e e e ev, 78 Kânunusani 1938 — em Fahri, Muallânın evinden çıktığı gok mahzundu. İçinden: «Bu kadını beni deli“edeceki.> diyordu. Hakikaten Fahri de deli olmak Üzere (ii, Bu, gözlerininiçi bin bir mina Bolu, yanakları çukur, güzel vücutlu genç kadını çılgınlar gibi seviyordu. BPahrinin bütün dll dökmeleri boşa gi“ diyor, Muallâ aşk bahsine hiç yanaş- muyordu. Delikanlı ne zaman kelbi- nin içindekileri anlatmağa kalkışssa genç kadın: — Bırak.,. Bunlardan bahsetmiye- im... Aşktan başka her şeyden kö- huşabiliriz... diyerek kesip atıyordu. Halbuki Fahri günden güne ateşleni- yordu. Artık Muallânın insafsızlığına tahammül edecek kudreti kalmamış» tı. Geceleri uyuyamıyordu. Gündüz- leri doğru dürüst çalışamıyordu. Bar gının içinde Mualiâdan başka hiç bir şey yoktu. Genç adam artık bu ümidsiz sev- dadan kurtulmağa karar vermişti. Fakat nasıl Muallâyı unutmak mümkün değildi... Dalgın dalgın yü- Türken birdenbire omuzuna birel dokundu. Döndü, baktı, arkadaşı Mu- âmmer... — Yahu bu ne dalgınlık?,.. Omu- zuna dokununcaya kadar yanına yak- laştım da beni görmedin... Fehri cevab verdi: — Muammerciğim, dedi. büyük ... Fahri bugün derdini dökecek bir insan arıyordu. Muammeri görünce Adetâ sevindi. Bir birahaneye oturdu- lar, Muammer: — Derdin ne imiş bakalım?... dedi. Fahri başını iki tarafa salladı; — Aşıkim azizim “âşık... dedi. Sev- diğim kadın da bana bir parçacak ol- #un yüz vermiyor... Bu ümidsiz aşk- tan kurtulmak mümkün olsa herşeyi yapacağım ... Muammer; — Düşündüğün şeye bak azizim... dedi. Aşktan kurtulmak mı?... Bun- dan basit şey mi var? Şimdi ilim, fen, tababet ilerledi. Doktorlar uyuzu te- davi ettikleri gibi aşk hastalığına tu- tulanları da mis gibi tedavi ediyorlar, Hem de nasıl biliyor musun?.. Müshil Mlâcı ile,.. Bir doktorumuzun gazete- lere beyanatını okumadın mı?... Aşk hastalığına tutulan ümidsiz âşıklara kuvvetli bir müshil ilâcı veriliyormuş. Âşık bundan sonra bir kaç gün kimse İle görüşmüyormuş... Aşkı biraz tep- Teşince tekrar” bir müshil daha alı- yormuş. Böyle böyle bir hafta içinde aşktan maşktan eser kalmıyormuş. Ben de aynen bu metod üzerine ken- di kendini tedavi etsene... Müammer aşkın nasıl tedavi edi- leceği hakkında daha uzun uzun iza- hat verdi. Yavaş yavaş Fahrinin de bu işe aklı yatmağa başlamıştı. Öyle Ya aşk bir hastalık değil miydi? O niçin tedavi edilmesin? Belki Aşk tedavisini garib bulanlar olabilir» «iİ. Fakat her büyük keşif ilk zaman- lar insanlar tarafından garibsenmişti. Bu sırada Muammer ona: — Bende aşk tedavisi hakkında bir Derdim Makale yar. Hem de çantamda... de- di. Oku da ona göre hareket et. Muammer çantasını açtı. Bir çok kAğıdlar karıştırdı. Aşk tedavisi hak» ki makaleyi buldu. Fahriye İki arkadaş birbirlerinden ayrılâr . Fahri eve giderken kendi kendini Dasıl tedavi edeceğini düşünüyordu. Bu aşk derdinden kurtulmak için her #eyi yapmağa hazırdı, O akşam ec- Yansye uğradı. Gayet büyük bir şişe hindyağı aldı. Eczacı ahbabı (di. Ona Bordu: 1. Bozacı abı N — Hasta mısınız? Mideniz, barsak» mı bozuk ... ri başını salladı: — Onun gibi birşey... kat © gece eve pek bitkin gelmiş- ve günü de mezundu. Hindya- ertesi sabah içmeğe karar verdi. leyin erkenden müshlli aldı. sâat sonra karnında hafifden sancılar başlamıştı. Masanın idea de duran boş hindyağı şişesine şefkatla bakıyordu. İşte kendi- tu büyük derdden kurtaracak olan çük şişe idi. Demek bir hafta düşüne geçecekti. Artık Muallâyı battı, Hyecekti. Bundansonra ra- — e — — 'Tam bu sırada telefon çaldı. Fahri telefonu açtı. Muallânın sesi: — Allo... Fahri... diyordu. Genç adamın kalbi heyecanla çarpmağa — Allo... Evet benim... Musllâ kulâklarıma inanamıyorum. Sen mi beni arıyorsun? Hangi dağda kurt öldü? Muallâ telefonda tatlı sesile: — Fahri... diyordu. Dün akşam sen gittikten sonra uzun uzun düşün. | düm ve sana karşı hakikaten çok fe- | na hareket ettiğimi anladım. Sen bar na bütün samimiyetinle açıldın. Kaç kere bana evlenmek teklifinde bulun- dun. Seni dinlemedim bile... Fakat şimdi kendimde büyük bir değişiklik hissediyorum. Zannedersem senin de- ima yanımda iken söylemek istediğin şeyleri artık uzun uzun hattâ zevkle dinliyebilirim... Güzel bir sonbahar günü değil mi? Sen de bugün çalış- mıyorsun... Bir otomobile atlarız. Uzaklara gideriz. Seni uzün uzun din- Uyebilirim.... Fahri şaşırmıştı: — İnanamıyorum... Bu saadete inanamıyorum Muallâ ,.. diyordu... Seninle ne zaman buluşacağız?. — Hemen şimdi, Taksimde... Ben evden çıkıyorum... 15 dakikaya kadar oradayım... — Peki Muallâcığım... Ben de şimdi evden fırlıyorum... Fahri telefonu kapadığı zaman S€- vinciriden zıpzıp sıçrayordu. Bir aralık gözüne masanın üzerinde duran boş hindyağı gişesi ilişti: — Artık senin bu evde işin yok!... diyerek şişeyi kaptı, pencereden di- şarıya fırlattı. Çabucak giyindi. Tak- sime koştu. Biraz sonra Muallâ da geldi. Genç kadın bugün bambaşka bir insan olmuştu, Fahriye öyle bir sokuluşu vardı ki genç adam kendi- sini âdetâ tatlı bir rüyada sanıyordu. Hemen bir otomobile atladılar, Yol- da Muallâ tatlı bir gülümseme İle: — Hani senin dalma bana söylemek Wstediğin ve benim de: «Bunlardan bahsetmiyelim...» (dediğim şeyler vardı... Kim bilir bana ne kadar gü- zel, ne kadar şiirli cümleler söyliye- cektin, Haydi bugün seni dinliyorum Fahri... dedi. Hakikaten Fahrinin içi aşkla dolu 1di, Güzel, şiirli cümleler bulup Mu- allâya söylemek Üzere idi, Fakat tam bu esnada karnında öyle müthiş bir sancı başgösterdi ki... Genç adam hakikaten müthiş bir vaziyette idi. Ne yapacağını şaşırmıştı. Birdenbire hiç farkında olmadan karnındaki sancıdan yüzünü buruşturdu. Mualâ onun bu halini görünce şaşırdı. — Ne duruyorsun Fahri, söylesene. Hani dalma söylerdin... Yoksa bana Karşı içinden birşey gelmiyor mu? Fahri oturduğu yerde hafifce kıv- randı. — Geliyor... Geliyor amme... — Amması nedir? Geliyorsa söyle. Fahri şaşkın şaşkın otomobilin pen- ceresinden dışarıya bir göz attı. Vay, vay, vay... Şimdi şehirden dışarıya çıkmışlar, çâyırlardan, tarlalar ara sından geçiyorlardı... Aksi gibi böyle yerlerde de 100 numara filân bulmak çok müşküldü. Halbuki karnındaki sancılar kendisini mahvediyordu. Ak- AKŞAM siliğe bakın ki Muallânım aşkından tamamlle kurtulmak için şişedeki hintyağını da son damlasına kadar içmişti, O feci vaziyette bir aralık arkadaşı Muammer aklına geldi. Dudakları srasında ona bir küfür mırıldandı. Muallâ: — Bana birşey mi söyledin? Anla- madım... diyince hemen kendini top- ladı. Muallâ ona cesaret vermek için: — Biliyorum... dedi. Bana karşı ce- saretin çok kırıldı. Bu da benim kaba- halım... Seni dalma susturdum, çe- kiniyorsun... Söyle Fahri, herşeyi söyle... Fahri kendisini topalayıp Muallâ- ya hiç değilse bir kaç güzel şey söy- Jemeğe hazırlanirken barsakları ko- pacakmış gibi karında müthiş bir sancı başladı. Bu vaziyette bu gezintiye dev&ma imkân yoktu. Fahrinin aklına bir çare geldi. Kamındaki sancılar artık tahammül edilemiyecek bir raddeye gelince: — Aman Muallâ... dedi. Ben eve dönmek mecburiyetindeyim. Muallâ ters ters sordu: — Sebeb? Fahri o derece şaşırmış bir halde idi ve o derece karnındaki sancılar artmıştı ki, söylediği şeyin son derece- de münesebetsizliğini bile farkede- medi, Bir yalan uydurdu: — Sebeb mi7... Sebeb... Şeyi... Mutfağın kapısını açık bıraktım ga- Mba... Halbuki et almıştım. Ya kedi yerse... Muallâ kaşlarını çattı: — Derhal dönelim... dedi... Demek benim yanımda iken aklına mutfakta- Ki et geliyor ha. Fahri içinden: «Sen de benim va- ziyetimde olsaydın eve dönmek için ne yalanlar kıvırmazdın ki...» dedi. Fakat sevgilisinin elini tutarak: — Fakat Muallâcığım... Vaziyetimi bilmiyorsun ...Halimi bir anlasan. — Sus.. sus rica ederim,.. Sevdiği kadının yanında böyle hareket eden bir adam tasavvur edemem... Hemen dönelim... Beni evime bırakmana lü- zum yok... Taksimde inerim. Ve dödüler. Taksimde indi. Üç gün sonra Fahri yine mahzun mahzun | 'Tepebaşından geçiyordu. Muammer onun yanına yaklaştı, sordu: — Nasıl kardeşim... Müshilin iyi te- sirini gördün mü?... (Bir yıldız) Bu akşam Nöbetçi eczaneler ; Pangaltıda Nargileciyan, Tak- Şişli İBrgi — yan Karagümrük: Ahmed Suad, Bakır- Köy: Merkez, Sarıyer: Nuri, Tarabya, Yeniköy, , Rumelihisarinda- ki eczaneler, Aksaray: Cerrahpaşa- da Şeref, Beşiktaş: Nail, Fener: Emil- yadı, Beyazid: Kumkapıda Belkis, Kadıköy: Pazaryolunda Rıfat Muh- tar, Modada Aladdin, Üsküdar; İtti- had, Küçükpazar: Hasan Hulüsi, Sa- maya: Kocamustafapaşada Rıdvan, Alemdar: Divanyolunda Esad, Şehre- mini: Topkapıda Nâzım. e |» i i R iş, nezle, grip, tizma, nevralji, kırıklık ve bütün ere İla ener: İzakinde günde 3 kaşe almabilir. Grip, Baş, ve Diş ağrıları Nevrajji, Artritlzm , Romatizma | Tünmek gerekti. Altınları Tarihi Dırahşan çok telâşlıydı. “ Paşa efendimizi göreceğim, KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli Sahife 11 Tefrika No, 130 hemen haber veriniz ...,, dedi Dırahşan elçinin çok hoşuna git- migti, — Sen ne açık gözlü bir kadınsın! Diyerek, saatler geçtikçe Dırah- şanın yanına sokuluyor, onu iyice av- lamak istiyordu. Venedik balyözüne böyle bir kad- dın ne büyük hizmetler görebilir, ne yararlıklar gösterirdi. — Ben, senin gibi bir kadını gök- 16 ararken, yerde buldum. Vallahi Allahın talihli kulu imişim. Dedi... Dırahşanın ellerini avucu- nun içinde sıktı: — Sinan paşa o kadar budala bir adamdır ki, dedi, geçengün elçileri huzuruna kabul ettiği zaman belim- de küçük bir hançerim vardı. Belki yoklarlar diye, orada bu hançeri pantalonumun içine sokuverdim de farkına bile varmadı. — Sizin Hançerinizden ona ne?... — Bu, sarayın bir âdetidir. Ora- ya girenler, yanlarında silâh taşımaz- lar, Bazan da insanın üzerini mus- yene ederler. Dırahşan kahkahayla güldü; — Demek veziriâzamı o atlattınız da haberi olmadı ha!.. İşte buna İ sırtüstü yatıp ta gülmeli. Ben bile yaptığıma (içimden | gülüyordum. Veneyro epiyce sarhoş olmuştu, Bir aralik koynundan bir kese al- tin çıkararak Dırâhşâna uzattı: — Al bunları yavrum! Yarın ken- dine güzel bir elbise al. Ve'buraya sık sık bir asilzade gibi gel. Dırahşan para görmemiş bir ka- dın değildi. Fakat, elçiye böyle gö- avucunun içine alâr... Görmemişler gibi, göz lerini açarak bağırdı: — Bunların hepsi benim mi? — Evet.. hepsi senin! Başka s6 fer geldiğin zaman daha çok verece- gim. — Bu peraları bana neden veri- yorsun! — Elbise alman, süslenmen için... — Bunlar çok gelmez mi? Ben beş altınla baştan tırnağa kadar süsle- | nirim, — Kiymetli elbiseler, mücevherler almanı ve karşıma prensesler gibi gelmeni istiyorum. — Sonrâ?... — Sana bir iş vermek niyetinde- yimi Bilmem ki onu kolaylıkla ya- pabilecek misin? Dırahşan süzgün gözlerini elçinin yüzüne dikti: — Vallahi siz bana her zaman böy- le para verirseniz, ben dünyayı altüst ederim. Veneyro Dırahşanın kulağına eğildi: — Dünyayı sitüst etmeğe lüzum yok. Bir kişiyi yere sermek kâfidir! — Bir kişiyi mi? Venedik elçisi güldü: — Evet. Bir kişiyi. onu, — O da kim? — Haniya demindenberi adı geçen bunağı... Dırahşan tekrar kâhkahalarını sa- vurmağa başladı: — Adam sen de. O budalayı yere sermek te güç birişmi sanki? Weneyro sevinç ve neşe içinde gü- Tüyordu. Şarap kadehleri sık sık boşalıyor, Venedik elçisi artık yerinden kalka- mıyacak bir hale geliyordu. Dırahşan bu sırada, yatağın ke- narında asılı duran bir sedef tesbih gördü. Venedik balyözünün gözleri kapan- işti. — Haydi yatalım artık, meleğim! » » Ertesi sabah sinyor Veneyro uyan- dığı zaman Dırahşanı çoktan kalk- mış ve hazırlanmış bir halde, ayak- ta buldu. Dırahışan çok telâşlı görünüyordu. a Veneyro gözlerini oğuşturarak sor- bu: — Neden böyle erkenden kalktın? — Ah, sormayın sinyori Benim belâli bir dostüm vardır. Sabahleyin evde bulunmağa mecburum. Eeni, gelir de evde bulamazsa mahvolu- rum, Veneyro yatağından başını uzattı; — Sana Rozitanın neden gözden düştüğünü soracaktım! Bunun hak- kında bana malümat getirebilir mi- sin? — Bunu öbür.sefer geldiğimde gö- rüşürüz, sinyor! Şimdi vaktim yok. Allaha ısmarladık... Sinan paşanın konağında.. Dırahşan, Sinan paşanın konağı na koştu. Veziriâzamın kâhyası Bi- Jâl ağa Dırahşarı kapıdan karşıladı: — Hayrola, sarı çiçek? Böyle sa- bahleyin kargulur yuvasından çık- madan nereden geliyorsun? Dırahşan çok telâşlıydı: — Paşa efendimizi göreceğim. He- men haber veriniz! Dedi. Bilâl ağa soğukkanlı bir adamdı. — Paşa elendimiz henüz uyanma- mıştır. Uyansa bile haremden çık- mayınca, yanına gidemeyiz. Dedi ve Dırahşanı başından sav- mak istedi. Gerçek Sinan paşa hâ- remden çıkmadan, kimse ile görüş- mez ve misafir kabul etmezdi. O an- cak padişah tarafından davet edilir- se, kendisine böyle bir haber geldi- ği bildirilirdi. Sinan paşa çok sert ve asabi bir vezirdi. Bir dediğini birdaha söyle- mezdi. Uşüklar, seyisler, haremağa- ları karşısında tirtir titrerlerdi. Bilâl ağa genç kadının kolundan çekti: — Hele dur bakalım. Mademki mü- him bir iş için geldin. bir kere ha- reme gideyim; paşa efendimizin kal- Paşanın kâhyası Dırahşanı oda- sına aldı. Koşarak merdivenlerden çıktı.. ha- rem dairesine geçli. Sinan paşa ye- ni uyanmıştı, Bilâl ağayı telâşlı görünce: — Saraydan mı çağırıyorlar? Diye sordu. Sinan paşanın gözdelerinden biri paşanın omuzlarını oğuşturuyordu. Bu da bütün kadınlar gibi çok kıs- kanç bir Çerkes dilberi idi, Bilâl ağanın: «Çengi Dırahşan geldi!» de- meğe dili yarmıyordu. Bir şeyler söylemek isteği. yutkundu, öksür- dü. Fakat ağzını açamadı. Sinan paşa vaziyeti anlamıştı. Gözdesine dönerek: — Haydi yavrum benim cübbemi getir.. hava serince. Arkama alıp kalkacağım. Dedi. Çerkes dilberi yanındaki odaya geçince, Bilâl ağa veziriâza- mın kulağına eğildi: — Beni affediniz, devletlim! Sizi rahatsız etmek istemezdim amma, çengi Dırahşan telâşla geldi. sizi görmek için çok ısrar etti. Mühim diyecekleri varmış devletlim! Sinan paşa, Dırahşana verdiği va- zifeyi unutmamıştı, —İyi ki geldin, Bilâl! Onu darılt- mağs gelmez. Odanda oyala biraz. ben şimdi haremden çıkacağım. Dedi. Gözdesinin getirdiği cübbe- yi giydi... Abdest aldı. Bilâl ağa odadan çi- kınca veziriâzam da çarçabuk ha- zarlandı. Gözdesine; iArkası var) i j | İ !