15 Kasım 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

15 Kasım 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

15 Teşrinisani 1937 Artık bu Şevkinin mu hepimiz fena halde şik tün arkadaşlar ondan yaka Silkiyor- duk. Bereket versin ki, Şevkinin yıldı- İn tek birşey vardı: Karısı Bu muzip arkadaşımızın karısın- dan ödü kopardı. O bir muziplik yap- mağa kalkınca hepimiz kendisini teh- dide başlardık: — Vallahi Şevki... Biz de sana öyle bir muziplik ederiz ki, eve gidemezsin. Sağlam karından dayağı yersin. Bunu söyleyince akan sular durur, Şevki muzipliğinden vaz geçerdi. Ka- Msi, Şevkinin gözünü fena halde yıldır- mışlı. Meselâ Şevki dairede arkadaşla rın elinde bir kolonya şişesi, bir küçük esans şi görse, akrep görmüş gibi Olurdu, Şevki — Aman rica ederim... Bana öyle ya- bancı kokular sürme - Karımın şüphesini uyandıracak... Gene üstümü başımı koklıyacak: «Sen hangi şırfın- tının yanında idin?.. Üstüne başına bu Pis levantayı sürmüş.» diye başlıya- cak... Diye bizden bucak bucak kaçarken arkadaşlardan biri elindeki şişesile onu kovalardı. Şevki kaçarken kolonya $i- Şesini tutan arkadaş onun arkasın- dan bağırırdı: — Ne olur Şevki?.. Bir damla süre- yim... Vallahi iyi kokudur... Sinirler İçin birebirdir... Şevki; İstemem.. istemem yahu.. kür ederim... Koku meraklısı değilim.. > diye saklanacak delik arardı. Şevkinin ikinci korktuğu şey çikola- ta yemek ve çiklet sakızı çiğnemekti. Bir gün boş bulunmuş bunun mahzur- Yarını bize anlatmıştı. Eğer ağzı çikolata kokaruk eve gide- cek olursa karısı onu sıkı bir istinta- ka çekecekti: : Sen tek başina çikolata yemez- sin... Ağzın çikolata kokuyor... Kimin- le yedin çikolatayı?... Eğer çiklet sakızı çiğniyecek olursa tehlike daha büyüktü. O zaman evden: — Vay niçin çiklet sakızı çiğniyor- sun?.. Yoksa ağzında çekindiğin bir koku var da onu mu gidermek istiyor- sun?. Muhakkak bir yerde içki içtin. Alkol kokusunu gizlemek için sakız çiğniyorsuni!.. Biz de bunları bildiğimiz için Şevki- den ne zamanbir intikam almağa kalksak üstüne levanta damlatır, Ona zorlu çikolata yedirmeğe kalkardık. Kendisine daha ziyade kızarsak cebi- ne ufak tefek birkaç kadın eşyasını gizlice atıverirdik. Meselâ evden getir- diğimiz bir dudak boyası. yahud mini- mini bir pudra kutusu, bir pudra pom- ponu, küçük kokulu bir kadın mendili, yahud kadın yazısını taklid ederek ya- zılmış bir aşk mektubu. Zavallı Şevkiyi bu gizlice attığımız öteberi yüzünden kaç kere çok müşkül vaziyetlere düşürmüştük. Artık Şevki de bunları öğren: için akşam üstü daireden çıkarken: — Bakalım... Hainler ceplerime ge- ne neler yerleştirdiniz... Diyerek elbiselerini gayet sıkı ara- mağa başlardı. Paltosunun, ceketinin ceplerini ter- sine çevirir, her tarafını sıkı sıkı ara- dıktan sonra sokağa çıkar, evine gider- di, İiki eli kızıl kanda olsa akşam üstü bu sıkı araştırmayı yapmadan daireden çıkmazdı. Bazan arkadaşlardan biri parmaklarına dudak boyası sürer, Şev- kinin yanına yaklaşır, sanki onun ya- nağını okşuyormuş gibi yapardı. O za- man dudak boyası Şevkinin yanağına çıkardı, Biçare Şevkicik kaç kere böyle ya- nağında dudak boyasile evine gitmiş, ertesi günü yüzü gözü tırrmk içinde, sanki gece bir yabani kedi ile boğuşmuş gibi daireye dönmüştü. Şevki akşam daireden çıkarken, ne olur ne olmaz, belki yanağına, ensesi- ne filân dudak boyası sürmüşler, o far- kında olmadan saçlarına levanta dam- latmışlar diye muslukta her tarafını sabunla gıcır gıcır yıkardı. Bilhassa el- lerini yıkamağı hiç ihmal etmezdi. Çünkü birçok arkadaşlar ellerine ağır Jevantalar sürerek Şevkinin elini si- karlardı. O zaman Şevkinin eli gayet ağır levanta kokardı. Bu yüzden evinde çok defa kavga çık- miştı, Karısı: : — Ellerin gene levanta kokmuş... klerinden | İ makinesi vardır. Hepimiz bu telefonla kokulu Gene hangi yosmanın elini | avuçlarının içine alıp o öptü?. diye başlamıştı... I Velhasıl za Şevki hiç de rahat | Her dakika: ve huzur içinde değildi İ «Acaba arkadaşlar gene bana birşey mai yaptılar?» «Acaba bir yerime dudak bo- yası mı sürdüler?», «Acaba saçlarıma | levanta mı damlatlılar?.», «Acaba ce- bime pudra pomponu mu koydular» diye telâş içinde idi. Fakat meşhür sözdür. «Huy canın altındadır» derler. Şevki de arkadaş- larından bu derece korktuğu halde ge- ne bize muziplik yapmaktan bir türlü vaz geçemezdi. Daha doğrusu onunla bizim aramızda bir muharebe vardı. Bir muziplik muharebesi... İki taraf da, bu harpte kazanmak, rakibini yıldır- mak istiyordu. Gene Şevkinin bize m üthiş bir mu- ziplik yaptığı bir gündü. Bizim çocuk- lar hep bir araya toplandılar; — Şu gevkiyi adamakıllı korkuta- Tım!,. dedik. Fakat öyle birşey yapmalıydik ki, Şevki sahiden korksun... Ceplerine öte- beri koysak her akşam arıyordu, En- sesine, yanağına gizlice ruj sürek her akşam elini yüzünü yıkıyordu. Şimdi- ye kadar ona yapmadığımız bir muzip- liğe baş vurmalı idik. Nihayet içimizden Nihad: Ben buldum!.. dedi.. yalnız birisi daireye dışarıdan telefon etsin... Karar verdik, Bizim Mecdi dışardan daireye telefon edecekti. Nihad: — Bu kadarı kâfl,.. diyordu. Siz üst tarafını bana bırakınız... Öğle yemeğinden sonra idi. İepimiz çalışıyorduk. Yalnız Şevki sanki yeni bir muziplik düşünüyormuş gibi şey- tan şeytan, kendi kendine gülümsü- yordu. Biz içimizden: «Sen gülümse ba» kalım... başına gelecekleri bir bilsen...» diyorduk. Bizim çalıştığımız odada bir telefon | konuşuruz. İşte tam bu sırada telefon «cir cırlu ölmeğe başladı. Nihad hemen telefonu aldı. Yüksek sesle konuşmağa başladı: — Alo... Evet elendim... Burası... Ne dediniz hanımefendi? Şevkiyi mi 80- ruyorsunuz... Kendisi biraz evvel bir genç kadınla dışarıya çıktı. Aman efendim bendenize ne bağırıyorsunuz?. Kabahat bende mi?. Kocanıza bağırı- nız efendim... Şevki şaşkın masasından ayağa kalk- mış, gözleri dehşetle açılmış Nihada; amana am ARA AKŞAM Yahu... Ne yapıyorsun?. Kim bir genç kadınla dışarıya çıktı?.. Niçin ya- lan söylüyorsun?.. Ver telefonu bana. diye bağırıyordu. Fakst Nihad Lelelonu çoktan kapat- | mıştı, Gülerek Şevkiye: | — Ne yapayım?.. dedi... Dalgınlığıma | bağışla... Ben seni bir genç kadınla be- raber sokağa çıktın sanıyordum. Şevki delirecekti: — Yahu... Bu sizin yaptığınız da ar- tık düpedüz eşek şakası doğrusu... İn- sanin mukadderatile böyle oynanır mı? Oğlan küplere biniyordu. Arada bir: — Şimdi ben ne yapacağım?.. di- yordu. Arkadaşlardan bir kısmı ona acıdı- lar: - — Hemen eve telefon et... Burada ol- duğunu söyle... Sonra telefon edersen inanmazlar. Karın «Bak gezdi, tozdu, daireye geldi. Benim aradığımı arka- daşlarından duyunca bana telefon edi- yor..» der... İyisi mi seh hemen telefo. | na yapış... dediler. Şevki Evde telefon yok ki.. karım kimi lir nereden telefon etti.. diyordu. Biçare oğlan akşama kadar rahat edemedi. Daireden yarım saat evvel çı- kıp gitti, Biz onun korkusunun ne ka- dar boş olduğunu düşündükçe içimiz- den kıs kıs gülüyorduk. Fakat ertesi günü Şevkinin gözünün altı şişmiş, al- nı çizilmiş daireye geldiğini görünce | hepimiz şaşaladık. Merakla sorduk: | — Ne o Şevki7?.. İ O kızgın: — Bırakın Allahaşkına... dedi, başı- ma gelenleri sormayınız, Dün buraya birisi telefon etti ya... Bir kadın... Ben karım zannettim. Eve korku içinde git- tim. Daha kapıdan girer girmez: — Karıcığım... dedim. Sen bugün be-| nâ telefon ettih... Arkadaşlarım benim dairede olmadığımı söylemişler... Sen de kızdın, bağırıp çağırdın.. fakat ben | dairede idim. Derdemez karım üzerime atıldı: — Ben sana telefon etmedim. De- | mek seni telefonla arıyan ve bulama- yınca kızan, bağırıp çağıran kadınlar var ha... Bir kadın seni dairede bula- mazsa neden bağırıp çağırır?.. Demek o kadına sen mühim bir hak bir salâ- hiyet vermişsin... Diyerek beni bu hale getirdi. Acaba dün bana telefon eden, beni bulama- yınca bağırıp çağıran kadın kimdi?.. (Bir yıldız) Yavrularmı öpen ve bağrına basan anneler çocuklarınıza saf ve tabii Pirinç, Yulaf, Mercimek, Buğday, İrmik, Patates, Mısır, Bezelye, Türlü, Badem, Çavdar Hasan Özlü Unları yediriniz, Avrupanm bayat veya terkibi meçhul unlarını yedirmeyiniz. Doktorunuza Sorunuz Allahın yarattığı saf hububattan alınan, vitamini ve kalorisi kuvvet gıdaiyesi çok olan Hasan Özlü Unlarına doktorunuz şehadet eder ki hayatın ve tabiatin en muğadâi ve en mükemmel gıdasıdır. Hazan Özlü Unları çocuklarınıza tam âfiyet temin eder, Neşvünümaları- na yardım eder, Onları çabuk büyütür. Neş'eli, tombul, bastalıksız tombul yapar, Hasan Özlü Unlariyle çok leziz mahallebi ve çorba ve yemek yapılır, Mutlaka ILA 8 A N markasına dikkat, Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli wemmu Tefrika No. 58 Türk denizcileri Filip'in adamını tuzağa düşürmek istediler. Jan bunu sezdi. kulübeden ok yağdırmağa başladı! Ada şövalyesi bizi idamdan kurtara- rak, buralarda bekçilik yapmağa gönderdi. Eğer beni Arşipel adals- rından başka bir adaya götürüp bi- Takırsanız, hem onların elinden, hem de bu yalnızlıktan kurtulurum! Aydın reis söz verdi: Seni istediğin yere götürece- ğim. — O halde hemen hazırlanayımı. Ve sevinçle yere eğilerek Aydın rei- sin dizlerini öptü: — Kefalonyada bir küçük kızım vardı. Şimdi büyümüştür. On Iki yıl var ki, yurdumun ve silentin hasre- tini çekerek, burada insan yüzü gör- | meden yaşıyorum. Beni Kefalonyays götürüp bırakınız. Buska bir şey is- temem sizden! Altın bekçisi, içinde on iki yılık” hayat geçirdiği kulübesini hazin bir bakışla süzdü. Gözleri yaşardı. Bu adam, her halinden belliydi ki te- miz yürekli bir köylüye benziyordu. — Size şimdi, şu kayalıkların ar- dında bir küçük kulübe göslerece- gim. Bu kulübenin zemin katı müt- hiş bir mahzendir. Orada (Korkunç Filip) in serveti vardir. Ve bu ser- yetin bekçisi, İspanyada dokuz adam öldürmüş bir canavardır. Hazineye malik olmak için, her şeyden önce bu canavarı becermelisiniz! “Türkdenizcileri: — Sen o işi bize bırak, merak et- mel Diye söylendiler. Sahilden kayalıklara doğru yürü- meğe başladılar, bekçisile döğüşmeğe gidiyordu. “a.e (Korkunç Filip) in hazinesi önünde.. Kefalonyah Petro önden yürü- yordu 'Türk denizcileri Petronun arkasın- dan gidiyorlardı. Petro, biraz sonra: — İşte, dedi, su iki çatal kayanın arasındaki kulübeyi gördünüz mü? Filipin hazinesini bekliyen câravar orada oturur. Kulübeyi elile göstererek ilâve etti; — O, benim gibi canından bezmiş bir adam değildir. Döka beş.on kişi harcayabilir. Kulübesinde okları, pa- Yaları var. Şimdi sizi uğaklan görür- se, oraya kolay kolay yaklaşamazsı- niz! Aydın reis bir tedbir dü — Sen onu çağırıp Ss mez misin? Korkunç Filipin adamları da ken- disi gibi kurnaz ve şeytan kimiseler- di. Acabe kulübe bekçisi böyle bir tu- zağa düşebilecek miydi? Petro, Türk denizcilerini arkada bıraktı. Kulübeye doğru ilerledi. "Türkler kayalıkların arasına sin- mişlerdi. Petro kulübeye yaklaşınca, Filipin bekçisi kapıdan göründü. Uzun bı- yıklarını bükerek sırıttı: — Neden yalnız geliyorsun, Petro? Arkadaşların nerede? Petro birdenbire şaşırdı: — Hangi arkadaşlarımdan bahse diyorsun? — Haydi çanım. Sen beni kör mü sanıyorsun? Biraz önce kayalıklar- dan gelirken peşinde bir sürü adam vardı. Nerede bıraktın onları? Filipin mahzen bekçisi uzaktan gelen denizcileri görmüş, fakat on- ların Türk olduğunu seçememişti” Petro: — Sen rüya görmüşsün! Diye cevap verdiyse de, “Filipin bekçisi gözü açık rüya görecek ser. semlerden değildi. Petroya sert bir tavırla baktı: — Ecelini aramağa mı geldin bu- raya? — Hayr. Henüz ölmeğe niyetim yok. Sahile bir gemi geldi de. Seni dar TE A ndü e indire- Canavar adam yayımı gerdi: — Haydi, kulübene dön. Yoksa şimdi seni yere sererim! Petro korktu: — Ben seni çok severim, Jan! Diyerek ters yüzüne döndü. Kayalıkların ârasına geldi. Aydın rejs: — Hanya, Filipin bekçisile beraber neden gelmedin? Petro alnında damlıyan ecel terle- rini sildi: — Jan beni az kaldı vuracaktı, O, yuvasından kolay kolay çıkmıyan bir ejder gibi, hiç kimseden korkmu- yor. Ve hemen ilâve etti: — Sizi uzaktan görmüş. Bu ve- ziyet karşısında onu sahile indirmek kabil olmadı. Denizciler hep birde yumrukla rını sıkarak bağrışlılar; — Kulübesine: kapanmış bir adam- dan korkulur mu? Ne duruyoruz? Haydi çocuklar kulübeye hücum edelim. Aydın reis denizcileri gürünce: — İle Diye bağırdı. Deniz kartalları palalarını çekerek kayalıkların “arasından küme küme çıktılar ve kulübenin dikenli yolunu tırmanmüğa başladılar. 'Türk denizellerinin taşkınlık gös- termekte hakları vardı. Öyle ya... Küçücük bir kulübede bekçilik edep bir adam karşısında bir dakika bile tereddüt göstermek ne demekti? Aydin reis — Hazineyi melünu... Diye bağırınca, Jeveniler şahlan- mış birer gübeylin gibi taştan taşa atlıyarak kulübenin önüne varmış- Yardı. İşte buruda... Bu küçücük kulü- benin önünde birdenbire göğsünden yaralamp yere yuvarlanan bir Türk denizeisinin: «— Ah.. vüruldum!> Diye bağırması bütün deniz kar- tallarını bir anda coşturmuştu. Filipin altın bekçisi türklerin hü- cumunu görünce kulübesinin demir kapısın! kapayarak, pencere sralı- ğından türklere ok yağdırmağa baş- Yamış ve ilk dtilan ok Teventlerden birinin göğsüne saplanmıştı. Aydın reis yaralanan delikanlının başı ucunda durdu: — Koca yiğit... Korkma, senin in- tikamını alacağız! Diyerek kulübenin kapısına atıldı. Ve arkasından sıçrıyan bir kaç gemici kapıyı zörlamağa başladılar. Jah artık ok atamıyordu. Kulübenin içinden boğuk bir sesle haykırdı: — Ne istiyorsunuz benden? Ayam reis: — Filipin altınlarını istiyoruz... Diye cevap verdi. Jan: — Ben yaşarken onları size ve- remem.. Diyordu. Filipin bekçisi belliydi ki, ölmeden teslim olmiyacaktı. Aydın reis gülerek mırıldandı: — Filip, altınlarına muhafız seç- mekte yanılmamış..! Denizciler kulübenin kapısını zor- ıyarak kırdılar. Kapı açıldı. Fa kat, içeriye girmek için bir kurban daha vermek ihtimali vardı. İlk gi” ren denizrinin © yere serileceği ü- hakkaktı. Petro bu sirada Türk denizcileri- nin yanına sokuldu: — Jan yaman vuruculardandır, dedi, içeriye hep birden hücum edi niz! — Petronun dediği gibi yaptılar. galeyanını bize açmazsa vurun ee pa i K i ; l i

Bu sayıdan diğer sayfalar: