AKŞAM Sahife 12 Necati ile berberde. yanyana İki iskemleye düşmüştük. Otartık tama- mile beyazlaşmış saçlarını kestiri- yordu. Berber beni taraş etti, önüm- deki havluları çekti. «Sıhhatler ol- sun...» dedi, Ben berber iskemlesin- den kalkarken Necati: — Beni bekle... dedi, şimdi benim saçımın kesilmesi de bitiyor.. Bera- ber çıkarız... Dükkânın bir köşesine . oturdum, berber çırağının ellme. tutuşturdu- ğu mecmuaya şöyle bir göz gezdirin-, ciye kadar onun saçlarının kesilmesi bitti. Berberden birlikte çıktık. Fakat Necati'nin bugünkü fevkalâde şıklığı, dikatime çarpmıştı. — Bu ne şıklık Necati? diye sor- dum. O canı sıkkın bir tavırla: — Birak birader, bırak... dedi. Meğer şu Necmi gibi çapkın bir gen- cin amcası olmak kadar büyük bir felâket yokmuş... Hay bu külhaninin amcası olmaz olaydım. — Gene ne yaptı”. Muhakkak öleye beriye borç yapip gene senden para istemiştir. — Azizim... Onun benden para İs- mesi hiç bitip tükenir mi?.. İşi gücü kadınların peşinden koşmak, barlar- da sabahlamak, benden çektiği parâ- * ları har vurup harman savurmak! Hayatım bekâr geçtiği, çocuğum © madığı için çapkını severim de. «Amcacığım... Para.» diyince dayak maz çıkarır veririm, Fakat birader, hazıra dağ mı dayanır? Şimdi benim eski zamanım değil ki.. Paralar su- yunu çekti, Necmi ile ben, amca İle yeğen bu yakınlarda pek züğürtledik. Necmiye ötedenberi israr eder durur- dum; «Oğlum, bu serserilik daha ne zamana kadar sürecek... Artık evlen- sene... Öyle bar kadınlarile avuç do- lusu para sarfedeceğine bir yuva kur, akşamları erkenden evceğinize çe- kil... Bak yaşında ilerledi. Otuz dördüne girdin. Tam evlenme çağın... Gel sana zengin bir kız bulalım, Artık ben de eskisi gibi paralı bir adam de- gilim... Fakat bu sözlerim Necmi'nin bir kulağından girer, bir kulağından çıkar, beni dinlemez. Fakat artık azi- zim, bıçak gemiğe dayandı. Necmi şöyle hali vakti yerinde bir genç kız- la evlenmezse hapı yutluğunun res- midir. Çünkü benim bankada topu topu bir kâç yüz liram kaldı. Şimdi ben Necmi'ye gayet zengin bir kız buldum. Hani türkçede güzel bir tabir vardır. Evlenecek kimgesiz zengin kızlar için, delikanlılar için «Çöpsüz üzüm, derler. Bu da çöp- süz üzüm... Hayatta bir tek teyzesi | var. Teyzesinin de bu genç kızdan başka kimsesi yok... Senin anlıyaca- Kın teyze milyoner... O apartıman- lar, en işlek yerlerde hanlar, dükkün- lar, çiflikler, en pahalı yerlerde arsa- lar... Bankalarda hesapsız para... Genç kızın adı Feriha... Teyzesi üze- rine titrediği için bütün servet Feri- hanm demektir. Teyzenin Ferihadan başka, kimsesi” olmadığını söyledim değil mi?... Vakıa Feriha öyle gü- yel bir kız değil, Gözleri biraz şehi... Yani şaşı... Bacakları biraz çarpık... Biraz da faz'a şişman... Galiba 85-90 kilo kadarmış... Fakat azizim o ser- vet, o servet... Eğer Necmi bu kızla evlenirse onun için de fevkalâde ola- cak, benim için de... Çünkü nihayet artık ben de parasız bir adamım... Fakat Necmi bir türlü bu işe yanaş- miyor... Genç kızın İsmini daha şim- den «Yengeç» koydu... Ne 0? Kızcar Bizin biraz bacakları çatpıkmış da şöyle yan yan yürüyormuş, Yürüme- si Yengeçe benziyormuş... Fakat ben' artık kati surette ültimatomu ver- dim, Ya bu paralı kızla evlenir, yahut benden vazgeçer... Bugün işte böyle Iki dirhem bir çekirdek giyinip, tıraş olup bizim çapkın oğlanı alacağım, Ferihalara gideceğiz... Hep beraber çay içeceğiz... Hele şu'oğlan bu kızla evlenirse biraz rahat edeceğim... Necati'den ayrıldım, Bir hafta son- ra ona bir gömlekçi dükkânında ras- ladım. Bir smokin boyunbağı alıyor. du. Sordum: — Vay Necati... Smokin boyun- bağı mı alıyorsun? Bara filân gitmek niyetindesin galiba... O gene ayni canı sıkılmış tavırla: — Ah kardeşim, dedi, hâlâ şu Nec- mü'nin işile uğraşıyorum. Bu gece | lokantanın önünde duruncaya kadar Necmi, ben, Feriha ile teyzesi hep bir- | likte bir bara gidip eğleneceğiz... Nec- mi ile Feriha'nın yıldızlarını birleş-; | tirmek için yapacak başka şey kal- madı. Belki barda biraz musiki, dans vesalre esnasında Feriha bizim kül- haninin gözüne biraz şirin görünür... Güldüm. Necati'den ayrıldım, o gece ben de eğlenmek için bir bara gitmiştim, Baktım Köşedeki mas lardan birinde Necmi, Necati, biri genç fakat çirkin, öteki yaşlıca iki kadın oturmuşlar... Ben her günkü kostümümle bara geldiğim halde Necati smokin giymiş, iki dirhem. bir çekirdek - süslenmiş... Cazband başlayınca Necati genç yeğenine bir şeyler söylüyordu. Necmi de istemiye istemiye masalarında oturan genç kadını - bu herhalde Feriha olacak - dansa kâldırıyordu. Feriha'nın ak saçlı teyzesile de bi- zim Necati dans ediyordu. O gece geç vakte kadar oturdular, fakat eğ- lenenler Necati ile Feriha'nın teyzesi 1di. Çünkü Necmi mütemadiyen 50- murtuyordu. Feriha da şişman vü- cudile gömüldüğü koltukta «Ha uyu- dum, ha uyuyacağım» gibi bir halde tdi, İçimden: — Nafile... dedim, bizim zavallı Necati boş yere uğraşıyor. Necmi taş çatlasa bu kızla evlenmiyecek... O geceden sonra bir daha ne Nec- mi'yi, ne Necati'yi yedi sekiz ay kadar görmedim. : Bir gün Tepebaşında tramvay bek- liyordum. Baktım önümde gayet lüks bir otomobil durdu. Otomobilin için- den Necati pencereyi açtı, Bana | seslendi: ! — İstanbula mı geçeceksin? i — Evet... dedim. — Gel de seni otomobilimle götüre- yim, Şoför derhal yerinden fırladı. Bana otomobilin kapısını açtı, Şaşırmıştım: | — Necati... dedim. Bu otomobil senin mi? z Güldü: — Benim ya... Daha doğru zeyce- min... Hayretim büsbütün katmerleşmiş- ti. Bizim meşhur bekâr Necati ev- lenmişti hal. — Evlendin mi?... diye sordum. — İki ay evvel... Necati benim bazı münasebetsiz” Sualler soracağımı tahmin etmişti galiba... Kulağıma eğildi: — Şolörün yanında söylemek iste- miyorum, dedi, zaten saat yarım... İs- tanbul tarafından bir lokantaya otura»| hm, hem beraber yemek yeriz, hem de Sana vaziyeti anlatırım... Olomobi! İstanbul tarafında bir | meraktan çıldıracaktım, Necati: — Haydi oğlum... Sen eve dön... Akşama ben taksi