9 Mart 1938 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6

9 Mart 1938 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 6
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Bizim sözlükte mizah şöyle anlatı- Yiyor; «Alay, eğlence, güldürme, şakâ» Fransız sözlüğünde şunları oküyo- rum: «Eğlenen kuruntu, alay eden zihin açıklığı» Alman sözlüğünde mi- zah şöyle anlatılıyormuş: «Alayla ka- rışık soğuk eğlence» İngiliz sözlüğün- de: «Eğlence, şaka, şakraklık» mizah budur diyormuş, Bu dört türlü anla- tışa siz bir beşinci ilâve edecek: «Mi- zah demek, nükte demektir» diyecek- siniz. Hayır değil. Nükteye bir misal getireyim, Falih Rıfkı Altayın, «Zey- tin dağı. eserinden haklettiğim şu Aşağıdaki parça, mizah değil, mizah- ten üstün olan nüktedir: “Zeytin dağının tepesindeyim, Lüt denizine, Gerek dağlarina bakıyorum. Daha ötede kırmızı denizin bütün sol kıyısı, Hicaz ve Yemen var. Başımı çevirdiğim zaman Kamâmenin kub- besi gözüme batıyor; burası Filistin- dir. Daha aşağıda Lübnan var; Suri- ye var; bir taraftan Süveyş kanalına, öbür taraftan Basra körfezine kadar çöller, şehirler ve hepsinin üstünde bizim bayrağımız! Ben bu hududsuz imparatorluğun çocuğuyum «Çıplak İysa, Nâsırada marangoz çırağı idi; Zeytin dağınm üstünden geçtiği zaman-allında kendi malı bir eşek vardı. Biz Kudüsde kirada oturu- yoruz. İngilizler bizim aksimize; «Humour is more than nitv yani «mizah nükte- den üstündür» diyorlar. 1915 de yaml- miş şu mizahi fıkrayı da misal getiri- yorlar: #Okulda öğretmen çocuğa soruyor: #— Kralımız ölürse Gal prensi ne our? , «— Öksüz olur!» Çocuğun aklına Prens de Galin kral olacağı gelmemiş! Bizi en az saran İngiliz mizahıdir, hattâ bir çoğumuz, İngiliz edebiyatın- da mizah olmadığına kanliz. Yalnız bildiğimiz bir şey vardır: İngilizler çok güler. Bunu bize gene Falih Rıf- kı Atay çok güzel anlatıyor. «Deniz aşıri eserinden şu parçayı okuyu- muz: «Amerikalı komik sahnede ingilizce konuştuğu vakit büyük salonu çığlık gibi gülüşler sardı... Bir akşam lokan- talardan birinde en çok güldüren ko- miklerden birinin sözlerini yanımda- kine tercüme ettirdim. Size aynen nakledeyim: «İyi tango dans etmek güçtür, çün- kü (kahkahalar) çünkü iyi dans et- mek güçtür( daha kuvvetli kahkaha- lar) fakat ben iyi tango dans ederim (çıldırasıya kahkahalar). Şu Amerikalılarla İngilizleri kah- dırmak güldürmek kadar kolay olsay- dı.» Falih Rıfkının hakkı var. İngilizle- ri kandırmak güldürmek kadar kolay değildir, çünkü kendilerinin dediği gibi:.«İngiliz eğlenceyi iş, işi eğlence telâkki eder» hiç sıkılmadan çalışan insan kanmaz, eğlenceyi iş telâkki edip yorgunluğunun acısını çıkarmak için de bol bol güler, ... İngilterede mizah edebiyatı çok yaş- hıdır. 