16 Mart 1938 Elizabet Şarlotun hayatı Yarım asır gönülde saklanan aşk Oluz sene harbinden sonra Alman- Yanın bahçesi sayılan aşağı Platina Çöle döndü. Güler yüzlü köylerin, tar- İaların, bostanların, bağların yerinde Yeller esti. Katllâmdan kurtulanlar, açlık ve hastalıkla pençeleşe pençele- laştılar; kebabçılarda in» AKŞAM pek azdır. Bir kere çirkin “kadırilar çirkin olduklarını bilmezler, sonra da ber çirkin kadın biri için mutlaka güzeldir.» O devrin göre Lizölot jandarma gibi bir kızdır! ... Lizölotu o evlendirmeliydi. Babası biran evvel kızını başından atmanın, atarken de çehiz parası diye bir şey vermemenin yoluna bakıyordu. Buna mukabil ne İstenirse yapacaktı. Bir aralık Bofinin teyzesi, Pariste oturan prenses Anma, Sofi teyzeye misafir oldu. Eral 14 üncü Luinin kardeşinin karısı ölmüştü. Lizölotu ona verebilir- lerdi. O devirlerde Fransanın Palati- nada gözü vardı, 14 üncü Lul izdiva- ca razı oldu, fakat kardeşi Bay istemi- yordu. Almanyadan ayrılacağı için Lizölot da istemiyordu. Bir sene uğ- raştılar, Bir sene sonra Bayı da Baya- Bı da nihayet razı ettiler... Yeryüzünde bu kadar uygunsuz iz- divaç görülmemiştir. Bayan dünyaya kız geldiğine pişmandı, Bay ise erkek geldiğine... Bay aynanın önünden ay- rılmazdı. Bayanın en büyük zevki av İ Vestinli munhedesinden sonra Hay- delbergi hükümet merkezi yapan Şarl - Lui, yakıp yılalanları yeni baş- tan yapacak, memleketini yeniden kuracaktı, * Yaman bir adamdı. Demir gibi bir İradeye sahipti. Çelik gibi azmi vardı, Söz geçirmesini bilirdi, On senede Memleketini kalkındırdı. İlk işi nüfu- Bu arttırmak oldu. Bunun için de hu- dudlarını der mezhebden her cins İnsana açtı. Bütçesi fakirdi, arada #i- ada şehirlerinden birine başvurur tdünç para isterdi; buna rağmen (* halktan çok az vergi alırdı. Elbiseleri. - Mi yamatar, eski çizmelerine pençe Wurdurur, satıp para kazanmak için , Avlanır, harsızlık eden adamlarının boynunu vurdurundu. i Kadın bahsine gelince, çapkın udamdı, ama kadın onun için trkeğe zevk veren ve çocuk doğuran Mmahlüktu. Kadının avlanması, ata binmesi yasaktı; okumalarına cezav Yardı. Kadın erkeğin sözünü dinle- Meli, evinin işini görmeliydi. Hele Müsrif, süse düşkün, hoppa, erkeğe 8öz geçirmek istiyen kadınlardan nef- Yet ederdi. Böyle kadınlara hududları İçinde yer yoktu... Siz kaderin cilve. Sine bakınız ki böyle bir kadınla ev- lendi. Şarlot dö Hes - Kasel kazak big kadındı, Bal ayları kasırgalı geçti; gündüz eri biribirlerinin kafasına tabak ça- ie geceleri de yastık yorgan atıyor. ardı Bay cılız, nazik, çıtkırıldımdı, Bayan dinç, kaba, sözünü sakınmazdı. Eğer Bayan Bay, Bay da Bayan olsaydı biribirlerine iyi bir eş olacaklardı. Ne yazik ki Bayan, Bayın kardeşi kral 14 üncü Lulye varmamıştı, Kral tam Şarlotun seveceği, beğeneceği erkekti, Nasıl ki, görür görmez beğendi ve sevdi. Bu aşkı hiç bir zaman açığa vurmadı, hiç bir zaman kendi kendi- ne bile itiraf etmedi, krala söyleme- di, fakat krala âşıktı. Kral da yengesinden hoşlandı. Ar- tık yanından ayırmıyor, onsuz soka- ğa çıkmıyor, ava gitmiyor, ata binmi- yordu. O zamanlar bayan dö Montes- pan kralın metresiydi, fakat Şarlot bu kadını kıskanmıyordu; metres nasil olsa günün birinde gözden düşerdi. Şarlot