9 Mart 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

9 Mart 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Dre. kN e GN © di A A EE ga -pvıvrgo anı çoporyrasz. me e AR. a bı e o i — — .71TıSTERTYIınNe Seyfi iki gündenberi sağ eli dalma bir eldivenin içinde olduğu helde Beziyordu, Eldivenini bir dakika bile Şıkarmamasi hepimizin omerâkini uyandırmıştı. Halbuki Seyfi ketiyen | »idiven kullanmazdı. Bir aralık ona: — Kuzum, dedim, buda yeni bir Moda mı?.. Sağ elin dalma bir eldi- yenin içinde... Ne var elinde? Haydi 'Bokakta eldivenle dolaşmani enla- dık. Fakat yazıhanede de sağ elinden eldiveni çıkarmamanın sebebi nedir? Seyfi: — Ah azizim... Eldivenimi çıkara- yım da başıma gelen faclayı gör... dedi. Eldiveni çıkardı. Hayretler için- de kaldım. Çünkü Seyfinin sağ eli tırmık yarasından âdeta görürmü- yordu. — Bune ., Kedi mi tırmaladı? Seyfi acı eci güldü: — Evet... İki ayaklı bir kedi... Mu- ANA tırmaladı... — Sebep?... — Sebep mi?. Hiç... Azizim bu Muallâ iyi kadın, hoş kadın, güzel kadın amma... Bir tek kusuru var. Son derece unutkan olması... İki gün €vvel bununla beraber kalklık bir si- nemaya gittik... Sinema başlar baş- Iamaz ben derhal hatırladım. Bu filimi iki sene evvel görmüştük... Ona: — A Muallâ... dedim, biz bu fili- mi gördük... Hay dilim kurusaydı da «biz bu filimi gördük...» demeseydim. Muallâ bu filimi çoktan unutmuştu: — Hayır görmedik... diye israr etti. Ben iddiamı isbat etmek için: — Canım hatırlasana... dedim.. Şimdi bu genç kız bir Transatlân. İlğe binecek... Transatlântikte genç bir adamla tanışacak... Mehtaplı bir gecede güvertede sevişecekler... Bu esnada vapurdaki radyoda meşhur bir tenor «Unutma Beni...» şarkısını söyliyecek... Genç kız bu sese hay- ran olacak, Sonra bir vesileflo bu Muallâ: — Hayır... Hayır... diyordu, böyle bir filim seyretmedik... Ben devam ediyordum: — Yavrum nasıl hatırlamıyorsun bilmem ki... Hattâ bu «Unutma Be- nİ.> şarkısını söyliyen tenorun karı- M bir müddet evvel ölmüş... Sevimli çocuğu yetim kalmış... Bu genç kız tenorun çocuğunu pek seviyor, sonra bu tenorla evleniyor... Muallâ iki sene evvel gördüğümüz bu filimi katiyen hatırlamıyordu: — Hayır efendim... diyordu, ben böyle bir filim seyretmedim... Fakat filim anlattığım şekilde de- vam etmeğe başlayınca Muallâ' bir- denbire bana döndü: — Ben bu filimi görmedim. Fakat #en görmüşsün... Baksana filim tip- kı senin anlattığın şekilde devam &diyor... Sen bu filimi başka bir ka- dınla seyretmişsin... Söyle bakalım, ne zaman ve kiminle bu filimi sey- rettin?... İşin sarpa sardığını görünce telâ- şa düştüm: Muallâcığım... İyi düşünsene... Vallahi bu filimi beraber seyrettik... Biraz hatırlasan aklına gelecek... Bak benim hafızam ne kâdar kuy- Yeti... Hattâ bu filimi seyretmek İçin sinemaya gelirken sana kestane gekerlemesi de almıştım... İyi dü- Muallâ bu sözüm üzerine büsbü- #ün kudurdu: — Sene o kestane şekerlemesini başkasına almışsındır... Söyle bu #limi kiminle seyrettin... diyerek ga- Yet sivri olan mânlikürlü tırnakları- İl sağ elimin üzerine batırdı. Fena hâlde canım acımıştı. Sinemada ol- Masaydık feryadı koparacaktım. Fa- Kat