iiç birine cevap vermi- yor. cinayet üstünde yakalanan bir Buçlu gibi cürüm aletlerini koltuğu- PA sıkıştırı kalabalığı yararak kös kös makine- yürü- beraber yürüyo- ruz. Yüzüne dik- katle bakıyorum, «im bu garib adam?.» Biraz daha dik- Kat ediyorum. Gözüm ısırır gibi olu- yor. Evet bu kıvırcık saçlar, bu kal, kık kanadı iri burun, bu dalgın bakışlar bana hiç de yabancı değil! Uzak'laşıyor... Düşünüyorum: «— Hayri efendil.. Kim bu Hayri efendi?..» Herkes vagona giriyor.. Katar ha- if sarsınlılarla tekrar harekete geli- yor. Tekerlekler vals temposundan tekrar marş temposuna geçiyorlar.. 'Kül rengi bir gece içinde ilerliyoruz... Düşünüyorum: «— Kim bu Hayri efendi?.. bu ressam makinist?.» Kanepeye dayalı başım sarsıldıkça kafamın içindeki hatıralardan birer sahife çevriliyormuş gibi oluyor. Uzak bir maziye ait sahifeye gelince beynimde bir şimşek çakıyor, maki- nistin bana yabancı gelmiyen yüzünü seçebiliyorum: 2 yreddin?..» Kim Ben onu bir mektepte hoca iken ta- mimıştım, dördüncü sınıfta idi, Narin yapılı, durgun, pestenkerani bir ço- cuktu!. İkide bir ya bademeikleri ilti- hablanır, bir hafta mektebe uğramaz, le bir ders saatinde birden âteş- iye titriye evine giderdi. skalığına göre sevimli idi de!.. içinden roman okuyanlara hareketsiz. sabit bakışları ho- cevap ver- mez, hayalhane- sinden topladığı abuk sabuk te- ferruatla cevap- Yarını süsler, çok defalar da, bazı üklerin (14 arasında yabancı dilden misaller ge- tirmeleri gibi, «durun size çizeyimin diye tebeşire sarılır, kara tahtanın başına geçip anlatacağını hem dille hem elle anlatırdı!.. Bir ezber dersinde idi. Çocuklara vazife olarak Mehmed Eminin «De- mirci» manzumesi verilmişti. Sira Hayriye gelince kalktı; «— Ezberi su gibi biliyorum ama Adını unuttum!,, Neci idi o... Neci 1di B..» diye kekelemeğe başladı. Ve bir- YARIM A DAMLAR ve resimlerini yapan: Cemal Nadir den aklına mühim bir çare gelmiş gibi: w— Hah aklıma geldi..» diyerek ka- ra tahtaya koştu. İnce parmakları arasına sıkıştırdığı tebeşirle bir de- mirci resmi çizdi ve: «— İşte bu idi elendim!..» dedi, Sımfta böyle olan Hayreddin bahçede de bir flemdi. O ne koş- maca" oynar, ne topaç çevirir, ne de (o boğuşurdu. Onun oyunu da kendine ai Eline bir sivri değ- nek alır, bahçenin yumuşak toprak- ları üstüne iğiletek tren, vapur, at, horoz, kedi resimleri çizerdi!.. Çocuklarda erkenden görülen isti- dadlar ekseriya anadan, babadan geç“ me, marazi kabiliyetlerdir. Fakat on- ların bu kabiliyetleri vakitsiz açan badem ağaçları gibi çok kereler mü- halif bir hava ile ya kavrulur. yahud herhangi bir gayritabilliğe atfedile- rek mühimsenmez. Hayreddin beşinci sımfa geçtiği 20- man da gene o eski Hayreddindi. Yal- nız boyu biraz daha uzun, ayakları biraz daha büyümüş, bakışları biraz daha mânalarımıştı. Bir gün bütün sınıf, şehrin tarihi binalarını geziyordu. İlk gittikleri