mesuddu, neşeliydi. ... Derken, günlerden bir gün neşesi kaçtı, gülmez oldu, yemek yemez ol du, manastıra kapanmak için kral dani izin istedi. Şarlota ne olmuştu? Bayan dö Mentönon kralın gözüne girmişti. Bu kadın genç, güzel bir ka- dın değildi. Onun rakibi idi, kralın dostluğunu çalmıştı... Kraliçe öldü. 14 üncü Lul gizlice bu kadınla evlen- di. Bu izdivaç kadını manen öldürdü. Köşesine çekildi, kimse ile görüşmez oldu. Bir akşam da sofra başında ko- cası Bay öldü. Dul kalınca kral onun- la yeniden barıştı, gene beraber gezi- yor, arabasına alıyor, ava beraber gö- türüyordu. Bu son görülüğü de uzun sürmedi. Kral hastalandı, öldü. Bundan sonra Bizim eski zaman düğünlerinin ga- Tib bir âdeti vardı, yeni evlilerin başı- TU «yengen tabir edilen bir kadın bek- lerdi, O zamanın Haydelberginde bu Adetten daha beter bir âdet vardı, ya- tak odasında karı koca ile beraber başka bir kadın daha yatardı. Şarl - Tui ile Şariobun odasında yatmak Vazifesi de genç bir kıza düştü. Luiz Gü Degendeld inatçı, haşin, sarışın, güzel bir kızdı. Bu sarışın kız geceleri Şarlın uykusunu kaçırıyordu, bu üçüz hüyattan bıktı, kıza ikiz yaşamağı tek- M etti. Karısından ayrılıncıya kadar Ona para verecek, giydirecek, besliye- Cek, sarayda bir dairesi, uşağı, hiz- Metçisi, atı arabası olacaktı... Bir ge- £e gene bu mevzua dair konuşurlarken Şarlot uyandı, Luizin üstüne atıldı ve küçük parmağını öyle bir ısırış ısırdı ki kemiği kırıldı, O geceki rezaleti İerkes duydu; bunun üzerine Şarl, üstüne Luizi aldı. Nikâhla- Y 6 kânunusani 1658 de Frankental- de kıyıldı; fakat Luiz daha nikâhtan Önce doğurdu. Yanık ki Lizölot çok çirkindi, «Bil- mem dikkat ettiniz mi, çirkin kadın Majeste Şehinşahın doğum günü hennemde büyüdü. Fakat Lizölot ha- el memnundu. Saray çocuk e kadın hiç şikâyet etmeden e ense menim etti. Kabahati de yoktu, has- el o kadar hastaydı ki on dördün. doğurduğu akşam öldü. Yizölot dadısı bir tokat vurmak istedi, ie kadına hücum etti, tekme ile € yuvarladı. Nihayet Lizölotu ter- iy diye teyzesi Brünsvik-Hoen- Dün Samajeste Şehinşahın doğum günü olmak münasebetile sabahleyin konsoloshanede İran tebaasının tebrikleri kabul edilmiştir. Akşam saat beşte general konsolosu tarafından bir çay verilmiştir. Çayda yüksek memurlar ve şehrimizin maruf ailelerinden birçoğu bulunmuştur, Yukarıda çayda bulu- nanlardan bir kısmı görünüyor, Yazan: Sermed Muhtar Alus Bahite 7 'Tefrika No. 5 NANEMOLLA Alay tarafı da Iizım. — Sayım suyum yok gözüm nü- ru, dedi; para ile değil, sıra İle, Biraz sonra, seninki şanoya çıkacaksa şim» dide benimki çikti. Ayıbdeğila Hımhim Papazyana çene yetiştiren Araksi kaknemine de ben âşığım!... Mabeyinci bey kahkağayı koyu- verdi: — Ölur sösm değilsin, ömürsün Yağızcığım. Söz afsundan tesirlidir, dedikleri buna derler işte. Üç, dört lâf söyledin, hiddetimi yatıştırdı... Ceketinin cebinden, elmas (E) markalı bir altın tabaka çıkardı. 250 lik tütünden (1) yapılmış iki ci- gara uldı. Birini dudaklarının ara sına soktu, öbürünü yanındakine verdi, — Haydi, dedi, istediğin olsun, 10- camıza gidelim! sıcaklığından camlar buğulanmış; cigara dumanları sis gibi yayılmış; ortalık mahşer mi mahşer... Sağ bölmedeki bilârdoların etra- fında bilârdobazlar (2) ... Mermer masaların dört yanları, bütün kadife kanapeler ve hezaran sandalyeler dopdolu... Dama, satranç, dokurtaş tahtaları başında kafa kıranlar; çat çut do- mino vuranlar; tavlada şark şurk küşad, Osmanlı, gülbahar oynıyan- lar; kâğıdlarla bezik, ekarte, otuzbir, prafa, lâskine, firavun, çaro partile- ri yapanlar... 