Ferhunde ile aram gayet iyi idi. Bu nefis kadının pek yakında hayatıma | iyiden iyiye gireceğini anlıyordum. Saadet parmaklarımın “ucuna kadar yaklaşmıştı. “Biraz © elimi'uzatırsam onu tutabilecektim. Fakat birdenbire Ferhündenin ba- na karşı vaziyeti değişti, Artık bana son derecede soğuktu. Ondaki bu s€- bepsiz, bu büyük değişikliğe şaşmış kalmıştım. - Çaylarda, toplantılarda yanıma bile Eskiden mütemadiyen o benimle ederdi. Halbuki şimdi benimle dans etmemek için vesileler arıyordu. Nihüyel üzün uzun çalıştıktan sonra onunla beş on. dakika başbaşa — konuşmak fırsatinı buldum. İlk sualim şu oldu: — Anlıyamıyorum.. Bana karşı birdenbire bü'kadar söğuklaşmanın #ebebi' nedir?.. ğ Ferhunde kurnaz kurnüğ güldü ve bana gayet garib bir cevab verdi: — On üçüncü sevgiliniz olmak is temedim... Bay «Landrüs“. Şaşırdım: » — On üçüncü sevgili mi?.. Bu da nereden çıktı?.. Sonra Bay «Landruy da kim?.. N rerhunde bayağı sinirli sinirli ce- vab verdi: Mi — İnkâr mi ediyorsunuz? Tamam 12 sevgiliyi, 12 metresi bifden idare ediyormuşsunuz... Siz Gir Kadını ele geçirinciye kadar yüzüne gülermiş- siniz. Sonra ona son derece kaba muamelede bulunurmüuşsuğuz... On- lara işkence edermişsiniz... Hattâ met»! reslerinizi dövdüğünüz, onlara küfür- | ler ettiğiniz olurmuş... Bunun için Sizin isminizi «Landru> koymuşlar... | Hayretimden dilimi yutacaktım; — Bütün bunları ben yaparmışım ha... Kadınları kandırıp tuzağıma düşürdükten sonra onlara ben işken- ce edermişim öyle mi?., Ben Landru ha... Peki bunları size söyliyen kim? Ferhunde güldü: — Sizi son derece yakından tanı- yan biri... Gördünüz mü? Seviyenizi öğrendim. Allahaısmarladık bay sLandru> ... Böyle söyliyerek yanımdan uzak- laştı. Arkasından bakakaldım. Son Zamanlarda hakkımda o kadar garib şaylalar, öyle inanılmaz dedikodular Çıkiyordu ki bunlara herkösten ziya- de ben şaşıyordum. : Ne zaman bir güzel kadiğila âhbap- lığı biraz fazlaca ilerletsein meçhul bir âğız yeri sevgilimin kulağına hak- kında müthiş bazı şeyler fısıldıyordu. Beriim için e söylemediğini birakin.” yordu. Bunnu üzerine ahbap oldu- Zum güzel kadın benden derhal uzak- laşıyordu. Bu meçhul ağız hakkim- da neler söylemiyordu. Güya ben Ferhündenin dediği gibitkadınları ancak ele geçirinciye kadar yüzlerine gülermişim. Ondan sonra * tuzağıma düşürdüğüm biçare kadınlara neler heler yapmazmışım... Ne İşkenceler. a bulunmazmışım. .. Sarböşmuşum, ereaimişim, on iki seygjiyi birden idare edermişim, hangi kâdınla dü- şüp kalkmışsam - sevgililerimi nasıl ele geçirdiğimi, nasıl seviştiğimizi en mahrem, en küçük” teferrüatına kadâr hetkese anlatırmışım, bu su- Tetie tuzağıma düşen biçare kadın- ei erp karşı kepaze edermişim... abii bunların hepsi, baştan yalandı. Pak dehşet mora et ğim bir nokta vardı. Acaba bu müt- biş yalanları kim. uyduruyordu? Ve ne maksatla uyduruyordu?. Nihayet bir tesadüf bunu bana öğ- retti. Feride adındaki genç bir ka- dınla tanışmıştım. Ufak tefek, pek güzel bir kadındı, Hoşuma gittiği için kendisile biraz fazla meşgul oluyor. | düm. i Hiç unutmam. Bir akşam bir top- lantıdaydık. Baktım Feride ile benim tâ küçüklüktenberi tanıdığım, bera- ber büyüdüğümüz Selma en dipteki küçük salonda bir köşeye çekilmiş- ler... Belma, Ferideye: harıl harıl bir şeyler anlatıyor. Feride gözleri fal taşı kadar açılmış, hayret ve deh- şet içinde Selmayı dinliyor; Ara sıra da bana bakıyorlar. Şağırmıştım, On- Jara hissettirmeden küçük salona gep tim. 'Tam arkalarındaki geniş kana- peye oturdum. Bu oturduğum kana- penin arkalığı o derece yüksekti ki beni görmelerine imkân yoktu. Baş- tan aşağa kulak kesilerek çocukluk arkadaşım Selmanın sözlerini dinle- | meğe başladım. Selma diyordu ki: — Onu benden iyi kimse tanıya- maz; Tamam “yirmi senedenberi be- rüberiz... diyorum ya... O hakiki bir «Landruş dur... Tuzağına düşürdüğü kadınları döver... Feride şaşkın, dehşet içinde sordu: — Döver mi?! Selma sesini müthişleştirerek: — Hem de ne dövme, ne dövme?. Ne tekmeler... Ne yumruklar! Ma- cide isminde bir arkadaşım vardı. Zavallı kızcağız... Bunun yaldızlı ke- Mmelerine, Şalrane cümlelerine, gü“ zel yüzüne, boyuna bosuna gönlünü kaptırdı... Zavallı Macidecik bu hain adamdan ne dayaklar yedi.:. Feride nefretle fısıldadı: — Vay canavar adami... Selmanın hakkımda söylediklerini dinlerken hayretimden donakalnmş- tım. Ne yalanlar kıvırıyordu. Bari | onun Macide isminde bir arkadaşını filân tanısam... Selma sözüne devam ediyordu: — Sönra dehşetli kabadır. Küfür bazdır.. Onun büyüyünce ne kaba, ne küfürbaz bir adam olacağı daha çocukluğundan < belliydi. Biliyorsun ya... Biz Kerimle beraber büyüdük... Daha yedi sekiz yaşında iken bize, | bütün arkadaşlarına öyle küfürler ederdi ki.. Sokaktan geçen satıcıları taşa tutardı. Bacak kadar boyile evi- nin cumbasina çıkar'sokaktan gelip geçenlerin başlarına tükürürdü. Ar- sız, sümüklü bir çoduktu... Hele Selmanın bu sözlerini işittik- ten sonra az daha saklandığım yer- den kahkahayı koparacaktım. Selma- nın, bütün bu çocukken benim yaptı- ğımı söylediği şeyler hep kendisinin marifeti İdi... Yedi sekiz yaşında iken semtteki biz erkek çocukların gözlerini yıldırtacak derecede haşarı bir kiz dı. Satıcıları kendisi taşa tutardı. Evinin balkonundan sokaktan geçen- lerin başlarına kendisi tükürürdü... Selma sözüne devam ediyordu: — Kadınlara işkence edeceği, bü- yüyünce son derecede kaba bir adam olacağı daha bacak kadar bir çocuk- | ken belliydi... On yaşında iken bir taş atmış benim başımı yarmıştı... Aman ne kuyruklu yalan... Hal- buki 10 yaşında iken o attığı bir taş- la benim başımı yarmıştı,.. Selma Ferideye anlatıyordu: — O derece edebsiz bir çocuktu ki | hepimiz kendisinden tirli tiril titrer. | dik... Bu da tamamile aksiydi/ Bizim semt-| teki erkek çocuklar, hepimiz Selma dan, bu acar kızdân korkar, tiril tiril titrerdik... Selmanın uydurduğu bu yalanlar karşısında hayretimden ne yapaca- gımı bilmiyordum. Oturduğum yer- den yavaşça kalktım. Tekrar büyük salona geçtim. Şimdi onlar da ko- nuşmalarını bitirmiş olacaklar ki kolkola büyük salona geldiler. Feri- de artık yüzüme bile bakmıyordu. Karşılaşacak olursak bana gayet s0- ğuk davranıyordu. Selma, Ferideyi -benden soğuttuğu için son derece memnundu. Âdeta saadet içinde idi. Bir aralık Feride ile dans etmek için yanma yaklaşa- cak oldum. Feride hemen arkasını çevirdi. Küçüklüktenberi yirmi sene hemen her günümüz beraber geçen çocukluk arkadaşım Selma yanıma çocukluk arkadaşıma neden hiç dik- kat etmemiştim, Fakat bu küçük, bu kıpkırmızı, bu sipsivri dilini acaba niçin dalma “benim aleyhimde söyle- mök için kullanıyordu?... Selma”bir aralık alaycı bir gülüm- seme ile: — Pek üzgün görünüyorsun.. Fe ride de artık sana iltifat etmez oldu... dedi. Sesimi- çıkarmadım. Danstan sonra arkadaşını Naci ile karşılaştım. Naci 57 - 58 yaşında hayatı baştan ayağı kadın maceraları için de geğ- miş, kadın ruhunu çok iyi anlamış bir romancı idi. Ona işi anlallım ve sordum: İ i — Allahaşkına bu genç kız benden 'ne istiyor? Güzel kadınlara karşı hak- 'kımda neden bu derece olmuyacak şeyler uyduruyor?... Naci güldü: —'Bunu bilmiydeck ne var?. Ço- cükluk arkadaşın senin için çıldır. yor. Senin için deli divane olujor... Seni bütün güzel kadınlardan, ah- baplığın pek samimi olan genç ka- dınlardan kıskanıyor... Ona derhal ilânlaşk et... 'Nacinin Sözlerine benim de aklım yatmıştı. Selmâyı küçük salonda kis- tırdım. Çıplak güzel kolundan tuttum. Bir deniz kadar yeşil büyük gözlerini hâyretle açtı... Çocukluktanberi de diği gibi: — Ne oluyoruz? diye sordu. — Hain «landru> seni pençesine almak istiyor... Bundan sonra onun kulağina ak- ma gelen en güzel icümleleri söyle- dim. Gözlerini kapadı: — Ne mesudum... Ne mesudum Evlendik, şimdi mesuduz. (Bir yıldız) SENELİK © 1400 kuruş 7700 kuruş # AYLIK — 150 » 140 » SAYLK © » 86 > 1 AYLIK: 180 3. — 3 Posta ilihadma dahil olmıyan ecnebi memleketler: Seneliği 3600, altı aylığı 1900, Üç aylığı 1000 kuruştur. Adres tebdili içim yirmi beş kuruşluk pul göndermek lâzımdır. Zimicee 17 — Kuzikasım 103 8. İmsek Güney Üğln İkinli Akşam Yatı BE. 1127 1 GAZ 9391209 LI V. SAS 650 1228 1825 An AB İdarehane: Babıtli civan Acımusluk So. TÖREN Şişli Haikeyinden: Halkevlerimizin kuruluş yıldönümü mü- rogramı saat 15te: (4) İstiklâl marşı, (2) Söylev, Halkevi bağ- kanı tarafından. (3) Mim konser, (4) «Dünyanın sonu nasıl olacak?ı mevzuun- da bir konferans, Profesör Salih Murad trafından. (9) Diploma terli, (6) Şiir, Öğ- Konan Sarıer tarafından. (7) Konser. Gece programı anat 21 de: mârji (2) Muallim Mühendisoğlu idare- #indeki Halkevimiz orkestrası tarafından konser. (8) Danslı eğlenceler. KURBAN GÖNDERENLER yaklaşarak bir kadını dansa davet Şişli Halkevi Başkanlığından: Şişli eden bir erkek tavrile; Dans ederken onun yüzüne ilk de- | den bar Cemi tarahndan dört, Kozası bay fa olarak bir erkek gözle bakıyor. | famaı tarafndan Bir İLeREii mik dum, Şimdiye kadar ona hep bir ar- e A kadaş güzile bakmıştım. Hakikaten man Kine Lİ Lİ - i 2 diş, nezle, grip, roma nevralji, kırıklık ve bütün tizma, ağrılarınızı derhal keser. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli mmm Tefrika No, 146 Nisanın yirmi ikinci günü Korkunç Filipe bir baskın yapmağa karar verildi Kefalonyaya doğru.. Şaşı Vâsilin sözlerini Hüsrev reiso anlatmışlardı Kefalonyanıh 21'nisan .. panayırı- | na yetişmek üzere, şimdilik Rodosa gidecekler, orâda bir kâç gün kaldık- tan sonra, Kefalonyaya dağru dümen kılıp açı'ücak'erdi. Donanma, nisanın on beşinci günü Rödosa geldi. Limanda “demirledi. Şaşi Vasil; «Pilip Kefalonya pana- yırında * üç günden fazla kalmaz!» demişti, Türk denizcileri Kefalonyaya nisa- nın yirmi ikincisgünü baskın yapma- ğa karar verdiler. Vasil serbes kalmak umgusile bü- tün bildiklerini söylüyordu. Üç yıldır işkence görmekten Sirtı nasırlaşmıştı. Gözünde hâlâ sevgilisinin hayali do- Yaşıyor ve kendi kendine: — Çok yakında kavuşücağız birbi- rimize.. Diye söyleniyordu. Donanma Ss gelince yeni bir hadise ile karşılaştı. O günlerde Çanakkaleden hareket eden peksimet yüklü bir gemi Rodo- sa gölirken, yolda büyük -bir korsan gemisi tarafından çevrilip soyulmuş- tu. Tıpkı dört yıl önce Kılıç Ali paşa- nın Rodosa gelmesine sebebiyet ve- ren peksimet hadisesi gibi... Fakat -bu sefer korsanlar “Türk yelkenlisini. balırmamışlar, . içindeki yiyecekleri - alarak gemiyi: . «Haydi şimdi istediğin yere gitl» diye serbes bırakmışlardı. Bu vaka o kadar yeni olmuştu ki, Hüsrev reis. -Rodosa- geldiği zaman, hâlâ dillerde dolaşıyordu. -— Acaba donanma bu mesele için geldi? : Biyenler bile vardı. Rodos beyi Mustafa bey - donanma İ 'demirleyince --derhal paşa gemisine giderek: — Hoş geldiniz! Dedikten sonra, Hüsrev reise sordu: — Korsanlara yolda - raslamadınız mı? — Hangi korsanlara?... Rodos beyi birdenbire şaşaladı: — Bir kaç gün evvelki hadiseden haberiniz yok mu? — Hayır. Mustafa bey, Hüsrev reisin birşey- den haberi olmadığını anlayınca, vakayı anlattı; — Biz sizi bunun için geldiniz san- mıştak! Dedi, Hüsrev reisin büsbütün beyni at- miş ve: — O halde tam vaktinde gelmişiz. Diyerek, korsanlar tarafından 80 yulan denizcileri amiral gemisine ça- dırtmıştı. Hüsrev reisin maksadı korsanların hangi millete mensup olduğunu an- lamaktı. Denizcilerden biri; —ı Ben çoktanberi denizde dolaşı- rım. Deniz kurtlarının hepsini tanı- rım. O gemide (Korkunç Filip) in adamları vardı, Bunlardan birini çok iyi tanımıştım, dedi. Hüsrev rels; — Demek aradığımız çaylak baş ucumuzda dolaşıyor! ..: Diye başını sallamıştı. Öteden bit başka gemici de şu iza- hatı verdi: <— Ben de uzun yıllardanberi Ak. deniz dalgalarını başıma yastık et- mişimdir. Bu çaylakların hangi mev- simde nerelerde uçtuklarını çok iyi bilenlerdenim. Fakat, ısrar edebili- rim ki, o gemide (Korkuç Filip) yok- tu. ««Nereden anladın?» diye sorar- sanız, cevab vereyim: Filip bugünler- de Kefalonya panayırına baskına ha- zırlanmakiğdır, İzini belli etmemek için, gördüğü yelkenlilerin hepsinden kaçar. Hüsrev reis bu tecrübeli denizcinin sözlerini dikkatle dinliyordu. — Hakkın vari dedi. Ben de bu fi- kirdeyim. Filip şimdi panayıra hazır- Janıyor. O halde bu yelkenlide kimler vardı acaba?. — Papanın adamlarını gördüm ben © gemide, İlk defa söz söyliyen denizci atıldı: — Ben yalan - söylemiyorum ya. Benim gördüğüm denizciler - de Fiti> pin adamlarıydı. İkinci denizci cevab verdi: — Korkunç Filip zaten en çok pap» dan yardım görmektedir. Hattâ pa- panın hazinesine her yıl gemi dolusu hediye gönderir. Bu vurgunu yapmak için, adalılara ne işkence yapmaz... Papanın donanmasına mensup olan bu gemide elbette Filipin adamlârı da bulunacak. Hüsrev reis ikinci denizcinin söz- lerini hakikate daha uygun bulmuştu. — Sen gözü açık bir adama benzi- yorsun! dedi. Biz bir kaç gün sonra Kefalonya * panayırına & gideceğiz. Haydi sen de bizimle beraber gel Belki orada, sizi yolunuzdan çeviren ve peksimetleri alan korsanlarla kar- şılaşırız, Bize onları tanıtmış olursun! Sinan paşanın bir sözü: «Romayı işgal edelim, şevketlim!» Masırlı Ahmed o gün amiral gemi- sine yerleşti. Ahmed; Mısır valisinin maiyetinde çok seneler çalışmış, arabca öğren mişti. Ona arkadaşları (Mısırlı) der- İefdi. Halbuki Ahmed İstanbulda doğmuş bir türktü. Hüsrev reis: «İkinci peksimet hadi- sesi İstanbula aksedörse, İspanyol- ların üç yıl uğraştıktan sonra, bin müşkilâtla yaptıkları anlaşmanın bir anda süya düşeceği muhakkaktır!» diyordu. Korkunç Filipin sön aylar içinde hangi tatafa hizmet ettiği, kimin he- sabına çalıştığı bir türlü anlaşılama- alşta. Gerçi İspanya kralı Filip, son ye- diği dayaktan sonra Türklere; «Aman» demiş ve bir anlaşma yap- mağa muvaffak olmuşsa da, bunla- rın dostluğuna güvenlimiyeceğini de herkes bilirdi. Greguvar gibi azgın bir 'Türk düşmanı olan eski bir engizis- yon papazı Romiada papalık maka- yanı İşgal edip dürürken, Akdenizde uzun müddet sulh ve selâmet aramak ne kadar abes ve gülünç olurdu! Bu- nu Hüsrev reis gibi, donanmanın dü mencisine kadar herkes bilirdi, Veziriâzam Sinan paşa, donanma İstanbuldan hareket etmeden önce, © üçüncü Murada; â «— Şevketlim! Tâ Yemen çöllerine kadar gidip şan ve şevketinizi ora- larda gösterdik. Tunus kalelerini fet- hederek Türk denizcilerinin kudret ve cesaretini dünyaya yaydık. Şu bir el ayası kadar yer olan Romaya da bir sefer yapsak, vallahi eminim ki, bütün dünyanın parmağı ağzında kalır ve en çok atıp tutanların bile korkudan dudakları değil, ödleri pat“ Jar!» Demişti. Sinan paşa bu sözleri pa dişaha söylerken, Hüsrev reis veziri" âzamın bir adım gerisinde duru- yordu. Hüsrev reis o zaman bu sözleri pek mevsimsiz, hattâ biraz da .mânasız bulmuştu. Fakat yolda gelirken, İmroz adar * sında sinyor Veneyro hakkında duy- duklârı; Filipin hazırlığı ve son pek» * simet hadisesi Hüsrev reisi de Sinan paşa gibi düşünmeğe mecbur etmişti. Hüsrev reis Rodos önünde yatâr- ken, kendi kendine: — Öyle ya, diyordu, şimdi Ayrupi ların biribirine düştükleri bir gün dür, Böyle bir günde Romaya bir akın yapsak, Venediği yakıp . yıksak, bize kim ne der? Bir avuç Venedik senatosile gladyaton taslaklarından mi korkacağız? Hele papanın Româr da kaç kişilik bir kuvveti vardır? ÜÇ dört bin denizel ile bir yürüyüş Yy pıp, dünyayı zaman zaman kana bo- yayan (Vatikan) kilisesinin çanlar nı yere vurmak için, bundan dah& iyi bir fırsat ele geçer mi? (Arkası var)