yer Selçukilerden kalma, içi çinilerle süs- lü antika bir bina idi. Çocuklar, pa- puçları ellerinde, gözleri tavanlarda etrafı seyrediyorlar, derslerine ait izahatı dinliyorlardı. Bütün bu hay- ran yüzler arasında Hayreddinin yü- xü de vardı. Fakat onun yüzünde ar- kadaşları gibi yalnız hayret değil, gıbta ve takdir de vardı. Elinden gelse çini duvarların dibi- ne çöküp hoşuna - giden bu renkleri yalıyacakmış gibi iştiha ile etrafına bakınıyordul.. Bir ara kalabalıktan ayrıldı. İç cebinden ince bir saman kâğıdile bir ucu mavi, bir ucu kırmızı kalem çıkardı, bir - Köşeye çekildi. Herkes obina- nın kıyısını, kö- şesini dolaşırken o çinileri süsli- yen çiçeklerden birinin kopyesi- ni çıkanvermiş- til. * Mektepteki işlerimin arasına bir de Hayreddin işi girdi. No, 18 lere hayran oluşu gibi, ben de ona hayran oldum. 38 Hayreddin şehrin yerlilerinden- di. Babası semerci esnafındandı. Ka- zancı yerinde ellilik bir adamdı. Bir annesi, bir de büyük annesi vardı. Bunlardan başka bir de ağabeyi var- mış, ama iki yıl evvel ölmüş; Baba, semerci olmakla beraber ile- ri düşünürdü. Ölen oğlunun kendisi gibi bir hayvan terzisi olacağına me- selâ bir kaptan, yahud bir mühendis olmasını isterdi. Fakat kara talih!. Oğlan tam çarkçı mektebinden çıka- cağı sene öbür dünyayı boylamış, ba- basınm bütün ümidlerini kardeşi Hayrinin bahtına bağlayıp gitmişti. Hayri bir evin bir oğlu idi. Bir de- diği iki olmazdı. Annesi, babası, bü- yük annesi bu biricik oğulları için parça parça olur- lardıl Komşu ço- cuklar arasında hele bir Hayriye dokunan olsun, &“ e 4, bütün aile ma- İN balleye duman z attınırdı!... WU Semerci baba her akşam, ye- mekten sonra, ev halkını başına top- | lar, bir yandan sade kahvesini içer, bir yandan Hayrinin okuduğu Kara- göz gazetesini dinlerdi. Gazete bittikten sonra dereden te- peden konuşulur, nihayet lâf Hayri- nin istikbali meselesine gelip daya- nurdı!.. Baba: «— Ben onu paşa yapacağım pa- şal.» diye söze başlar, «kısmetinde olamn kaşığında çıkar!» der, bitirirdi. Hayrinin anası tam mânasile bir ev kadını idi, İşi gücü yemek pişirmek, ortalığı temizlemekti. Bilhassa yemek pişirmekte öyle usta idi ki muhar- remden muharreme pişirip dağıttığı aşure, döktüğü lokma mahalleye par- mak ısırtırdı!.. Yemek pişirmeğe ol- duğu kadar yemek yemeğe de pek meraklıydı. Kocasının her akşam zembil zembil taşftlığı yiyecekleri o, bir harb zengini gibi yer, öğütürdü!.. Fakat yiyeceklerini inkâr etmezdi. göbek göbek üs- tüne, gerdan ger- dan üstünel.. Bir kahkaha attığı zaman yedi ey öteden duyulur- du... Yeni yetiş- melerden hiç hoş- Son günlerde Moskovayr çok kar yağmışlır. Bazı sanatkârlar Moskova parkında karlardan yukarıda görülen tarzda heykeller yapmışlardır e b . ' ESRARENGİZ KERVAN Yazan: Arif C, Denker 'Tefrika No. 94 Merton: “Beni iki kat aldattı, Ceza olarak bir sene sonra akdini teklif perrilmmi .. > Sadık selâm verdi; — Bizden ayrıldığın zşmandanbe- ri neler çeklik, neler! Seni tekrar gör- | düğümüzden dolayı bilsen ne kadar memnunuz! dedi ve develerinin yanı- na döndü. Güldost Merlanla beraber kervanın gittiği istikamette geriye doğru yürü- dü. Geçidin yüksek bir noktasında ileriye doğru sarkan büyük bir kaya” lığın gölgesinde durdular. Kervanın son hayvanları artık görülüyordu. Kervancıların çoğu Güldost€ selâmlı- yorlardı. Nihayet Hasan bey de'göründü. Yü- zü kupkuru olmuş gözleri tamamile çukura batmıştı. Fakat azminin, me- tanetinin gene yerinde olduğu dik duruşundan anlaşılıyordu. Uzaktan Güldostla Mertonu görünce hayaller- le karşılaşıyormuş gibi bir tavırla bir- denbire atını durdurdu. Ondan sonra Güldosta doğru yaklaşarak âtından aşağıya atladı. Merlonun yüzüne bak- mağa vakit bulmadan elini Güldosta doğru uzattı, Fakat, Güldost uzatılan bu ele dik- kat etmedi. Gözleri, sıkı bir sakal ile örtülü olan Hasan beyin yüzüne bir | iki saniye dikili kaldı. Ondan sonra kollarını Hasan beyin boynuna dolı- yarak dudaklarından tekrar tekrar öbtü. Merton evvelâ bir şey anlıyamadı. Bu öpüşmeleri mübalâğalı bir alatur- ka musafahaya hamletti. Fakat Ha- san beyin de o büselere hararetle ve şiddetle mukabele ettiğini görünce birdenbire elini başına götürerek saç- larını kavradı ve: — Vay canma, dedi, Gospodin Kos- marof bana mükemmel bir madik oy- madı, E Gospodin Kosmarofun bir kadın olduğuna delâlet eden bin türlü te- ferruat birdenbire aklına geliverdi: — Nası! oldu da ben Gospodin Kos- marofun tebdili kıyafet etmiş bir ka- dın olduğunu meydana vuran bu te- ferruata hiç dikkat etmedim! diyerek arkasını döndü ve bir iki adım onlar- dan uzaklaştı. Hâlâ sarmaş dolaş vaziyette duran Hasan beyle Güldost Mertonun adım- larından çıkan gürültü üzerine ken- dilerine gelerek etraflarına bakındı- lar. Güldest İngilizin takındığı garib tavrı görünce bir kahkaha salıver- mekten kendini alamadı ve Hasan beye: * — Bak burada bir arkadaşınız da- ba vari dedi.” 'Merton kızın sesini işitince onlara doğru döndü. Hasan bey eski dostuna yaklaştı. İngiliz elini uzatırken: — Nasılsın, Hasan bey? Nişan me- rTasimini nerede tesld edeceğiz? diye sordu. Hasan bey: — Nasıl playım, dedi. Bir iki dakika evveline gelinciye kadar pek keyifsiz dim. Fakat sizleri gördükten sonra çektiğim bütün derdleri unuttum. Nişan merasimine gelince onu şimdi şuracıkta tesid etmiş olduk. Artık iş nikâha kalıyor. Onu da karşımıza çı- kacak ilk imama kıydırınız. “Merton cevap verdi: — Hayır, ben nikâha razı değilim. Rus kızı... — Yanılıyorsun, Merton! Türk kızı demen lâzım. İngiliz, Hasan beyin sözü üzeri- ne tekrar hayrete düştü: — Nasıl Türk kızı? Sahte Gospodin Kosmaro! Rus-değil mi? Güldost #öze karışarak: — Değilim yat Fakat bunları sonra konuşur hallederiz, şimdi bizim kü- çük karargâha gidelim de olup biten şeylerle olacak, bitecek şeyleri hep orada görüşelim. dedi. Merton: : — Ne derseniz diyin, fakat ben şim- Şimdi isminizi de bilmiyorum, tu- haf değil mi, hanımefendi. — Güldost. — Mademki Güldost hanım beni ki katı aldattı, kızken erkek gibi, 'Türk İken Rus gibi görünerek bana madik oynadı, ben de ceza olarak ni- kâhın bir sene sonra akdini teklif edi- yorum, Hasan bey Mertonun hiç eksik ol mıyan bu şakalarına: — Nikâhta seni şahid olarak gös- terir, bu cezadan vaz geçiririz! sözle- rile mukabele etti. Üçü de böylece şakalaşarak biraz evvel Güldostla Merlonun bulunduk- ları küçük karargâha vardılar. Kerva- nın salimen kurtulmasına ve Hasan beyin berhayat olmasına herkesten ziyade Ahmed Abud memnun oldu: — Şimdi intikamım tam alındıl. | üye bağır. Andrey çay ve kahvaltı ikram eder- ken Hasan bey, Güldost ayrıldıktan sonra başından geçen vakaları birer birer anlattı. O bitirdikten sonra Gül dost ta atlattığı tehlikeleri bütün te- ferruatile Hasan beye nakletti, Güldostun anlattığı vakalar ara- sında Hasan bey için en hazin olanı Enver paşanın ölümü idi. Çünkü silâh taşıyan büyük kervanı bunca tehlike lerden kurtardıktan, bunca meşak- katlere katlandıktan, aylarca çöller- de aç ve susuz ve bin türlü mahrumi- | yetler içinde ölümle pençeleştikten sonra tam hedefe vasıl olduğunu zan- nettiği anda bütün o gayretlerin bo- şe gittiğini öğrenmek tabil çok acık- lı bir şeydi. Hasan bey uzun müddet düşündük- ten sonra nihayet: — Ne yapalım, dedi. İşin böyle ne- ticelenmesinde de inşallah bir hayır vardır. Ondan sonra Güldesta dönerek: — Şimdi kervanın taşıdığı silâhları ne yapacağız? Senin fikrin ne? diye sordu. Güldost dedi ki; — Bana kalırsa her şeyden evvel Ahmed Abudu Kaşgara gönderip Ha- cı Mehmed İsaya yeni vaziyeti bildir- - mek lâzım gelir. Çünkü bundan son- ra da onun yardımına fevkalâde ihti- yacımız var. Silâhlar Enver paşanın şehadetinden sonra işimize yaramasa bile kervanı Rus arazisine geçirmemiz icab eder. Orada silâhları Sovyet ida- resine teslim ederiz. Bu münasebetle ben de Sovyetletle olan münasebeti- mi dostane bir tarzda keserek yeni vatanım olan Türkiyeye kavuşurum. Sovyet idaresile iyj geçinmemiz, için- de bulunduğumuz müşkül mevkiden kurtulmak için esasen elzemdir. Hasan bey de Güldost'un bu fikrine iştirak etti: — «Bu işin hallini bana bırakınız, Tanıdığım yüksek Sovyet adamları sayesinde buna da muvaffak olaca- ğımı ümid ediyorum.» cevabını ver- di. Bu müzakereler bittikten sonra Ah- med Abud derhal Kâşgar'a gönderildi. Hacı Mehmed İsa zaten o aralık Kâş- gar'da Taolay ile arılaşmış bulunuyor. du. İnfilâk esnasında en büyük raki- etmiş ve bundan sonra o kârvana kar- şı Çin memurları tarafından hiç bir ti. — ? Onun için Ahmed Abud Kâşgar'a, geldiği zaman büyük kervana aid İş- du. Hacı Mehmed İsa Hsan beyin ker- vanını, Güldost'u ve Merton'u © esna- da bulundukları Tathbulak mevkiin- DM