PAZARTESİ KONUŞMALAR PAZARTESİ KONUŞMALARI PAUL VALERY 'ye Sayın üstad; (Ulus) gazetesinin yaptığı ankete verdiğiniz cevabı okudum, Sizi bir şair, bir edib ve bunlardan daha çok, bugünkü Fransanın, hattâ Avrupanın en büyük kültür adamlarından biri olarak tanırım. Avrupalı vasfını, he- men hemen insanlık sifatile ikiz say- | dığınızı da bilmez değilim. Bunun için | hakkımızdaki fikirlerinizi dikkate de- | ger, ehemmiyetli ve uyandırıcı buldum. Cevabınızı bu dikkat ve ehemmiyetle tekrar tekrar gözden geçirdiğime emin olmanızı bilhassa rica ederim, Türkiyenin yaşıyabilmesi için behe- mehal garplılaşmıya mecbur olduğunu söylemekte ne kadar haklı ve isabetli- #iniz, üstad! Fakat bilseniz bir içtimai heyetin medeniyet değiştirmesi ne ka- dar güç, hattâ ne kadar geç oluyor. başladı, bilir misiniz? Şöyle böyle 150 sene kadar evvel! Bu hareketin resmi bir ilânı mahiyetinde olan Gülhane fermanı okunalı da tam bir asir olu- yor. Yüzlerce sene yarım < tedbirler, bocalamalar, idaresizlikler... Bu içer- den; saldırmalar, muharebeler, sömüs- meler... Bu dışardan; korkunç med ve cezirler içinde çalkandık, durduk. Bütün bu tereddüdü hareketleri azim ve iradesile silen, bütün bu sal- dırmaları cesaret ve kudretile yokeden, başımız ve Türklerin en büyüğü olan Atatürk oldu. Bizim onu ne kadar sev- diğimizi, bizim ona ne kadar bağlı ol- duğumuzu hakkile takdir edemiyece- ğinizi söylediğim zaman beni mazur görmenizi dilerim, Çünkü o hem milli Kahraman, hem içtimai reformatör'dür ve sizin tarihinizde bu iki vasfı onun kesinliği ve başarı kudretile birleştir- miş adam yoktur. «Bir inkılâp hareketinin müvaffakı- yeti, kararın kat'i ve tatbikin süratli olmasına bağlıdır», Ne kadar doğru söylüyorsunuz. Evet, biz yazıcılar, söy- Yeriz ve bizim sözlerimize de ihtiyaç vardır. Fakat bizler, nihayet söylemek- le kalırız. Yapmak!. Onegüç,one korkunç şey. Size müsaadenizle bir lektür tavsiyesinde bulunacağım; harp sonrası eserleri arasında düşünmek ve yapmak bakımından, yapanın nasıl dü: şünüp nasıl yaptığını göstermesi yö- nünden benzeri bulunmıyan bir kitap: Gazinin nutku. Bilmem onu okudu- nuz mu? Bunun fransızcası da intişar etmiştir. (Nutuk)u okumüadınızsa yal niz bizi değil, Avrupa ve Asyadaki milli mukavemet hareketlerini de ge- niş sebeplerile izah edemezsiniz. Biraz modası geçmiş olmakla İde - e : fikir - kuvvet nazariyesi hâlâ bir hakikat olarak millet hayatların- da işlemektedir. İşte o (nutuk)jun sahibi, fikir - kuvvet bir adamdır. Onu tanımadan, bizi, Türk milletini tanı- Yazan: Perihan Parla — O zamana kadar resmen nişanlı değildik.. bundan yalnız ailelerimiz haberdardı... Sadece bir anlaşmadan ibaretti. — İlk tanıştığınızda mâktulün başka kızlarla münasebeti olduğunu züânnediyor musunuz? — Belki ilk zamanlarda. fakat benimle anlaştıktan sonra katiyen. — Onu nasıl buluyordunuz?, — Çok takâir ediyordum. — Seviyor muydunuz? — O zaman bunu idrak edemiye- cek kadar çocuktum. — Bir akşam e İstanbuldan dönüyordum. İstasyonda Enisle kar- şılaştım. Beni görünce paketlerimi aldı. Yürümeğe başladık. Konuşuyor- duk; — Her akşam istasyona iner misi- niz Enis bey? — Hayır efendim. — Belki bu akşam