ile gelirim. Beni aj. | mana iüzum yok.. diyerek şoförü sav- dı. Lonkantada bir masanın başına oturduk. — Allah aşkına bu işnasıl oldu Necati?... Sen bizim meşhur bekâr, nasıl oldun?,.. Kiminle evlendin... Necati: | — Sus birader, sus... dedi, bir iş | oldu işte... Bu yaştan sonra evlendik | de... Çünkü yaş 58... Bu yaştan son- | ra evlenmeme sebeb olan hep bizim o külhani Necmi'dir... Kiminle evlen- dim biliyor musun?... Feriha'nın tey- zesile... Nadide ile... Çorbalarımını içerken Necati devam | elti: — Biliyorsun... Necmi'yi Feriha ile evlendirmeğe uğraşıyordum. Bu iş bir an olsun diye iki günde bir Necmi'yi” alınca doğru Feriha'ların evine...: Bel- ki başbaşa kalırlarsa Necmi, Feriha'ya | bir kaç güzel etimle söyler diye Nadi- de ile ben onları yalnız birakıyorduk. Onlar konuşurken Feriha'nın teyze- sile ben yavaşca salondan çıkıyor, bi- tişik odaya gidiyorduk, bu suretle onları başbaşa bırakacağız derken biz yalnız kalmış oluyorduk. Halbuki Necmi ile Feriha yalnız kaldıkları za- man ya iskambil da biz tatlı tatlı konuşuyorduk. Feri- ha'nın teyzesi ak saçlarına “rağmen hâlâ çok güzel kadındı. Arasıra hep beraber gezmeğe, eğlencelere gidiyor- oynıyorlarmış, ya | tavla... Buna mukabil öteki odada | duk. Necmi'yi evlendireceğim diye sık sık onlara gidip gelmem - Feriha'nın teyzesile beni pek dost etmişti, Nihayet bir gün ne olursa olsun ağzımdaki baklayı çıkarıp Feriha'yi bizim Necmi'ye istemeğe karar ver- dim, Zaten Nadide de kendisinin em- lâkini, apartımanlarıni, dükkünlerini hanlarını idare etmenin pek müşkül olduğundan bahsediyor ve: — Her halde bu kadın işi değül... Ben bu malları idare etmesini bir tür- 1ü beceremiyorum... diyordu. Ben he- men fırsattan ettim: — Evet... dedim, size bir erkek lâ- Nadide güzel gözlerini halının çi- çeklerine dikti, Ben: — Bir gün, şayed siz isterseniz, ai- lenize bir erkek girebilir... diye mirü- dandım. Nadide birdenbire elimi tut- tu: — Necati... dedi, zaten eve gidip gelmenden benimle başbaşa kalman- dan bunu tahmin etmiştim... Nadide benim kendisile evlenmek 1s- tediğimi sanmıştı. Ben de bozımadım. Çünkü Nadide çok hoşuma gidiyordu. Eh bütün servet de onundu... Senin anlıyacağın evlendik birader. — Ya Necmi? Necati sinirlendi: — Birak külhaniyi, dedi, ben onu evlendirmeği düşünürken o beni er- lendirdi... Şimdi Necmi tekrar eski.| sefahat hayatına döndü. Benden ge ne eskisi gibi avuç dolusu parayı çe- kiyor (Bir yıldız) CAFER FAHRİ nin eserlerinden Tavukları çok yumurtlatmak İİ için ne yedirmeli? Ne zaman civciv çıkarmalı? Tavukçulukta muvaffakiyetin Tavukçuluktan nasl para kazanılır? Nasıl tavukçuluk yapılmalıdır? 25 Av ve salon köpekleri # İmesk Güneş Öğle İkimii Akşam Yatı, B. 101TALAA 607 929 1200 131 Va. 433 6,10 12,23 1545 18,17 1048 İdarehane: Babıkli civarı Acımusluk So. Iş bulmak için Uzun uzun düşünecek yerde AKŞAM gazetesine bir KUÇUK İLÂN koydurunus. 3 defası 100 kuruş Yazan: İskender F. Sertelli KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Tefrika No.170 Korsan Veneyro türklerin eline düşünce : “ Ben, öbür dünyaya gitmek üzere yola çıkmıştım! ,, dedi. Kılıç Ali paşa birdenbire söyliye- | cek söz bulamadı. Mahmud reis, denizden çıkarılan Venediklinin yanına sokulmuştu. İh- tiyar deniz kartalı, eski hasmını çok iyi tanıyordu. Paş gemisi deniz ortasında dur- muştu. Arkadan, sağ ve sol cephe- lerden gelen kadırgalar işin farkında İ olmadıkları için, kaptan paşanın ne- den durduğunu bilmiyorlardı. Sinyor Veneyroyu kaptan paşanın önüne getirmişlerdi. Levendlerin gözlerinde intikam şimşekleri çakıyordu. Venediğin bu eski İstanbul balyözü türklere Akde- nizde neler yapmamıştı! O, önüne gelen küçük Türk çek- tirilerini topla batırır, suya dökülen denizcileri deniz üstünde okla öldür- mekten ve onların dalgalar arasında, çabalamalarını seyretmekten zevk duyardı. Midilliden bir yelkenli ile geçer- ken, Doğan relsin küçük kardeşi Hüsmeni de o öldümemiş miydi? Mahmud rels, Veneyroya yaklaştı: — Gökten mi indin, sinyor? ne rTeden gelip, nereye gidiyordun? Veneyro gözlerini yere indirdi. Titriyerek cevab verdi: — Misinadan geliyordum. Öbür dünyaya gitmek üzere yola çıkmış- tam. Ve göğsünü şişirerek geniş bir ne- fes aldı: — Bırakınız beni, yoluma gide- yim! Kılıç Ali paşa güldü: — Gideceğin yere seni biz de ulaş- tırırız! Hele biraz dinlen bakalım. Korsanın sırtına bir eski çul par- çasi örtüler, Yağmurdan sonra hâ- va biraz serinlemişti. Deniz suları in- sanı titretedek kadar soğumuştu. Kılıç Ali paşa: — Kimi ararken, kimi bulduk! Diye söyleniyor ve Akdenizde (Kor- kunç Filip) kadar tehlikeli bir adam olan Veneyroyu ele geçirdiğine sevi- niyordu. Veneyroyu herkes tanıdığı için; o mudur, değil midir? endişesi de yoktu. Hele Mahmud rels onu o kadar İyi tanıyordu ki... Sinyor Veneyro İstanbuldan ay- rilirken, Türk Tersanesinde yaptırdı- Bı suikasdi gözönüne gelirmişti, O zaman Mahmud reisin bulunduğu ge- minin teknesinde açılan delik çok büyüktü. Sarayburnundan Halice ge- linceye kadar kadırganın İçi su ile dolmuştu. Mahmud rels deli gibi gü- vertede dolaşıyordu. Mahmud reis o kara günleri hatir- — Bu herife ne yapsak azdır, dev- letlimi diyordu. Benim ömrümü o gün'en yıl geri vuran ve sol omuzü- ma inmeler indiren bu sinsi cana- vardan herkesten önce ben öç alaca- Kılıç Ali paşa, Mahmud reise hak vermişti. — Ne söylesen yeridir! Fakat, ilk önce onun denize nereden düştüğü- nü kendisinden öğrenelim. Ondan ötesini sonra düşünürüz, dedi. * “ Bir aslan, kedi olunca ne yapıyor?! Kılıç Ali paşa, denizcilerin heyeca- nını yatıştırdıktan sonra, Mahmud relsle beraber geminin arkasına dön- dü. Türklerin eline düşen korsan Veneyro şimdi dizüstü yere çömel- miş anlatıyordu: — Önümde sis vardı, Misinadan dönüyordum. Birdenbire uzaktan si- zi görünce kaçmağa başladım. Ters- yüzüne döndüm. Yağmurun şidde- tinden izimi kaybedeceğiniz! sanıyor- dum. Birde baktım ki, arkamdan bir yelkenli bizi takib ediyor. Kürek- çilere dayandım. Yıldırım süratile gidiyordum. Birdenbire geminin or- tasına düşen bir gülle, güverteden yirmi bir kişiyi denize savurmuştu. Bunlar arasında ben de vardım. Gemim yolunu kesemedi. Ben dei (Yolunuza devam edin!) diye bağır» dım. Arkadaşlarımın hepsi denizde boğuldular, Ben, elime geçen bu tahta parçasına sarılarak boğulmak tehlikesinden kurtuldum Yüzerek adalara doğru gidiyordum, Karşıma #iz çıktınız. Bu sefer kurtulmak de- gil, ölmek istiyordum. Veneyro buraya kadar itidalini mus | hafaza ederek konuşmuştu. Fakat, daha fazla tahammül gösteremedi. Yere oturdu: — Bir aslan, birdenbire kedi olun- ca, hasmına yenilmemek için ölme- ğe razı olur! Ben de dalgaların ara- sında boğulup kalmak istedim. ök mek kolay değili Elimdeki tahta par- çasını bir türlü atamıyordum, Kol larım, dizlerim kesilmişti. Ölümü gö- zümle gördüğüm halde, onun kuca- ğına atılamadım. Ve sizin elinize düştüm! “ 4 Mahmud reis bıyık altından gülü- yordu. Kıl:ç Ali paşa, Doğanın attığı bir gülle İle Veneyronun denize sayru- luşundan pek memnun olmuştu. — O ne talihli bir gülle imiş... Eski düşmanımızı denize düşürmüş. Doğan şimdi gözüme girdi. Dedi ve gemi kâhyasına emir ver di: — Atın bu herifi ambara, ve kol- larına zincir vurun, Kozumuzu 800» ra paylaşacağız onunla.. Veneyroyu sürükliyerek ambara götürdüler. Venedikli korsanın rengi balmu- mu gibi sararmıştı. Ayağa kalkmak kuvvet yoktu. Veneyroyu zorla kaldırdılar, için — dizlerinde O, bir et yığını halinde, çarçabuk pelteleşmiş, ve korkudan kendini kaybetmişti. . v Doğan reis nerede? Hava durmuştu. Kadırgalar gürekle gidiyordü. Dalgalardan eser kalmamıştı. Kılıç Ali paşa — Şimdi Doğanı aramak sıras geldi. Diyerek, yollu kırlangıçlar Heri sürmüştü. Doğan besbelli bir aralık ortalığı saran ve çabuk sıyrılan sisten dö nanmayı kaybetmişti, Kaptan paş& donanmayı üç kola ayırarak, Doğ nın izini aramağa göndermişti, DO gan nasıl olsa bulunacaktı. Fakat, b işin çabuk bitirilmesi gerekti. Artık Akdenizde üç büyük tehif keden bir tanesi ortadan kaldın muşta. Veneyro şimdi türklerin elinde bU- Yunuyordu. Bundan sonra avlanmak sırası sin- yör (Greçyano) ile Korkunç Füip9 gelmişti. ç Kılıç Ali paşanın ve Türk akin cılarının bükülmez bileği ve sarsli- maz iradesile şüphe yok ki onlar d& günün birinde ele geçecekti. Donanma üç fırkaya ayrılarak ef rafa dağılmıştı. Kılıç Ali paşa: — Demek.ki bü herifler Misinsdâ toplanıyorlar, diyordu, Doğanı bu lur bulmaz donanmayı toplayıp h© men Misinaya dümen kırmalıyız. O gün akşama kadar deniz üstüN de Doğan reisi aradılar... Bulamadılar. Doğan tek. başına donanmadan 87“ rılıp nereye gidebilirdi? Mahmud reis bir noktada Jsr8” ediyordu: — Doğan, Veneyronun gemisini yakalamak için peşine düşmüş ©” malıdır, Veneyronun dümencisi Me sinalı bir korsan imiş, Gemiyi Or” ya götürmekten başka bir kurtulüf yolu bulamıyacağını anlamıştır. Do ğanı Misinada bulacağımızdan nim, diyordu. ; Hüsrev reis te paşa gemisine Şö7İ? bir haber gönde: ti: göndermiş! si < ye AYAN diş ve -—E.E vii wi ava n E € F e