| AE EE E inle Ts PAZARTESİ “KONU ŞMALARI ? ————————— iKiNCi MEKTUP — Paul Valâry'ye — Aziz şair; Cevabımızın son kısmı üzerinde dü- şündüklerimi ikinci mektubuma bi- rakmıştım, Şiir için bir şairle, hem de sizin gibi büy'ik bir şairle fikir konuş- ması yapmak, ne büyük bir zevk. Muh- telif vesilelerle tarif ettiğiniz, hattâ bir manzumenizi bu mevzua verdiği- niz şiir, insan ruhunda sevki tabii gibi değişmeyen bir hasse: sens. Güzele meftunluk ve bu meftunluğu söyle xaek ihtiyacı; görmek, işitmek, tatmak ve kokl&mak gibi hayati bir hususiyet xe bir melekedir. Hangi içkide bir mem- ba suyunun asil iplidailiği ve değiş- mezliğini bulabiliriz ve hangi gıda, ye- ni doğan bir çocuk için ana sütünden daha lezzetlidir? Şiir böyle iptidai, fa- kat böyle bozulmamış basit bir şey. En munis ve en cana yakm mısralarda bile uk atalarımızın masum ve saf vahşiliğini bulmuyor muyuz? Kolay teslim olmıyan, kendini her ras geldi- gine açmayan ketum, hattâ inatçı ve Asi bir mizacı var. Söz, esasen böyle değilse şiir olabilir mi?, Bence şiir, düygulafın zekâ haline gelmesi, sinirlerdeki şiddetli titremele- rin bir takım çizgiler şeklinde kelime- lerle kâğıt üstüne çizilmesi ve bu çiz- gilerin ihtizazlara inkılâp edip manâlı bir çekirdek et- rafında en şiddetli bir bamle ile birle- gerek onu yaratabilir. Nitekim beşer tarihinin karanlıklarına doğru gerile- dikçe şiirin her şey olduğunu görmüyor. muyuz? Din, sihir, her şey onda toplan- mıyor mu? Onun için şiir, ilk insanın, birinci âdemin yadigârıdır. Bize, kendinizden şikâyet manâsı da içinde olarak, bu kıymetli yadıgâra sadakat ve bağlılık tavsiye ediyorsu- nuz. «Garpta şiir bir lükstür, bir ihti- yaç değildir». diyorsunuz. Ayni sızla- mayı ben de size tekrar edeceğim. Biz- de şiir, münevverlerimiz için bir lüks bile değil. Şiir, halkta ve çocuklarımız- da yaşıyor. Ancak onların masum ha- yalleri için bir ihtiyaç olmaktan he- nüz çıkmadı. Türk şiiri, en çok halkta ve çocukta muhatabını bulmaktadır. Verdiğim bu haberle üzüleceğinizi bilmiyor değilim. Fakat size doğruyu Ssöylemeği kendim için bir vazife bili- rim, Şiirin yüzü, bizde de bir sonbahar hüznü ile sarıdır. Fakat ne yapayım, bal böylel... Bunun sebebini sizin şu doğru hükmünüzde bulabiliriz: «Garp usullerinin zaif noktası, hemen hemen marazi bir şekilde genişlettikleri maddi kıymetlerin ezici tahakkümüdür.» Bu tahakküme mevzu olmak istemiyen her | fert ve her millet, maddi kıymet bakı- mından kuvvetli olmaya mecbur değil mi? İlim; insanların birbirini ezmesi- ne vasıta ittihaz edilirken; teknik, be- şer ihtiyacını doyuracak şeyleri bıra- kıp öldürücü maddeleri yapmaya ko- yulmüuşken, bir derenin kenarında, mehtabın suda akislerine dalarak şiir Yazan: Perihan Parla — Çok istedim ama olmadı. — Neden? Sen istedikten sonra kim mâni olabilirdi? — Hayatta, arzu edilen her şeyin tahâakkukuna imkân var mıdır? — Belki yoktur. Fakat senin için bu varid olamazdı. Teyzelerinin seni hiç bir arzundan mahrum etmedikle- Tini gene senden duymuştum. — Ona şüphe yok!.. Yalnız, bu arzü- ma mani olan teyzelerim değil, hâdi- GÖNÜL HINCI söyleşmek için lüzumundan fazla dal- gın ve vurdum duymaz olmak lâzımdır. Yaşamak isteyen canlılar için her şey- den önce okendini koruma» insiyakı gelir, Bu kuvvetli sevki tabii, hangi ferdi ve hangi milleti, şiirin mücerret ve münzevi âleminde büyüleyip tut- maya mukledirdir?. Bugünün dünyasında görüp tanıdı- ımız iki büyük faaliyet mevzuu var: Kuvvet ve eğlence. Hasmını yumruk- Tuya yumrukluya sersem edip ringin dışına atmağa muvaffak olan bir boks- cu, çok kısa bir zaman içinde soygun vücudile seyircilerini avutan bir dan- söz, sinema İle şekli ve sesi kolayca makledilebililr. hale gelmiş bir artist, bunların canlı birer remzidir. Bir şal- ri dinlemek için hangi memlekette, bir futbol maçını seyredenlerin yekünunu bulmaya imkân kaldı? Bu bir hakikat- tir; acı veya tatlı. Biz, bu umumi halin müstesnası değiliz ve böyle olmak için sizlerden hiç bir ayrılığımız yoktur. Ses madenileşiyor, hacim satıhlaşı- yor ve nihayet fikirler Nendesileşmelk- tedir. Trokaderodaki edebiyat sergisin- de grafik haline getirilmeğe çalışılmış olan muasır Fransız edebiyatı buna bir misat olamaz mı? Münzevi Marcel Proust, kartone odasından çıkarılmış, bir duvar şakulüne binler ve binlerce kişinin gözleri önünde yapıştırılmış de- gil mi? Ben, boyum hizasında Anato- le Franse'i mail başile görmeğe ta- hammül edemem. Siz, aziz şair, Fran- siz edebiyatını bu duvar fotoğrafileri halinde görmekten müteessir olmadı- niz mı? Yaşayan şey, böyle çıplak bir pro- pagandaya muhtaç olmamalıdır ve ol- mamalı idi. Şir, kâğıt üstündeki si- yah izlerden yürüyüp kalbten kalbe akan bir ışıktır. Bu esrarlı ışığa mem- ba olanlar, dünkü gibi etraflarında yanmağa razı bir pervaneler tehacü- münden bugün -maalesef- mahrum. 80 inet yıl dönümünde yapılan büyük törende Victor Hugonun önünden ge- çen ve şairi saatlerce ayakla tutan büyük kütle, zannederim Göte d'Azur” de güneş ve deniz banyosile meşgul. Bizde de böyle aziz üstad,bizde de böyle, Hem başka türlü olması kabil mi? Bütün bir cihan, ilmile, tekniğile yarı- nın en çetin savaşlarına bazırlanırken biz buna nasıl kayıtsız kalabiliriz? Mad- de adını verdiğimiz ruh cürufu; tazyi- kımı, arz sathının her noktasında ayni kuvvetle hissettirmektedir. Türk mille- ti, kendini yaşatmak istiyor. Hücum edici bütün kuvvetlere mukabele ede- rek var olacağına inanmıştır. Hücum eden maddedir, müdafaa edecek olan ruhun o vasıladan müstağni kalması- na imkân olur mu? Yarının korkunç zelzelesine dayanacak binaları kurmak» Ja uğraşıyoruz. Sizin, bilen, anlayan ve hisseden sesinizi, çok. isterdim ki, bizim kadar başkaları da duysun, aziz şair! En derin saygılarımla... Hasan - Âli Yücel Tefrika No. 17 Yoksa benim anlatmamı mı bekli- yordu?, Odama çıkınca masanın üzerinde bir zarf gözüme ilişti. Damgaya