dişimi sıktım, sesimi çıkarme- dım, O tırnaklarını etlerime geçirerek devam ediyordu: — İşte insanı böyle yakalarlar... Böyle, söyle, bu filmi kiminle seyret- İn... Sinemaya gelirken kime kes- tane şekerlemesi aldın?... biz — Vallahi karıcığım... diye mınl- dandım. — Ben masal dinlemem... Söyle diyorum sana... İşte azizim, Muailâ elimi nihayet bu hâle getirdi. Filimin sonlarına gelmiştik. Tabii sinema bana zehir olmuştu. Ellerim kan içinde kaldı 'Tam filim biteceğine yakın Muallâ: — Sahi... Bahl... dedi, şimdi ha- tırladım. Tenor sahnede şarkı söy- lerken karısının başka bir adamla kaçacağını öğrenir... Sahneden ona bakarak: «Bırakma Beni.» şarkısını söyler değil mi?.. Şimdi hatırladım. Evet bu fillmi beraber seyrettik. Af- edersin kocacığım, unutmuşum... Zihnim pek karışık... Muanâ bu filimi beraber seyretti- ğimizi hatırladı amma... Elm bu hale geldikten sonra... Diyorum ya azizim iyi kadın, hoş kadın amma... Ah bu unufkanlık huyu yok mu?. Meselâ cebimde bir gün kadınların Saç kıvırmalarına mahsus küçük fir. ketelerinden birini bulur. — Vay... Bu senin cebinde ne arr | yor?.. diye yakaladığı şeyi üzerime fırlatır. Başımı, yüzümü, bir yerimi çürütüp şişirttikten sonrk nihayet hatırlar: — Sahi ayni firketeden bulup al- man için bunu senin cebine ben koy. muştum. Afedersin... diye özür diler. O günü Seyfi: — Yemeğe bize gel... diye ısrar etti. Kalktık, beraber onların evine gittik. Muallâ bizi gülerek karşıladı. Sofrada bir aralık genç kadının gözü Seyfinin yelek düğmelerinden birine ilişmişti. Büyük bir hiddetle gözleri açıldı: — O ne Seyfi?... — Ne var karıcığım? — Yeleğinin düğmesine o sarılmış siyah saçı görmüyor musun? Uzun Seyfi dehşet içinde yeleğine baktı, Hakikaten düğmelerinden birinin etrafına uzun siyah Wir kadın saçı sarılmıştı. Halbuki Muallânın saçları kanarya sarısı ren- | ginde idi, Muallâ akrabam olduğu için beni yabancı addetmiyordu. Be- | nim yanımda kocasına bağırmakta, İ ona çatmakta mahzur görmedi; — İzahat ver... Bu ne rezalet? Bu &aç kimin saçı?... Seyfi şaşırmıştı: — Bilmen ki karıcığım... Bu el- biseler 5 aydanberi dolapta duruyor- du. Daha bugün dolaptan çıkardık. İki, üç saat evvel üzerime giydim ve doğru arkadaşımın yazıhanesine git- tim. Oradan da buraya yemeğe gel- dik. Senden başka bir tek kadın bile görmedim. Bir kadına selâm bile vermedim. — Peki bu saç yeleğinin düğmesi- ne nasıl dolandı?... — Bilmem ki.. Muallâ sofradan hiddetle kalkmıştı. Ben de onların arasını bulmak için Yy biraz çalıştım. Fakat bunun imkânı | olmadığını anlayınca evden sıyıştım. Ertesi günü arkadaşım Seyfi &ol gözü çürümüş olduğu halde yazıha- neme gtldi. Merakla sordum: — Ne oldü Seyfi?.. — Ne olacak gözümü bu hâle ge- tri. Halbuki o elbiseler dört beş aydanberi dolapta duruyordu. 