BiR MACERA NUVELİ Hortlıyan delikan zi an ersifon'un kapalı çarşısı yanın- da bir spor otomobili durdu. Kirk beş elli yaşlarında bir Amerikalı iki genç erkek indiler, Dük- ve kahvelerdeki halk, baş- larını kapılardan ve pencerelerden çı- Mararak, biribirlerini dürtüyorlardı: — İşte. Gene beraberler... Bak... — Ne o? Karı gidiyor mu artık yoksa? — Ne münasebet? — İyi ama, otomobilin arkasında Şantalar var. — Onlar Seyfeddin'in eşyası... Ma- Mim ya, yaptığı marifetlerden dolayı i, gidiyor... Amerikah kadınla #ejhin oğlu da kendisini Havza oto- büsüne kadar teşyi ediyor galiba. Mahvoldu Seyfeddin! >— Adam sen de onda o cerbeze vâT- Ke gene kalbur üstü kalır.. Kadın- #eviyorlar bu oğlanı. Evvelee muhtar efendinin dul karı- N, malüm, bütün paralarını yedirdi ine... Seyfi mezuniyet aldı, bir- İstanbula gittiler,” Karıştırma- hait kalmadı. Karıda paralar #iyu çekince, Seyfeddin onu yüzüstü , haydi başkalarına... Dulcağız rin eğlencesi oldu. — Hah hah hah. Kahvehanede bir gülüşme oldu. dükkânda, Amerikalı kadın tabaka alıyordu. Bu yerli malı fa- kiymettar cıgara kutusunu elâle- seyretmesine ehemmiyet vermi- Seyfeddin'e uzattı, O da teşek- makamında kadının elini öptü Waldı, — Vay köpoğlu vay! — Vay kaltak vay! — Yol hediyesi olacak! — Peki, acaba bu Vinson'la Seyfed- ÖM'in arasında bir gey mi var? >— Peki, göz göre göre ne diye Vin- Mun elini öpüyor?” a — Alafrangada ayıp değildir. Bir gülüşme daha: ka our, otomobile bindiler; hare- â &itiler, Arkadan dedikodu uzadı, daha o gün gelmiş bir Memur soruyordu: >> İyi ama, bu Amerikalı kadının ton'da işi ne? — Uzun seneler evvel Amerikalılar Durada tesisat yapmışlardır. Hattâ Mektep filân da açmışlar. İçlerinden İniş, akrabası mıymış, ahbabi mı v her ne ise, bu Vinson'la hemşire- iti uğradılar Merzifon'a... Fakat m va Ayrılamazlar... Meğer Vin- bizim şeyhin oğlunu yakalamış... ire de bu Seyfeddin'i mi... Ka- lin Zenginmiş... Kocaları, Amerika- ep mektup üstüne «nerede- Yehul Gelsenize.» diyerek. r mı kadınlar Merzifon'dan Yakalamışlar piliç gibi Türk oğ- Ya Fakat Bitti'nin © kocası: : E#İ, ya boşarun!» diye “mektup m. diyorlar... O da gitti... di Öyleyse vallahi Seyfeddin ken- i i. ka, sahsus açığa çıkartmıştır... Ar- | dan gidiyordur. Kimbilir artık... gi; een Merzifon'da fena bir ha- r dol Mü olaştı Yolu üzerinde bir ü- Here iy uçuruma dü Vr Parçalanmış. Hem de nasıl par- Şİ Arazi kayalıklı olduğu için taşan Sukutu üzerine, koca koca İki ya, <selerin arkasından kaymış, üketzedeyi de tanınmaz hale ge- * Vinson'nun karnı ezilmişti. a rzuk'un iri bir taş, kafası ek üştü, yamyassı kesilen €t ve kemik yığını halindeydi it iseden kurtulan, sade Sey- e Zira, kaza dönüşte olmuştu. il onu N birakap otobüsün geçeceği ana ta geri dönerken bu fa- e tydana gelmiş talnda baftalaren bu kazadan Kay SİMİ. Rivayete nâzaran, Ameri- leri bile meseleyi yazmış. fer Bg tadan bir ay kadar geçmişti ki, den tekke olan şeyh 'Meh, iş bir kaza olmuş... Otomobil, | Yazan: (Vâ - Nü med'in evinde bir hâdise oldu. Gece yarısı, hizmetçi Ayşe çığlık çığlığa haykırdı Yalnız ev halkı değil, konu komşu da koşuştular: Meğer hizmetçi, pence- reden. beyazlar giymiş birinin geçtiği- ni görmüş, Hayaldir! Rüyadır! - dediler. - Hayır... Vallahi gözlerimle gör- düm... Hattâ, ben bağırınca: «Sus, kızl Yoksa gebertirim! Beni gördüğü- | nü kimseye söylemel» dedi. Sonra gene bahçeye atladı, gitti... Bu meçhul ve esrarengiz misafirin hırsız olduğu &nlaşıldı, Zira, bahçede asılı duran çamaşırlar ve merhum kü- çük beye ait bir takım eşya aşırılmış- ta. Bunlar hep bir bavula doldurulup götürülmüştü. Aradan kısa bir zaman daha geçin- ce, civarda geceleyin esrarlı gölgeler görüldü Meğer manifaturacı Abdürrahman efendinin kızı Reşide Hacer'le komşu- nun oğlu Münir sevişiyorlarmış, Bah- çede geceleyin çardağın altında bir. | leştikleri sırada, duvardan bir erkeğin atladığını görmüşler. Yakalandıkları- nı sanarak evvelâ ödleri kopmuş, | Fakat bir de ne görsünler? rında Merzuk! Reşide bayıldı. Sevgilisi onu ayüt- makla uğraşırken, duvardan atlıyan ; Karşıla- | adam kayboldu. İ İçini acı acı çekti: — Ah, keşke doğru olsa da evlâdı- | mı dünya gözile bir kere daha göre- bilsem. Sonra, yine okumasına, duasına daldı, Fakat içi rahat edemüyordu. Yeldirmesini giydi, başörtüsünü ört- tü ve Pembe Molla'nın evine gitti, Kafkasyalı kadın, kulübesinin önün- de tuğlalardan derme çatma bir ocak yapmış, bir tencere kaynatıyordu. Annenin perişan halini görünee, zi- | yaret sebebini anladı. Ayağa kalktı. Bütün kasaba halkı- nın anane halinde itibar ve hürmet etiği Hasena hanımın eleğine vardı. Korkak korkak onun yüzüne bakıp; — Bir kabahatımmı var? Beni azarlamağa mı geldiniz, hanımcığım? - diye sordu. Hayır, muska veriyormuşsun.. şeye inandın mı ki? — Senden bir şey gizlemem, hanim- cığım. İnanmadun... Ancak bir çok- ları inanıyorlar, korkuyorlar. Onlâ- rın korkularını dindirmek de sevap değil midir? Şeyhin karısı düşündü: — Hakkın var... Ve fazla kalmayıp geri döndü. Yol- da rastlıyanlar ona ürkerek bakıyor- Jardı. Haşna hanım, evine vardığı zaman, büsbütün derdlenmişti. Kalbinde be- liren bir ümid sönmüştü. Keşke şu sihirbaz kadın ona: — Oğlun dirildi, Kanlı izini peşin- Pembe Molla... Lâkin Böyle bir Gömdüğüm yerden mücevherleri çıkararak yeniden tedkik ettim. Artık, bütün ağızlarda şu dolaş- mağa başladı: — Şeyhin oğlu hortladı! Ve, türlü türlü rivayetler: Aycılar, zaten o civarda sık sık tavşana TaS- lamazlar mı? Mutlaka kaza olduktan sonra, cescdler keşfedilinceye kadar, bir tavşan, Merzuk'un üterinden geç- miştir. Bu vaziyette kalan ölüde, malüm, hortlar! Artık konu komşunun uykusu kaçtı. Dirilen ölülerin evsafı hakkında türlü | türlü hikâyeler anlatılıyordu: İki azı dişi sivri olurmuş, bunları uyuyanla- rın boynuna saplıyarak kanını emer- miş. Halk, odalarının kapılarını, pen- cerelerini sım sıkı kapatıyordu. kat ekseriyeti, bu da tatmin etmi- yordu. Zira, hortlakların bacalardan. indiği, en ufak deliklerden içeri - sü- züldüğü ağızlarda geziyordu. Buna karşı ancak büyü fayda verirmiş. Kurşun dökmekle, ebelik etmekle meşhur olan Kafkas muhacirlerinden Pembe Molla'nın bu hadiseler üzeri- ne itibarı arttı, Pek çok kadınlar ken- disine müracaat ederek muskalar aldılar. . — 0 Merhum şeyhin karısı ve Mer- zuk'un annesi Hasna hanım, vaka günündenberi, -matem odasına kapanmıştı. Minderine diz çökmüş, kuranını açmış, hatım üstü- ne hatım indiriyordu. Hortlak meselesini en son duyan o oldu. Zira ona kimse bunu söylemeğe cesaret edememişti. Fa- | içinde, | den sürükleyen bir hortlak oldu de- Yine kuranı başına oturdu. Akşam yemeğine kadar iki cüz okudu. Son- ra, ahretliği içeri girdi. Lâmbayı yak- tı, Tepslle yemek getirdi. Kadıncağı- zan zaten boğazından bir şey geçmi- yordu. O gece iki lokmadan bile tı- kandı. Ahretliğe: , Haydi sen yat, kızım! - dedi. Yine kuran okumakta devam etti, Sabaha kadar hatmi tamamlıyacağı- nı umuyordu. Bir aralık, secde yerine geldiği için İ yerinden kalktı Yüzünü kıbleye döndü: — Allahüekber... - diye tekbir ge- tirirken, gözlerini pencereye doğru kaldırmıştı ki, donakaldı, Tekbiri tekrarladı. Fakat orada... İşte orada... Oğlu... Pencerenin dişmda... Hazin yüzünü cama dayamış... Gözlerinden iri dam- lalar halinde yaşlar akıyor... Mezruk kendisine bakıyor... — Alihüekber!... Kadın evlâdına doğru ilerledi. Pen- cereyi açtı. Fakat hayal dağılmadı. Yine karşısında. ., — Oğlum ... Hortlak, alçak sesle: — Benim, anne... Geldim. Seni özlediğim için... Fakat benden kim- seye bahsetme... Yoksa maholurum... Hortlak olduğum için, başımı taşla ezerler... — Oğlum... Evlâdım... Fakat sen... Sen hortlak değilsin... - diye, kadın, İ şehir de bilyor ya... titreyen parmaklarını evlâdınâ değ- dirdi, Sesini nasıl tabii olarak işitiyorsa, parmakları da onun vücudunu, Yü- cudunun hararetini öylece duyuyor- du. — Çabuk, içeri giri... Şuraya... Otur... Nasıl oldu?... Sen ölmedin mi?... Fakat, cesedini bulduler.. Gömdüler... Kanlı elbiselerin bende- dir... Ahokadın... — İkimiz de öldük, anne, Fakat ben... Görüyorsun... Zaten bütün Geceleyin pen- cereleri dinliyorum... Hep benden bahsediyorlar... Sen de işitmişsin... Rahat rahat mezarımda yatamıyo- Kadın kaşlarını çattı: — Merzuki... İki kere tekbir geti- dim... Karşımdan silinmedin... Sen. Söyle bakayım... Ben seni, yalan söy- lediğin zamanlar hep gözlerinden ân- larım... Söyle... Ne oldu?... Sırrını anlat... Delikanlı, bu sefer, daha büyük bir heyecana kapıldı. Annesinin göğ- Süne atıldı, hüngür hüngür ağladık- tan sonra, asabiyet içinde itiraf etti: — Ben... Ben... Maholmuş bir in- sanım anne... Ben onları öldürdüm... Çünkü Kıskanıyordum... Çünkü bu- rTadan gidip başka yerde buluşacak- Jardı... Şeyhin karısı, zaptediyordu. — Aman Yarabbı! - diye inledi. Peki şimdi? — Şimdi peşimanım... Bütün plân- larım altüst oldu... Mağarada oturu- yorum... Bereket versin biraz eşya alarak götürdüm... Koloniyal şapka- mı da giyince, yolda beni uzaktan görenler Amerikalılardan biri sana- rak aldırmıyorlar, dikkat etmiyorlar. Fakat anne... Şimdi ne yapacağım... Ah, sorma... Sorma.:. Sahteymiş... — Neymiş sahte olan? — İncileri 4- İnciler mi? — Evet, anne... Büyük bir hayale kapılmıştım... Biliyorsun, Vinson zen- gindi... Mücevherleri de olduğunu söylüyordu... Boynundaki bir dizi in- ciyi sordum: «Bunlar ne eder?» Kah- kaha ile gülüp: <Miyon'» dedi... “Halbuki o inciler... bir yere gömüp saklamıştım... Sonra, Seyfiddin'nin üzerine şüphelerin toplanmadığını gazetelerden öğrenince onun kılığı- na girdim, evrakını da alarak İstan- bula gittim. İncileri gösterdiğim ku- ben, bütün ömrümce bunlarla ne ha- yat süreceğimi kurmuştum... Hasna hanım, oğlunu elinden tu; yanına oturttu; yüzünden gö zünden uzun uzun öptü. Sonra, ya- tağına yaklaştı. Şilteyi söküp içinden bir al kese çıkardı. İçinde beş altın vardı: — Oğlum! — dedi. - Bümlari cena zem İçin saklamiştım. A), git, bir daha görünme. Seni haber veremem, evlâ- dımsın. Fakat alıkoyamam da. Sen öldün... Sakın hortlama. Bu- ralara bir daha gelme... Benim oğ- lum ölmüştür... Vazifem, onun ru- huna okumaktır... — Anne... — Git buradan... — Anne, senin hasretin .. Burala- rın hasreti... Evimiz... çemiz... — Başka bir yerde, başka bir insan olarak, başka bir hayat kur... Piş- manlığın ve hasretin ateşi seni ne Kadar yakarsa, ölümden sonraki aza- bın da o kadar hafifler, Seyfeddin. — Seyfeddin mi? — Evet... Sen artık Mezruk değil sin... Git buradan Seyfeddin... Delikanlı ihtiyar kadının elini öp- mek istedi... Fakat şeyhin karısı, ko- casından mevrus bir huşunetle: — Bana namehremsin... Çık odam- dan! - diyerek pencereyi gösterdi Mezruk, nam diğer Seyfeddin çıktı. İhtiyar kadın, karanlıklarda onün kayboluşunu seyretti. Ve sonra, ağlıyarak, kuranını eline aldı ve Mezruk'un ruhuna bir yasin okudu. kendini zorlukla (Vâ - Nü) lı ve annesi Dayağa dayaki Amerikada karısını döven bir koca mahkeme kararile Amerikada Miller namında biri karısını fena halde dövmüş, yüzünü gözünü yara bere içinde bırakmıştır. Hâdise adliyeye aksetmiş davayı gö- ren hâkim, mütecaviz kocayı altı sy höcere içinde hapse ve dokuz ustur- peli bir kırbaçla yirmi darbe yemeğe mâhküm etmiştir. Dayak cezası, ilk günde tatbik edilmiştir. Yukardaki birinci ve ikinci resim dayak cezasının mahküma tatbikini en alttaki resim de dayak yiyen 2€v- cenin kamçı cezasının kocasına kar- şı sureti tatbikini radyo ile nasıl din- lediğini gösteriyor. Hoparlörlü kulübeler ZE Büyük Alman şehirlerinde meydan- lara kulübeler konmaktadır. Bunlar hem saat kulesi vazifesini görmekte, hem de hoparlörleri vasıtasile Nazi ricalinin büyük mefasimlerdeki nu- tuklarını halka Yür karıda bu külübelerden biri görülü- yor. m — e 4 Falih Halkevinden: Evimizde biçki dersleri açılmıştır. Derslere 21/3/9938 pa- zartesi gününden itibaren başlanacaktır, Yazılmak istiyenlerin her gün saat 10 dan 2i e kadar üç adet fotoğraf ve nüfus hüviyet cüzdanları ile birlikle Evimizin Fatihde İtfniye caddesindeki kurağına gelmeleri rica olunur,