20 Şubat 1939 Arkadaşım Hilmiyi kaç senedenbe- Fİ görmemiştim. Bunun için ons Köprü üstünde raslayınca pek mem- Nun oldum. Fakat bizim eski zayıf, çelimsiz Hilmi' ne kadar da değiş- Mişti. Eski sünepe, halsız, mecalsiz yürüyüşünün yerine şimdi kendisine bayağı bir sporcu tavrı gelmişti. Hilmi bir aralık: — Nereden geliyorum biliyor mu- Bun?.. dedi, klüpten... Spor klübün- den... Tuhafıma gitti, Bizim eski çelim- 8iz, zayıf Hilmi ve spor!... Hilmi güldü; — Şaştın değil mi?.. Daha bende bir çok değişiklikler görecek ve büs- bütün hayrete düşeceksin... O da Beyoğluna çıkıyordu. Bera- ber tramvaya bindik. Hilmi tram- Yayda hiç yoktan bir adamla kay- Baya tutuştu. Arkadaşımı zorla tes- kin edinceye kadar akla karayı seç- tim. Eğer ben karışmasaydım, kay- £A adamakıllı büyüyecekti. Hayre- İlm büsbütün artmıştı» Çünkü eski- den Hilmi kavgadan son derede çe- kinir, gayet sakin, gayet uysal, kuzu Bibi bir çocuktu. Onun tramvayda hiç yoktan böyle ötekine berikine Çatmasına şaşmış kalmıştım. — Hayret ettim doğrusu Hilmi, edim, darılma amma sen ne kadar kavgacı olmuşsun... Ne oldu sana böyle? Hilmi: — Hakkın var birader, dedi, Sana bendeki bu büyük değişikliğin sebe- bini anlatayım da dinle. Benim €vlendiğimi her halde işitmişsindir, O zaman sen İstanbulda yoktun. Düğünümde bulunamadın, Evlendi. ğim zaman sıska, çelimsiz bir adam- dım, bilirsin ya... Gayet uysal, kav- adan çekinir, kuzu gibi bir insan- dım, Karım iyi idi, hoştu amma be- nim aksime dehşetli kavgacı idi... Maalesef ben onun bu tabiatinin #onradan farkına varmıştım, Mebrürenin en büyük zevklerin. den biri de hiç yoktan ötekile beri- kile kavga çıkarmaktı. Tramvaya bineriz, lirayı bozmadığı için biletçi- Ye çatar, sokakta kendisinden bir dilenci para istese: — Benden daha güçlü kuvvetli in- #ansın çalışsana... diye söylenir. Bir Mağazadan bir şey almağa kalksak, #atıcı biraz yüksek bir fiat istese vay #fendim sen misin? — Annenin nikâhını mı istiyor. #un?.. diye ağzını açar, gözünü yu- Mar söylemediğini birakmaz... Böy- 16 aksi, ters, hiç yoktan kavga çıka- Tan insanlar çoktur. Mebrure de bunlardan biri idi, Onunla her so- Kağa çıkışta bir heyecan geçirirdim. Çünkü karım evvelâ kavgaya başlar, karşısındakine ağzına geleni söyler, Pakat tabii karşısındaki de bu söz- erin hepsine: «Eyvallah efendim demez. Kavga büyüyüp alevleninece Mebrure zayıf, çelimsiz kocasına, Yani bana döner: — Hilmi... Hilmi... Ne duruyor- Sun? Karını tahkir ediyorlar... Sen €rkek değil misin? Karını müdafaa 6... Karının şerefini müdafaa Diye başlar. Halbuki benim kav- Badan ne kadar çekindiğimi bilir Bin. O kendi kavgayı çıkarır, alevlen- İr, sonunda beni imdada çağrı... Evlendiğimizin ilk senesi idi. Bir Pazar günü karım Mebrüre: >— Bugün Adaya gidelim... dedi. Derhal cevap verdim: — Peki karıcığım... Kalktık, Sicak ta bir pazar gü- Mü... Evden çıktık. Benim yüreğim Bene heyecanla gümbürdemeğe baş- Acab Mebrure nerede ve ne Zâr Man kavga çıkaracak? Kime çala- Cak?... Ne iskelesine ( geldik. Kalabalık Mahşer... Herkes vapur bekliyor... lnyet vapurun zamanı geldi, De- Mir kapılar açıldı. Kalabalık vapuru 1 etti. Bu esnada karnımın ya- yürüyen gayet iriyarnı bir her nasılsa karımın ayağına basmış... Mebrure de o günü gezinti yeni yaptırdığı dapdaracık Mikarpinlerini giymiş... Zaten iskar- binler ayağını sıkıyormuş. Adam da arının ucuna basınca canı ALI 7; Mebrüre o hiddetle iriyara adama dönüp ilk perdeden ve damdan dü- şer gibi bağıra bağıra: — Kör müsün be adam! mi?... Eyvahlar olsun... Nihayet korktu- ğum başıma gelmişti. Hem Mebrü- re bu sefer öyle iriyarı bir adama çatmıştı ki... Karımın ayağına ba- san adam: — Bayan ağzını topla... deği. Karım bu söz üzerine büsbütün küplere bindi: — Bak terbiyesize... Bak tebiyesi- 20... Hem ayağıma bastı... Hem de bana nezaket dersi veriyor... Diye gözlerini açtı. Adama hain hain bakmağa başladı. Benim ödüm patlıyor. İriyarı adam bu sözün altında ka- lır mı? O da: — Terbiyesiz kelimesini size iade ederim... deği, Mebrüre artık hiddetinden köpü- Tüyordu. Bana döndü: — Hilmi, Hilmi... dedi, ne duru- yorsun?. Baksana karını tahkir edi- yorlar... Sen erkek değil misin? Karını müdafaa etsene... Karının $€- rTefini müdafaa etsene Hilmi.. Şaşkınlıktan ne yapacağımı bil miyordum. Eskiden kavgadan ne derece nefret ettiğimi gayet iyi bilir- sin. Sonra bu işte karım haksızdı. Adam damdan düşer gibi: «Kör mü- sün be adam... Terbiyesiz» filân di- ye çatmıştı, Bütün bunlardan baş- ka ben bu çam yarması gibi iriyan adama ne yapabilirdim? Mebrüre benim tereddüdümü gö- rünce: — Ay bayılacağım... Sen nasıl er- keksin camm?... Şu terbiyesize had- dini bildirsene... diyordu. İriyarı adam bu söz üzerine bir kahkaha at- tı, beni göstererek: — Aman güleyim bâri... dedi, bü «çiroz efendi; mi bana haddimi bik direcek?... Mebzrüre: — Hilmi, Hilmi... Çıldıracağım... Hâlâ şu adama iki lâkırdı söylemi- yorsun?.. Çaresiz işe karışmak mecburiye- tinde kaldım, Ve azizim o günü başı- ma gelenleri hiç sorma... Zaten Meb- rüreye kızan iriyarı herif bir yum- rTukla sağ gözümü şişirdi, İkinci yumrukta kaç Jira verip doldurttü- Bum ön dişimi yerinden söktü. Ya- kamı yırttı Şapkamı kulaklarıma kadar geçirdi. Beni adamın elinden güç aldılar. Eve dönünce herifin yerinden sök- #üğü dişimi yan cebimde buldum. Çıkan diş oraya düşmüş... Bütün bunlardan yediğim dayağın şiddetini anlayabilirsin. Fakat bu hadiseden sonra karımın kavgacılık huyu geçti mi zannedersin? Ne münasebet azi- zim, ne münasebet?... Geçeceğine bilâkis fazlalaştı. Ar- tık her gün sokakta hiç yoktan kav- demez ga çıkanyor, hep güçlü kuvvetli adamlara çatıyor, iş fenaya dökü- Jünce: — Ne duruyorsun Hilmi?.. Karını tahkir ediyorlar... Onu, onun şerefi- ni müdafaa etsene... diye beni ileri sürüyordu. Ve ben de bittabi işin sonunda mükemmel bir dayak yi. yordum... Hele bir gün hiç unutmam, bir futbol maçı seyretmek için stadyoma giriyorduk. Mebrüre hiç kabahati yoktan önünden yürüyen Çoban Mehmede çatmağa kalkmaz mi?... Hemen karımın yanından kaçtım. Biraz uzaktan iki sporcunun arkası- na saklanıp onlara bakıyordum. Meb- rüre Çoban Mehmede bir şeyler söy- Jüyordu. Vallahi Çoban Mehmed çok centilmen adammış... Başını iki ta- rafa sallıyarak: — Lâhavle... dedi, geçti, Fakat Mebrürenin yanında, olsay- Kravatımı kopardı. 9 | KAVGACI KADIN dım ve karımın teşvikile kavgaya ka- rışsaydıni halim haraptı. Çoban Meh- med bir tokatta beni kayısı pestili gibi yamyassı edebilirdi Baktım, olacak gibi değü... Ka- rm dalma sokağa çıkışta bana da- yak yedritecek hâdiseler çıkarıyordu. Nihayet spora başladım. Balık yağları içtim. Geceli gündüzlü kuv- vetlenmeğe çalıştım. Spor klüpleri- ne devam eltim. Üstad Selim Sirr- ya koştum. Nasıl kuvvetlenebileceği- me dair kendisinden fikir aldım. Velhasıl dehşetli - bir kuvvetlenme rejimi yaptım, Kendimi besiye çek- tim... Boksörlerden, boks dersi als dım. Güreş öğrendim. Hattâ bir in- #anı bir anda yere çarpmak için bi- rebir olan meşhur Japon güreşini bile öğrenmek için hoca tuttum, Fakat körolasıca huyum... Bİr türlü kavgacı olamıyordum. Bu kav- gacılık ta bir tabiat meselesi... İn- san birdenbire değişemiyor. Nihayet sokakta hafiften hafife ötekine berikine çatarak kavgâcılık egzersizleri de yapmağa başladım, ve buna da alıştım. İşte azizim... Şimdi bende gördü- ün büyük değişikliğin sebebi... Ne yapayım? Böyle olmağa mecburdüm. Aksi takdirde Mebrüre ile her soka- ğa çıkışta dayak yemek mecburiye- tinde idim... (Bir yıldız) Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Halâskâr Gazi enddesinde Halk, Taksim: Nizameddin, Tarlaba- şında Nihad, Beyoğlu: Kanzuk, Daj- rede Güneş, Galata: Topçular cadde- #inde “Sporidis, Kasımpaşa: Vasıf, Hasköy: Hahcioğlunda Barbut, Emin- önü: Beşir Kemal, Fatih: İsmail Hak- kı, Karagümrük: Ali Kemal, Bukır- köy: İstanbul, Sariyer: Nuri, Aksa” : Cerfkhpaşada Şeref, Beşiktaş: Emilyadi, Küçükpazar: Hasan Hulüsi, Samatya: Kocamusta- iapaşada Rıdvan, Alemdar: Çember- iitaşta. Sirri Rasım, Şehremini: Top- kapıda Nâzım, Kadıköy: Söğüllüçeş- mede Hulüsi Osman, Üsküdar: İske- Ie başında Merkes, Heybeliada: To- yi Büyükada: Halk. gtce açık eczaneler: Tarabya, Yeniköy, Emirgin, Rumelihisarı, Or- taköy, Arnavulköy, Bebek, Beykoz, Paşabahçe ve Anadoluhisarındaki e6- zaneler her gece açıktır. 1400 kuruş 2700 kurüş 70 ” 1450 , > 8800, altı aylığı 1900, üç beş kuruşluk pul göndermek lâzumdir. “Zilhicce 19 — Rurukasım 105 4 İmsk Güneş Öğle Pkimil Akşım Yam &. iz 1289 640 939 1200 131 NA GA 1228 1527 1749 1921 İdarehane: Babiğli civarı Acımusluk So. Akba müesseseleri Ankarada her dilden kitap, ga zete, mecmua ve kırtasiyeyi ucuz olarak AKBA müesseselerinde bu- labilirsiniz. Her dilde kitap, mec- i için ilân kabul, abone dedilir. Ündervodd yazı ve he- sap makinelerinin m Acentesi, Parker dolma kalemlerinin satış yeridir. Telefon: 3377. ei ER fi | j lella elg emilir Belini ye DAM e an e vg yag a İçtiler,. ve bir müddet sustular. Sinan birdenbire ayağa kalkmıştı. Yusuf; — Ne var? dedi. Gidecek miyiz? Sinan meyhanenin içinde dolaş mağa başladı: — Hayır. Güneş doğuncaya kadar içeceğiz. — Ne oldu birdenbire böyle... Çe- kirge gibi oturduğun yerden fırladın? — Gene çocuğum hatırıma geldi, Yusuf! — İstanbula dönünce © getirtiriz dedim ya. Neden bu kadar merak ediyorsun? — O çocuk değil, Yusuf şarap kadehini elinden. bi- — Kaç çocuğun var senin? — Rozita ben İstanbula geldiğim zaman «ltı aylık gebe idi. Sonra onu sarâya götürdüler. Acaba doğurdu mu?... Ne oldu o yavrucuk diye dü- şünüyorum. — Doğurmuştur eibette, Altı ay- lık çocuğu düşüremez ya... — Ben de öyle saniyorum. Kim bilir ne yaptılar yavrucuğumu? Öte- ki öyle perişan oldu. Babasız büyü- dü. Bu da babasını tanımıyor. Bu ne talihsizlik! — Bundan bana İstanbulda neden bahsetmedin? — Lüzum görmedim. Bahsetsem elinden ne gelirdi, Yusuf? — Ne mi gelirdi? İşi tahkik eder, sana neticeyi bildirirdim. Hakikati meydana çıkarmak güç bir iş miydi? — Neyse, bunu da kapayalım. Ar- tık bu işleri İstanbula dönünce kur- calanız. — Lâfın sonu varsa, saklama ben- den! Belki bir üçüncü, bir dördüncü çocuk daha vardır... — Yok canım... Ben v kadar ço- cuk düşkünü değilim amma, bunları hep tesadüfler getirdi başıma. Birin- cisi de öyle olmuştu. 'Meyhanenin öbür köşesinde üç ar- kadaş oturmuş şarap içiyordu. Bun- Jar amiral gemisindeki leventlerden- | di. İçlerinden birisi akşamdanberi Binanla Yusufun konuşmalarına ku- lak veriyordu. Bir ârâlık yavaşça, arkadaşlarına fısıldadı: — Sinan reis çocuğunun yaşadı- Eından haberdar değil galiba! — Heydi.canım, onun talihli çocu- İ gunun Mihrimah sultanın sarayında | büyüdüğünü bilmiyen var m:? — Vallahi bilmiyor. Bilseydi, böy- le konuşmaz ve kederli görünmezdi. — Kulak verme. Haydi keyfimize bakalım! — Ben Sinan reise söyliyeceğim bu sırrı. — Budalalık etme. Bu, bir sır de- gil. Herkesin bildiği hikâye Gülerler sonra sana! — Ziyanı yok.. gülsünler, 'Türk denizcisi oturduğu yerden kalktı. Yanıbaşındaki masaya doğru yürüdü: — Sana bir diyeceğim var, Sinan reisi Kusura bakma... Rahatını boz- dum amma... Sinan denizciyi gülerek karşıladı: — Söyle bakalım, Yoksa sende benim gemiye mi gelmek istiyorsun? «Merak etme, aslanım! Çocuğun şehzadeler gibi yaşıyor. Meyhaneci şarap kadehlerini dol- dururken, öteden gelen denizci çe- kingen bir tavırla sözüne devam etti: hakkında bildiklerin var, öyle mi? — Evet, Mini mini Sinan, Üskü- darda Mihrimah sultanın sarayında şehzadeler gibi yaşıyor... Onu hiç merak etmeyin! Sinan merakını yenemiyordu: KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertellimmmen Tefrika No. 148 Sinan Rozitadan doğan çocuğunun yaşadığım duyunca sevinmişti. Sinan bu sırrı meyhane köşesinde öğrenmişti Sahife 9 — Çocuğumun erkek olduğunu ne- reden anladın? Diye sordu. Denizci: — Üsküdara * geçmiştim. - Orada duydum. Rozitahin çocuğunu sultan Murad denize attırmak istemiş. De- niz kenarında bir kayıkçı görmüş, çocuğu almış, Üsküdara gölürmüş. — Mihrimah Sultanın eline nere- den düşmüş, yayrucuğum? — Onun eline düştüğüne şükret! Çünkü o fıkara anasıdır. Bütün Üs- küdar muhitindeki öksüz çocuklara © bakar. Sarayında elliden fazla kü- çük ve kimsesiz çocuk vardır. — Gel otur.. 'bir şarap iç bakalım! Bu sözlerinle bütün gamlarımı da- gattın şimdir. Şarapları birlikte içtiler, Sinan sevincinden yerinde otura- miyordu: 5 — Yavrucuğuma ne ad koymuşlar acaba? diye sordu. Yusuf lâfa karıştı: — Galiha Sinan koymuşlar... — Sen nereden biliyorsun? — Şu delikanlının sözlerinden an- Tadım. Denizci gülerek başını salladı: — Demin dedim ya, Bu minlelk yavruya bir ad aramişlar, Mihrimah sultan «Küçük Sinan» diye çağırmış, Onu sarayda herkes öyle tanıyor. Gece yarısı olmuştu. Yusufla Sinan başbaşa vererek o kadar şarap içmişlerdi ki... Artık Bir aralık meyhaneci seslendi: — Delikanhlar! İsterseniz sizi ge- minize kadar götüreyim? Sinan, gözleri kapalı, kekeliyerek mırıldandı; — Ben mini mini Sinanı burada bırakıp bir yere gidemem... Meyhaneci güldü... Meydanda mi- ni mini çocuğa benziyen kimse yoktu. — Adamakıllı sarhoş olmuşlar... Diye söyleniyordu. Yusuf kendini şöyle bir tarttı. Bendeliyerek ayağa kalktı, Pnecereden yüzünü okşıyan serin bir şimal rüzgârı Yusufun sersemli. ğini gidermişti. Gözlerini açtı. Etrafına baktı. Meyhanede kendilerinden « başka kimse kalmamıştı. Yusuf, Sinanın Koluna girdi: — Haydi, gidelim artık Sinancıs gm! Sinanın dudakları hafifçe kıpır- dadı: — Nereye gideceğiz? — Gemiye... — Ben Rozitanın yanına gidece- im, Yusuf! Haydi, beni ona götür. — Vey... Onu göne sevmeğe mi başladın? Haniya akşamdanberi atıp tutuyordun ona... Onu sevmiyorum, Yusuf! kat, onu görmek istiyorum. — İşte bu tuhaf şey! İnsan sev- mediği bir kadını görmek ister mi? Evet... Benim yerimde olan bir insan, onu görmek ve teselli etmek Sinan sözünü tamamlıyamadı, ba- şını Yusufun omuzlarının üstüne bıraktı Artık konuşamıyordu. Adamakıllı sarhoş olmuştu. Yusuf lâfin sonunu almak için çalıştı. «Çünkü nün ar- kasından acaba.ne diyecekti? Fa O gece gemiye güçlükle gidebil- diler, Sinan sabsha kadar, göğsünü rüz- gâra vererk açıkta yattı, Ve güneş - doğuncaya kadar kâH tatlı, kâh korkulu rüyalar göre Tek - hiç uyanmadan - uyudu. O geceki meyhane konuşmaları Si- nanın eski Batıralarını canlandırmış ve ona bir çok şeyler öğretmişti. di. O gece meyhanede neler konüş- mamışlardı! (Arkası var)