1650 senelerinde yaşamış olan Pembrok dükünün vasiyetnamesi bu- na delildir. Tercüme ediyorum: «Mezar taşı istemiyorum, kitabe ve şiir yazacaklar, bütün ömrümde bun- lar başımdan eksik olmadı. «Av köpeklerimi Salisbüri kontuna veriyorum, iyi bakacağına eminim, çünkü parkının bir geyiğini bile kra- la vermedi, «Lord Saya «hiç» veriyorum, bunu da fakirlere dağılacağına eminim. «General Kromvele de söz veriyo- rum; müddeti ömrümde benden söz alamamıştı. «Son nefesimi veriyorum.» İşte büyük bir devlet adamının va- siyetnamesi. İngilterede mizah var, Şimdi, İngiliz mizah edebiyatından bir kaç örnek alayım. Bu fıkralar bü- güne kadar türkçeye tercüme edilme- miştir sanıyorum. Lavrens Stern'den: «Fontenblo, büyük bir ormanın or- tasındadır. Parki ve şatosu büyüktür. Kral'arada $ırâda bütün malyeti ile gelip” avlanır, Anafora düşkün her İngiliz bu kır karhavalında, kralı ta- kib etmek için anafordan bir veya iki at elde edebilir; Kralm önüne geçme- mek şartile, «Bunları sakın kimseye söylemeyi- niz. Bir kere herkes duyarsa, herkese at hediye etmek güçleşir; sonra an- lattığım “hikâye keyif için uyduruk muş bir hikâyedir» 3. Svift'den: «Mum söndürnenin muhiğlif usul- leri vardır, hepsigi bilmelisiniz. Mn- mun-yanan ucunu tahtaya bastırırsı- mz, hemen söneri Yere koyar üstüne basarsınız; baş aşâğı tutarsınız, kendi yağına boğulup söner.-Sönünceye ka- dar elinizde Sallarsınız, Bdş. parm- ginızla işaret parmağınızı tükürükler fitili çimdiklersiniz. Hizmetçi aynaya bastırıp söndürür, Fakat en iyi usul üftemektir. «Çorbanıza sakın bıçağın ucile tuz koymayınız, tuz dökülürse uğursuzluk getirir, bunun için parmaklarınızın ucile alıp koyunuz, ancak tuzu alaca- ınız iki parmağınızı yalamalısınız. «Çocuk dadıları, kucaklarından ço- cuğu düşürüp sakat bırakacak olur- larsa kimseye söylememelidirler, çün- kü çocuk ölürse mesele kalmaz, kur- elinin den k kızl ingilterede genç bir kız bir baş çavuşla garip bi Geçen sene teşrinisanide John, Tho- mss Rodgers adında bir İngiliz, Nort- hwood'da bir bar kızını öldürdüğü için idam edilmişti. Bu katil, İrene Joyce Scott adırida bir kızla nişanlıydı. Ge. çen gün bu kız başka birisile evlen- di, Bu evlenmedeki fevkalâdelik iki türlüdür; biri kızla evlenen adamın katil Rodgers'in biraderi İngiliz ordu» sü başçavuşlarından Edwin Radgers olması, diğeri de mis Joyce Scott'un evlendiği gün eski katil nişanlısı ve ko- casının kardeşi için matem tuttuğu- nu göstermek üzere beyaz gelin elbi- sesi yerine siyahlar giymesidir. Başçavuş Rodgers kardeşi idam ce- zasına mahküm olduğu zaman Hindis- tanıdan memleketine avdet etmekte idi Ye kardeşinin idamından bir bafta sönrü İngiltereye gelmişti. Hindistan- dan gelen askerleri getiren vapur rih- tıma yanaştığı zaman mis Scott'da 8$- kerleri karşılamağa gelenler arasın» da bulunuyordu. Başçavuş Rodgers'le mis Scott o gün ik defa görüştüler ve tanıştılar. Baş- çavuş, kardeşinin idam edildiğini ha» ber alınca çok müteessir oldu. Fakat bu teessür katil kardeşinin eski nis şanlısile kendisi arasında gittikçe sık- laşan bir dostluğun yer bulmasına mâni olmadı, Bugün 17 yaşında olan mis Scott'la 28 yaşında olan Radgers nihayet ev- lehdiler, Fakat nikâh gününü gizli tuttular, Nikâhta mis Scott'un baba- sından, Iki şahidden ve bu haberi ga- zetesinde neşreden bir İngiliz gazete muhabirinden başka bir kimse hazır bulunmadı. Esmer güzeli olan miş Scolt'un ar- kasında şık bir kürk vardı, Siyah el- —mnan tulurlar.? Halk fıkralarında: #Adam elinden