1938 «p mm AN arasız insan daha mesuddur!,, Komik Laurel bu kanaatinin sebeblerini anlatıyor Artistdiyorki: Her memleket halkının gülme zevki bambaşkadır Insanları müştereken güldüren bir şey vardır oda... “Hardinin cepleri şekerleme doludur, sahne bitince ellerini ceplerine daldırır, o nefis şekerlemeleri yer... Bir gün sinemadan çekilirsem sofra başından kalkmıyacağım...., En büyük merakım clddi eserler okumaktır, en büyük emelim de Molyer'in eserlerini temsil etmektir, en sinirime dokunan şey ahbaplarımın benden tuhaflık beklemesidir Btüdyonun bahçesine kamyon kamis Yon kum yığmışlar. Bu kumların üs- İünde sırtındaki şekil şekli mayola- rİle belki 400 - 500 genç kiz, genç kâr in yatmış... 40 kuvvetli projektör bu. Yarı çıplak vücutların üzerine çev- Himiş... Kış ortasında bir plâj man Barası filime çekiliyor... 40 büyük Porjektör, ışık verdiği kadar, etrara Meakiık ta saçıyor... O kadar ki Pejisör, artistler buram buram terli- Yorlar, Bu esnada dışardan bir olo- Mobilin uzaktan atı acı korna çaldığı İşitildi, Hemen stüdyonun hademele- Fİ koştular, Birer saray kapısı kadar büyük olan dış kapılar ardına kadar Amerika ve Avrupa gazetecilerine kocası hatkında söylediği sözler gel Gİ Sanatkârın karısı, kocası hakkın. da dlyordu kd: b, yz Onu perdede öyle aptal tayın. Şen bir adam olarak görürsünüz. kaka onun ne zalim, ne hain oldu. lerini biribirine çarptı... King pda zl rağmen elle- dem, birine çarparak bir Arap ha- Bitiş Zirdı. Btüdyolarm ve bütün Dep zen ii hizmetçileri, hademeleri Zencidir. Mister Laurel: İki kahve... Misafirim var... de- a Meşhur komik Laurel muharririmiz Hikmet Feridun o Es'le görüşüyor dayanamam, bir tane isterim. O ze- man: ri için midir? bilmiyorum.. Amerika- da büyük komedi artistlerine, meselâ bir dram sanatkârından, ağır eserler oynıyan bir artistten çok daha fazla ehemmiyet verilir. Meselâ bir Şarlo, bir Lul, Laurel ile Hardiye birer dâhi gözile bakılır. Bunlar her yerde bü- yük bir hürmet görürler. Mister Laurel kahvesine ancak bir şeker attı, bana döndü derdli derdii: — Kahveme bir şekerden fazla at- mam memnu... dedi, Sordum; | — Neden?... — Neden olacak? Şişmanlamak be- lâsı... Kontratımız mucibince filim- lerimizde arkadaşım Hardi'nin gayet 1ğ- mam kati surette memnu. halbuki arkadaşım Hardi değme hainlerden değildir. Onun muhteşem göbeği ne kadar büyüse o kadar işine yaradığı nız görürsünüz. Ayni masada oturu- ruz, O karşımda kanlı kanlı pirzolalar n, tatlıları tıka basa yer. Ben zaval- h İncecik bir sandviç yiyip kalkarım, Bu yetişmiyormuş gibi arkadaşım cep- lerini en iyi şekerlemelerle doldurur. Onun en büyük merakı çevrilen iki sahne arasında şekerleme yemektir. Bir sahne bitip, objektifin önünden ayrılır ayrılmaz hemen ellerini ceple- rine daldırır, o nefis şekerlemeleri gö- zümün önünde yemeğe başlar. Bazen lirsin ya şişmanlık senin için felâket- tir. En büyük arzusu... Halbuki benim en büyük hevesle rimden biri de şöyle göbeği #alhver- mek. Şişmanlamak. İstediğim kadar bol bol yemek yemektir. Eğer bir gün ihtiyarlayıp da artık sinemadan çeki- lecek olursam sofra başından kalkmı- yarağım. Fakat baktım meşhur komik per- dede göründüğü gibi hiç de o derece de zayıf bir insan değildi. — 8izi ben o kadar zayıf buülma- dım... dedim. Halbuki filimlerinizde çok zayıf görünüyorsunuz, Sinirli sinirli başını salladı: — Benim en büyük derdime do- kundunuz. Herkes beni çöp gibi zayıf bir adam zannediyor. Benim sine mada çok zayıf görünmemin sebebi 128 kiloluk dostum Hardi'dir, Onun yanmda çöp gibi görünüyorum. Ge- Mince göreceksiniz. Şimdi gözünüze hiç de o kadar zayıf görünmüyorum değil mi? Hardi ile yanyana duralım da bakınız. Ne kadar çöpten bir adam gibi kalacağım. Ben yalnız olduğum zaman toplu bir adamım. Yanımda Hardi bulunduğu zâman bir saniyede zayıflarım. Çöp gibi bir adam ha- Unde görünürüm, — Siz meşhur bir komik gözile ha- yatı nasıl görürsünüz? Çok güler mi- siniz? — Hayat aslında o derece gülünç- tür ki, nihayet herşey gibi insana yavaş yavaş bu gülünçlük de tabii gel- meğe başlar. İnsan bunlara alışır ve artık en gülünç şeye bile gülmez olur. Ben hayatta çok gülmem. Hattâ ba- na dostlarım biraz fazla ciddi oldu- gumu söylerler. Siz kütüphanemi görürseniz şaşar- sınız, Şaşarsınız diyorum çünkü bir- çok kimseler bir komedi artistinin, bü- tün işi halkı güldürmek olan bir ada- mın gayet ciddi eserler okuyacağına ihtimal vermezler, Halbuki benim en büyük merakım ciddi eserler okumak» tır. Hayatımda bir tek roman okumuş | insan değilimdir. Buna mukabil pek çok içtimaiyat ve felsefe okurum. Hat- tâ vaktile Kant hakkında küçük bir etüd bile hazırlamıştım. Bu esnada birşey nazarı dikkatimi celbetti. Filimlerinde yeni başlıyan bir horoz gibi gayet ince bir sesle konuşan meşhur komik hakiki hayatında boru gibi kalın bir sesle ko- | nuşuyordu. Fakat o perdedeki hayalle ne ka- dar taban tabana zıd bir insandı, Per- dede incecik sesli, hakiki hayatında boru gibi sesli, Pilimlerinde şen ka- yıtsız, hattâ biraz zevzek... Hakiki hayatında ciddi, kerli ferli, intizamı çok seven bir adam... Halk nelere güler? Halk, bütün dünya daha ziyade nelere gülüyor?... — Bakınız bu çok tuhaftır. leketlerde filimlerim oynanırken ha- bersizce sinemaya gittim. Halkı ted- ötmeğe *| İ | | KiK ettim: Bir memleketin gözlerinden yaşlar gelince güldüğü bir filimin başka bir men ket halkini katiyyen güldürmediğini gördüm. Her memleket halkımın «gk me Zevki; bambaşkadır. Bir yerde kahkahalar uyandıran bir sahne, baş- ku bir yerde halka şöyle küçük bir te- bessüm bile vermez. Fakat yeryüzündeki (insanların müştereken kalıkahalarla güldükleri birşey vardır: Karşısındaki insanların müşkül vaziyete düşmesi... Meselâ sevgilisinin evine girerken pantalonundan bahçenin parmaklı- gıha asılı kalan bir adam... Zavalının düştüğü müşkül vaziyeti gözünüzün önüne getiriniz, Berbad bir vaziyet değil mi? Halk buna güler işte... So- kakta bir muz-kabuğuna basıp yu- varlanan şişman bir adam gördünüz mü?.. Biçarenin halini tasavvur edin. Kendisine koşup onu kaldırmamız lâzımdır değil mi? Hattâ ona acıma- mız lâzımdır... Hayır bu sahne kar- şısında ilk işimiz gülmek olur. Çün- kü karşımızdaki insan müşkül, feci bir vaziyete düşmüştür. Görüyorsu- nuz ya halk daha ziyade ka; rn- daki insanın müşkül, feci vaziyete düş- meletine gülüyor. Amma dünyanın her tarafında bu böyledir. — Hayatta umduğunuzu bw'dunuz mu? Bütün emelleriniz yerine geldi mi? — Hepsi değil... Pakat çoğu gel di. Emelim sanat hayatımda daha büyük, daha ciddi eserler oynamaktı. Meselâ bu komedi işlerine başladığım zaman en büyük emelim «Molyersi baştanbaşa temsil etmekti. Fakat da- ha ziyade yeryüzünde, bütün mem- leketlerde tutacak, hoşa gidecek cser- ler çevirmeğe:mecbür olduk. «Mel yer» hâlâ içimde bir uktedir. Eğer Mok yerden birkaç parça temsil edemeden sinemadan çekilecek olursam yâna- rım. Para ve saadet — Mesud musunuz? Zaman zaman... Hayatta en bü- yük hayret ettiğim şey nedir bilir ni- siniz? Insanların büyük bir servetin kendilerine saadet getireceğini zan- netmelerine şaşar kalırım. Emin olun hayatta en büyük parayı kazandığım zamanlar, en az param olduğu Zzâ- zamanla, en az para aldığım va- kit arasında kendimde hiç birde- ğişiklik görmüş değilimdir. Hattâ pek çok param olduğu zamanlar 10 dolar haftalıkia çalış leri aradığım da olmu paraya, servete o kadar çabuk alışı- yor, bunlar kendisine o derece tabif geliyor ki, biraz sonra kendi kendine şaşıyor: «Sanki para kazandım, bü- yük servet yaptım da hayatımda ne gibi bir değişiklik oldu?. > diye kendi kendine soruyor. Hattâ emin olun ser vet yapmamış, parasız bir adam çok para kâzanmış bir insandan daha mesuttur. Çünkü servetini yapmamış, parasız bir adamın içinde bir ümid vardır: O «bir gün büyük bir servet yapa- rım, mesud olurum..» gibi boş bir hül- yanın peşindedir. Halbuki servet yapmış, para kazanmış bir insan bu ümidi de kaybetmiştir. Çünkü serve- tini yaptığı halde bunun da kendisini mesud edemediğini görmüş ve öğren- Ben | miştir. pek çok seyahat ettim. Muhtelif mem- | (Devamı 11 inci sahifede) Hikmet Feridun Bs zaman — MAMA DEMEME AMME 1 AM A A İ k