bir arkadaşı- nızı bekliyordunuz, ben mâni oldum. — Bağla, VAZ Pe —Açık mektup— yamazsınız. Çünkü biz (O,yız veO, (biz) dir. Bütün mazimizdeki fevkalâ- deliklerden daha üstün olarak Türk kurtuluş ve kuruluş inkılâbı, beşer ta- rihi için en mühim bir hâdisedir, üs- tad! Size hayalınızın gayesi nedir? di- ye sordukları zaman! «Me revellleri» demiştiniz. Bizim şefimiz Nous revei- ler! dedi. Buradaki «Nous», Türk mil- letinin vicdanı gösterir ve biz onun işaretile, onun yüksek şuurile gündüz- lerden ve güneşlerden daha uyanığız. Sakın bu sözlerimi, yeni bir milletin henüz ihtiyarlamamış bir muharriri gururile söylenmiş farzetmeyiniz, Be- | .İ Bizde nenileşme hareketi ne zamanlar İ nim milletim, her milletten eskidir. En yeni zamanlarında, meselâ Osmanlı- lar devrinde Kanuni Süleymanın bi- rinci Françols'ya nasıl hitap ettiğini ve bu hitabı da onun nasıl kabule mec- bur olduğunu bilirsiniz. Napoldon'un İmezarını göğsünde taşıyan İnvalides'in GÖNÜL HINCI medhalinde Koskoca cüssesile hayalini size ve herkese'ziyaret ettiren büyük kumandan ve büyük insan Atİllâ, be- nim atalarımdan biridir. O, atalarım arasında bir tane olsaydı, benim bu sözlerimi gurura hamledebilirdiniz. Sizden bir rica: Bunu şahsınıza, hem bir Fransız, hem bir Avrupalı olarak, sizin yüksek şahsımza tevcih etmekle kalmıyacağım. Sizin gibi milli ve beşe- ri kültürün buhranda ve hattâ tehli- kode olduğuna kanaat getirmiş bütün büyük garp münevverlerinden de ayni ricada bulunacağım: Bizi tanıyınız, Türk milletini biliniz; o kadar!.. Eski- $ine nisbetle bugün bizi biraz daha doğru tanıyorsunuz. Fakat bu kadarı kâfi değil, Meselâ Andre Maurois «Türkiyeyi az tanıdığıma müteessifim.» diyor ve siz «Türkiye benim için meç- hul bulunmakls beraber...» diyorsu- nuz. * Maurois Türk münevverlerinin ken- disini ve hayatını tanıdığından haber- dar ımdır? Üç dört kitabının türkçeye çevrildiğini ve hakkında etüdler yazi- bp neşredildiğini biliyor mu? Sonra siz, aziz üstad! Eğer Türkiye sizin için meçhul ise, affımza sığınarak söylü- yorum, 1914-1937 yıllarının tarihi meçhulünüz demektir. Bu kabil mi? Milletler cemiyetinin milletlerarası fikri iş birliği teşkilâtında bir akade- misyen, büyük bir kültür ada mı sıfatile Fransayi temsil eden sizin için bu kabil mi? Sözü uzatarak sizi daha fazla yor- mak istemem, Cevabınızın ikinci kısmı için ayrıca yazmak emelindeyim. Fi- kirlerimi, büyük insanlık kültürü ve ideali için çarpan bir kalbin sesi ola- rak dinlemenizi ve şahsınıza ve mille- tinize beslediğim samimi saygıları ka- bul buyurmanızı dilerim, aziz üstad!.. Hasan - Âli Yücel 'Tefrika No. 3 #ediği halinden belli idi. dayanamıd: — Bugün annemle size gitmiştik te.. teyzeniz hanımefendi İstanbula indiğinizi ve akşam üzeri dönece- ginizi söylemişlerdi.. beraber dola- şalım diye sizi beklemek için gel miştim. — Ben de aksi gibi geç kaldım. Beyoğluna kadar inmişken dalmi leyli bir arkadaşımı görmek üzere mektebe kadâr gittim. Yoksa daha erken dönebilecektim. Ne yazık ki artık geç oldu, bu akşam gezemiye- ceğiz, — O halde yarın. sizi kaçta ge- lip alayım? — Altıda beklerim, — Hay hay efendim. Beni bahçe kapısına kadar getirdi ve döndü. 'Teyzelerimi . o akşam çok neşeli buldum. Taşkın sevinçlerini meye hamledeceğimi bilemiyordum. Fakat bir kaç saat geçince bu gizli neşenin membanmı keşfeder gibi oldum, Bir aralık büyük teyzem saçlarımı ole ii Nihayet AKŞAM , Türk ediblerine dair bir Fransız münekkidinin makalesi (Baş tarafı 1 inci sahifede) da büyük bir edebiyat zuhur etmeyip onu takib eden sakin safhada belir- diğini tebarüz ettiriyor. Türklerin garb tahassüşile ve lâtin- İ vari düşünceyle ne derece alâkadar olduğunu, Ahmed Hâşimin de yazıl: rından istişhad ederek, Fransız kari! ne bildiriyor: «Bundan doksan sene evvelden beri Tür- kiyenin başlıca müellifleri Alman ve Fran- mz klâsiklerini (tercümeye - anlaşılan biç te sadakat göstermeksizin - uğraşı- yorlarınış. Şairler bile Chateaubriand'le- rn ve Lamartine'lerin şakirtleri imiş. Sonra matüralizm ve arkasından sembo - lizm baş gösetrmiş: «Garbda hiç bir edebi hareket yoktur ki İstanbula aksetmiş ol- masın... (Lâkin) bu taklid devrinden bu- gün eser kalmamışlır.» Bence bu taklidei- ik dil bilmekten ileri geliyor. (Flaubert üzerinde inceden inceye tetkikat yapan türkce bir (omecmuadan bahsolunuyor halbuki hiç kimze Madame tek satır tercüme etmeği aklına getirme- mişi Bu da münevver türklerin eseri a5- | ndan okuduklarına delil sayılır.» Münekkid Andrö 'Thörive, Ahmed Hâşimin, Türk sanatını İranın mu- sannâ romantizminden Arabın kuru gürültülü belâğatinden münezzeh gös- termek üzere yazdığı bir yazida Ho- mer'i anlatırken bu Yunan şairini me- cazlardan, istiarelerden âzade sayma- sını ve bu eski Yunan şairinin eserle- rinde basit ve sade üslüb var sanma- sını hakikate uygun bulmıyor. Ve Ah- med Hâşimin üslübunü Homer'de mev- cudiyetini farzettiği sade üslüptan zi- yade zemmettiği istiareli, micazlı şek- le yakın buluyor. «Antolojinin arcak dörtte birini şairler işgal etmesine rağmen ecnebi bir kariin onları daha büyük bir alâ- ka ile okuduğunu itiraf etmeli. Türk şairlerini baştan başa modernist say- mayınız. Çok şükür ki, Virjil'i tercü- me İle meşgul bay Ruşen Eşref gibi | sevimli bir müellifleri varmış; ve bir de saf parnasyen, bay Yahya Kemal ki Moreas'ı haz içinde bırakır» Münekkid Andrö Thârive, «beş se- nelik plân edebiyatın diye tavsif etti- Zİ siyasi ve didaktik Şiirlerin aley- hinde bulunduğunu söylerken, Nazım Hikmetten misaller alıyor: «Kitabı mukaddes; şiirinin son parçasını zik- rettikten sonra, beğenmediği tarz ola- rak, Nazımın «Anadolu» manzumesin- deki Pierreloti bahisli kısmınıda gösteriyor: «Ey öç atlı yaylısının içinden — Topal, burunsuz, kör — köylülere — Pierre Loti ahı çekip geçen — eli kalemili — ağzı geri- 4 — efendiler! Tatlı maval dinle- mekten artık usandık — artık — hepini- sin kafasına — şu: Dank! desin.. — Köp- Yüinün toprağa hasreti var. — Toprağın hasreti makineler (?)» Son fikri anlamadığına işaret ola- rak (2) işaretini de kondurduktan sonra, münekkid, fikir hürriyeti mev- zuunun ve ruhani sınıf aleyhdarlığı- nın yeni rejim gençlerini birinci dere- cede alâkadar ettiklerini söylüyor. Bu tarz eserleri Fransada da bizden da- — İnşallah yakında mürüvvetini göreceğimiz günler de gelecek... Bu- gün Fatma hanımefendi oğlu ile gel- mişlerdi. Uzun uzadıya senden bah- selti ve pek çok medhü senada bu- Tundu. 'Tahminimde yanılmıyorsam Cenabı Allah bu kadar senedir çek- tiklerimizin mükâfatını verecek... Enis çok terbiyeli, çok iyi bir çocuk... Eh.. Allah büyüktür! Ben susuyordum.. Teyzemin kendi kendine böyle ha- yallere kapılması ve hele ben yaşta bir kıza bunlardan bahsetmesi belki de mânasız ve yersizdi. Fakat onu mahzun etmeğe gönlüm razı değil di. İtiraz etmeği de lüzumsuz buk muştum. Ertesi gün Enisi bahçede bekle- dim. Gelince beraber çıktık, ince bağ yollarından yürüye yürüye koruluğa kadar geldik. Geniş bir çınar âğacı- nın altına yaklaşınca: — Burada oturalım ister misiniz? dedi, Başımla muvafakat cevabını ver- dim, yanyana oturduk. Elinde ince bir çam dali mütema- diyen toprağı kazıyor, sinirli sinirli oynuyordu. Bir aralık elindekini br- Taktı, bana döndü: — Şimdiye kadar hiç bir erkek arkadaşınız oldu mu? — Çoook! Bakın sayayım: Emelin Bovory'den | ha evvel tecrübe ettiklerini, fakat Clovis Hugues'ün bile bu mevzular et- rafında şaheserler oyaratamadığını anlatıyor: «Bunların heyeti umumi- yesinde iddiadan dolayı şiir ölüyor.» | demektedir. Bütün bunlara Faruk Na- flzin - ileri sürülen prensiplere müğâ- | yir olmakla beraber - basit ve kavra- Şıcı şarkkârt neşidesini tercih ettiğini bildiriyor. Beğendiği parça şudur? Kirpiğine sürme çek, Kına yak parmağına, Bu yıl yaşın girecek, Kız, gelinlik çağına, Yaş olsam gözden akmam, Göz olsam gayre bakmam, Vatanımsın, birakmam, İllerin kucağına! İ o Antolojideki romancılara geçen mü- İ nekkid, bunların vesika ve menkıbo noktasından alâka celbettiklerini $öy- Tüyor. Yakub Kadriden sitayişle bah» sederek Sodon ve Gomore'nin ecnebi dillere tercümesinden muvalffakıyet elde edilebileceğini umuyor, Ömer Sey» feddini de-beğenen bay Thörive Sad- ri Ertem'in bir İstanbul: Mirbeau'su olduğunu, lâtife yollu anlatıyor. Le Temps muharriri diğer romancılarıs mızı cazib bulmuyor, hususiyetsiz SA“ yıyor. Bunlar Refik Halid, Akagün- düz, Mahmud Yesari, Peyami Safa ol- duklarına ve Türk romancısı diye An- tolojide başkaları gösterilmediğine gö- re, her haide yukarıda İsmi geçenler- den isabetsiz parçalar ayrılmış oldu- una hükmetmek ve diğer bir çokları ihmal eğilerek umumiyetle iyi bir in- İ tibab yapılmamış olduğuna kanaat İ getirmek lâzım gelir. Antolojinin Falih Rıfkı, Ahmed Hâ- şim, Ruşen Eşref diye üç kişiden iba- İret gösterdiği nasirler arasında münek- kid Falih Rıfkı Atayda, ehemmiyetle tevakkuf ediyor. Seyahat mektupları- nın uyanık, nükteli, hattâ derin oldu- gunu söylüyor. Reşad Nurinin pasaj- larında mevzii hususiyetler bulundu- ğunu, bunları okumanın faydalı ola- cağını, fakat tercümenin fena yapıl dığını ileri sürüyor. Meselâ merfs dur- cifiöso tarzında bir Fransıza aykırı gelen tabirler kullanılmış ki böyle şeyler olmaması için tercümelerin bir kere de Fransaya gönderilerek tab'ın- dan evvel rotüş ettirilmesini tavsiye ediyor, Memlekelimizde bir çok mühim hadiseler olmuş, bunlar ekseriya garb matbuatında birkaç satırlık yer bulabilmiştir. Le Temps gibi ciddi bir gazetede uzun uzun yer işgal etmeğe işte bir kitabımızın garp illerinde in- “şarı kâfi geldi. Gerçi bunun noksan- ları olduğu görülüyor, Fakat işte ede- biyatımıza uyanan alâka da meydan- dadır. Veli Nuri ağabeyin Ahmed; “Galatasaraylı Veğ- — Kafi kâfi.. yalnız sualimi yan- lış anladığınızı zannediyorum. Mü- saade ederseniz bir kere daha tek-' rarlıyayım: Hayatızına karışan bir erkek arkadaşa tesadüf ettiniz mi? Enis beni yakından tanımış olsay- di hiç şüphe yok ki bu suali sormı- yacaktı. İnce uzun boyumla on altı yaşında bir genç kız olmama rağ- men henüz bu sahada küçük bir çocuk kadar saf ve bilgisiz bir kıza bu şekilde hitap mânasız, hattâ gü- Yünçtü. Fakat onu” kırmak isteme- dim, ciddiyetle cevap verdim: — Hayır Enis bey. Sizin kasdetti- ğiniz şekilde hiç bir arkadaşım ol- madı. dedim. Bir anda gözlerimiz birleşmişti. — O halde bugünden itibaren hiç ayrılmıyacak iki arkadaş oluyoruz Banu! dedi. Eve gelinceye kadar ikimiz de tek kelime konuşamadık, sakin görünüyor. duk, fakat heyecanlı İdik. Bahçe kapısından ayrilirken ilk geceki gibi iğildi, yalnız parmakla- rimin ucunu öptü ve uzaklaştı. — Sevmek için henüz genç bir yaşta ( olduğunuzu , söylemiştiniz. Bilâhare maktulü sevdiniz mi? — Zannederim, km ay KADIN KÖSESİ Tilki ile süslenmiş tayör Tilki İle süslenmiş tayör. Cepleri tilkilerin kafalarından (yapılmıştır. Şapkasına tüy yerine tilkinin kuyru- gu konmuştur. EE EEE EŞ Ikisi de hiddetli! Boş su bardağını kızın yüzüne fırlatmış! Bâhçekapıda Sadıkıye hanında bir gömlek mağazasında çalışan 22 yaş larında Raşel, evvelki akşam üzeri hans daki kahveciden bir bardak su İste- miştir. Kahveci suyu göndermeyi unut- muş, neden sonra hatırına gelerek çı- rağı 13 yaşlarındaki Mehmedle gön- dermiştir. Raşel, suyun geç gelmesine kızmış, Mehmede birkaç söz söylemiştir. Meh- med, genç kızın sarfettiği sözlerden hiddetlenmiş ve bir âralık böş su bar- dağını Raşelin yüzüne fırlatmıştır. Bardağın kenarları Raşelin yüzünü kesmiş, kızın feryadını ve kanı gören- ler polisi haberdar etmişlerdir. Polis, Raşeli tedavi allına aldırmış 'Mehmedi de yakalıyarak hakkında ta» kibata girişilmiştir. Gaziantep hapishariesinden 5 idam mahkümu kaçtı Gaziantep 14 (Akşam) — Beş idam mahkümu bu gece hapishanenin dıj- varını delerek kaçmıştır, Bunlar bir silâh mağazasına girmişler ve 15 ai alarak kaçmuışlardır. ” — Zannediyorsunuz;. emin değik misiniz?! — Hayır, şimdi emin değilim. — Ya!... İlk zamanlarda başka er- keklerle arkadaşlığınız var mıydı? — Evet. İlk zamanlarda pek ço- ğu ile. — Bilhassa? — Bağ komşumuz Nuri Ziyayı zan nederim ki bütün erkek arkadaşla” rımdan çok takdir ederdim. i — Enisle tanıştıktan sonra bu gençle arkadaşlığınız devam etti mi? — Hayır! — Niçin? — Çünkü Enis istemiyordu. — Demek maktul kıskanç bir adamdı? — Tasayvur edebileceğiniz kadar! — Kıskançlığı sizi fazla izaç edi- yor muydu? — Hayır, Çünkü yalnız onunla bes raber bulunmak öeadetim için kâfi idi. Fazla arkadaşa lüzum bisset- miyordum, Esasen bütün köy halkı da beni (Enisin nişanlısı) diye ta- nımağa başlamıştı. — Bu sizi memnun ediyor muydu? Genç kız uzak bir mazinin bula» nık hatıralarını aydınlatmak ister gibi gözlerini tavana dikti; yavaş bis sesle cevap verdi: (Arkası var)