Ağustos sıcakların- dan nişan veren bir öğle üstü.. Gayet durgun bir lodos.. Koskadaki 40 odalı köhne konağın üst katında, poyraza karşı küçük oda- nın perdesiz İki penceresi açık, kafes- leri kalkık, kapısı aralık. Buna rağ- men içi fırından farksız. Oda çırçıplak. Sağda, duvar dibin- de bir yer yatağı, Yastık, yorgan, çar- şaf birer tarafa gitmiş. İçinde İrfan; Gözleri kapalı, uy- 'kuda, Sanki hamam halvetinde de algınlığı çıkarıyor, Şakakların- da, burnunda, boynunda £irl zırıl ter- der, Yüzü gözü börtmüş. Çoktandır ber- ber görmiyen saçları biribirine yapış- mış. Tıraşı, sakal dunsı ettirecek ka- dar uzamış... Sırtmda soluk renkli bir gecelik. Göğsü, bağrı açık, Arkaüstü, upuzun yatıyor. Gözleri kapalı; sık sık nefe salma- da; uyuyor, Buna uyku da denilemez. Korkulu rüyalar görüyor, kâbuslar ge- çiriyor. Ara verip verip gene boğuk boğuk sayıktıyor. Azında hep üç lira, hep Hacı Kosti- ciğim, hep (çekil dadı, tutma elimi, vuracağım kendimi!.).. ilruba kalfa, etekleri belindeki ör- me kuşağa takılı, iki büklüm, romatiz- malı bacaklarına eilerile yaslana yas- lana, ayaklarının ucuna basa basa, odanın kapısına geldi. Kulağını içeri verdi, Derin derin çekti: — Allahım sen bu yavrucuğu artık ko: Ve daha hafif mırıldandı: — Ah ah, 'Tefrika No. 25 NANEMOLLA | sumcuğu baştan çıkaran O berifinin. Ayakları kırılaydı, k olaydı da gelemez olaydı ev Fakat, anlıyamadığı nokta; Sayıkladığı hep üç lira. Hacı, macı araya karıştırıyor, Kosti, mosti diye bir raya ismi de yor... Dadı, aralık kapının önüfde okudu okudu; göğsüne avucunu bastırarak üfledi, üfledi, Arkaya döndü. Pencerelerinin üst camları kırık, altları çatlak, çerçeve- lerden ayrılmış kafesleri kalkık, st koşluracak kadar uzun, dört duvar ve kuru tahta sofayı gerisin geri yürüdü. Merdiven tarafında, soldaki odaya girdi, Orası da dört duvar ve kuru tahta. Bir kenarda saç mangal, Mangalda kaynıyan bir tencere ve süt dolu İki- lik bir cezve. Yanında çam tahtasın- dan bir masa, Üstünde boyası ve çiçek- leri dökülmüş, yuvarlak bir saç sini; bir kaç çinko tabak, maden çatal ka- Şık; dibinde iki parmak süt bulunan bir kuşane.. Masanın bitişiğinde, yerde bir bakir tepsi, İçinde ayıklanmış çalı fasulyesi kırıntıları, sağan kabukları, küçük bir kese kâğıdında tuz, baş bir zeytinyağı Şişesi... Biraz daha ölede kömür konmuş bir gaz tenekesi, paslı bir boru, hindi kuyruğundan bir yelpaze, bir deste çıra, bir kutu Kibrit, Pencere tarafında, köşede orta boy- da bir selvi sandık; üstüne battaniye serilmiş bir yatakla büyüklü küçüklü bir kaç bohça., Dilruba kalfa besmele çekerek man- galdaki tencerenin kapağını kaldırdı. Pişen zeytinyağlı çah fasulyesine tah- ta kaşığı daldırdı. Yemeğin tuzuna bakacak. Küçük odadan üstüste öksürükler... Hemen, tencereyi kapadı ve koştu. Küçük odanın kapı aralığına kulağı- nı yanaştırdı. ? — Üç lira... Yarabbim, bana üç lira... Hacı, istirham ederim beni mazur gör, çok uzattım... Savulun yanımdan di- yorum, bırakın şu tabancamı yahul.. Dadıcağız kapımın kenarına tutun- masa yere yekiliverecek, Yüreğine bir hançer saplanmıştı: — Sen üç liracik için mi böyle inim inim inliyeceklin? Sen ne devletler, ne saltanatlar içinde büyüdün. Bugün- leri mi görecektin? İrfan, gene bir kaç öksürükten son- Ta yatağın içinde yüzükoyun dönmüş- tü. Kıpırdıyer. Diiruba kalfa daha ziyade durama- dı, içeri daldı: — Evlâdeığım, öğleler oldü, Artık kalk da sütünü getireyim, Akşam da aç blilâç yattın. İrfan cevap verdi: — Dadı, sütÜ mütü bırtk şimdi. ÖL müşlerinin canı için bânâ bir bardak su ver! Yanında toprak testi duruyor. İçin. de katre kalmamış. Gelen suyu bir .solukta içti: daha istedi, onu da bitirdi. Çıplak göğsüne güm güm vuruyordu: — Dadı, haberin olsun, ben ölüye. rum. — Allah esirgesin!.. Dediğin ağzın- dan çıksın da düşmanlarının koynuna girsin!., Civan yaşında, daha dünya- nı görmeden niçin ölecek mişsin? — Dadı, birgün olup selâmete çi- kacak mıyız-acaba, yoksa böyle inliye inliye geberip gidecek miyiz? — Elbette yavrucuğum, elbette se- lâmete çıkacağız. Elhamdülillâh müs- Jümanız. Bizim Allahımız, Peygambe- rimiz var... Bak göreceksin, çok gec- meden, yakında, hem de pek yakında yüzümüz gülecek, Bu kötü günleri öy- le bir unutacağız, öyle bir feraha çıka- cağız ki hepsi masal olacak. Bir var- mış, bir yokmuş gibi... Dadı farketmemiş değildi. Delikar nın sayıklayı durduğu üç liranın, Kostinin nereye vardığını Hacının, (Arkası var)