2-3 saat evvel üzerime giymiştim. Niha- | yet aklımıza geldi ki 4 - 5 ay evvel karımın saçları simsiyahtı... Sonra- dan saçlarını boyamıştı, Ve 4 » 5 ay. danberi dolapta duran elbisemin düğmesine karımın boyamadan ev- velki simsiyah saçlarından biri takıl- mıştı. Karım bunu hatırlayınca: — Afedersin Seyficiğim... diye özür diledi amma gözüm de bü hale geldi... Ah azizim muallânm bu unutkanlığı yok mu.. (Bir yıldiz) Bursada ( Akşam ) ın satış yeri «AKŞAM; gazetesi ve «AKŞAM neş- riyatıp Bursada münhasıran Atatürk caddesi Okullar Pazarında satılmak- tadır. «AKŞAM» abonelerine husust tenzilât yapılır. Sahibi Bay Esada müracaat. Kongreye davet Beyoğlu Kızılay kaza şubesinden: Kazamızın 1958 yıl kongresi 12/3/1038 cumartesi günü kaza merkezimiyde saat 14 de iera edileceğinden toplantıya gel- meniz rica olunur. istanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla İ ürk musikisi, 1250: Havadis, 1306 Plâkla Türk musikisi, 1330: Muhtelif atı; 1230: Plâkla Havadis, 1308: 1330: Mühtele 1830 ndan bir tems Fatih Halkevi 19: #ikisi ve halk şarkıları, 1930; Konferar Çocuk Esirgeme Kurumu namima, 1955; Borsa haberleri, 20: Necmeddin Rıza ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 2030: Hava Yaporu, 2033: Ömer Rıza tarafından arabca söylev, 2045: Nezihe ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, (Saal ayan), 21,15: Fasıl Saz Heyeti: (brahim ve arkadasları tarafından, 21,50: ORKES- TRA: 1 - Marşmer: Hans Jaylig uver- ture, 2 -Stravs: Danüb büle vals, 3 - Bellini: Norma, 4 - Borodin: Kör de Pey- zan, $ - Rubinstayn: Torendor e Anda- Yuz, 2245: Ajans haberleri, 23: Plâkla s0- lolar, opera ve operet parçaları, 21,20: Son haberler ve ertesi günün programı, 2330: SON. Ankara — Öğle neşriyatı; 1230: Muhte- Mİ plâk neşriyatı, 1250: Piâk: Türk mu- sikisi ve halk şarkıları, 13,15: Dahili ve harici haberler, 1730 Halkevinden nak- len inkilâp dersleri: (Recep Peker) Akşam neşriyatı: 1840: Karışık plük neşriyatı, 1915: Türk musikisi ve halk şarkıları: (Makbule Çakar ve arkadaşia- rü, 20: Saat ayarı ve arapça neşriyat, 20,15: Türk musikisi ve halk şarkıları (Me- lek Tokgöz ve arkadaşları), 21: Havsci- Uk: Şakir Hüzim Ergükmen, 21,15: Stüd- yo salon orkestrası, 22: Ajans haberleri, 22,15: Yarınki program, Avrupa programı Saat 20 de Deutsehlandsander 20,10 da hafif or- kesira muzikasi — Kolonya 20,10 da muzikâsı — Ki 20,10 da salon muzikas — Münih 20,10 da «Gökte Gü- Prag 2030 da wHedys operası — 2030 da opera, Saat 21 de Viyana ve Berlin 21 de ka — Künigsberg 2105 de askeri muzi- ks — Toulouse P.T.T. 2ide hafif mu- zika — Radio Toulouse 2115 de operet havaları — National 21 de askeri muzi- ka — Londra ve Orta İngiltere 2130'da senfonik konser — Varşova 21 de çeşitli konser — Bükreş 21,18 de senfonik kon- ser — Sottens 2130 da senfonik konser Beromünster 21 de orkesira konseri — Prag 2i de operaya devam. Saat 22 de Berlin 22,10 da dans muzikası — Bres- konser Nis P.T.T. 2230 dn konser — Radio Pa- ris 2230 dn senfonik konser — Toulouse P.T.T. 2230da çeşitli konser — Roma 22 de cvallis operası — Milâno 22 de vi- yolonsel konseri — Florans 2220 de ms- keri muzika — Prag 22 de operaya de- vam — Peşte 22.15de piyano konseri. Saat 23 de Viyana 2320'de dans muzikası — Breslav 23,20 de radyo orkestrası — Hamburg 2330 da senfonik konser — Di- ğer Alman istasyonları 2330 da halk ve dans © eğlenceleri — Strasburg 2345 de askeri muzika — Nallonal 2320 de rad- yo orkestrası bı fonik konser fonik konser — Varşova 23 de salon or- kestrası — Poşte 23,05 de askeri muzika, Saat 24 ten itibaren iman istasyonları 24 de dans muzi- kasına devam .