19 Eylül 1937 Klüpte kumar oynuyorlardı, Necdet Kemal: »— Banko! — dedi, Küğıtlar dağıldı. Karşı taraf: — Dokuz! — diye kartlarını açti. Necdet Kemal, elini cebine götürdü. Düzdanını çıkardı. Yeşil çuhalı masa- Bin üstüne bir ellilik fırlattı. İskemlesini geriye doğru sürerek: — Son param... — diyerek gülüm- Bedi, Bir çok oyuncular, hep bir ağızdan: — Aman! Gidiyor musunuz? — Vallahi, üstümde para kalmadı. Klüp müdürü yaklaşarak: — Herhalde beyefendi lâtife ediyor. Bütün kasanın emrine &#made olduğu- Du şüphesiz ki bilir, — Asla, azizim... Ben ömrümde kim- #eden beş para borç almış değilim... Bu huya alışmıyayım... İsveç - Norveç bankası müdürü B. Mvenson: — Saçma işler yapmı kuzum... » dedi. - Gitmeyin, canım, oturun... Ondan almazsanız benden alın.., Ara- mızda bu kadar hesabı cari var... Be- nim param sizin sayılır... Kaç pars istersiniz? — Prensipimi bozdurmayın, &zi- &im!.. Zira bu, bizim ailece âdetimiz- ir... Kimseyi eyurmayızı! Kalktı. Vestiere doğru yürüdü. — Ne tuhafsınız... — İhtimal. Rica ederim, ısrarda bulunmayın... Garson pardesüsünü tutuyordu. — Ne yağmur yağıyor, haberiniz var mı, beyefendi? — Demet — Bir taksi getirtelim! Necdet Kemal, elini cebine soktu. Bir miktar bozukluk çıkardı. Hep ni- &ıya kadar bütün mevcudüm bu... Herkes, hep bir ağızdan ayni itirazı yükseltti: Delilik bu... Gideceği yer uzak... Böy- We havada?... Klüp Azasından biri, nihayet: » — İşte, prensiplerini de koruduk, Beni parasız da bırakmadık! — dedi. — Bol cebinde on lira ver... Usullacık koydum... Sen, hiç bir şey istikraz et- memiş, bir para kabul etmemiş olu- yorsun... Fakat, gene de paran var... Necdet Kemal, cevap vermek fırsa- tını bulamadı. Arkadaşları gülüp şa- kalaşarak, onu kapıdan dışarı itti, Merdivenleri inerken, elini cebine at- tığı zaman, hakikaten bir on Jira par- Mmaklarına ilişti, “Yağmur durmuştu. Gökyüzü abus- tu, fakat hava ııktı. Necdet, prensipi- ni bozmadığından memnun, yürüme- ğe başladı. Yüksekkaldırımdan aşağı indi. Galateyı geçti, Tophane, Fındık- h... Yürüyor... Arhavutköyüne kadar gidecek... ve on Tirayı, ertesi gün, ol- duğu gibi sahibine iade edecek. Gece bu yolları yürüyerek hiç geç- memişti... Hattâ, nice seneler var ki gündüzleri de dalma otomobille geç- mişti. Doğrusu süratle ahestelik ara- sında ne büyük furk var... Lâmbalar bile, biribirlerinden ayrılmış, uzaklaş- miş gibi... Arnavutköyünün parmaklıklı sahi- Mine geldiği vakit, orada, bir gölgenin, tam deniz kıyısında, rüzgâra maruz bir yaprak gibi titrediğini, tereddüd geçirdiğini gördü İnsiyaki bir hamle İle alılarak tut- tu. Biçare bir kadındı bu.. İntihara teşebbüs ediyordu. Fakat bir anlık ka- rarsızlığından istifade ederek, Necdet onu işte kurtarmıştı. Şimdi, acemi cümlelerle teselliye ça- Yışıyordu kadını... , — Niçin ölesiniz, canım... İradenizi toplayın... Hayat mücadelesi karşısın- da cesur olun. Kadın, yeknasak iniltiler arasında anlattı: Uzun seneler hasta annesini tedavi için çalışmış, ânnesi ölmüş, Birini sev- miş, ada monu terketmiş. Hastalan- mış, vazifesinden çıkarmışlar. Son pa- rasıni ve bakkala son kredisini de ye- niden bir İş aramak uğrunda sarfet- miş ve işte... Nihayet... Necdet Kemal, onu teselli için çalış- b. Talih kadına gülümseyivermişti. Artık müteessir olmi iş bulabilir. Cebinden bir kart çıkardı. Uzattı: — İsmim butada yazılıdır. Yarın beni görün, Karta adresini de ilâve etti, We sonra, eli portföyüne gitti. Para verecekti. — Bu gecelik de... «Bu parayla idare edin. diyecekti, Fakat vaziyeti aklına geldi. Bereket versin arkadaşlarının on li- rasına! Hemen onu uzattı. — İşte bunu alın... Bu gece iyi bir yemek yeyin. En yakın bir otelde ya- tın... Ve yarın... Arladınız ya... Kart- ta yazılı adrese geleceksiniz... “Teşekkür cümlelerini dinlememek için acele adımlarla yürüdü. Kadının yüzünde nikbinane bir tebessümün belirdiğini gördü ve tekrar çiseleme- ğe başlıyan yağmurun altında, inşi- rahla, yoluna devam etti. O gece ve ertesi sabah ayni inşirah vicdanında devam ediyordu. Bankada, hep kadını bekledi. Fakat hayret! Yok... Gelmedi... Niçin aca- ba?.. Akşamüstü, düşünceli düşünceli klübe gittiği zaman, dostları onu kahkahalarla karşıladılar, — Kalp parayı kime sürdün?.. Şo- för yuttise bile getirmiştir, başına te- belleş olmuştur herhalde... İnatçılığı- na ceza olsun diye sana oynadığımız bu oyundan dolayı arkandan çok alay ettik. Necdet: — Nasıl kalp para?.. Nasıl oyun?... - diye kekeledi, Ve sonra: — Ah... Ne yaptınız? — diyerek ak- şam gazetelerine sarıldı. Sabaha » karşı, edelis bir kadının kendini bir kamyon altına atarak «kazara» öldüğü yazılıyordu. Ve gene gazetenin habrine nazaran kadının bir elinde kalp bir on lira, diğerinde O, derhal bir de meşhur majiyecilerden birinin kar- ta varmış... 18 Eylül 1937 (AEŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) ESHAM ve TAHVİLAT İstikrazı 96 | Türkiye Cum- 050 dahili huriyet Merkez yea Bankası İnitlirk 7 sağa Anadolu His, 2440 Ünitürk IE 1290) Telefen 0 Ünitürk Xr 290) Terkos 740 Mimik 5 Sİ Oimsemto 05 > zi —| Hthad değir. 1165 iş Bankası 090) menleri » hamiline 950) Şark değir- 00 » Müessis (o V6İ menleri Para (Çek flatleri) Paris Londra ya 1sgı | Madrid 111058 emr | Belerad 344850 Atina 810225) zzieti 418 Cenevre 344) Pengo 398,10 Brüksel) 46930! Bükreş 101,00, 5 Amsterdam 14332; Moskova 20. ıztıraba kat- lanılır mi? 1â 'Türk mwelkisi, 1280 oğlu Halkevi gösterit kolu satatndan bin temsti, 14: SON. Tarcan (Polonya milli musikisi ve Şöpen), 20: Müzeyye ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 8030: Ömer Rıza tarafından arabca söyler, 20,45: Bay Muzaffer ve arkadaşları tara- fından Tür kmusikisi ve balk şarkıları (Saat ayarı), 2115. ORKESTRA, 2218: Ajans ve borsa haberleri ve erlesi günün programı, 2230: El onar, posfa ve programı Paris (432) saat 18,30: Mozart:Sinfonla Coneertante - Keman ile, Strasburg (849) 12; Orkestrm konseri, Brüksel (484) 1740: Piyano ve viyolonsi musikisi, British National (1500) 2155: Viyana Okteti, Mittelengland (298) 2155: Elizabet Sehu- mann taratından konser, Prag (470) 1140: Klâsik musiki, Budapeşte (550) 30: İsviçrenin Avrupa konseri, Dans musikisi Brüksel - 484 - (saat 7300), Paris « 432 - (anat 23,06), Sirasburg - 949 » (saat 20,00), Tewlomsse - 325 - (saat 10,16), Paris Radio - 1645 - (saat 2800), Roma - 421 - (sanat 22,48), Milime - 309 - (saat 21,00). ele m 837 Pazartesi İstanbul — Öğle neşriyatı: 12,0: Piâk- la Türk musikisi, 1250: Haradie, 13,05; Muhtelif plâk neşriyatı, 14: Akşam neşriyatı: 14 in ör tarihi kurultayının neşri (Kurultayın müteakip toplantı gün ve szatleri her toplantı #o- nunda bildirilecektir), 1830: Plâkla dans musikisi, 19: Radyo fanik komedi (Hari ka ve hatırın için), 20: Rıfat ve arkas daşları tarafından TürE musikisi ve halk şarkıları, 2030: Ömer Rıza tarafından ârabea söyler, 2045; Bayan Muzaffer ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları (Saat ayar), 2115: OR- KESTRA, 2215: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi yünün programı, 2230: Piyano #olo: Ferdi Van Statser, 23: SON. İSTANBUL | — TİCARET ve ZANİRE BORSASI 18/9/937 FİATLAR Keten tohumu İç fmdık Yapak Anadol Buğday: Liverpul Arpa: Anvers Mısır: Londra Keten 7. : Londra 342 Fındık G. : Hamburg © 9482 lamburg ç 9452 Baş, diş ağrıları, nezle, kırgınlık ve üşütmekten mütevellid bütün ıztırabların başlamasile beraber aklımıza gelen ilk isim olmalıdır. Mideyl bozmadan, kalb ve böbreklere dokunmadan En seri tesir, en kat'i netice İcabında günde 3 kaşe alınabilir. Tarihi KAPTAN PAŞA GELİYOR Deniz Romanı Yazan; İskender F. Sertelli mana Tefrika No. 2 “Bugünkü hiddetim geçmemiş olsaydı şimdi seni pastırma gibi doğrar ve etini ie mi peri Eihç Alı, İkinci Selimin harp miğlerini bir gümüş tepsiye koydu ve içine bir kanarya kuşu kapatarak kendi elile padişaha sundu., » götü- rüyordu. Bir gün, bu geminin korsanlar ba haberi geldi. Bu ha- kütu devlet için daha tehlikeli bulmuş- tu. arkasını aşağıda takip edini) » “ Demir Recep ve bir kadın parmağı.. Demir Recep, Haliçte Venedik bal- yozunun sahilhanesi önünden ka- yıkla geçiyordu. Bahçede şen bir ka- dın sesi duydu. Recep çapkın bir er- kekti. Birdenbire başını çevirdi. Ve kürekleri suyun üstüne bırakarak, bahçeye baktı. Bahçedeki kadın Venedik balyozu- nün kucağına oturmuştu. Gözleri dünyayı görmüyordu. Recebin kaşları çatıldı. Bıyıklarını Burarak: — Vay kaltak vay.. bana: (Senden başka hir. bir erkekle görüşmüyo- Tum!) diyordu. Meğer beni aldatıyor- muş. Diye mırıldandı. Venedik elçisinin kucağında oyna- şan kadm, Kalyopi adlı bir rum gü- zeliydi. Kalyopinin kocası iki yıl önce ölmüş, Kalyopi dul kalınca, © sırada tanıştığı Receple yaşamağa başlamıştı. Recep, Türk Tersanesinde kalafat | ustasıydı. Kihç Ali paşa ile bir kaç kere sefere çıkmış, epice yararlıklar kemi kaptan paşanın teveccü hünü kazanmıştı. Demir Recep