yaralanmıştı, elini keseceklerdi. Sordu: «— Doktor elim iyi olacak m? e Evet, «— Piyano çalabilecek miyim? an «— Buna çok sevindim doktor, çün- kü şimdiye kâdar bir türlü piyano çâ- Jamadım!..» .i. «— Sen hiç istridyenin merdiven çıktığını gördün mü? «— Görmedim ama, herhalde çok tuhaf olacak! .» «— İçmek fillinin hali nedir? «— İçiyor. «— İstikbali? «— Sarhoş olacskl.. S.S. r surette evlendi Gelin Joyçe Scott, güvey Rodgers ve gelinin köpeği bisesi ve siyah şapkası da çok şıkti. Elindeki mor menekşelerden ve koyu kırmızı orşidelerden mürekkep bir çi- | çek demeti tutuyordu. Annesi düğün | ziyafetini hazırlamak için evde kalmığ tı. Mis Scott, nikâh merasimi bittikten ve kâğıdlar imzalandıktan sonra mü- tebessim bir çehre ile kocasına bakarak «Mesud musun?3 diye fısıldamış, kocür sı da başını eğmek suretile sevets de- miştir. Nikâh dairesinden çıkacakla- rı esnada kadın tekrar gülümsiyerek ve kocasının kolunu sıkstak «Mesud olacağımızı biliyorum!» sözlerini ye niden fısıldamıştır. Bu aralık arabada bekliyen kadının <Biliy Boy» adındaki küçük köpeği hemen arabadan fırlayarak kadını ve | yeni efendisini tebrik için üzerlerine İ sıçramıştır. İkinci tebrik eden, kadı- İlmin mektep arkadaşlarından keza 17 yaşında bir erkek olmuştur. Mektep- | tenberi seviştikleri bu delikanlı nani zedi, öğle yemeğini ihmel ederek n- i kâh dairesinin önünde bekleyip du- i ruyordu! Aile Jorj gülümsedi, olurdu. Klotild de, biraz evvel bayan Valter gibi dizleri- nin dibine çöktü. Başını kaldırarak dolu ağzile konu- şuyordu: — Rüyamda gördüm, seninle deve Üstünde uzun bir seyahate çıkmışız... Jorj kazanacağı altmış bin frangı düşünüyordu. Bir aralık kadının sö- zünü kesti: — Kocana benim tarafımdan söyle, on bin franklık Fas tahvilâtı alsın. Üç aya kalmaz, altmış yetmiş bin İrank kazanır, Yalnız kimseye birşey söylemesin. 'Tancaya asker Bevkedil- mesine karar verildi, Fas borçlarını devlet garanti edecek, Ama bunları yalnız kocana söyle, başka kimseye söyleme, sana esrarı devlet fâş ediyo- Tum. Dikkatle, elddi ciddi dinliyordu: — Teşekkür ederim, bu gece koca- ma söylerim. O kimseye bir şey aç- maz. Ketumdur. Kestane şeki ini bitirmişti, Jor- Jun yelek düğmelerile oynuyordu. Bir- denbire durdu: — Aferin, dedi, Madölenin saçını taşıyorsun. İşte sadık koca senin gibi olur. Tetrika No. 65 İ | İ | | Dostu Kılı eline aldı, gözden geçirdi: — Bu saç Madölenin değil, dedi, bu saç kumral. Jorf gülümsedi: — Hizmetçinin olacak. Öteki düğmelere de baktı, üç düğ- mede de saç bulunca, sarardı, ürper- di: — Bir kadın düğmelerine saçlarını dolamış dedi. Jorj hayret etti: — Yok canım, deli misin?.. Birdenbire anladı, evvelâ. şaşaladı, “sonra homurdanarak inkâr etti, fakat için için de, kadın kendisinden şüphe- leniyor diye sevindi. Kadın boyuna arıyor, her düğme- de bir tel saç buluyor, koparıyor, yere atıyordu. Kurnaz kadın sevki tabiisile keştet- mişti, hiddetli hiddetli mırıldanıyor, sesi ağlıyacakmış gibi titriyordu: — Bu kadin seni seviyor... Üstünde hatırasını bırakmış... Ne hainsin!. Asabi bir sevinçle cıyak cıyak hay- kırdı: —A.. A... İhtiyarmış... İşte bir be- yaz