SARAY ve. BABIÂLİNİN İÇ YÜZÜ Yazan: SÜLEYMAN KÂNİ İRTEM —Tercüme, iktibas hâkkı mahfuzdur Tefrika No. 90 Said paşanın âyân reisliği - . Kâmil paşanın ısrarı Kâmil paşa bunu okuyunca hâzır bulunanlardan bir kısmı heyeti mec- mua halinde - münferiden değil - (vallahi) dediler. Bu sırada mebuslar- dan bir kısmı içtima salehu haricinde konuşuyorlardı; bu anda tahliften ha- berleri bile olmadı. Mebusanın edeceği yedin şekli hak- kırida tam bir anlaşma vaki olmuş bu- lunmadığı için Kâmil paşa bu suretle bir emri vaki ile bu meseleyi kapatma- ğı daha muvafik bulmuştu. © © Mebuslardan bazıları padişahın daht tahlifini istemişler idise de Kâ- mil paşa: N — Kanunu esaside böyle bir kayıd ve şart yoktur. diyerek sözü kısa kes- tirmişti. Bu teklif ile Abdülhamide ha- #liçe bir emniyetsizlik gösterilmişti! Fakat bu o kadar zararsız bir şeydi, ki. Abdülhamid o gün-hiç bir sulkasde ve taarruza değil, bundan başka bir tarize bile uğramamıştı. .. Bunun için dönüşte: yapılan alkış- JJarı daha müsterili bir tavır ile karşı- Abdülhamid daha #eBusan mecli- sinde iken İrigiltere kralından bir teb- rik telgrafı gelmişti. Bunu diğer hü- kümdarların tebrikleri takib etti. Pa- dişah ile Selânikte İttihad ve Terakki cemiyeti umumi merkezi arasında tebrik telgrafları teati edildi. O gün İ İstanbulda sokuklarda arada, sırada silâh sesleri duyuldu; bazı kazalar da oldu, O gece payitahtta her taraf donan- ” di. Yildiz sarayı da mükedmel donan- mıştı. Padişah geceleyin büyük mabe- yin dairesine çıkarak tenviralı ve sa- Tay etrafına toplanan halkın sevinç tezahürlerini seyretti. Padişahın meclisin açılma törenin- de kardeşi veliahd Mehmed Reşad efendiyi yanına almamış bulunması bu eksikliğe dikkat edenler üzerinde fena tesir yapmıştı. Acaba Kâmil pa- şa veliahde de davetname göndermek istemişti de mi lüzum görmemişti? Ne hal ise bu fena tesir mebusan meclisinin açılmasından ha- sıl olmuş sevinç içinde kaynayıp git- Muharrir Mahmud Sadık bey nec- lis açıldığının ertesi günü (Takvim- » yapraklarında) şu sözleri yazmış- (Sarayından çıkmaz, “hürriyet ke- Jimesini işitemez, mebusan meclisi sö- Zünü dinliyemez diye ve.daha neler, neler diye tasvir olunan hükümdar > dün millet meclisine geldi. Şarklılar hayal ile yaşar; muhabbet ile yaşar; kendilerini ısırmasa “Gafavarları bile severler, i rek hukuku 1 milliyemizi Pa- riste. müdafaaya yalanımın bir gün elbet hür ve mesud. bu hürriyet ve saadeti ben göremem zannediyordum.) Gördü ve tabii ilk günlerde mem- nun ve mesud oldu. . Fakat biraz dar görüşü, düşünüşü ile tam bir siyasi hayat adamı olamadan kaldı. Kazan- dığı büyük otorite ile kendisinden ge- niş mikyasta beklenen vatan hizmet- lerinde muvaffakıyeti / görülemedi. Devlet adamı sıfatile kiyaseti İttihad. ve Terakki kuvvetini bile tutmağa kâ- fi gelmedi. Fakat ilk günlerin neşesi içinde Ahmed Rıza ismi büyük tevkir ve ihti. ram celbediyordu. Mebusan meclisi açılınca her taraf- tan meclise tebrik telgrafları yağıyor- e du. uKahramanı hürriyet» Niyazi be- yin telgrafı okünürken bütün hürri- yet kahramanlarına bir tazim ve hür- met eseri göstermek istiyen mebuslar bunu ayağa kalkarak dinlemişlerdi. Eski mabeyin başkâtibi Tahsin paşa- nın telgrafını ise ıslıklar ve: — Sus! Susi Nidalarile karşılamışlardı. Mecliste 216 müslüman, 46 gayri- müslim mebus toplanmıştı. Müslü- manlardan yüz yirmisi Türk, 70 i arab, yirmisi Arnavud, altısı da diğer müs- lüman cemaatlerine mensuptu. Gayrimüslümlerden yirmi üçü Rum, onu Ermeni, dördü Bulgar, üçü Sırp, biri