; çıkmıştı. Saliha, ha #emeğe çalışar — Neren ağı — Bir yerim ağrımıyor... Her yerim kırık... Sanırım ki ufak bir grip... Ya- rın geçer! Bülend, otuz yaşlarında, iri yarı bir erkekti. Geniş omuzlu vücüdile san- ki daima kâinata meydan okur; <hiç- bir zaman hasta olmam! derdi. Fa- kat işte... olan olmuştu Saliha, kocasını çok seviyordu çok... Çok büyük bir aşkla... Gözü Ondan başkasını görmezdi. Bu sebep- indeydi,.. Bilhassa ki, genç ayatında ilk defa hastalan- muştı Bülend, bütün gece sayıkladı. Ya- nakları a gibi yanıyordu. Kadınca- Baz, her ne kadar aspirinler, kininler verdiyse de erkek terli: lü... Kabil değil ateş düşmedi! erinin ah- babı olan doktor Remziye telefon et- #1. Bay Remzi, ihtiyardı ve âdeta am- calsrı yetindeydi; fakat evinden: — Doktor İstanbulda değil! Birkaç hafta seyahate çıktı. Müşteriler için âsistanını bıraktı. Derhal yollarız! - dediler Kadın bu teklifi reddetmeden tele- fonu kapadığı için, sonradan kendi kendine fena halde kızdı. Tanımadığı bu asistanı ne demeğe çağırsın canım? Mademki alıştıkları doktor İstanbul- da yok, bari ahbaplarını tedavi eden nisbeten tanınmış bir hekim çağı rırdı. Sonra tesellisini buldu: «— Eğer ateş yine düşmezse başka bir doktor daha çağırırım.» Asistan içeriye girince kendini pre- zanle etli: — Doktor Cevad. Sonra ilâve ile: — Hocam Remzi beyin çok sami- | mi ahbabı olduğunuzu biliyorum. Elimden geldiği kadar sizi memnun zalışacağ LAâf arasında, (3##) hastanesinde çalıştığını ve yakmda da kendi hesar bına bir muayenehane açacağını an- lattı, Sonra, koltukta oturan hastayı yatağa yatırdı. Uzun uzun, pek dik- katli muayene etti, Bir reçele yazdı. Bilhassa şu nokta üzerinde ısrar etti: — Katiyyen perhizden ayrılmıya- cak..; Biraz maden suyu içecek... Ak- şame, gelirim Bülend, hastalığile alay ederek sordu: R — Sakın kuyruğu ttretmiyeyim, doktor? — Allaha emanet... Ne münasebet? Saliha, doktorla beraber dışarı çıktı. — Mühim bir şey mi, beyefendi? — Oldukça ciddi bir vaziyet... Bir ti- fo başlangıcından korkuyorum. — Yok canım. Ateş inmiyecek mi dersiniz? — Zannetmem... Ve hattâ şimdilik indiğini de istemem. Telâş etmeyiniz. Kocanız sağlamdır maşallah! Bildiği- niz bir hastabaktcı var mı?... Yoksa size ben birini göndereyim. — Kendim bakarım. — Yapamaszsınız... Çünkü gece gündüz soğuk çarşaflara sarmak lâ- zım gelecek. Delikanlı, genç kadının elini sıktı: — Sinirlenmeyiniz, hanımefendi... Kocanızı bir an evvel kurtarmak için elimizden geleni yapacağız. Günler, Salihaya bitmek tükenmek bilmezmiş gibi uzun geliyordu. Ka- dın, kâbuslar içinde yaşıyordu. Her an kocasına eğiliyor, yüzüne baki- yordu. Fakat delikanlı karısını gör- müyordu bile... Hattâ ıztırab bile duy- muyordu. Çünkü ateşin fazlalığın- dan kendisini kaybetmişti. Gelen hastabakıcı ile beraber, her iki saatte bir, delikanlının yanan vü- cudünü soğuk çarşaflara sarıyor Jardı, Doktor Cevad, günde üç kere geli- yor, Saliha'yı teselliye çalışıyordu: — Emin olun, hanımefendi, hasta- lık gayet normal bir seyir takib edi- yor. Hiçbir komplikasyon olmıyaca- ğına, kanilm. — Ah, doktor, nezaman bana «kurtuldu!> diyeceksiniz? Cevad, akşamları bazan salonda genç kadınla oturur, otu, üzüntülü | Iztırap ve yorgunluk, Saliha'nın gü- zel yüzünü bozmamıştı. Kırk yılda bir im edecek olsa, gülüşünün ha- rikulâde letafeti görünüyordu. tor Cevad garip bir hissin te- 'dı, Saliha'yı mesud gör- 4— Kocanız kurtuldu!» müjdesini istiyordu. a da bu müjde ir daha gelmeme- Bunu düşünerek buraya sini icab ettirecekti. müteessir oluyordu. Bir akşam, ateş indi. Diğer akşam- lar, bu iniş devam etti, Vaziyet nor- malleşmeğe başladı. Hasta, bitab, par- mağını kımıldatamıyordu. üd- det sonra da tebessüm etmeğe, birkaç kelime söylemeğe başladı Halsiz bir sesle: — Gittik, geldik değil mi, doktor? - dedi, — İyileştiniz ya... Siz ona bakın. Saliha, saadetine henüz inanmı- yordu. Doktorla. beraber dışarıya çıktı. Onun elini avuçları içine alarak: — Bizim doktor Remzi beyin gitti- ğini haber verdikleri zaman size hiç güvenmiyordum. Başka bir doktor ge- tirtmek istemiştim. Sonra mahçup bir eda ile; Affedersiniz! - dedi. Cevad, gülümsüyordu. Oda ona mukabil komplimanlar yapmağa ça- balıyordu. — Doktor Bülend, mütemadiyen yemek istiyor. Açlıktan şikâyet edi- yor, — Sakın bir şey vermeyin... Birakç gün daha sabretsin... Çünkü nükse- debilir... Tehlike geçlikten sonra onu beslemeğe başlarız. — Ne iyi doktorsunuz... Bu sözü öyle bir âhenkle söylemişti ki: «Seni seviyorum!» gibi... Delikanlı artık genç kadının gözle- rine bakamaz olmuştu. Ertesi gün Cevad giderken Saliha'ya: — Hastanıza bir balık verebilirsi- niz! . dedi. Genç kadın, sevinçle, doktorun b: nuna sarılarak: Ah, kurtuldu mu?... Kurtuldu mu?... Yaşa doktorcuğum... Sonra, sevdiği kocasını kurtaran doktoru başka türlü mükâfatlandır- mak çaresini bulamıyarak, Cevadı uzun bir buseyle öptü. Veli Nuri 14n0 kuruş 7700 kuruş $ AYLIK 7 » 0 > #AYLIK 40 » © 1 AYLIK 150 » — » Posta ittihadma dahil olmıyan ecnebi memleketler: Beneliği 3600, altı aylığı 1990, üç aylığı 1000 kuruştur. Adres tebdili için yirmi beş kuruşluk pul göndermek lâzımdır. Ramazan 18 — Kuzukasım 15 & İmsak Güneş Öğle İkimil Akşam Yat E. 1226 210 “714 945 1200 136 Va. 6,12 656 1200 1451 1646 18,22 İdarehane: Babiâli civarı Acımusluk So. No. 17 Fare ve sıçanları FAR HASAN FARE ZEHİRİ ile öldürünüz. Öldükten sonra kat'iyen kokmaz. Kutusu 10, dört misli 25 kuruştur. GRIPİ Baş, diş, nezle, grip, romatizma, nevralji, kırıklık ve bütün ağrılarınızı derhal keser. İcabında günde 3 kaşe alınabilir. Taklitlerinden sakınınız ve her yerde israrla giripin isteyiniz. KAŞE EL Grip, Baş ve Diş Ağrıları, Nevralji, Artritizm, Romatizma IKALMINA Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli wa Tefrika No. 65 Kılıç Ali pasa, İspanyol rakkasesine; “Eğer bize yararlık gösterirsen, seni padişaha hediye ederim. Türk sara- yında prensesler gibi yaşarsın!, dedi. — Tuhaf şey! Ben onun rakkase | olduğunu bilmiyordum. Demin etek- lerime sarıldı da tekmeleyip attım yanımdan — Vay hayvan vay! İnsan öyle kıyrak bir kadına tekme atar mı be?! — Ne bileyim ben... Onu korsan yatağı diye her gün tokstlıyordum. — EF peksimet mi istedi sen- den? — Hayır, Peksimedi zaten herkese bol veriyoruz. Hepsinin midesi şiş- kin. Başka bir derdi varmış onun — Dinlemedin mi? . — Söyedi amma, kulak verme- dim. Güya ambarda esirlerden duy- duklarını kaptan paşaya anlatacak- miş. — Kaptan paşayı mı görmek isti- yordu? — Evet... — O halde hemen git, Salih reise * söyle, Belki mühim bir şey duymuş tur da, sonra niçin haber vermedin diye lâf işitirsin! Gemici çekindi. Meseleyi “Salih reise açtı. Salih reis te kaptan paşa- ya söyledi: — Arşipelden aldığımız İspanyol rTakkasesinin efendimize gizli diye- cekleri varmış, devletlim! Dedi, Kıhç Ali paşa © akşam çok neşs- Biydi. — Gelsin... Emrini verdi. Zorayı derya kapta- | manın huzuruna getirdiler. İspanyol rakkasesi düzgün konu şan, zeki bakışlı bir kadındı. Paşa- nın ayaklarını öptükten sonra, gö- günün ucile Salih reise bakarak — Sizi aldatıyorlar! dedi - Sinyor | Greçyanonun söyledikleri yalandır. O: «Türklerin elinden bir kurtulabil- sem, onlara neler yapacağım ne leri...» deyip duruyor. Bütün mak- sadı Arşipele canını atmak ve Kara Mihal ile elele vermektir. Salih reis birdenbire titredi . Kılıç Ali paşa gözlerini açarak: — Ne diyorsun. bizi aldattılar demek! Diye bağırdı Zora sözüne devam etti: — Kara Mihal, sifyor Greçyano- nun akrabasıdır, amiral