— Radio Toulouse 24,15 de kanser, 1,15 de dans muzikası ve 135 de gece muzikası — Londra 2425 de dans muzikası — Müâno 24,15 de dans muzi- kası — Lüksemburg 2450 de dans muzi- kası — Peşte 24,15 de cazbant. 10 Mart 938 Perşemb lâk neşriyatı, M4: SON. > Akşam meş 1840: rosu: (Güle güle Serçecik), ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 1930: Spor müsahabe- leri: Eşref Şefik, 1955: Borsa haberleri, 20: Cemal Kâmil ve arkadaşları tarafın- dan Türk musikisi ve halk Şarkıları, 2030: Hava raporu, 2033: Ömer Rıza ta- rafından arabca Söyler, 20,45: Bimen Şen ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, (Saat ayar), 2115 Tahsin ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkılar, 2150 Bedriye Tüzün İşan: Orkestra refakatile, 2220: ORKESTRA: 1 - Blon: Marş, 2 - Morena: 4 - Fanto: Kolombina, 2245: Ajans haber- leri, 93: Plâkla selolar, öpera ve ape. Potpuri Viyenuyaz, 3 - Şopen: Prelüd, ret parçaları, 2320: San haberler ve er- tesi günü programı, 23,30: SON Iş bulmak için Uzun uzun düşünecek yerde AKŞAM gazetesine bir KUÇUK İLÂN koydurunuz. 3 defası 160 kuruş Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli mmm Tefrika' No. 163 i “Roma'nın yolları deniz olsaydı, kellemi koltuğuma alır, Papa'nın üzerine yürürdüm ! ,, Mahkümlardan biri: — Hayır, dedi, o mutlaka bizi al- datmağa çalışıyor. Çünkü Filip, şö- valyenin gözdesine göz koyacak ka- dar düşüncesiz bir adam değildir! Filip sık sık delilik nöbetleri geçi- riyordu. Türk denizcileri Filipin ağzından lâf alamıyacaklarını - öğrenince işi zorbalığa döktüler. Birisi başını uzattı: — Çök patırdı etme, alçak herif! Diye bağırdı. Filipin bu dili anlamamasına im- kân yoktu. Korsanlar küfre, haka- rete tahammül edemezlerdi. o Mah- kümlar bunu bildikleri için. bü yol- dan -bir İp ucu elde edebileceklerine İnanmışlardı. Filip bu küfürlere aldırmadı. O hâlâ bağırıyordu: — Ben suçsuz bir insanım. Beni neden altı aydanberi zindanlarda çü- rütüyorlar? Mahkümlar birbirlerine bakıştılar. — Aldirma.. Bizimle eğleniyor bu adam. Şimdi küfür sırası ötekine gek Yerde sürünerek Filipin yanına yaklaştı: — Sen namussuz köpeğin birisin! Bizi iki saattir burada rahatsız edi- yorsun! Çeneni tutmıyacaksan, şim- di ağzını dağıtırız senin! Ve bir sarhoş gibi, düştüğü yerde Sızıp kaldı. O artık konuşmuyor ve bağırmı- yordu. Mahkümlardan biri sordu: — Ne yaptın be? Herlfciği öldür- dün galiba. O kolay kolay ölmez. Filipin do- kuz canlı bir mahlük olduğunu duy- madın mı sen? — Ne çıkmaz canı varmış bu me- Tünun... İkisi birden yere eğildiler. Biri ağzına sokuldu: — Yaşıyor. karnına bir bak he- le. Köpeğin göğsü demirci körüğü gibi inip kalkıyor hâlâ. Filipin ölmediğini anlayınca se vindiler. — Bu kadar emekler boşa gitti. Si- nanın nerede olduğunu öğreneme- dik hâlâ... — Ayılıp kalkarsa, akıllınır.. nuşmağa başlarız. — Ya gene delitiğine devam eder- se?... — Beynine bir daha ineriz. Ko- Yumdaki lâleler ne güne duruyor? — Bu herifi öldüreceğiz diye kor- kuyorum. Reislere nasıl hesap ve- ririz