Ulah, bir katolik arab, dördü mu- sevi idi, Meclisin açıldığı günlerde daha mebuslar biribirlerini, isimlerini tanımazlarken kâtib Mecdi efendi mebusların isimlerini zikrederken Babanzade İsmali Hakkı beyin ismini arab harflerinde nokta farklarına dik- kat etmiyerek yanlışlıkla: — Yabanzade! diye okumuştu da İsmail Hakkı bey derhâl atılarak: — Babandır! diye tashih eylemişti! Bir içtimada da maarif programı müzakere edilirken hoca kıtlığından bahsolunuyordu. Mebuslardan biri: — Hocalık paşalık değil ki çabuk elde edilsin! diyerek istibdad rejimine bir taş yuvarlamıştı. İki kapı yoldaşı Abdülhamid idarenin şekli değişir değişmez Sald paşanın kendi aleyhi- ne döndüğünü Kâmil paşaya söyle- mişti. Sald paşaya karşı iğbirarını giz- liyemiyordu. Bu sebeble idi ki kanunu esasi mucibince intihab ve tayin hak- Kı kendisine ait bulunan âyan riyase- paşanın tayinini istiyordu. Kâmil paşa ise Said paşa gibi umur- nın tayinini iltizam ediyordu. Abdülhamid fikrinden vaz geçmi- yordu. Eskileri tahattur ederek: — Bu iki adam - Kâmil ve Said pa- şalar - biribirini çekemiyecektir. Ara- larındaki münafese devletin işlerine dokunacaktır, diyordu. Kâmli paşa tahlif için âyana geldi- ğinde Sald paşaya riyaset vazifesini tayordu. Fakat bu şüphesinde haksız- dı. Teahhur doğrudan doğruya padi. şahtan geliyordu. Kâmil paşa padişahı ikna ve Said paşanın riyasetini temin için işi müm- kün olduğu kadar talik ediyordu. Ni- hayet kurenadan emin beyi ele aldı. (Âyan meclisine rels tensib ve ta- yini zatı şahanenin hakkıdır. Ömer Rüştü paşanın'da riyasete ehliyeti müsellemdir. Ancak âyan riyasetinin mülkiyeden birisine tefvizi maslahat icabındandır. İkinci reislik askeri er- kândan birine tevcih olunabilir.) Yolunda telkinler ile Abdülhamidin Iknamı Emin beyin'reviyetine havale etti. Mabeyin başkâtibi Cevad beyin * *dahi bu hususta Emin beye yârdımile nihayet Kâmil paşanın arzı kabul edildi. Kâmil paşa bu iş için saraya gidin- ce iradenin çıktığı kendisine tebliğ edildi. Gözlerinden öperim! Nefsani fena itiyadları herkesçe malüm olan .... efendi meşrutiyetten sonra bir gün Beyazıd tamil avlu- sunda sadrazam Said paşanın dama- dı Şürayı Devlet maliye dairesi reisi Nuri beye tesadüf eder ve hal, hatır sualinden sonra Said paşaya selâm gönderirken: — öperimi! Der. Nuri bey kayınpederinin böyle tulacağını bildiği halde sırf muziblik olsun diye bu sözü aynen Sald paşa- ya nükleder. Paşa yüzünü ekşitir ve; (Arkası var), N ei t 954 — Salı Öğle neşriyatı: Saat 1230 Piâkla Türk musikisi, 12.50 Havadis. 13/05 Plâkla Türk musikisi, 1930 Muhtelif plâk neşriyatı. 14 Son, Akşam'neşriyatı: Saat 18,30 Plâkla dans musikisi, 19 Nebil oğlu İİ: Hakkı 1940 KONFERANS: Bey Halkevi nanıma: . Operatör -Mahri Arel (Cerra- hinin hudut, vo imkânları). 1955 Borsa ha- berleri. 20 Kinsik Türk musikisi: Okuyan: Nuri Halil, Keman Reşat, kemençe Kemal Niyazi, tanbur Dürrü Turan, Ney Tevfik, kanun Vecihe, ut Sedat, nisfiye Selâhaddin Candan. 2030 Hava raporu 2038 Ömer Rıza tarafmdan arabca söyler. 2045 Ra- dife ve arkadaşları tarafınd. Türk mu- sikisi ve halk şarkıları. (Saat ayarı). 2115 Tahsin ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları; 2150 Orkestra 1 - Rossini: Wiheln “Tell Ouyerture, 2 - Tschalkowsky: Valse des Fleurs. 3 - Mas- senet: Pensâe d'Automne 4 - Grleg: Norwegischer: Brantzuğ. 6 - Armandola: La petite Ross, 2245 Ajans haberleri. 23 Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 28,20 Son ha- berler ve ertesi günün programi 23,30 Son. Ankara — Öğle neşriyatı: 1290 - 1250; Muhtelif piâk neşriyatı, 1250 - 13,5: Plâk: Türk musikisi ve halk şarkıları, 19,15 - 1330: Dahili ve harici Mn Akşam neşriyatı: 1030 - 19: Muhtelif plâk neşriyatı, 19 - 1930: Türk musikisi va halk şarkıları (Servet Adnan ve ar- kadaşları) , 1930 - 19,45; Sant ayarı ve 20,15 de, dans havaları — Berlin 20,10 da, sevilen uvertürler — Radio Toulouse 20 de, Milâno 23 de, operaya devam — Lüksem- bug 23,15 de, varyete — Varşova 33 de, dans muzikası — Prag 23.15 de, dans rmuzikası. zikası, 135 de, gece konseri — Londra 2425 de," dans muzikası — Peşte 2420 de, çigan muzikası, & 16 Şubat 938 Çarşamba İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla 1250: Havadis, 13,05: fından, 1955: Borsa haberleri, 20: Nec- meddin Rıza ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 2030: Hava raporu, 2033: Ömer Rıza tarafın- dan arabca söylev, 2045: Nezihe ve ar- Kadaşları tarafından Türk musikisi ve balik şarkıları (Saat ayar), 21,15: Fal sâz heyeti: Okuyanlar: İbrahim All, Kü- çük Safiye, kanun Muammer, Hamdi klâ- 1 - Liszt: Rhapsodle No, 14, 3 - Artemle Aux petite village russe, 3 - Gregh: Nuits ler ve erlesi günün programı, 23,30: SON. “KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarini Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelll mam Tefrika No. 144 “ Sinyor Veneyro sahillerde yakaladığı eski türk , denizcilerinin gözlerini oyup denize atıyor, oğul!,, — Ben ne yapıp yapar getirirdim. Onu, Sinancığım! Neden bunu ben- den sakladın sen?... Sinan tekrar gözlerini enginlere çe- virdi. Kendi kendine hazin türküler söy- Jemeğe başladı. 'Yusu! nöbete gidiyordu. Güvertede gürültülü konuşmalar vardı. Yusuf, Sinanı nasıl olsa avu- tacak ve sinirlerini yalıştırmağa, onu teselliye çalışacaktı. “ «Ben sinyor Veneyroyu gözümle gördüm!» İmrozlu ihtiyar bir balıkçı, küçük ,Kayığile Kırlangıçın teknesine ya” aşmış bağırıyordu: — Geminin kaptanına iki sözüm var, Müsaade edin de yukarı çika- yım i eventler kayıkçıyı kadirgaya çi- karmıyorlardı. — Ne diyeceksen bize söyle... Diyorlardı. Sinan gürültüyü işitti. Kadırganın başından seslendi: — Bırakın bakalım, gelsin. ne söyliyecek! İhtiyar kayıkçı kadirgaya tırman- dı. Yukarı çikti. Sinan da baş taraftan sancak di- reğine doğru ilerlemişti. İhtiyar kayıkçı, uzun zamandan- beri İmroz adasında oturan eski Türk denizcilerindendi, Sinan reis sordu: — Sen nerelisin, baba? — Antalyalıyım, oğul! — Kaç yıldır buradasın? /— Dokuz yıldır... Adın ne senin? — Hüseyin... Ve uzun sakalını sıvazlıyarak ilâ- ve etti: — Ben de bir vakitler sizin gibi de- nizlefde üçan * bir marti idim. Şimdi kanatlarım kırıldı, Bacağımdan sa- kât kaldım. Burâda kıyıkçılık yapa- Tak geçiniyorum. — Ne söyliyeceksin, > anlat baka- um? '— Sizi burada gördüğüme ne ka- dar sevindim, bilseniz! o Çoktanberi gözlerim yollarda bir Türk teknesi gelsin diye bekliyordum. vi Başını önüne eğdi. Çok heyecan- ayda... ,Sözüne devam etti: — Bilmem, tanır musiniz? İstan- bulda bir vakitler sinyor Veneryo adlı bir Venedik elçisi vardı. Bu adam bügünlerde buralarda — çök' dolaşı- yor. Güliba Sizin Akdenize çıktığınız- dan da haberi yok. Haberi olsaydı, burâlürda görünür muydu? Sinan reis gözlerini açarak, ihti- yarı dikkatle dinlemeğe başladı. — Sinyor Veneyro mu dedin? — Ta kendisi, oğul! O firavunu bir ele geçirsem, alimallah etlerini di- şimle didikliyeceğim, Benim bacağı- mı sakat bırakan odur. --- Ne diyorsun, Hüseyin .baba... Seni sakat bırakan o mudur? — Öyle ya. - Siz hiç Cibalideki Ve- nedik sahilhanesi “baskınında baca- ği kırılan bir denizci duymadınız rai? İşte o, benim, Sinan bu vakayı hatırlamıştı. Şimdi ihtiyar Türk denizcisini da- ha'derin bir alâka ile dinliyordu. -— Demek onun buralarda dolaştı- ğını duydun, öyle mi? — Duydun demek te lâf mı, oğul? Ben o canavarı gözlerimle gördüm. Büyük bir Venedik.kalyonunda kor- sanlar gibi dolaşıyor. — Bir gemi ile mi dolaştığını gör- dün? — Evet, bir kalyonla, Fakat, sani- yorum ki, onlar bir kaç tekne ile bir- likte dolaşıyorlar. — Peki amma, sen neden korku- yorsun ondan?... — Ben korkmayım da kim kork sun, oğul? Herif buraya gelirse, be- ni limanda tanır... Ve derim! yüzer. — Bütün adalılar da korkuyor mu : ondan? a — Korkmaz olurlar, mı? Herkes | kuşkuda. Ha bugün gelecek, ha yi rın baskın yapacak diye hepimizin yüreği oynuyor. i j — Buraya gelip ne yapacak 0? 4“ Zengin adalara gider... z — Onun parada pulda gözü yok: fur, aslanım!" .O, Türk düşmanıdır. © Ve Türk donanmasında denizcilik yas panlardan çok çekinir. Bizim gibi €ski denizcileri nerede görse, yaka" layıp gemisine alıyor ve gözlerini oy- * duktan sonra tekrar denize atıyor. Sinâanih tüyleri ürperdi; — Böyle bir vaka duydun mu . hiç?... Şi — Aman oğul, duymasam söyler ; miyim? Avlonya sularına kadar uza mış... Oralardaki köylerden Ahmed; © isminde benim gibi eski bir denizgi- N yi yakalayıp gözlerini oydurmuş... Kendisini denize atmış. Cesedini #& hilde bulmuşlar. — Bunu kim anlattı sana? — Oralardan gelen bir yolcu... Bİr değil, iki değil. Bunun gibi kaç kişi nin canını yakmış, Hattâ bir tan&- si de, gözleri kör olduğu halde yüze © rek Rodosa gitmiş, Onun adını unut © tum. Rödosa uğrarsanız, o zavallıyı orada muhakkak görürsünüz! Sinanın tahammülü taşmıştı. — Vay alçak vay! Onu ben İstan- bulda iki kere gebertmek istedim de, . Kılıç Ali paşa elimi tuttu, Yılanı koy” numuzda < yıllarca besledik, Serbes bıraktık. Şimdi bizim kuyumuzu ka- Zıyor ve Akdenizde korsanlık yapi” yor demela?! : Diye bağırmağa başladı. - Hüseyin dayı çok dertli olmakla e) beraber, çok ta kulağı delik bir ih- tiyardı. — Oğul! dedi - sakın bu adamın tuzağına düşmeyin! O, eski kahbe- lerdendir. İnsanı daima arkasından vurur. Gönül İster ki, onu gemisile, avenesile birlikte yakalayıp geberte o siniz! 5 j — Sen bunları, adaya çıkan bizim . N arkadaşlara anlattın mı? >> — Hayır. p — Ya'bu kadar gemi içinde beni nasıl seçtin de geldin buraya? İhtiyar denizci gülümsedi: — Sahilde iki levent senden balhi- . sediyorlardı, oğul! Uzaktan gemini göstererek: «Bu kadırga Sinana I# yıktı. Adanın önünde sülün gibi du- Tuyor. Allah- nazardan saklasın!» 4 diye konuşuyorlardı. Bu kadirgad$ ğ senin gibi bir aslanla karşılaşacağını i umarak koşup geldim. — Seni bizim kadırgaya alsam, benimle gelir misin? İhtiyarın gözleri sulandı: — Ben ne işe yararım, oğul! Es. fam bunamadı... Kollarım kuvveti, fakat, bir bacağım sakattır, Yol yö” rüyemem ki... z — Deniz üstünde yol yürüyecek d& Zilsin yal © Vaktile gemilerde ne İŞ yapardın? — Dümenci idim. Akdenizde #€X“ tanın bilmediği yerleri bilirim. | z — Kaç yıl dolaştın Akdenizde? . — Kırk yıldan fazla... On yedi bö” ; yük sefere iştirâk ettim. Dört bö Şix kaptan paşaya hizmetim vardır. D* Ni nize hâlâ doyamadım, oğuli Bur# da şu gördüğün küçücük teknsğ? Sİ bazan kendimi paşa gemisinde *#& iz narak gururlanırım, öyle göğü” kabarır ki... — Haydi öyleyse gel benimle, Sinan, ihtiyarın omuzunu okş1Y8” yi Tak sordu? N Mi — Burada kimsen yar mı? 3 (Arkası var)