hazretleri! İ Bu iki şövalye ile Kara Mihal elele vererek Arşipeli haraca kesmişlerdir, Venedik hükümetini bile parmağın- da oynatan bu adamlar her yıl bu mevsimde Arşipelde buluşurlardı Salih reis: — Demek ki, Greçyanonun (Zey- Dep) hakkındaki teklifinin altında böyle gizli maksatlar varmış! dedi. Şimdi anladım onun Arşipelde kal mak İsteyişinin sebebini... Kılıç Ali paşa her hadise karşi- sında daima sağukkanlılığını muha- faza eder ve sükünetle söz söyler- ken, Zoranın sözleri derya kaptanını da körüklemişti. — Vay melün vay, diyordu, bizi dostluk perdesi altında Arşipelden uzaklaştırdı. Eğer ben onunla Kara Mihal arasındaki oakrabalığa inan- mış olsaydım, Arşipelden aynlır mıy- dım? O bana Kara Mihal ile arala- rında eski bir husumetin mevcudi- yetinden bahselmişti. Demek ki ak- rabalıkları gerçekmiş. Venediklilerle yaptığımız (1572) muahedesindeki imzamız kurumadan, bu anlaşma- nın türkler tarafından bozulmasını istemem. İstemem amma bu herif- lere de iyi bir ders vermek borcum | | İ luğunu ileriet |ve ağzından lâf al. mağa çalış! Bü adam, anlaşılıyor ki, Venedik hükümetini de parma- ğında oynatan*müthiş bir cambaz- dır. Haydi” göreyim senil... Bu M& muvaffak olursan, söz veri- yorum, seni padişaha hediye edece- gim! Türk sarâyında prensesler gibi yaşarsın! Zora kaptan paşaya söz verdi. Tekrar oyaklarını öperek ayrıldı İspanyol rakkasesini ambara gö- türdüler, “ « Acaba hangisinin söylediği doğru?..» Zoru ambara döndükten sonra, Salih reisle kaptan paşa başbasa kal- lar. Kılıç Ali paşa söyleniyordu: — Acaba hangisinin söylediği doğ- Tu, Salih? Greçyano bizi aldattı mı dersin? Yoksa Zora mı yeni bir oyun oynamak istiyor? ... Salih reis cevap verdi: — Greçyano bize yaranmak için Arşipel adaları hakkında bir hayli malümat vermişti. Fakat o, nede olsa, günün birinde memleketine dön- mek hulyasile yaşıyor. Bize sada- kat göstereceğini akla getirmek gü- Jünç olur. Zoraya gelince, bu kadın zaten korsanların elinden kurtul mak istiyordu. İstanbula gideceğini duyunca çok sevindi. İstanbuldan bir yere dönmesine imkân yoktur, Ve © yurdundan küçükken çıkmış kim- sesiz bir kadındır. Onun kalbinde vatan aşkı yoktur. Hiç bir memleket onu kendine İstanbul kadar bağlı- yamaz. Bunları göz önünde tutarak, Zoranın sözlerine inanmak gerektir. — Doğru sölüyorsun, Salih! Ben de senin gibi düşünüyorum. Bu ka- dından her halde istifade etmeliyiz. Ben zaten sinyor Groçyanonun me kadar hilekâr bir adam olduğunu bi- liyorum. Bizi Arşipelden uzaklaşlır- mak istemesile de hakkımızdaki dü- şüncelerini meydana vurmuştur. — Bir iki gün daha bekliyelim de, Zoranın vereceği yeni malümat üze- rine /yeni tedbirler alalım. — Ne gibi tedbirler? ... — Bu adamlar akla, hayale sığ- mıyan şeytanlıklar yapar, devletlim! Ambarda otuz kadar esir var. Şö- valyeyi bunlardan ayınp kollarımı değilse bile bacaklarını bağlamalıyız. — Ambardan uçup ta kaçacak de- ğil ya... — Vaktile Murad reisin gemisin- deki ambardan böyle şeytan bir Ve- nedikli - herkesin gözü önünde - de- nize atlayıp kaçmıştır. Bununda öyle yapmasından korkarım. — Pek âlâ. O halde bir iki gün sonra şövalyenin bacaklarına demir zincir vurup baş ambara alınız! * Sinyor Gullüyanli; Zora ile başbaşa kalınca.. — Bu gece hiç meşeniz yok. sin- yor... Niçin? — Neşe mi dedin? Esir adamın yü- zü güler mi, Zora? — Siz diğer esirler gibi değilsiniz, sinyor! Sizin kurtulmanız her za- man mümkündür. — Kaçmak suretile mi? — Hayır. Böyle bir şey düşünme- dim. Bu da mümkün. Fakat, türk- lerle anlaşıp serbes kalmanız da ka- bildir. — Amiralin esasen bana böyle bir vadi vardır amma... — Deniz üstünde verilen Kuru söz“ lere inanılmaz demek İstiyorsunuz, değil mi? N — Kafamın içini ne güzel görü- li i l i i arz eri vi ami |