10, 12 kişilik gruplar, kartonu çeyreğe, çinkosu kuruşa, haldır huldur tombala çekiyorlar... Ortada İncesaz takımı faslı tut- turmuş. Hanende meşhur Büyük Yeğyezar (3) davudi sesle meyanla- rı çıkmada. Sol bölmenin halkalı perdesi çe- kik, pencere ıstorları inik, Yeşil çu- hah uzun masanın etrafında omuz omuza adam. Hepsinin önünde küme küme çeyrekler, mecidiyeler; Os- manlı, İngiliz, Napoleon, Kremis al- tınları... Bakara partisi çevriliyor... Pembeten, pencereden içeriyi süz- dükten sonra yüz buruşturdu; belâ- yı okudu” — Allah belâsını versin, kalpazan bize madik oynadı; bak meydanlar- da yok... Yağız, kalpazanın kim olduğunu yanlış anlamıştı: — Kör Dikfan kodoşunun ipile ku- yuya inilir mi beycağızım?... O şim- — Eyvah, dedi, kaknemciğimi gör- omuzdaş gibi birinin başı sağa, öbü- rünün sola eğik, kurt dingili adım ta- banı kaldırdılar. Tiyatronun mer- mer direkli, taş merdivenli kapısın. dan iç avlusuna girdiler, Gişede, deste deste bilet koçanları- nı, dizi dizi liraları, mecidiyeleri, çey- rekleri önüne çekmiş, hasılatı hesap- lamakla meşgul #ki biletçi, geride üç dört dilim pastırma ile rakı binliği- ne gidip gelen başkontrol Palabıyık Hırant ağa, yerlerinden fırladılar, Asalı Molla Köşede bucakta, sütçü beygirleri gi bi ayakta uyuyan locacılar koşustu- tar: — Safa gelmişsiniz beyfendi haz- retlerimi.. Eşref beyde bilet milet alma, ya- hut cebden çıkarma yok... Emir ha- ar; — Açın locamı!.. Tiyatroya dalmi abone, fakat doğ- rusunu söylemek lâzımsa, anafora değil. Kumpanya haftada iki oyun verdiğinden, sahneye em yakın bi- rinci sınıf locaların bedeli de üç al tın olduğundan beyefendimiz her ay, 24 lirayı Osmaniyi kasaya saymada, Locacılar: — Emrin baş göz üstünel, diyerek Meri seğirtirlerken Pembeten birden duraladı: . — Bu gece, Küçük Karakaşyan hanımın menfaati olduğunu unut- tuk yahut!, dedi. Gişeye döndü. Altın (E) markalı mâroken cüzdanından bir beşibir- Arada çıkardı. Dayar dayamaz, ge- riden tok bir ses: — Maşşallah aslan!.. dikilmişti: <Osmanlı tiyatrosu» nun direktö- rü Güllü Agob. (5) Yerle beraber bir temennah çaktı; ardından elini uzattı: — Bel soğan (yani bonsuar) mon- (bilârdobaz) devirmiş. (3) Şimdikinin dedesi olsa gerek. (4) Bu mam, bizim az mam Abdinin, Hasanın, Şevkinin tiyatroların- da, son perde açılmadan evvel çalınan, pyunun biteceğini haber veren mabud marştır. Gülü Agobun zamanında, mas- karalıklar tamam olup dram veya operet (5) Asi ismi Agob Varlavyandır. Zeki, idareci, çalışkan, yakışıklı bir adammış, İstanbulda doğmuş ve çocukluğunda Er- meni mekteblerinde okumuş. Sanatkâr ruhlu bir genç; meraklı. Tiyatro artistliğine de sevdayı sarıyor ve Beyoğlundaki (Şark tiyatro su) nda aktörlüğe başlayıp az zamanda büyük muvaffakıyetler kazanıyor. şirket tarafından (Osmanlı tiyatrosu) şekline konmuş ve Agob Vartoryan kum- panyaya müdür tayin edilerek hasılata ta iştirik ettirmişti. geçtiği veçhile, Abdülhamide neticesinde