25 Eyiti 1997 Fahir Ferdi o gün Avrupadan ge lecek bir dostunu karşılamak için Sir- keci istasyonuna gitmişti. Tren 15 - 20 dakikalık bir gecikme ile istasyona geldi. Fahir Ferdi vagonların pence- Tesinde, merdivenlerinde dostunu ârı- rdenbire vagonlardan birin- lerek bir genç kadın nir Ferdi de ona güldü. Genç doğru ileriledi. Ferdi de soracağına, belki de bir yardım istiyeceğine kall olarak ona doğru bir kaç adım attı. Genç ve güzel kadın birdenbire: — Enişteciğim... diyerek Fahir Fer- lnin boynuna atıldı ve onu şapur şupur öptü. Fahir Ferdi dehşetli şa- galamıştı, Bu güzel kadının nereden eniştesi oluyordu? Fakat ne de olsa bu güzel yanlışlık onu dehşetli bir he- yecana kaptırmıştı, İşte tam bu esnada bir adam telâş ve heyecan İçinde: — Sacide kızım.. Sacide... Enişten © bay değil. Benim yavrucuğum.. Benim... Ablan biliyorsun, İzmirde... Ben yalnız geleceğimi sana yazmış- tım. Diyerek genç kadının hâlâ Fer- dinin boynunda dolalı olan biçimli kollarım çekti. Genç kadın yaptığı yanlışlığı işte © zaman anlamıştı, sonradan gelen adama; — Ne yapayım enişteciğim... Bana bir fotografınızı bile göndermediniz... Halbuki ben size mütemadiyen resim- lerimi göndermiştim. Siz resimlerim- den beni tanıdınız ama ben işte böyle bir yanlışlığa düştüm... Genç kadın sonra Ferdiye döndü: — Affedersiniz... dedi, sizi son de tece rahatsız ettim... Beş senedenberi Avrupadayım... Tahsilde. eniştemi hiç görmemiştim. Halbuki Avrupada iken o bana çok yardımlar etti, Yü- zünü görmediğim halde kendisine bü- yük bir sevgim, hürmetim vardır. Onu siz zannedince bu hürmetin te rile... Sözlerinin bu noktasına gelince sustu. Yüzünü yere indirdi ve tekrar- Jadı: — Affedersiniz... Sizi hakikaten ra- hatsız ettim. Ferdi kekeledi: — Bilâkis efendim... Bilâkis... Genç adam da bu sözünden çıka- bilecek mânayı düşünerek utândı. Eniştesile Sacide bu kısacık süren ah- baplıktan sonra: lahasmarladık.. diye uzaklaş- talar. Ferdi âdeta aptallaşmıştı. Ne güzel kadındı ve hayatta insanın başına böyle nefis yanlışlıklar ne kadar az gelirdi!.. O gün evine gittiği zaman kafası- nın içi hep bu tatlı yanlışlıkla dolu idi. Beş altı gün sonra artık sıcaklar iyiden iyiye başlamıştı. Ferdi sayfiye- ye taşındı. Bir gün, akşam üstü deniz kenarına çıkan yolda dolaşırken ar- kasında gülüşmeler, tatlı kadın sesle- ri işitti. Dönüp baktı, Kalbi heyecan- dan duracak sandı, Trenden inen genç kadın yanında bir kaç arkadaşi- le arkasından geliyordu. Onlar Ferdinin yanından geçer- ken genç kızlardan biri hafifçe mınl- dandı: — Sacide... Sacide:.. İşte enişten... Ferdi bunu işitmişti. Sacideye da- ha dikkatli dikkatli baktı, Genç ka- dın ona tatlı bir selâm verdi. O gün- den sonra ahbaplıkları adamakıllı İlerlemişti. Biribirlerini gördükleri zaman Sa- cide ona: — Bonjur eniştem... selâm veriyordu... Yavaş yavaş bu: — Bonjur enişteciğim... oldu. Hattâ arasıra buluşuyorlar, bir ka- yanın üstünde sigara içiyorlar, iskar- pinlerini çıkararak ayaklarını denize sokuyorlardı... Bir gün gene böyle ayakları ılık su- larda Sacidı — O günkü yanlışlığı hiç unutamı- iye gülerek yacağım!.. dedi, Ferdi: — Ben de.. diyerek gülümsedi. Hâlâ bu tatlı yanlışlığı hayalile ya- gıyorum... keşki beni gene sevdiklerin- den bizine benzetsen Sacide... Sacide başını önüne iğdi.. Cevap vermedi. Ferdi birdenbire onun elle- rini tuttu: .. dedi, enişte olmak çok Sacide sessiz onu dinliyordu. Ferdi ilâve etti: işte olmak çok güzel şey... Fa- kat senin enişten değil, ablanın haki- Kİ eniştesi olmak istiyorum. — Sacide bunu anlamamazlığa gel- di; — Ablamın eniştesi mi?. olur?.. Anlıyamadım. Ferdi izahat verdi: — Ablanın eniştesi olmak için se- ninle evlenmemiz lâzım... Ben kati kararımı verdim. Ablanın eniştesi ol- mak istiyorum... Sen bu işe ne der- sin?.. Sacide şimdi gözlerini büsbütün ye- re çevirmişti. Ferdi tekrarladı: — Ne dersin... Sacide söylesene... Sacide mırıldandı: — Bilmem ki... Bakalım ablam fi- lan buna ne derler?.. Bana kalsa seni ablamın eniştesi yaparım... — Öyle ise oldum gitti Sacide... Bundan sonra senin değil ablanın eniştesiyim... Çünkü bana mutlaka bir eniştelik lâzım... İstasyondaki * yanlışlıktan bira ay sonra Ferdi hakikaten enişte olmuş- tu. Fakat Secidenin değil ablasının eniştesi... Genç adam düğün gecesi güzel ka- rısına rica ediyordu: — Kuzum Sacide... kulağında bu- Bu nasıl Tunsun... Bir yerde genç ve yakışıklı bir adam görürsen sakın enişten san- ma... Çünkü bu sefer eskisi gibi ser- best değilsin... Evlisin... Sonra karış- mam ha... — Sen, dedi, her kendini eniştesi zanneden genç kıza yanağımı öptür- me... Yoksa küplere binerim ha... (Bir yıldız) Bu akşam Nöbetçi eczaneler ai; Pangaltıda Nargileciyan. Tak Amonelyan, Beyoğlu: İstiklâl “a iade Dellâsuda, Tepebaşinda Kinyoli, Gulala; Hüseyin Hüsnü, Ka- Müeyyed, Hasköy: &Aseo, Salih Necati, Heybellada: is, Büyükada: Merkez, Fa: mede Hulüsi Osman, "İskele caddesin- de Saadet, Üsküdar: İttihad, Küçük- pazar: Necati, Samatya: Çula, Alem- dar: Ali Riza, Şehremini: Topkapıda Nüzim, Beroğia Halkevinden: ncı dillerle istenogrefi, dikiş, şap- kacılk, çiçekçilik ve elektrik dersleri için | kayıd muamelesi 1/10/9371 ye temdit edii- miştir. Sabah, öğle ve akşam her yemekten sonra niçin RADYOLİN diş macunu kullanmalıdır. Çünkü GÜZEL YÜZ çin ilk şart güzel diş GÜZEL DİŞ için ilk ve en esasli şart da RADYOLİ kullanmaktır. ADYOL!I Mikropları *. 100 öldürür, dişleri fırçanın gire- mediği yerlere kadar nüfuz ederek temizler, parlatır, diş etlerini besler hastalanmalarına mâni olur. Sabah, öğle ve akşam her yemekten sonra günde 3 defa kullanınız. AKŞAM 25 Eylül Cumartesi İstanbul — Öğle neşriyatı: 1220: Plâkla | Türk musikisi, 1250: Havadis, 135: Muh- | telif pik neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: Saat 18 İkinci Türk Tarih kurultayının neşri. 1830 Plâkla dans musikisi, 1930 Konferans: Doktor Salim Ahmed (Afaddi ve manevi iyi ye- tişmekliğimize mâni olan haller) o 20 Cemal Kâmil ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30 Ömer Rıza tarafından Arabca söyler. 20,45 Bel- ma ve arkadaşları tarafından Türk musi- Kisi ve halk şarkıları. (Saat ayarı). 2118 Tango ve cuz orkest 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün proğramı. 2230 Plfikin sololar, opera ve operet par- çaları, 23 SO) 24 Eyidi 1937 (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) ESHAM ve TAHVİLAT İstikrazı 96,15 | Türkiye Cum- 9050 dahili buriyet Merkez ME lak — <0) Bankas nitürk I 1380) Anadolu His. 2450 Ünitürk IK 1350) Telefon 7 Ünitürk HI 1350) Terkos 640 MENENEM AİMR İline 10,80 > o mi | Müihad değir-12 iş bankası o 10,10) menleri » — hamilinelo0| Şerk değir- o 090 » Müsmis o 75) menleri Para (Çek fiatleri) Paris 208,25) Safya 038942 Londra s18| Prag 22.59.45 Nev York — 787250 vi ee Milâno 14180 —— veyeşri Atm 870225) zioti 4,175 Cenevre 343,17) Pengo 300,10 Brüiksel 4,6250) Bükreş (© 1074 Amesterdam 14284) Moskova o 2033, Beyoğlu Halkevinden: Dil bayramı münasebetile 26 Eylül 937 pazar günü saat 21 de Evimizin Tepeba- şındaki binasında tören yapılacaktır. 