sonra?... — Kulak asma be. Bir domüz ek sik ölür yer yüzünden... . Aradan kırk sekiz saat geçince.. Filipi söyletmek kabil olmuyordu. Mahkümları ambardan çıkarmış” lardı. Hüsrev ve Mahmud reisler Sinâ- nın izini bulmak için, Filipi söylet- mekten başka bir çare olmadığını görüyorlardı. İşkencelerin her türlüsü yapıl ko- mıştı. Filip delilikte devam ediyordu. Ambara mahküm sıfatile indirilen denizcilerin anlattıklarına göre Filip sahiden çıldırmıştı. Mahmud reis: — Melün herif, çıldıracak zaman mi buldu? Diye söyleniyordu. Hüsrev reis te çok hiddetliydi: — Böyle bir canavarı gürültüsüz- ce ele geçirelim de ondan Sinanın nerede bulurdüğunu öğrenmiyelim. Bu olur şey değil! diyordu. Iswz bir adanın arkasına dümen kırmışlardı. 'Türk denizcileri burada dinlene- ceklerdi. Kirk sekiz saattenberi uyu madan, dinlenmeden gidiyorlardı Zavallı Hüshev reis, Filipin delir- mesini kendi İşlihsizliğine atfediyor ve: — Sinanjn felâketine ben sebep oldum - diye söyleniyordu - onu İs- tanbula BPimek bile içim rahat et- miyecek, Gerçek, «lönanma İstanbula dö- nerse, Filipin yakalanmasından üçün- doğru miş, olmuyordu. yale ei kiye 3 azl korsan "dala “vardı: 1) Sinyor Greçyano.. 2) Venediğin eski İstanbul elçisi Veneyro... Bunların da addini” bildirmek; leri zaman, Mahmud relsin gene göz- leri sulanmıştı. Bir aralık Hüsrev reisin yüzüne baktı: — Kara Mihali yakâlıyan ve tek başına İstanbula getiren Sinan aca- şipele dönüp saklanmıştır. Böyle ol- masaydı, Arşipel şövaiyesi, Filip ye- rine bize Sinanı teslim ederdi. Ben de bu fikirdeyim, Sinai şimdi Romadadır muhakkak.. — Zavallı saslancığa oVatikanda kim bilir ne işkenceler yaparlar! Hüsrev reisin de gözleri doldu «— Romanın yolu deniz olsaydı, İstanbula sormadan, doğruca oraya dümen kırıp Papayı tehdit ederdim.» «— Padişah sulhün türkler tara- fından bozulmasını istemezse...» «— Ben istediğimi yapardım ya. O zaman varsın Murad beni assın » Bu konuşmadan da anlaşılıyordu ki, Hüsrev rel te Sinan: bulmak için kellesini -koltuğuna almıştı. Onun da padişahtan ve ölümden korkusu yoktu. Ne yazık Kİ, Filipi söyletmek müm- kün olmuyor ve Sinanın izini bul- mak güçleşiyordu. Filip zayıflasın diye iki gündür kendisine yiyecek vermiyorlardı. Romalılar esirleri aç bırakarak, hepsini bülbül gibi söyletirlerdi. Bu- nu Türk denizcileri de bilirlerdi. Fa- kat, Filip açlıktan da şikâyetçi de- gildi. O hâlâ, ambarda, zincirler içinde şövalyenin ogözdesini sayıklı- yordu. Artık (Filip) in aklını kaybetti. ğine inanmak gerekti. Uzun yıllardanberi Akdenizde türk- lere meydan.okuyan bu azılı kor- san şimdi - açlıktan ve işkenceden - © kadar sinmiş ve o kadar kuzulaş- mıştı ki... Denizciler artık ona kamçı ve yumuk vurmağa cesaret edemiyor. Tardı. Filip acınacak bale gelmişti. Acınacak hale gelmişti amma, de- Mliği devam ediyordu. * Karanlıkta ilerliyen gölgeler.. Ortalık iyice kararmıştı. Gözcüler xe nöbetçilerden başka bütün deniz- eller istirahata çekilmişlerdi. İki gün, iki gece süren yorgunluk- tan sonra, denizciler başlarını * koy- 'dukları yerde uyuyorlardı. (Arkası var) ani ğa anar ami EMEN. ARİ Möbihii,

Bu sayıdan diğer sayfalar: