Güzel, sıcacık bir sönbahar günü idi. | Balim şöyle ailece son bir kır gezintisi | yapmağa karar verdi. Karısı Mehlika bu fikri çok münasip buldu. Lâkin ha- Kırlıksızdılar, Salim hemen bakkala koştu. Peynir, yeşli zeytin, sardalye, biraz havyar gibi hazır şeyler satın al- dı. Paketinin içine büyükçe bir şişe Takı koydurmağı da ihmal etmedi. O bakkaldan gelinciye kadar gidi- ecek yeri evde rmışlardı. Bulara çıkacakkı rüzgârlı, oturul sa otomobille döneceklerdi, Salim, bacanağının otomobiline al- dıklarını yerleştirdi. Hep birden yola çıktılar, Karısı Mehlika Salimi bu ge- zinti fikrinden dolayı tebrik ediyordu. — Aferin Salim.., Bazan hakikaten dâhiyane fikirlerin oluyor... Meselâ $u gezinti... Bu sene yapabileceğimiz en son kır gezintisi olacak... İyi ki gi- diyoruz. Salim memnun gülüyordu: — Karıcığım... Benim daha ne dâ- hiyane fikirlerim vat ama ne yapayım ki sana dinletemiyorum... diyordu. Nihayet Sulara çıktılar. Otomobili yolun aşağısında bırakmışlardı. Hava öyle oturulmıyacak derecede soğuk değildi. Sotrayı kurdular. Salim rakı şişesini çıkardı. Etraftan; — O.. dediler, sen tam tertip gel- PE Fakat şişenin mantarı o derece bü- yük ve o derece içeri batmıştı ki Salim bütün uğraşmasına rağmen bunu açamadı. Mantarı açmak için kan ter içinde çalışırken sinirlenmişti. Karısı Mehli- kaya: — Yahu.. dedi, her şeyi benim dü- şünmemi istersin... İnsan çantaya bir Şişe açacak koymaz mı?.. Mehlika omuzlarını kaldırdı: — Be senin rakı aldığını ne bile- yim?. Herkes nasıl şişenin altına vu- rup mantarı açıyorsa sen de öyle yap... Erkek değil misin? Becer... Çok uğraşılıp ta mantarı açılmıyan gişeler bazan insanı ne kadar sinirlen- « Salim de bu sinir içindeydi. Karısına: Ni — Allah Allah, dedi, erkeksem mey- haneci değilim ya... Şimdiye kadar hayatımda milyarlarda şişe de açma» dım... Eğer kendine pek güveniyorsan al şişeyi sen aç... Mehlika kaşlarını çattı: — Vay... Sen meyhaneci değilsin de ben mi meyhaneciyim?.. Senin açama- dığın şişeyi ben mi açacağım... Şunun söylediği şeye bakın Allah aşkına... — Kuzum rica ederim benimle mü- nakaşa etme... Sözlerimden tamamile ters mânalar çıkarmakta birebirsin... Şimdi sana meyhaneci filan diyen ok du mu?, Salim böyle söyliyerek cebinden ka- rısnmn kendisine hediye ettiği sedef saplı çakıyı çıkararak şişeyi açmağa çalıştı. Mantar öyle bir halde idi ki açılmasına imkân yoktu, Fakat Salim bir kere inad etmişti, mutlaka şişeyi açacaktı. Çakıyı biraz daha zorladı. Çakının ucu «çat!» diye kırılınca Meh- Jika gözlerini açtı, kendisinin hediye ettiği çakının kırılmasına kızmıştı. — Maşallah sana... Maşallah... Ha- tıraya ne güzel hürmet etmesini bili- yorsun... Hatıra diye sana verilen şey- leri ne güzel kullanıyorsun... Bende kabahat ki sana bir şey hediye etmi- sim. Salim büsbütün sinirlenmişti: — Aman rica ederim... dedi, ne bir daha bir şey hediye et... Ne de böyle başıma kak... Çakıyı kendi keyfimden, zevk için kırmadım ya... Böyle söyliyerek ucu kırılan çakı ile gene şişeyi açmağa çalışıyordu. Bu es- nada fazla bastırdığı için çakı kaydı ve salimin bir parmağı kesildi. Salim hiddetle kaldırıp çakıyı yere attı ve çakıya hafif tertip bir de küfür savur- du. Mehlika: — Teşekkür ederim, teşekkür ede- mz diyordu. Nihayet bana hakaret Saim parmağında kesilen yeri men- dilile kapatarak: — Yahu... Niçin beni çıldırtmak is- tiyorsun?... diyordu, sana hakaret eden de kim? — Daha ne olacak?.. Daha ne ola- cak? Hakaretin başka türlüsü var mi. dir? Beni bir dövmediğin kaldı. Sana aldığım hatırayı yerden yere çarp... Ona ağız dolusu küfür et... Sonra bü- tün bunlar bana hakaret değil ha... Maşallah sana, maşallah sana... Sanki bugün rakı içmek şert mıydı? İçme- sen olmaz mı?.. Güpe gündüz içmek ayyaşlık değil de nedir? Salim zaten parmağı sizladığı için sinir içindeydi: — Ha ha, dedi, biraz daha gayret... Ayyaş, sarhoş, serseri diye başlasanıa... Zaten sen bana hangi gezintiyi, hangi eğlenceyi zehir zemberek etmezsin ki? Mehlika alay etti — Aman... Gezinti de bir gezinti ol- sa bari... Sonbahar günü bu ayazda budala gibi dağ tepelerine tırmandık... Zaten senin başından makul bir fikir çıkar mı?.. Salim: — Kuzum rica ederim... dedi, ma- demki öyledir hemen dönelim... Otomobilde kendilerile beraber ge- len öleki arkadaşları aralarına girdi- ler, Onlârı biraz yatıştırdılar, Bu esnada kahveci yanlarına gel- mişti. — Şişeyi açamıyor musun?. üiye sordu ve sonra ilâve etti: — Ben size açayım da getireyim... Bir de hasırla boş tabaklar, bir testi su da getireyim. Beş dakika sonra her şey hazırdı. Şişe açılmıştı. Karınları fena halde açıkmıştı, Hıyar turşusile rakı da ne kadar güzel gidiyordu. Bacanağı Seli- me: — Salim, dedi, kendi elinle karına | bir kadeh rakı ver de barışm artık... Salim Mehlikaya rakıyı uzattı. Sularda akşama kadar oturdular... | Dönerken Mehlika kocasına: — Aferin Salimciğim, diyordu, Ha- kikaten senin dâhiyane fikirlerin var... Meselâ şu gezinti... Ne eğlendik değil mi?.. Aman kış gelmeden gelecek pa- zar bunu bir daha yapalım, Ama bu | sefer tam tertip gelelim. Dolmalar fi- Jân pişirelim... Sen de bir şişe rakı alır- sın olmaz mi?.. (Bir yıldız) o Niçin sizin saçlarınız da böyle gür ve gürbüz olmasın? OPTAMIN SAÇ EKSİRİ Kullanınız. © saçlarımızı bütün ta- ravetile muhafaza edersiniz. Kepekler, saç diplerinde saçları imha eden mikroplardır «Optamin saç eksiri» kullanarak siz de on- ları imha ( edebilir, böylelikle saçlarınızın bozulmasına, kınima- sına ve bilhassa dö- külmesine mani OPTAMIN SAÇ EKSİRİ kullanmız. 11 Teşrinisani 947 Perşembe İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230 Plâkla Türk musikisi, 1250: Havadis 1305: Muhtelif plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı : Plâkla dans musikisi, 19: Türkçe şan: Bayan İnci ta- rafından piyano ve keman refakafile, 1930: &por müsahabeleri: Eşref Şelik ta- Fafından, 20: Cemal Küm ve arkadaş- arı tarafından Türk musikisi ve halk sarkıları, 2030: Ömer Rım tarafından 20.45 Fasi saz heyeti, ve Küçük Safiye refakatile (Sant 2115: ORKESTRA, 2215: Ajans ayar), ve bol berleri ve erlesi günün proz- kamı, 2230: Plâkla sololar, opera ve ope- yet parçaları, 23: SON. 2 Teşrinisani Cuma İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230; Plâkla Türk musikisi, 1250: Havadis, 13/05: Muh- telif plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: 1130: Plâkia dans musikisi, 19: Halk şarkıları: Osman peh- Hyan tarafından; 1940: Radyo fonik dram, 20: Süad Gün ve arkadaşları tarâ- fından Türk musikisi ve halk şarkıları, 2040: Ömer Rıza tarafından - arabca söy- lev, 2045: Bayan Muzaffer ve arkadaş- ları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları (Saat ayarı), 21,15: ORKESTRA, 22,15: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün program, 2220: Plâklia sololar, opera ve operet parçaları, 23: SON. ER EEE Çektiği ıstırap- ların mes'ulü kendisidir NEVROZİN Kaşelerini tecrübe etmiş olsaydı ona cehennemi hayatı yaşatan bu muannit baş ağrısından eser kalmıyacaktı. ) gölgelere NEVROZİN - Bütün ıstırabları, dindirir, baş ve diş ağrılarile üşütmekten müte- vellid ağrı, sızı ve sancılara karşı bilhassa müessirdir, NEVROZIN Mideyi bozmaz, kalbi ve böbrekleri yormaz. İcabında günde 3 - kaşe alınabilir. İsim ve Markaya Dikkat Taklitlerinden sakınınız | e 4 İY e DiŞ,KIRIKLIK Akba müesseseleri Ankarsda her dilden kitap, ga- zete, mecmua ve kırtasiyeyi ucuz olarak AKBA müesseselerinde bu- labilirsiniz. Her dilde kitap, mec İstanbul mua siparişi kabul edilir. gazeteleri için ilân kabul, abone kaydedilir. Undervodd yazı ve be- sap makinelerinin Ankara acentesi, Parker dolma kalemlerinin Ankarada . Telefon: 3377, KAPTAN PAŞA GELİYOR Tarihi Deniz Romanı Yazan: İskender F, Sertelli mam Tefrika No, 55 “Kara Mihalin şehre limandan girdiği görülmemiştir.. O, adanın arkasına yanaşır, bir kaç adamile karaya çıkar, sonra gemisini limana gönderir. LZ SM Güneş doğarken.. Bütün donanma o geceyi dağınık bir halde denizde geçirdi. Denizei- lerden hiç biri üyumadı. Kılıç Ali paşa Tinos adası önünde, Doğan reis Arşipel kıyılarında; Ay- dın da Kiris burnunda geceledi. Kara Mihalden haber yoktu Acaba adahlar türkleri aldatmış- lar mıydı? Fakat, buna sebep ne? Yerlilerden bir çokları Kara Mihalden neftet ediyordu. . Onun her yıl bu mevsim- de Arşipele geldiği muhakkaktı. Kılıç Ali paşa donanmaya: — Bu gecede ayni plâna Kara Mihali bekliyeceğiz. Emrini vermi Bütün gemiler yordu. Kera Mihal Arşipele gelirse, bu müthiş pusuya düşmemesi kabil de gildi. Denizciler akşamı güç buldular. Güneş bâtarken herkesin yüzü gü- lüyordu. Güya Türk denizcilerine gökten yıldızlar: «Kara Mihal bu ge- ce gelecek!» diye müjdelemişler gi- hi... Bütün deniz kartallarının çeh- relerinde büyük bir zaferin neşesi vardı. Denizin üstünü gecenin karanlığı örtmüştü. yerlerinde duru- Bir gece önceki gibi göz gözü gör- | müyordu. Gökte ay yoktu. Yıldız- lar çok geriye çekilmiş gibi, o kadar uzaktan ışıldıyordu ki... Aydın reis artık uzaklan görünen ehemmiyet vermiyordu. — Dün gece utancımdan suyun dibine geçecektim.. Diyor ve gözünün önünde dola- şan hayaletlere dudak bükerek gü- Tüyordu. Her gemide iki gözcü yardı: Biri, denize bakıyor, öteki adaları teces- süs ediyordu. Ya denizden bir gölge görünecek, yahut aleşle işaret verilecek... Ve denizciler buna göre harekete geçe- ceklerdir. ... i «Ben Kara Mihali seviyorum!..» Kılıç Ali paşa ambara inmişti. Sinyor Greçyano ile konuşuyordu: — Bana ne söylemek istiyorsun, sinyor? — Size, tecrübelerime güvenerek, Arşipel hakkındaki düşüncelerimi arzetmek istedim, muhterem ami- ral! Gerçi siz de bu adaların esrarını benim kadar, hattâ bazı noktalarda benden daha iyi bilirsiniz! Fakat, bilmem ki, Kara Mihalin bu adalara ne şekilde geldiğini bilir misiniz?. Kılıç Ali paşa bu sözün nereye va- zi düşünmedi. Kaşlarını ça- e dedi. Diğer korsanlar gibi, Kara Mihal de fenerlerini söndürür.. ve kimseye görünmeden limana girer. — Yanılıyorsunuz, amiral hazret- leri! Bütün korsanlar böyle yapar- Jar amma. Kara Mihal bunun ak- — Kara Mihalin gece geldiği za- man adalara limandan girdiği görül memiştir. — Gökten mi iniyor bu herif? — Onun adalara girişi, gökten in- mekten daha gariptir. O, gemisini adanın arkasına yanaştırır, bir kaç * adamı ile çıkar, Sonra gemisini Ji- mana gönderir, — Bunu yerliler bilmezler mi? — Hayır. Bilmezler. Eğer bilseler- di size söylerlerdi. Kara Mihalin ge- misi limana, geldiği zaman, yerliler onu gemide sanırlar. Halbuki O, ddanın arkasından şehre İner ve onu kimse görmez. — Meydana çıkmaz mi? — Çıkar amma, gemiden çıkmış gibi görünür, ve şehre nereden ve na sıl girdiğini kimseye sezdirmez. Kılıç Ali paşa duraladı. - Bu, olmaz bir şey değildi. Bir müddet düşündükten sonra, ,Greçyanoya döndü: — Sinyor! Beni aldatmıyorsun, de- gü mi? — Hayır... Kızımın başina yemin ederim ki, hakikati ve bildiğimi söy- lüyorum. — Kızını çok mu seversin sen? Evet.. ondan çok sevdiğim bir şey yoktur dünyada. — Yalan söylüyorsun, sinyor! İn- san her şeyden ziyade kendisini se- ver. Bütün sevgiler, bu sevgiden sonra gelir. Eğer bana, kendi başıma yemin etseydin, sözlerine daha çok inanacaktım. — Ben, kızımı çok severim, ami- ral hazretleri! — Tecrübesi kolay: Kızın da bizde esirdir! Padişah ikinizden birinin idamını emretti. Sana beş dakika müsaade ediyorum. Kızının yaşama- sını mı istiyorsun? Yoksa... İtalyan şövalyesi titremeğe (baş- Jadı. Demek Reozita gerçekten türklerin eline düşmüştü! yi güzleri sulandı. hazretleri! Bundan sonrada bir kı- am olabilir. Varsın kızım ölsün. bir meyva için, bir ağaç feda edilmez. Dedi. Kılıç Ali paşa gülmeğe başladı: — Görüyorsun ya, sinyor !Dünya- da, insanın kendi canından daha kıymetli hiç bir şey yoktur. Bütün varlıklar - hayat tehlikesi karşısm- * da - geride kalır. ,— O halde başım ve canım üzerine . yemin ediyorum: Kara Mihal ada- ların arkasından şehre girecektir. Sözlerime inanımız.. çünkü, yer yü- zünde nefreğ ettiğim bir adam var- sa, o da Kara Mihaldir. Kılıç Ali paşa hayretle sordu: — Ondan neden nefret ediyorsun? — Neden mi nefret ediyorum?... Bir kaç saniye ellerinin baş par- — Venedik hükümetinin gemileri böyle bir şeriri tedip etmeğe yet- mez miydi? a içini çekerek önüne ME irsi e dim. Çünkü... . Greçyano sözüne devam edemedi. Bir çocuk gibi hıçkırarak ağlamağı. başladı. Kılıç Ali paşa bu maceradan müte- essir olmuş görünüyordu: — Denizlerde dolaşanlar bazan ç0- cuklarını, bazan servetlerini, bazan ge a ai ne