gra THOMYRIS Hazer denizinin şimali şarki kıs- Mundaki, büyük Türk (Masajet) Krallığının yegâne kraliçesi 'Tho- #iyris, otuz sekiz yaşında olmasına #ağmen, elân on sekiz yaşındaki bir kız gibi, bütün güzelliğine malik bu İunuyor; sönmi Yan bu muhteşem güzellik; güneş Bibi şunını bütün dünyaya yayıyor- Gu. Cesur kraliçenin çıldırtan gü- gelliğini duymıyan hiç kimse kalma- Miştı. Bu güzelliği, artık ihtiyarlıyan, fakat hâlâ bir kaplan gibi vuran, kiran (Keyhüsrev) de duymuş, ve sarayında, bu güzel kraliçeyi de hap- #edecek bir halvet ayırmıştı. Şimal- de kalan buson krallığıda imha edecek yolları arıyordu. Bir sabahı hududu kenarından, dul güzel kraliçenin sevdiği ve nişanlıst Arase'nin bir kervan ile ğ havadisi kulağına İlişm Ü bir kuvvet ile zavali dürtmüştü. Kraliçeye bir de mektup gönder- miş, ve bunda «nişanlısının da Öl ğünü ve binaensleyh kendisile izdi Vacına bir mâni kalmadığını!» yaz- Mişta. Muhârip bir amazon olan kraliçe, pek tabii olarak sevdiği bir insanım öldürülmesinden müteessir olmuştu. Fakat o, bu hele karşı basit bir ka- dın gibi döğünmekle, ağlamakla mu- kabele edemezdi. Keyhüsreve sert * ve şedit bir mektup yazdı. Bu kaplana, Masajetler diyarında bir mezar hazırladığını da yazmağı Ahmal etmemişti, İhtiyar âşık kudurmuş, cihangir Ülkesine yeni bir kıta zammetmek, &yni zamanda, 'Thomyris gibi güzel bir kadına da sahip olmak üzere or- dusunun başına geçmiş, Masajetler diyarına doğru yollanmıştı. Keyhüsrevin ordusu Arâx nehrini geçerek, Thomyris'in erazisi içine girmişti. Kraliçenin yirmi yaşındaki genç oğlu Saparagapis pişdar kolu- nun başında düşmana doğru gel mişti, Keyhüsrev, Türk halklarının şara- ba olan düşkünlüklerini bildiği için, burada da bir tilki tuzağı kurmak- ta gecikmemişti. Karargâlıunda şa- raplarla süslenmiş mükellef bir sof- Ta kurdurmuş, ve bunu hafif bir kuv- vete terk ederek gerilere çekilmişti. | Saparagapis, Keyhüsrevin karar- gühuna gelir gelmez, bu mükellef şa- raplarla dolu sofra ile karşılaşmıştı. Ve harbi unutarak, yanındakilerle sofraya oturup şarapları içmeğe baş- Jamıştı, Biraz sonra hepsi de sarhoş olarak sızmışlardı. Bunların sızdıklarını haber âlan | Keyhüsrev tekrar gelmiş, uyuyan bu kefilenin hepsini kılıçtan geçirmişti. Kraliçenin oğlunu da zincirlerle | bağlatmış “olduğu halde karşısına | oturtmuştu. Genç prens, zincirleri. | nin içinde bir aslan gibi isyan edi- yordu. İhtiyar, zincirlerle bağlı olan prensi saatlerce devam eden eziyet- ler ve işkenceler içinde öldürtmüştü. Bu haber güzel kraliçeye yetişmek- te gecikmedi. Kraliçe Keyhüsreve şu mektubu yazdı: (Nişanlımı ve oğlumu öldürdün! Onu senin cesaretin, senin kuvwetin değil, fakat sarhoşluğu öldürttü, Bir kadın olarak bizzat seninle çarpış- mak üzere karşına geliyorum, Gel ve gör. ahdettim; başını kan İçin- de boğacağım.J * ” Şimdi iki ordu karşı Karşıya gel- mişti. Cesur kraliçe zırhlar içinde, elinde kılıcı ve kalkanı olduğu halde meydana çıkmış: — Keyhüsrev nerede' Diye bağırmıştı. Henüz dinç ve muharip olan Keyhüsrev, güya bir kadınla vuruş- mağı bir zillet telâkki ederek evvelâ çikmak istememiş, fakatdişi bir aslan gibi meydan okuyan kraliçenin tahkir ve tezyifleri altında, çıkmak ye talihini denemek mecburiyetin- de kalmıştı. Kadın diye ehemmiyet vermek is- temediği kraliçenin hamleleri karşı- sında şaşırmıştı. Dakikalardanberi devam eden mücadelede, artık ken- disini müdafaa edebilecek kuvvet ve kudretin kalmadığını anlıyordu. Vu- ve deime parlı- | Tu-An.Lin rulması muhakkak ve mükarrerdi. Son dakikasında yeni bir hileye tevessül etmekten çekinmedi, Döğüş- menin sonunu bekliyen askerine yüksek sesle bağırdı: — Hücum edin! Maksadı bu kargaşalıkta, kendi- sinin vurmağa Mmul olamadığı kraliçeyi öldürtmek veya diri tut- turmak, bu suretle de hayatını kur- tarmaktı. Fakat emeline muvaffak olamamıştı. Kraliçenin saldırmalarını hayretle ve takdirle seyreden hahadir asker- leri, Keyhüsrevin kendi askerine ver- diği emirden daha evel harekete geçmişler, aslanlar gibi düşmanın Üzerine alılmışlardı. Bu sırada kraliçenin son darbesi de, Keyhüsrevin başına vurmuş, kanlar çinde yere yuvarlanmıştı. Maktul hükümdarın ordusu mağiüp | ve perişan kaçıyordu. 'Thomyris, Keyhüsrevin, cesedini kaldırttı. Ordusunu düşmanı takip- te serbes bırakarak, boş kalan mey- danda zırhlarını çıkarttı. Ve yanın- da bulunanlara — Bana kan ile dolu bir leğen ge- tirin!... Dedi, Emri yerini bulmuş, içi insan kanı ile dolu olan bir leğen önüne kon- muştu. Kraliçe; — Kafasını kesin.. Dedi. Keyhüsrevin başı, vücudünden ayırtıldı. Kraliçe, güzel ve nazik ellerile saçlarından yakaladı, Onu kan leğe- ninin içine soktu. Ve: — Keyhüsrev ahdimi tuttum se- ni kanda boğdum!.. Dedi. Fakat biraz sonra, cesur, yılmaz bir muharip olduğunu unutmuş, tek- rar kadınlığı, kadınlığın rikkat ve merhamet saçan hassalarını fakın- muş ve ağlıyarak: — Keşki onlar sağ olsaydı da seni boğmasaydım!.. Demişti. Yülarea bütün dünyayı titretmiş Çaresi varken Sahife 9 Akşam atı: 1830: Plâkia dans musikisi, 19: Safiye: Keman ve piyano refakalile, 1030: Konferans: Selim Sırı Tarcan (İnsanlar ve hayvanlar, Aksel Munte), 1955: Borsa haberleri, 20: Mü- zeyycn ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk (şarkıları, (2030 Hava raporu, 2033: Ömer Rıza arabea o söyler, | 2046 r ve arkadaşları tarafın- dan Türk musikisi ve halk şarkıları (Saat | ayar), 21415: ORKESTRA, 1 - Lulgin Ballet jen, 2 - Grossman: Osardas, 3 - Borodin: Dans les steppes de | Asie central, 4 - Brahms 3 Danses honiroises, 5 - Sehubert: Berenade, 22,15; Ajans ha- berleri, 2230: Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 2250: Son haberler ve ertesi günün programı, 23: SON. 29 Teşrinisani 977 Pazarlesi İstanbul: Öğle neşriyatı: Saat 1230 Plâkla Türk musikisi, 1250 Havadis. 1305 Plâkla Türk musikisi, 1330: Muhtelif plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: 1830: Tanburi Ce- mil: Plâkla, 19: Çotuk tiyatrosu (Arslan üldü), 1930: Konferans; Ali Kümi Akyüz (Çocuk terbiyesi), 19,58: Borsa haberleri, 20: Rıfat ve arkadaşları dan "Türk musikisi ve halk şarkıları, 2030: Hava raporu, 2053: Ömer Rıza tarafından arub- ca söylev, 2045; Belma ve arkadaşları tarafından 'Türk musikisi ve halk şarki- ları (Saat ayarı), 21,13: Radyo fanik ops- ra Btüdyo orkestra refakatile; Samson ve Dalila, 2215: Ajans haberleri, 2230 Londra tetistlerinden matmasel Rize konseri, 2250: Son haberler ve ertesi gü- nün programı, 2: SON, $ında Nihad, Beyoğlu: Kanzuk, Dai- rede Güneş, Galata: Topçular caddo- Sporidis, - Kasımpaşa: o Vasıf, yer: Asaf, Tarabya, Yeniköy, Emir- gün, Rumelihisarmdaki (eczaneler, Aksaray: Etem Perter, Beşiktaş: Vi- din, Pener: Balata Merkez, Beyamd: Asadoryan, Kadıköy: Söğütlüçeşme- de Hulüsi Osmun, İskele caddesinde Baadet, Üsküdar: Merkez, Küçükpa- zar: Necati, Samatya: Yedikulede Teofilos, Aldmdar: Ankara caddesin- de Eşret Neşet, Şehremini: Topkapı- 'da Nüzim. koca Keyhüsrev; en sonunda bir ka- dının elile, kanda boğulmuştu. Türkçeye çeviren: R. Çavdarlı ıstırap çekmek.. ne acınacak hal! M GRİPİN: Üşütmekten mütevelli bü- tün ıstırabları, adale ,bel, sinir ağrılarını dindirir Grip, nezleye ve emsali hastalıklara karşı bilhassa müessirdir. GRİPİN İcabında günde 3 kaşe alınabilir Taklidlerinden sakınınız ve her yerde Gripin isteyiniz. KAŞE NEOKALMINA Grip, Baş ve Diş Ağrıları, Nevralji, Artritizm, Romatizma Tarihi mız KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı mumu Yazan: İskender F. Sertellimumana Tefrika No. 71 “ Kilisenin hücrelerinden birine Iki gölge girdi. Bunlardan biri kadındı. O gece çilehanede rahibin koynuna girdiğini gözümle görmüştüm! , Kırk beş yaşıma girdiğim halde | henüz evlenmemişlim. Zaten kili- se bekçilerinin evlenmemlerine Pa- pa müsaade etmezdi. Bizde orada rahipler gibi bekâr olarak yaşardık. Bir gece benim nöbet beklediğim (rü- hipler hücresi) salonunda alt dehliz- lerde hızlı hızlı yürüyen iki gölge gördüm. Bu gölgeler arasıra birbiri- ne © kadar çok yaklaşıyor, birbirile © derece birleşiyordu ki... O anda oradan bir başkası geçse, şüphe yok ki bir tek insan gölgesi görecekli. Fakat, ben gülgelerin çift olduğunu sezmiştim:” Yavaş yavaş arkâaların- dan yürüdüm. Gölgeler bir numa- ralı hücrenin önünde durdular. Bu- rada bir papağan konuşmasına ben- ziyen iki kelime işittim: «Nereye gi- diyoruz?» Bunu bir kadın soruyordu. Bu, bir kadın sesiydi. Birdenbire tit- redim. Kiliseye o güne kadar bir dişi kedinin bile girdiğini görmemiştim. Acaba ayakta rüya mı görüyorum? diye şüpheye düşmüştüm. Biraz da- ha yaklaştım. Kadın birdenbire kuv- vetli bir kolun çekişile hücreye gir- di. Ve rahip hücrenin kapısını ka- padı. Rahibi tanıyordum. (Yedi yıl çile- si) ni bitirmiş ve (cennet) in yo- Yunu bulmuş, çok uslu, elli beş yaş- larında bir adumdı bu. Kimseye bir *| şey söyliyemedim. Hücrenin kapısı kapandıktan sonra, sine sine kapıya vardım, kulağımı duvara dayadım. Şimdi rahibin sesini duyuyordum: «Bu gece benim koynumda yatarsan, cennette yerini hazırlamış olacaksın! Bütün günahların aâffedilecek. Gö- rüyorsun ki, ben, Papadan daha genç ve ondan daha yakışıklı bir erke- ğim. Onun koynunda kaldığım, hat- tâ ondan doğurduğun çocuğu yedi yıl önce (Sen Piyer) manastırına bı- Taktığını bilmiyor muyum sanıyor- Sun?» Kadın ağlıyordu. Greçyano merakla sordu: — Neden kardinallere çıkıp haber vermedin? — Korktum... Zaten benim sözü- me inanmazlardı, Çünkü rahipler çile çıkarmak üzere hücrelerine gir- dikleri zaman, onları bu hücreler- den hiç kimse dıştri çıkaramazdı. — Sonra ne oldu? — Rahibin hücresinde o geceyi geçiren bu kadının kim olduğunu öğrenemedim. Fakat, bir müddet sonra, onun (Sen Piyer) manaslırı- na bırakılan çocuğunu görmüştüm. — Nereden anladın bunu? — Garip bir tesadüf anlattı ba- na, Çocuk on bir yaşına gelmiş... Manastır başrahibi çocuğu Vatikana getirmişti. Papa bu çocuğu görmüş, istemiş. — Niçin görmek istediğini sorma- dın m? — Sormadan öğrendim... Papa: «Bakalım bu çocuk bana benziyor mu?> demiş. Çocuğu Papanın hu- zuruna çıkardıkları zaman ben de salon kapısında nöbet bekliyordum. Papa çocuğu sevdi: «Sen, bana çok benziyorsun!» dedi ve sonra çocuğu getiren baş rahibe döndü; <Bu çocu- ğun neye istidadı var?» diye sordu. Baş rahip: <Her gün manastırın bah- çesindeki havuzda tahta parçalarını kayık yapıp yüzdürüyor. Denizden çok bir şey sevmez. Denlzelliğe is- tidadı var.» dedi. Çocuğun Romada bir aile yanına verilmesi ve denizci olarak yetiştirilmesi o kararlaştırıldı. Ve çocuğa o gün yeni bir isim ta- kıldı: Çello. Bu çocuğa anasının kim olduğunu söylemediler, Bana bir mektup verdiler, Çelloyu tarif ettik- leri aileye götürüp teslim ettim, İşin tuhaf tarafı şurası idi: Papa bu ço- cuğu kendinden sanıyordu. Halbuki çocuk hücredeki rabihedaha çok benziyordu. Çello büyümeğe başladı. Ona anasının ve babasının bir harp- te öldüklerini söylemişlerdi. İşte her yıl buraya gelen korsan, Papanın çocuğu olan Çellodur ve hâlâ da bu ismi taşımaktadır. Greçyano hayretini gizliyemedi: — Peki amma, dedi, bütün bu ma- cerada seni alâkadar eden bir nokta göremiyorum! Neden vicdan azabı çeker gibi muztaripsin? Andreanın gözleri sulandı: — Neden mi dedin? Bunu ds an- latayım. Günün birinde ben Fio- ransadaki büyük amcamın vefatı üzerine oldukğa hatırı sayılır bir mi- ras yemiştir. *Vetikandan çıktım. Romada setâhete daldım. Bir gece otuzunu geçkin güzel bir kadınla tanışmıştım. Bu kâdın bana - o ge- ce koynumda yatarken - sen evlât acısı duydun mü? diye sordu. (Ha- yır, hiç evlenmedim!) dedim, Bana (Sen Piyer) manastırına bi- raktığı bir çocuktan bahsederek! «Yavrucuğum şimdi On beş yaşına gelmiştir: Ah, onu bir kere görebil- sem...» diyerek ağlamağa başlamış- ta. O zaman bu kadının kim oldu- ğunu hatırladım. Ona Vetikarın çilehanelerini hatırlatmak istedim. Gece hücresinde kaldığı rahibin adı- mı söyledim.“Kadın her şeyi bildiği mi görünce şaşaladı. Fakat, keşki ağrım açıp bir şey söylemeseydim. O, benim bu ösrarı bir gün meyda- na çıkarabileceğimi düşünerek, gece yarısı yavaşça koynumdan kalktı. Bir küçük hânçerle beni yaralıp öl- dürmek istedi. Atik davrandım. Der- hal bileğini'tuttum ve sarhoşlukla, onun bana yapmak istediği oyunu ben ona oynadım, Elimden istemiye- rek bir kaza çıktı, Hançeri tam kal binin ortasına saplamışım. Zavallı (Çello) nun güzel anası koynumda ve kanlar içinde can verd. Greçyano başımı önüne eğmiş, kor- kulu rüya görür gibi inliyordu. O, balıkçı Andreanın anlattığı bu hi- kâyeden çok mu müteessir olmuştu? Yoksa bu maceranın da ona doku- nur bir İarafı mı vardı? Bunu ne Andrea, ne de İspanyol amamışlardı. bitirmeden ilâve — İşte şimdi iztırabımın sebebini anladınız, değil mi? Çello her yıl buraya gelişinde beni de ziyaret eder. İhtiyar rahipten çok İyilik gördüğü için, ona yardım ettiği kadar, bana yardım etmeyi de unulmaz. Bana: «Sen beni kendi elinle hayata çıkar- dm. Ben, Romanın geniş sokakla- rında ilk defa hür bir adam gibi se- ninle yanyana yürüdüm! der ve be- ni çok sevdiğini söyler. Eğer, anne- sinin koynumda nasıl can verdiğini bilse, bana kim bilir ne kadar düş- man olurdu. Onu her gördüğüm z4- man, cihâyetimi itiraf etmek İsterim. Rahip mâni olur. Cesaretim Kırılır. Bir türlü ağzımı açıp bir şey söyliye- mem. Zora lâfa karışarak: — Söylemen doğru olmaz, Andrea dedi. Çünkü bu genç korsan, ana- sını ve babasını harpte ölmüş sanı- yor. Eğer anasının böyle şunun bu- nun koynunda dolaşan bir kadın ol- duğunu anlarsa, çok müteessir olur. Belki de bir daha buraya uğramaz. Bu, sizin için, hepiniz için müthiş bir felâkettir, Hem kendi rahatınızı, hem de onun rahatını kaçırmış olur- sunuz! — İşte ben de bu noktayı düşüne- rek süküt ediyorum. Mün“evi rahi- bin beni menetmekte hakkı vardır. Bir daha buralarda yıllarca bir yek kenli yüzü göremeyiz. — Büyük paskalyada muhakkak gelir, değil mi? — Ben bu adaya sığındığım gün denberi onu her yıl 'paskalyanın İlk haftasında burada görürüm. Üç beş gün kahr, hediyelerimizi dağıtır, gis der. “ Üç ay sonra. — Paskalyanın yirmisi oldu. Hâl