merd ve cesur bir er- kekti. Yakışıkliyi. -Haliçte pek çok vur- gunları vardı. Kadınlar onun soh. betinden hoşlanırdı. Demir Recebin ihtiyar bir anası vardı. Recep anasım çok sayar, Kal yopiyi kendi evine götürmezdi. Zaten Kalyopinin evi de Cibalide idi, Ko- cası öldüğü zaman Kâlyopiye koca- sından üç gözlü bir ev kalmışlı, Rum dilberi bu evde oturuyordu. Demir Recep Kalyopinin evine ak- şamları ortalık karardıktan sonra ge- lirdi. Bu sokakta hıristiyanlar çok oturduğundan - Kalyopinin Receple temas ettiğini herkes bildiği hal de - ona kimse ağzını açıp birşey söyliyemezdi. Kalyopiye: — Demir Recebin kapatmasıdır. Deyip göçerlerdi. Recepten herkes çekinirdi. Recep küreklere sarıldı, Venedik bâalyozunun sahilhanesi önünden uzaklaşırken, kapatmasının. şakrak sesi hâlâ kulaklarında çınlı- yordu. Demir Recep o gün rasgeldiği ar- kadaşlarile kavga ediyor, hiddetin den kabına sığamıyordu, Akşama kadar 'Tersanenin işlerile uğraştı. O gece Kalyopinin evine her z4- mankinden daha erkence gitmişti. Sokaktaki yolcular yan gözle Recebe bakarak evlerine giriyorlardı. Orta- lık henüz alaca karanlıktı. Recep eve yaklaşınca - her zaman- ki gibi - kapı açıldı. Recep içeriye girdi. Kalyopiyi karşısında görünce şaşalaı. Recep, dostunu evde bula- cağını umuyordu. Kalyopi hiç değişmemişti. Gene eskisi gibi şen ve şakraktı. Recebin boynuna sarılmak istedi: — Bu gece nasıl oldu da erken ge Jebildin, aslanım? Recep kaşlarını çattı: — Senden hesap sormak için... — Hesap mı?... Bu da ne demek? Ne demek olduğunu sen benden iyi bilirsin? Kalyopi bir şey anlamadığını ifade eden bir tavırla Recebin yüzüne baktı: — Neler söylüyorsun, Recep? Sarı hoş musun yoksa?... — Hayır. Henüz içmedim. Her zamanki minderine oturdu. Ayaklarımı uzattı: — Ylancı! « diye söze başladı - bana evden dışarıya çıkmadığını, hiç bir erkekle görüşmediğini söyler du- Turdun! Haibuki bugün Venedik bal- yozünün kucağında bülbül gibi şa- kıyordun. Kalyopi şaşkın bakıyordu: — Ben mi? dedi. Bütün mahalleli şehidimdir.. Ben bugün sokoğa bile çıkmadım Allahı şahid göslersen, gene inanmam. Gözlerimle gördüm. Ve sesini kulaklarımla işittim, Kalyapi! Bana yalan söyleme.. eğer bugünkü hiddetim geçmemiş olsaydı, şimdi se- ni pastırma gibi doğrar ve etini kö- peklerin ağzına atardım! Kalyopi, Recebin' ayaklarına kapa- narak ağlamağa başladı: — Ben Venedik balyozünün evini bile bilmem, Recep! Gözlerin seni al- datmış. Başka bir kadını bana ben- zetmiş olmalısın! Ben sana fenalık yaparsam, gözlerim kör olur. Ve Recebin yumuşadığını görün- ce, tatlı, sıcak sesile yalvardı * gibi, şişman ve kısa boylu bir adam olduğunu söylüyorlar. Halbuki sen uzun boylu, geniş omuzlu, aslan ba- kışlı bir erkeksin! Seni seven bir ka- dın, yaban domuzuna göz atar mi hiç?! Haydi gel, beni kucakla! Ve beni kırma... görüyorsün ki. ben bu dört duvarın içinde rahibeler gibi ka- panmış, yalnız senin için yaşıyan bir kadınım! Recep kendi kendine: » (Arkası var)