bak- tam, İzmirden geliyordu. Hemen yırt- tam. Emelciğin yazısile karşılaştım. Bu uzun ve samimi yazıları muhabbetle okumağa başladım. Yalnız son satır- lar birer zehir gibi içime akmıştı: Za- vallı arkadaşım bir hayalden bahsedi- yor, safiyetle soruyordu: «Düğüne ne Sattı Cehti, zaman çağrılacağız? Bu mesud günü , Ne demek istediğimi hissetmiş, ma- | sabırsızlıkla beklediğimizi söylemeğe nevi bir kuvvet ona herşeyi haber ver- | bilmem lüzum var mı?» miş gibi birdenbire dalgınlaştı ve bu | (o Mektubun burasına gelince kendi- bahsi kapamak için; min bile tanıyamadığı acı bir kahka- — Bir çay içersin değil mi Banu? dedi. Yarım saat kadar daha kaldım ve hava kararmağlı başlarken eve dön- düm. Yolda bütün konuştuklarımızı ha atmış ve henüz tamamlıyamadığım mektubu gayri ihtiyari parça parça et- miştim. Evlenmek, yuva kurmak, mesud ol- mak. kendi kendime tekrarlıyor, » | Bunlar benim unuttuğum, belkide dim cevaplardan, onun çıkaracağı ma- | unutmağa çalıştığım hakikatlerdi! nâları anlamağa çalışıyordum. Artık ben, kendini hâdisata kaptır« Acaba birşey hissetmiş miydi? Öy- | mış, mukadderatını (talih) denen in- Taş lem em Hatayın yeni rejimi (Baş tarafı 1 inci sahifede) İnkişafında, matlup olan asıl neti- ceye vusul için bu yeni idare üç mer- bale katedecektir. İşte bugün bunla” rın birincisine başlıyoruz. Bu birinci merhale Milletler cemi- yetinin Hatay için kabul etmiş oldu- ğu müstakil rejimin henüz basamağı nı teşkil eder. Çünkü Hatay rejimi tam istiklâle varmadan evvel ilk intihaba- fa kadar muvakkat bir Fransız ida- resinin Fransız mandasi icabalı altın- da bir intikal devresi geçirecektir. Bu devreden sonra Hatay halkı meclisini intihap etmiş olacak ve o meclis de devlet reiğini seçerek milli hükü- metin tesisine lâzım gelen mekaniz mayı harekete geçirecektir. 15 nisan 1938 den başlıyacak olan bu ikinci merhale yine milli idarenin manda rejimi icabatına uygun olarak yürümesini istilzam etmek dolayısile ikinci bir intikal devresi teşkil edecek- tir. Yani Hatay bu devrede de milli hükümetini tesis etmiş olmasına rağ- men henüz tam istiklâle kavuşmuş ol- mıyacak ve Fransız mandasının tesi- Tatma tabi kalacaktır. Suriye ve Lübnan mandasının Fran- sa tarafından milli hükümetlere ter- kini istihdaf eden muahedeler meriyet mevkiine girerek o muahedelerde der- Piş edilen iki senelik müddet geçtik- ten sonra Suriye ve Lübnan ile birlik- te Hatay da tam istiklâle kavuşmuş olacak ve üzerinde İMilletler cemiyeli- nin sırf bir «Kanupiyet murakabesi» diyeceğimiz nazarı Lralundan baş- ka hiç bir kayıd ve tabi olmıyan, tam bir istiklâl manzarası gösterecek ve Hatayın asıl milli yahatı o günden başlıyacaktır. Hatay halkını bu mesud neticeye isal ederek lâyık olduğu bahtiyar ve müstakil hayata kavuşturacak olan devrenin asıl intihâbatın hazırlandığı ve yapıldığı birinci" intikal devresi ol- duğu kolaylıkla anlaşılır. Bu devrede gerek Fransız manda idaresi- nin, geek Mileller Cemiyeti tarafından gönderilen ve gön derilecek olan komisyonların vazifesi halkı dilediğini ifade edebilecek şartlar içinde intihap sandıklarına gönder- mekten ibarettir. Bunun haricinde ya- pilacak hareketler bizzat halkın inti- hap propagandalarına münhasır kal- mak ve yukarıda bahsettiğimiz otori- teler tarafından, velev ki bilvasıta ol- sun, bir müdahaleyi tezammun etme- mek lâzım gelir. Bu cihete olan büyük hassasiyetimizi rejimin meriyete gir- diği bugün de bir kerre daha katiyet- le ifade etmek isteriz. Evet, biz Hatay rejimile, onu hazır- uyan devrelerle, intihabatın sureti ce- reyanile, Fransızların ve Cemiyeti Ak- vam komisyonunun tarzı hareketleri- le, hülâsa Hatay intihabatından çıka- cak netice ile alâkadarız ve bize veri- len senetlerin en küçük ihmale uğra- mamasını yakından murakebe edece- Hayattan beklediğim, beklemeğe salâhiyetim olan hangi saadet var ki?!, Ertesi sabah vücudümde bir kırıklık hissettiğim için vadetmiş olduğum hal- de ona gitmekten vaz geçmiştim. Ak- şama kadar yattım; iki gece evvel baş- Jadığım bir kitabı tamamladım. Saat beşi çalarken içime bir üzüntü girdi. «Yalnız kimbilir ne kadar sikil- mıştır? Keşki gideceğimi vadetmesey- dim.» dedim. Bu düşünce bana ani bir karar ver- dirmekte gecikmemişti: Hemen fırla- dım ve on dakikanın içinde hazırlana» Tak otomobile atladım. Beni görmekten tamamile ümidini kesmiş olduğu için ansızın karşısına çıkınca her zamankinden çok sevindi. Çocuk gibi ellerime sarıldı: — Gelmiyeceksin diye ne üzülmüş» tüm bilsen, — Ne tuhaf değil Banu; sanki bü“ tün ömrümüz beraber geçmiş gibi seni görmediğim bir gün bana yıl kadar uzun geliyor, çok sıkılıyorum. — Beni görmemeğe alışsan daha iyi olmaz mı Cehti?!. — Neden, niçin? Bana bu saadeti çok mu göreceksin? — Belki ben değil, fakat tabiat çok görürse ne dersin? — İsyan ederim, Türk milletinin sesi Atatürk lisanile yükselirken Hatay meselesi iki defa «Büyük bir milli davamız» olarak tav- sit edilmişti. Hatay işi Türkler için, Türkiye Cum- huriyeti için bihakkın milli bir dava- dır. Bu davayı Atatürk on beş sene evyel Adanada yaslı Hatay kızlarına hitap ederken ilân etmiş ve o davanın temelini atmıştır. Sulh yolunda 1921 de yaptığı birin- ci büyük fedakârlığı Türkiye, şarta muallâk olarak yapmıştı. Niçin inkâr edelim? Cemiyeti Ak- vam önünde Türkiye 1937 de ikinci defa olarak sulh uğrunda fedakârlık- ta bulunmuştur. Eğer Milletler ce- miyetinde kabul edilmiş olan metin- ler, ifade ettikleri bütün mânalarda hakkiyle tatbik edilirse Türkiyenin yapmış olduğu büyük feragatın mu- kabili verilmiş ve muvazeneler tösis edilmiş olur. Fakat o metinler birer göz boyacılığından ibaret kalır ve ne- ticelerinde Türkiyeye (mev'ud idare komşü Hatayda teessüs etmezse sulh yolundaki” fedâkârlığı* - Türkiyenin elinden iğtel suretile alınmış ve Tür- kiyenin itminanı bir safdilliğö, isti nad etmiş olur ki her zaman hakkini arayan bu milletin bü bariz haksiz- ığa karşı aksülameli nasıl olsa ken- dini gösterir've tesirlerini yapar; Fransızlarla olan münasebetlerimiz yolunda; döstluk” sahâsindâ etmekte görünüyor. Fakat Alatürk dedi ki; #Yarınki Türk - Fransız münase-* betlerinin “dilediğimiz yolda inkişafı- na, Hatay işinin İyi bir yönde yürü- mesi, esaslı bir ölçü ve âmil olacak- ir kanaatindeyim.» . Bunu dostlarr mızın hakkiyle oanlıyacaklarma ve Hatay meselesinin hallinde velev ikinci derecedeki küçük memurların dürüstlükten vaki olacak en ufak in- hiraflarının bu dostluğa birer darbe olacağını tekdir edeceklerine inan- mak istiyoruz. İstiyoruz ki Fransa hükümetinin Paristeki lisaniyle Beyruttaki lisanı | birbirme uysun. İstiyoruz ki Türk- Fransız dostluğunuri lüzumunu, fay- dasını ve icabatını Beyrut da Paris ka- dar takdir etsin. İstiyoruz ki Hatay- da manda idaresi partizan zihniyet- ten feragat etsin. Orada şu veya bu unsurun fazla rey almasile alâkadar olmasın. Şu veya bu ırk mensublarını haklarının müdafaa ve himayesi kis- vesi altında parçalamağa Biz Hatay işini beynelmilel bir mu. vaffakiyetin üç günlük ifadesi gibi almadık. Biz Hatay işinde beynelmi- lel muvaffakiyet peşinden koşmadık, Cenevre anlaşmalarını izzeti nefsimizi tatmine yarıyacak bir boş teneke gü- rültüsü telâkki etmedik. Cenevre an- laşmaları bizi sevindirmiş değildir. O fedakirlığı Türkler netice, hakla- rını tasavvur ettikleri derecede tat- min eder ümüidile kâbul ettiler ve bu- gün Cenevre mukarreratının arife- Gene sen zarar edersin, — Cesayı hak edecek bir günah İŞ- lemedikten sonra hiç bir şeyden kork- mam. — Nankörlük de bir günah sayılmaz mı?, — Nankörlüğü ne ile ölçüyorsun?. Cevap vermeme sıra kalmadan bir- denbire öyle bir yağmur boşandı ki altımızdaki iskemleyi kapıp içeri zor kaçtık, Faslasız yağan yağmuru ve birbiri- ni takip eden şimşekleri gördükçe telâş ediyordum: — Eyvah. Teyzem kimbilir ne kadar üzülecektir. Bir çatı altında olduğumu bilmediği için ne derece merak etse ye- ridir.. vah vah ne aksi tesadüf. keşki bugün çıkmasaydım. — Üzülme Banu, Nihayet bu ilkba- har yağmuru, bir saatten fazla sür- mez. Sonra çocuk değilsin ki. nihayet İeyzen, emin bir yere sığındığını düşü- nerek müsterih olur. — Sen onu bilmezsin Cehti: kimbilir kendi kendini ne kadar yiyip bitirmiş- tir? — Teyzene ne kadar düşkünsün Ba» nu?, > — Anne ve bana şefkati tatmıyan Me SL mez bir mefhumdur, * — Gene sen bahtiyarsın; bak ben on: Yüzerek Usküdara geçen mandalar (Baş tarafı 1 nci sahifede) arkadaşı Al! oğlu Süleymanın idare sinde Üsküdarda bir mavnaya yükle- tilmişlerdir. Fakat mavnanın hareketi esnasında birdenbire ürken üç manda allı arkadaşlarını mavnada bıraka” rak karaya çıkmış ve Üsküdar çarşı” sına doğru yol almışlardır. Bir müddet sonra Üsküdar çarşısis nın kalabalığına karişan mandalar bütün süratlerile ilerlerlerken Tras- geldiklerine de çarparak devirmeğe başlamışlar, herkes telâşa düşmüş, çarşı alt üst olmuştur. Bu esnada mandalar, Üsküdar Bulgurlumescid sokağında oturan ve alış veriş İçin çarşıya çıkmış olan 50 yaşında bayan , Sıdıka ile ayni mahallede oturan 30 yaşında bayan Cevriye Güngöre çarp mış ve kadınların ağır sürette yara- Janmalarına sebebiyet vermişlerdir. Azgın mandalar uzaklaştıktan son- ra kadınların feryadına koşularak kendileri derhal hastaneye — kaldırı. muşlârdir. Koğalandıkça daha çok ki zan üç manda biribirlerinden aynlme yarak nihayet sahile gelmiş ve hemen üçü birden denize atılarak yüzmeğe başlamışlardır. Mandalar akıntitim:da tesirile 45 dakikada ÜsküdardanSit- kecide araba vapuru iskelesine gek meğe muvaffak olmuşlardır. Üçü birs den iskeleye çıkmış ve bu sefer de Sir» keci civarına ardır. Fakat polislerin aldığı tertibat sayesinde © esnada : mandaların hücumundan yaralanan olmamıştır. Üç mandadan biri bir aralık arka- daşlarını birkaç metre geride bırak» rak halkın üzerine saldırmak istemiş- tir. Bu vayiyet karşısında silâh isti- maline mecburiyet hasıl olmuş ve mü- tecaviz manda üç kurşunla öldürül müştür. Silâh sesile arkadaşının y&- re serildiğini gören diğer mandalar fırsattan istifade, kaçarak Samatya- da soluğu almışlardır. İki manda Sa- matyada diri olarak yakalanmış ve bip bodruma atılarak muhafaza altına alıimuşlardır. Öldürülen mandanin eti mezbahaya gönderilmiştir. Hayvanların Üsküdarda mavnaya yükletilirken kaçmalarında ihmalleri görülen çoban Mustafa oğlu Salih ile arkadaşı Ali oğlu Süleyman yakala- narak haklarında takibata girişi- EEE ağ sinde olduğu gibi hassasiyetle, alâka ile hattâ endişe ile bekliyerek filiya- tın nazariyata' uygun olup olmadığı- nı görmek istiyorlar, Halay halkının akibetine olan alâ- ka ve merbutiyetimizi gizlemeğe lü- zum görmeden ilân ediyoruz; Hatay bizim büyük bir milli dava- muzdır, Kont dö Martel Antakyaya gitti Şam 28 (A.A.) — Fransa fevkalâde komiseri Kont dö Martel Antakyaya hareket etmiştir. nız desleksiz ve sevgisiz yaşamak ne feci şeydir bilsen! Onu, hiç bu kadar mahzun gördüğü mü hatırlıyamıyorum. Gözleri cam- ları buğulandıran yağmur tanelerinde kesik kesik devam ediyordu: — Bu acı boşluktan kurtulduğumu, çok mesud olacağımı zannederken bir az evvel söylediklerin beni yeniden new midiye sevketti.. seni kaybelmeğe alış- mak azabını bana neden reva gördün Banu?. — Beni tanımadan evvel nasıl yaşi yordun?. — Zevkine erişmeden saadetin mâ nası olur mu? Emin ol ki ancak seni tanıdıktan sonra hayata bağlandım, yaşamağı sevdim. — Hayatın zannettiğin kadar sevi- lecek tarafı olmadığını zamanla öğ- yenir, bugün söylediklerine belki de pişman olursun!... Yüzüme çevrilen birl çift elâ göz muztarip ve nemli idil.. Bir sevki tabii ile ellerimi uzattım. Yavaşça yerinden kalktı; dizlerimin dibine kadar geldi, iki elimi tutup al- nuna götürdü, birkaç saniye hareketsiz kaldı. Sonra, parmaklarımı birer birer ya» nan dudaklarına yaklaştırdı. Bu Sıra» da bir sır keşfetmiş gibi irkilmişti: şim-