1 — Türen Ev başkanı bay Ekrem Tur'un bir söylevlle açılacaktır. 2 — Evimiz Gil, (a- rih ve edebiyat şubesi komite âzadından bay Semih Mümtaz tarafından Güneş - | Dil Teorisi hakkında konferans verile- cektir. 3 — #örene herkes gelebilir. Beyoğlu Halkevinden: Evimizde 1 Temmuz 937 tarihindenberi devam eden İstenograf! dersleri bitmiştir. Diploma verilmek üzere yapılacak im- tihana girmek İstiyenlerin 5/10/937 sair günü saat tam 18 de hazır bulunmaları Tie olunur. DERSLERE BAŞLANIYOR i Şişli Halkevinden: “Türkçe, Güzel yazi, Fransızca, İngilir- ce, Almanca, Biçki ve Dikiş, Çiçekçilik, Şapkacılık, Müzik ve Solfej, Ev idaresi | derslerine birinci teşrinden iibaren baş» | ianacaktır. Devam etmek istiyenlerin her gün saat 16 dan 20 ye kadar müracant- | lari. DİL BAYRAMI Şişli Halkevinden: Dil bayramı münasebetile 28 Eylği 1837 Pazar günü saat 17 de Halkevimizde fej- | sefe öğretmeni Hataylı Ahmed Faik Türkmen tarafndan Dilimizin beşinci bayramı) adli bir konferans verilecek ve öğretmen Kenan Sarler manzümeler oku- yarak ve bir de konser verilecektir. Her- kes gelebilir. İ AKBA Kitap Evi kâatçılık Ankarada bütün mektep Kitaplarının satış yeridir. Mektep kırtasiye çeşitleri İ ğim. Fakat, sevgilim çok güzel bir ka- İ cek.) dersin. Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan: İskender F. Sertelli ma Tefrika No. 8 Sahife 17 Küçük Sinan, Harsmağasına yavaşça sordu: “Kimmiş Paşayı zehirlemek istiyen bu — Nineciğim! Kırk yılda bir kere bana iyilik yapacaksın! Ben, bir kaç güne kadar Kaptan paşa ile Akdenize çıkacağım! Ayşe nine gözlerini açarak minl- dandı: — Gene mi deniz?... Ah bu ölüm kuyusu... Kuruyamadı gitti... — Engin denizin kurumasını bek- lersen vây halimize, nineciğim! Sa kın merak etme. flâin yok. Şöyle bir Akdenizi dolaşıp nihayet bir ay içinde döneceğiz. — Siz her zaman böyle bir ay için der gidersiniz de bir yıl sonra döner- siniz oğul! Gel vazgeç bu denizcilik- ten!... — Vazgeçemem, nine! Ben deniz- de doğmuşum.. denizde büyüdüm... Denizde öleceğim. Ve omuzlarını silkerek ilâve etti: — Bırakalım şimdi boş Jâfları, ni- nel Sen bana bir iyilik yapar mısın? — Elbette yaparım. Şuna bak hele. Bu da lâf mı? Sen ne dedin de yap- madım ben? Sinan, kurşuncu kadının dizinin dibine oturdu: — Öyleyse beni dinle, nineciğim; ben bir genç kadın seviyordum. onu kaçırdım.. evime getirdim. — Ey sonra?... — Sonrasını sen bilirsin artık... Anlayıver işte. Ben yola çıkarsam, onu, ben gelinceye kadar sen koru- yacaksın! — Koruyup ta ne yapacağım? Ta- nımadığım bir tazeye ben söz geçire- bilir miyim? — Ben sana müsaade ediyorum. onun dizginlerini sen kullanacaksın! Ben dönünceye kadar ona bizim ev- de bekçilik edeceksin! İşte bukadar. Ayeşenin biraz da pâra canlısı ol- duğunu bilen Sinan elini koynuna götürdü.. para dolu bir kırmızı kese çıkardı, kurşuncunun önüne atarak: — Şimdilik bunu a1! dedi. Dönüşte daha çok veririm. İhtiyar kadın paraları alinca S8- vindi: — Bir şartla bakarım, Sinan! Görüyorsun ki ben ihtiyar bir kadı- nım. Kırk yıllık alıştığım evimden ayrılırsam rahatsız olurum. Eğer sev- gilini bizim eve getirirsen, bir ay de- gil, bir yi'da gelmesen, bakarım. Sinan biraz düşündükten sonra: — Peki, dedi, yola çıkacağımızdan bir gün evvel onu buraya getirece- dındır, Orun yüzünü hiç bir erkeğe gösler: eksin! Komşu kadınlar- | dan biri görür de sorarsa, (Akrabam- | dır, bana misafir geldi.. yakında gide- — Peki canım.. sen merak etme! Yü-| zünü horozlara bile göstermem. Sinan, kurşuncu Ayşeyi bu suretle tatmin ve ikna ettikten sonra Top- kapıdan ayrılarak kaptan aşanın köşküne gitmişti, «Yalı köşkü» nde bir hâdise. Küçük Sinan kaptan paşanın köş- küne vardığı zaman, garip bir hâdise e karşılaştı. Kılıç Ali paşanın uşak- ları ve haremağaları çok heyecanlıy- dı. Sinan «Yalı köşkü, dan birine sordu — Nedir bu telâş?.. Ölü mü var?. Yoksa... Kaptan paşanın muhafızları hep öir- den gülüştüler. İçlerinden biri Sinana muhafızların- cevap verdi: — Tam vaktinde geldin.. paşa efen- dimiz de seni aratmıştı. Evine bir adam gitti.. Sinanın merakı büsbütün arttı; — Bana önce bu telâşın sebebini söy- leyin!. Deyince, bu sırada muhavereye ka- rışan bir haremağası korkak bir sesle" — Aslanım, dedi, paşa efendimiz s€- ni kendi gemisine alacak. Sakın ben- den duymuş olma!, Müjdemi isterim.. Arap sustu... Muhafızların yüzüne bakdıktan son» Ta, yavaş yavaş ilâve etti: — Bu sabah paşa efendimizin sütü- ne zehir koymuşlar... Allah korudu alçak 2 Kalyopi Yalı köşkünde kaptan paşayı zehirlemek için fırsat kolluyordu... devletlümuzu.. süt yemyeşil olmuştu... saraydan hekim başı geldi.. sütü mua» yene etti; «Kaptan paşamızı zehiris- mek istemişler. Tez bulun bu gizli eli!» diye bağırdı. Sinan bu sözleri merak ve alâka ile dinliyordu. O, Kılıç Ali paşayı çok se- verdi.. aklına ilk gelen şey şu oldu: Acaba bu hâdise, yeni Akdeniz seferi- ni tehire vesile olacak mı?. Haremağasına yavaşça sordu: — Kimmiş paşayı zehirlemek İste- yen bu âlçak?.. — Sabahtanberi haremde ve selâm- ikta bunu aramakla meşgulüz. — Bir ip ucu bulamadınız mı? — Hayır... — Nasıl olur? Paşaya götürülen süt kaç elden geçmişse hepsini sıgaya çek» melidiler,.. — On dokuz kişi bodruma atıldı. Hepsi birer birer sorguya çekildi. Bun- ların yedisi kadındır, — Bu fenalığı yapan, herhalde bu on dokuzdan biridir. — Hepsi de inkâr ediyor. Odalarını araştırdık.. zehire benzer birşey bula- madık, Sinan güldü: — A kuzum, zehiri okka ile simadı- lar ya. Yapacaklarını yapmışlar. süte zehiri almışlar. Daha ne bekliyorsu- nuz?. — Çok dayak yediler. yok!) diyorlar. — Ağızlarından kan gelinceye ka- dar sopalamalıydınız!, — Hepsinin iyice canı yandı. Hiç bi- Tİ ufacık birip ucu vermedi. Yazik olacak paşa efendimize. — On dokuz kiişden başka şüphe- Yi bir kimse yok mu sahilhanede?.. — Zannetmem. Kimden şüphelen- dilerse, hepsini yakalayıp sorguya çek- tiler. Hattâ Demir Recebin karısını bile. Sinan birdenbire afalladı: — Ne dedin.. Demir Recebin karı- sının burada ne işi var?, — Donanma gidiyor diye paşanın kethüdasina yalvarmış: (Karımı bira- kacak emin bir yerim yok. Ben gelin ceye kadar burada dursun.. haremde hizmet eder.) demiş, Kethüda efen- di de razı oldu. Recebin karısı baş kak fanın dairesine verilmişti. Yazık oldu ya bu kadına da.. — Neden yazık oluyor?. — Daha yalıya geleli üç gün bile olmamıştı. Böyle suya, süte ve şerbet- lere zehir koymak ancak eski dildade- lerin işidir. Halbuki o zavallı daha par Şa efendimizin yüzünü bile görmedi. Sinan bir müddet dalgın dalgın et- rafına bakındı: — Ben, Demir Recebin evlendiğini duymamıştım. Demek onun da ka- rısı varmış ha?!... — Hem ne kadın, ne kadın, yav- rum! Eğer paşa efendimiz onu görse... — Haremde alıkoyar mı demek İsti- yorsun?, — Haremde alıkoyamaz. çünkü, o, Demir Recebin karısıdır. Malümya bizim devletli evli kadınlara göz koy» maz. (Arkası var) (Habermiz örme Ez şa arr şa li ön oya siir ai vi aleni ix piş tee imleri a am