e di Doktor operatör Muhlis Feodal Kirk iki, kırk üç yaşlarında ya var, Ya yok!.. Dazlak kafasına bakıp onu daha ihtiyar sananlar var. Halbuki o, tutam tutam saçlarını diyet verip Bençiiğini senelerin tırpanından kur- tarmuş gibi, daima şen, daima güler Yüzlü!.. Hattâ gün geçtikçe tazeleşen bir adam!., Hastalarını mu- ayeneye oturur- ken bile yüzünde komediye çıkan aktörlerin geniş İebessümleri bu- İunuyor. İnliye 2 Sızlıya kendinden f Şifa dilenmeğe N Belen hastaları- Na karşı likayıd- Toldır?.. Hayır!.. Bilâkisi., Vilâyet doktorları arasında onun kadar hastalarına yakınlık gösteren bir doktor daha yoktur. Apandisiti Patlâmak üzere olan, safra kesesinde taşlar biriken, kangren acılarile yeri Böğü inleten en umudsuz hastalar bi- İe onun muayene masasından, üç Ay- ajmış dullar gibi sakin, nik- bin olarak kalkarlar! “Teşhislerinde Alman profesörlerin-- kine benziyen dâhiyanelik, derinlik Yoktur ama «bu böyledir!» dediği za- Man sözünde yüzde altmış isabet var- Hir!.. Ya ayak bacaktan koparılıp atı- lacak, ya karın yarılıp barsaklar kesi- İecektiri,, Fakat kasabalınm Lokman heki- Min ta kendisi!» diye hazakatini tarif doktor, operatör Muhlis Fedai öteki meşhurlar gibi dalgın ba- kili, somurtkan, Larus sahifelerinden firlamış bir ukalâ tipi değil de böyle gibi lâkayıd, kadın berberi gibi ve güler yüzlüdür! Onun bu tarafını kimse anlıyamı- Yor. Kimi her dem tazeliğine atfedi- in işlerinin tıkırında oluşun- iliyor, Halbuki onun kimseciklere benze- Miyeh bu iyi tarafları ne herdem taze- İiğinden, ne de işlerinin tıkırında olu- Şundan. Onda kendinin de arasıra İarkına vardığı bir başkalık var. Ada- Mun içi başka. Bambaşka bir ruh ta- Yor. Bu ruh dnu ikide birde sıtma gibi içinden sarsan. aklını zi- Yühasından çıkarıp meslekteki adım- larını şaşırtan bir ruhi. Artist. ruhu, sanatkâr ruhul.. pi bazı aksilikler vardır, insan i fotograf adesesi karşısında mâna- Poz alırken burnu kaşınir... Yahut arkeoloji hakkında konfe- iyi, ken yapışkan bir at sineği ti meselâ falanca binanın ren , lüzumsuz bir mesele pusallat olur ve hatibe ecel terleri lktürür, a Mu Pedninin artist ruhu da İla e DÖYle münasebetsiz zamanlar. ty gndini hissettirir. Meselâ mühim ğı burga ameliyatı sırasında tuta- tutar, elindeki mişteri bir ressa- YAR Yazan ve resimlerini yapan: Cemal Nadir... NO:2 mın fırçası, hastasının kırik bacağına sardığı alçı hamurunu bir heykeltra- şın çamur yığını zanneder. O zamana kadar işinin ehemmiyetine uygun hs- reketlerle yaralar içinde dolaşan par- makları gevşer, gözleri bir artist gibi ilham göklerinin enginlerine dalar, ge ne yaptığımı, ne yapacağını bii- mezi. Bu halinden kendi de hoşnud değil- dir. Ama ne yapsın?.. Elinde değil. Bu bir yaradılış meselesi!.. Onun muayönehanesi de bir görü- lecek yerdir. Doktorluğunun istediği derli toplu mesaiye rağmen muaye- nehanenin her köşesinde, artist ruhu- nun avareliği göze çarpar. Masasının üstünü dolduran fen kitapları arasın- da çeşid çeşid kartpostal albümleri, boy boy suluboya fırçaları, heykeltraş kalemleri yatar, Kafa taslarının, kol kemiklerinin durduğu raflarda yamrı yumru hey- kelcikler, doktorun sık sık nükseden sanatkâr ruhunun bu acalb eserleri sıralanmıştır. Parlak ameliyat aletlerine, yaldızlı kitab cildlerine bakılırsa bu oda bir operatör odasıdır!., Dizi dizi heykel etüdlerine, sanat levazımına ve yer yer saçılmış alçı parçalarına bakılırsa bu oda bir ar- tist atölyesldir!.. Fakat ne olursa olsun bu oda, Muh- lis Fedainin içinde yaşayıp kendi şah- siyetini aradığı bir âlemdir!... Bazan içinin sanat ateşile tutuştu- ğu saatlerde o burada fen kitablarını yerden yere çalar!., Aklını doktorluğun çarklarma kap- tırdığı zamanlarda o burada, birer iskatı cenine benziyen çamurdan eserlerini yerden yere vurur!.. ginlediği yer de ekseriya burası olur. Tam zıvanadan çıkmak üzere oldu- ğu, doktorluğun da, operatörlüğün de içine tükürüp kendini sanata verme- ğe kalkıştığı dakikalarda ya kapısını çalan bir hastanın iniltisile, yahud kolu boynuna asılmış bir yaralının yalvarmasile kendine gelir!.. İyi ama bu hal ne zamana kadar böyle sürebilir?.. Biçare adam, iki ha- lile arasında divaneye dönen eski za- man paşalarına dönüyor! Hem bunlar öyle kadınlar Kİ biri tab gibi çok bilmiş, astığı astık, kesti- ği kestik!., Öbürü sanat gibi çıt'kırıl- dım, nazenin, havat!.. z Doktor, günün birinde nasıl olsa bunlardan birinin kapısında can ve- recek. Fakat hangisinde?.. İşin bu karışık tarafına kendi de akıl erdire- mez, a— Yahu, ben ne biçim adamım bs?.. Doktorum desem bu kuru gürül tülerin burada işi ne?.» diye sanat döküntülerine bakar. «— Heykeltra- şım desem bu ilim kitabları, teşrih aletleri burada ne geziyor?..» diye tıb külliyatına bakar, (Arkası var) AKŞAM Türkiyedeki ekalliyetler Temps gazetesinin Ankarâ muhabirinin bir mektubu 'Temps gazetesinin Ankara muha» biri B. Louis Reviller Türkiyede yaşi» yan rum, ermeni vo yahudi ekalliyeti hakkında, uzun bir mektup meşre- diyor. Muhabir, Türkiyede bir ekal- liyet xneselesi mevcut olmadığını ve hepsinin Türk vatandaşı olarak tam bir ahenk ve vifak dairesinde yaşâ 'dıklarını kaydettikten sonra Fatihin İstanbulu zapteltiği zaman Yenağyo- su pelriklikte nasıl ipka ettiğini, 68- ki zamanlarda Fener patrikhanesi- nin hükümet içinde bir hükümet teş- kil ettiğini, hattâ patrik Meletyosun İstanbulda Anadoluda Yunan ordu- sunun muzafferiyeti için kiliselerde nasıl dualar yaptırdığını hatırlatı- yar ve milli zaferden sonra patrikha- 'nenin katiyen siyaset ile uğraşma mak ve bütün imtiyazlarından te cerrüt etmek ve yalnız ortodoksla- rıh din merkezi olmak şartile İstan- 'bulda kalmasına nasıl muvafakat edildiğini anlatıyor. Sonra ahali mü- "badelesinden bahsederek <bu, şüphe yok ki, acı bir tedbirdi, fakat itiraf et- mek lâzımgelir ki Türkiye ile Yuna- rek zekâları sayesinde ticaretin mü- him bir kısmını ellerinde tuttuklarını, yahudilerin de ötedenberi Türkiyede sükün ve huzur içinde yaşadıklarını Türkiyede, diğer memleketler gibi, yahudi aleyhdarı hiç bir cereyan mev- cut olmadığını, B. Sabri Toprağın Meclise verdiği iki kanun lâyıhasının reddini kaydediyor ve sonunda diyor ki: Lozan muhadesinin 37 ve 45 inci Yeni fabrikalar İzmitte yeni kâğıt ve sellüloz fabrikalarının inşası hararetle devam ediyor İzmit (Akşam) — Ayrı, ayrı iki müteahhide verilen yeni kâğıd ve sel- lüloz fabrikalarının inşaatı, meysimin müsaadesizliğine Yağmen, muntaza- man devam ediyor. İnşaal epeyce ilerlemiştir. Bu fabrikalardan maada memuürin ve mühendisler için ilâve- ten yapılan yeni evlerin de inşasına devam edilmektedir. Sümer Bank umum müdürile Av- rupaya giden kâğıd fabrikası müdürü B. Mehmed Ali Kâğıdcı Avrupadaki tedikikatlarını ikmal ederek dönmüş- tür. Bayarın doğduğu Celâl eve bir lâvha kondu Gemlik (Akşam) Umurbey köyün- de Büşvekilimiz B. Celâl Bayarın doğ- duğu evin cephe duvarına mermer plâka üzerine kromajla işlenmiş (Ce- 1â1 Bayar'bu evde doğdu 1883) bir lev- ha konulmuştur. Bursa maarif men- subininden müteşekkil dört kişilik bir heyet tarafından getirilmiş olan bu levha, Bursa sanatlar mektebinde yar pümıştır. Bu evin istimlâkine karar veren Umurbey köyü ihtiyar heyeti muamelesi bittikten sonra tapusunu Başvekile sunacaktır. Verem mücadele cemiyetinin Kızılay hanının ikinci katında 9 numa- rada toplanacaktır. Yazan: Arif ©. Denker ESRARENGİZ KERVAN 'Tefrika No. 84 Güldost ile Merton Kadı'nın evinde beye karşı gösterdiği derin alâkanın manasını anlamak için Güldostun yü- züne baktı. Fakat karanlıkta bir şey göremedi. Hiç sesini çıkarmadı. İçinde bulundukları sükünet, atının nalla- Gece sıcaktı, hedef daha uzaktı. İki arkadaş atlarının nallarını şakırdata- rak mütemadiyen gidiyorlardı. 13 Neticesiz araştırma Bostan - Terek yolunun aralık du- Tek yeri Upal Pazarıdır. Güldost ile bulunan iki uşak onları bir cami av- lusunda bırakarak geceyi geçirmek için bir yer aramağa gitti. Biraz sonra yanlarında hoca kılıklı bir adam olduğu halde geldiler. Bu zat Upal - Pazarın kadısı idi, Kadı efendi Güldost ile Mertona yaklaştı: — Geceyi fakirhanemde geçirmeyi kabul ederseniz, bana büyük bir şeref vermiş olursunuz. deği, Güldost nezaketle mukabele ve te- şekkür etti. Hep birden kadının evine gidildi. Bahçe kapısından içeriye gir- dikleri zaman Güldostla Merton bah- çok rahat bir gece geçirdiler Tereke doğru yola. doğru yeşli bir vasıl oldular, Mütemadiyen çıplak Te önlerine çıkıveren bu yok cuların kalblerine biraz ti. Çayırın müntehasında bir kaç ça- dır görülüyordu. Güldost ve Merton © olan misyonerin nam ve hesabına yol- culara yoğurt, meyva, çay ve biskült. ten ibaret bir öğle yemeği hazırladı. Merton ve Güldost dağ havasının ver- diği mükemmel bir iştiha ile bu basit fakat temiz yemeği yediler. Ondan sonra gene yollarına devam ettiler. Bostan - Terek dar bir ovanm mün- tehasındadır. Arazi birdenbire üzerleri. karla örtülü dağlara doğru yükselir. Bu yüksek tarafları Rus hududuna yakındır. Manzarasının emsali yoktur. Bostan - Terek mevkii zümrüd gibi yeşil bir ovadır. Bu ovanın bir tarafı göz görebildiği kadar uzanıp giden bir taş çölü, diğer tarafı ise Himalaya dağları gibi göklere yükselen dağ te- peleridir. Bu ovanın sakinleri Kırgız kabile- leridir. Kırgızlar ecnebileri sevmemez- lik etmezler. Fakat, son zamanlarda Upal ve yahud Kaşgara indikçe bol- şevikler hakkında işittikleri feci ha- berlerden dolayı Ruslardan ürkmeğe başlamışlardı. Onun için, her gördük- leri ecnebiyi Rus zannettikçe onun Güldost ile Merton da az kalsın böy- le bir şüphe ve zan yüzünden Bostan - Terekde açıkta kalacaklardı. Bereket versin Ahmed Abudu ve kervanlarını buldular, Ahmed Abud Kırgızları tes- kin etmeğe çabuk muvaffak oldu.