saç... Şimdi de ihtiyar kadınlarla düşüp kalkıyorsun?. Söyle. bakayım sana para mi veriyorlar?.. Ya... demek ihtiyarlara kaldın artik... Öyleyse ba- na ihtiyacın yok... Kalktı, elbiselerine doğru koştu, Dü Roy mahcup, önlemek istedi: — Klom... Münasızlık yapma.. ne olduğunu bilemezsin. otur.. gitme... Kadın tekrar etti: — İhtiyarın sana mübareke olsun.. saçlarından bir yüzük yaptır... Beyaz saçlarından... Bir yüzük yapmağa ye- tecek kadar saç var.. Acele ile gitti, peçesini örllü, Dü Royun suratına bir tokat attı, adam afallamış dururken kapıyı açtı, çıkıp gitti. Dü Roy yalnız kalınca; ihtiyar kalk tak Valter anaya karşı içinde bir kin kabardı... Kızaran yanağını soğuk su ile yıka- dı. Sonra nasıl intikam alacağını dü- şünerek çıklı. Bu sefer affetmiyordu. Hayır, affedemezdi! Caddede bir saatçinin camekânında durdu. Çoktandır göz koyduğu bin se- kiz yüz franklık bir saate baktı, Birdenbire kalbinde bir sevinç duy- du: «Yetmiş bin frangımı kazanırsam alırım» ve yetmiş bin frankla yapaca- ğa şeyleri düşünmeğe başladı. Bir kere mebus olacaktı, sonra saa- tini alacaktı, daha sonra borsa oynıya- caktı ve daha... daha... Gazeteye gitmedi, Valteri görmeden önce Madölenle konuşmak, makalesi- ni-yazmak istiyordu." Evinin yolunu tuttu, Druo sokağına gelince durdu, könt Vodreki yoklamamıştı, geri döndü. Ka- picıya sordu: — Bay Vodrek nasıl?,. Son günlerde rahatsız diye duydum. Kapıcı: —Çok fena bay dedi, bu geceyi ge- çirmiyecek diyorlar. Dü Roy öyle müteessir oldu ki,'ne yapacağını şaşırdı. Vodrek ölüyor? Ak- ından, itiraf etmek istemediği bin bir türlü şey geçiyordu. Ne söylediğini bilmeden mırıldan- dı: — Teşekkür ederim... Gene gelirim. Bir arabaya binip eve gitti. Karısı da gelmişti. Soluk soluğa odasına gir- di: — Haberin yok mu? Vodrek can çe- kişiyor! Karısı oturmuş bir mektup okuyor- du. Başını kaldırdı. üç kere üst üste tekrar etti: — Ne dedin?.. Ne dedin?. Ne dedin?. — Vodrek can çekişiyor dedim. Ve ilâve etti: — Ne yapmak niyetindesin! Kadın sararmıştı, yanakları titri- yordu, kalktı, başını avuçlarının içine alıp acı acı ağlamağa başladı. Birdenbire kendini topladı, gözleri- ni sildi: » gidiyorum, dedi... Benimle meşgul olma... Kaçta geleceğimi bik mem... Bekleme... — Peki, git. Kadın kocasının elini sıktı ve acele* den eldivenlerini unuttu, gitti. Jorj yemeğini yalnız yedi, sonra mâ kalesine başladı, Nazırın istediği gibi yazdı, karilere, Fasa asker sevkedilmi- yeceğini anlattı. Gazeteye gitti, pat Tonla biraz konuştu ve sebebini anlı” yamadığı bir memnuniyetle, cigarsmi tüttürerek çıktı. Karısı gelmemişti. Yattı, uyudu. Madölen gece yarısına doğru gek di. Birdenbire uyanan Jorj yatağında oturdu, ve sordu: — Ne var?, Karısını bu kadar heyecanlı, bu ka” dar meyus ve sarı görmemişti, — Öldü. — Ya... Birşey söylemedi mi? a — Hayır. Ben gittiğim zaman kef dini kaybetmişti, Jorj dalmıştı. Dilinin ucuna gelen sualleri sormağa cesaret oedemiyol” du. — Yat, dedi, Kadın telâşla soyundu. - kocasının yanına yatdı. Jorj gene sordu: — Yanında ailesinden kimse vâf mıydı? — Bir yeğeni vardı, —Gi.. (Arkası var)”

Bu sayıdan diğer sayfalar: