$ Eylül 1 | İki arkadaşın macerası Müfit arkadaşı Hamdiye bağırdı: — Haydi, kotra hazır... İki genç bekâr, ayklarında beyaz Keten iskarpinler, bacaklarında beyaz pantalonlar, sırtlarında beyaz göm- İekler, başlarında beyaz kasketlerle kotraya yerleştiler. Yanlarına bol bol bira, güzeli mezeler almışlardı. Flor- Yaya doğru açıldılar. Nadide ile Zey- hebi Floryadan kotraya alacaklar, Bezeceklerdi. İki arkadaş, iki genç kadınla yeni tanışmışlardı. Nadide Hamdiye iltifat ediyordu. Müfitle Zeynebin araları da fena değildi. İki bekâr erkek te kendi- lerini dehşetli ve üstad birer çapkın zannediyorlardı. Hamd — Azizim, diyordu. Kadınlara karşı Ani ve şaşırtıcı hareket etmelidir, be- »im aşk hücumlarım hep böyledir. Müfit gülümsedi ve Hamdinin #ik- rile alay etti: — Sen zaten sulusun... Kadınlar öyle Ani ve şaşırtıcı hareketlerden ür- kerler ve erkekten kaçarlar... Halbu- ki üstad bir çapkın yavaş yavaş, mü- kemmel bir harp plânile hareket ede- Tek kaleyi #aptedir. Bak göreceksin... Ben Zeynebe karşı nasıl hareket ede- ceğim... Müfit kotranın arka tarafına Uzanmış plânlar yapıyordu. Kendi kendine diyordu ki: «Bazı erkekler kadınlara karşı biraz yüz bulunca hemen aşk hücumuna kalkarlar ve bu hareket kadınları korkutur. Böyle erkeklere sulu naze- Tile bakılır, Aşkı her zaman bulmak Kabildir. Fakat aşkı istemenin yolu- nu bilmek lâzımdır. Ben Zeynebe kar- şı son derece ciddi davranacağım, onu yavaş yavaş aşka hazırlıyacağım. Zeyneblie Nadideyi Floryadan kot- Taya aldılar. Hamdi derhal Nadidenin Yanına uzandı ve henüz denizden çıkmış genç kadının islak saçlarına Yüzünü yaklaştırarak onun kulağına bir şeyler fısıldamağa başladı. Müfit arkdaşının bu haline baktı. İçinden: — Sulu... dedi, kadını elinden kâ- çıracak... Budala... Kotradaki gramofonun güzel plâk- larını çalmağa başladılar. Hamdi Sululuğunu artırdıkca artırıyordu. Bir aralık Hamdi Müfidin yanına Yaklaşarak: — Ben, dedi. Kotrayı Hayırsızadaya doğru götüreceğim. Güya, sular bizi Oraya atmış gibi yaparız... Mehtapda ece yarısı Hayırsızadadan İstanbula döneriz olmaz mu? — Mükemmel fikir... — Fakat sen Zeynebe karşı çok durgun davranıyorsun! Müfit kurmaz kurnaz güldü: — O dedi, çapkınlık sanatının ince bir plânıdır. Sen anlamazsın... Bi- dırcını ağa düşürmek için böyle nu- Maralar yapmak Jâzımdır... Senin Bibi gayet sulu hareket edersem yan- dım gitti. Kotra Hayırsızadaya doğru açılı- Yordu. Nadide telâşla sordu: — Nereye gidiyoruz... Hamdi cevab verdi; — Sular bizi Hayırsızadaya atıyor, Biraz adaya çıkarız, gece mehtapta döneriz olmaz mı?... Sabaha karşı nbula dönüş nekadar zevkli olur. Zeyneb ellerini çırptı: — Ne güzel... Bu adetâ bir mace- Ya... Hem Hahırsızadayı o kadar me- Yak ederim ki Hele dönüş her halde Şok zevkli olacak. Hayırsızadaya yaklaştılar, Uzun Uzun yanaşacak bir yer aramadan Adaya çok yakın bir yerde demir at- lar, Erkekler de soyunup mayolarını Biymişlere. Yüze yüze Adaya çıktı- Hamdi; — Gel, biz Aadayı şöyle bir kulaçan delim... Diyerek kolunu Nadidenin beline doladı. Müfit gene içinden arkadaşı için: *Sulu!... Bir de kendisini müthiş bir Sapkın zannedir.» O böyle düşünürken, Zeyneb kendi- inin koluna girdi: — Biz de, dedi, Adanın öteki tara- 1 dolaşalım! e kadının bu teklifi üzerine iğ kendi kedine; «Bizim aşk plânı kendisini gösteriyor... Kada karşı sululuk etmemem tesirini gösterdi.» Zeyneb neşe içinde idi. Onlardan uzaklaşan Nadide ile Hamdinin arka- sından baktı ve güldü: > — Kimsesiz bir Aadada dört Ro- Denson!... Sonre Müfide büsbütün sokularak: — Biz her halde, dedi, Robensondan daha mesuduz değil mi? Robenson kimsesiz adâda pek arkadaşsızmış. Halbuki bizim burada iyi arkadaşia- mız var değil mi? Artık Nadide ile Hamdi adamakıllı gözden kaybolmuşlardı. Müfit Zey- neble beraber biraz dolaştıktan sonra sahilde bir yere indiler, Zeyneb Adaya baktı: — Vahşi bir güzelliği var değil mi? Vahşi bir aşk dekoru... Müfit gene: «Durgun durmam adamakıllı tesirini gösterdi! diyordu. Fakat Zeyneb, Müfidin soğukluğu karşısında onu her dakika biraz daha teşvik etmek lüzumunu hissediyordu. Birdenbire sordu: — Aşk hakkında ne düşünüyorsu- nuz? Müfit kendi kendine: «Bıldırcın ağa vurmak üzere... Bi- Tâz daha dişimi sıkıp, tam kıvamına gelince o zaman kati hücuma geçe- rim. O bu hiç beklemediği hücum kar- şısında mukavemetini kaybeder...» Müfit Zeynebin bütün cesaret ve- Tici hallerine karşı hiç istifini bozmı- yordu. Tevekkeli, bir büyük adam: «Kadınlar kovalıyan erkekten ka- çarlar, kaçan erkeği kovalarlar..> dememiş miydi. Müfit durgun dur- dukça Zeyneb ona iltilatını artırıyor- du. Fakst tam bu aralık Nadide ile Hamdi son derece neşeli, mesud gel- diler. Zeyneb onları görür görmez neşe- sini kaybetti, Müfit kendi kendine. «İyi hareket ettim, diyordu. Enin- de sonunda Zeyneb benimdir...» Nadide gülerek Zeynebin yanına yaklaştı. Müfit sulu arkadaşının Na- dideye karşı nasıl hareket ettiğini öğrenmek istiyordu. Hamdinin kolu- na girdi. Bu sırada iki kadın bir kayanın üs- tüne olurmuş konuşuyorlardı. Müti- din kulağına şu sözler çalındı. Nadide; —Ben çok mesudum... diyordu. Ya sen Müfidi nasıl buldun. Zeyneb sesinden bile belli olan bir hiddetle; — Aman, dedi, bırak şunu, mMıy- mıntı... Abdal o... Budala... (Bir yıldız) m GRIPIN: ağrılarını, romatizma sancı ve sızılarını keser Çaresi varken ıstırab çekmek.. ne acınacak hal! En şiddetli baş ve diş || Uşütmekten mütevellid Gripe, nezleye ve emsali hastalıklara karşı bilhssa müessirdir. GRİP Kaşelerini alınız. icabında günde 3 kaşe alınabilir. ” M * (Baş tarafı 5 inci sahifede) Her defasında, evlerin birinde top- lanılır, bezik oynanırdı. Bu, herkesi © kadar sarmıştı ki, eski kâğıtları aşi- rip, birer marköz de biz uydurarak, çoluk çocuk arasında bizler de oynar olmuştuk. Biz dediğim, bugün hepsi de topra- ğa kalbolmuş, yurdun birer bucağın- da son uykularına dalmış o mübârek insanların çvlâdları.. Mollanın oğul- ları Mehmed, Salih, Cemal beyler. Baki beyin oğlu Ferid.. doktor Civa- ninin Oğlu Aram.. Yenişehirli Adem beyin torunu Salâhaddin, ağabeyim Nijad ve ben... Hehyat ki, bunların da içinden, ba- balarmın yanına, genç yaşında gi- denler oldu. Hele biçare Salih!. Mek- tebi Harbiyeden zabit, çıktığı sene tu- tulduğu verem illetinden kurtulamı- yarak, müdafaasına and içtiği bu top- yakların üzerinde elemli gençliğini bir müddet sürükledikten sonra, aramız- dan ebediyyen çekilip gitti, O ne halük, ne temiz, we cevherli çocuktu! Sarışın simasinın çizgilerin- * necib duygularının akisleri sezilir- ... Size şimdi tuhaf bir şey söyliyece- gim, inanmuyacaksınız: O tarihte, Büyükadada, aşağı yukarı her evin akat suyu vardı! Evet: Adada akar su! Hem de o devirde, Bu suyu, Nizamda, hâlâ ankazı du- ran fabrikada, Kazoğlu adında birisi, denizden alıp tasfiye eder, evlere da- ğıtırdı. Bir gün, gene Şemsi Molların, bu su yüzünden, bizzat Kazoğlu ile bir ihtilâf çıkmıştı. Kazoğlu, Mollayı boyuna atlatıyor, istediğini yapmıyor- du. Molla fena halde kızdı; ve bir sabah vapurda, herifle yüzyüze gelince: — Bana bak, Kazoğiu efendi! dedi; benim suyu vereceksen, ver. Vermez- sen külühları değişiriz. Sen Kazoğlu | isen, ben de senin baban değilim. An- | Jadın mı?.. | Şimdi nerede o Kazoğulları?... Bu- günkü ada, Kerbelâ sahrası gibi su- | suzluktan çayır cayır yanıyor!.. Ercümend Ekrem Talu Gazetemizin İzmir ve havalisi satışı 1 Eylül 937 tarihinden itibaren ve havalisinde gazetemizin satışı İzmirde İkizbeyler sokağın- da 66 numarada Esad Ekicigile verilmiştir. Alâkadar bayilerle ka- rilerimizin kendisine müracaat €tmeleri ilân olunur. m GRİPİN: bütün ıstırabları, adale, bel, sinir ağrılarını dindirir KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No, 161 (Güneşin oğlu) adada bir hükümdar gibi yaşıyordu. Onun Japon Iimpara- toru ile arası çok açıktı Fakat, Özkan askerlerini de yurdu ve Hakanı kadar candan seven bir zabitti. O bu cesedlere bakarak: — Ben, bir Moğol askerini, bütün bir Japonyay değişmem. Diyor ve acıyordu. Böylece, güneş batıncaya kadar deniz üstünde bocaladılar. Coşkun dalgalar ve kudurmuş fırtınalarla bo- guştular. Nihayet denizin üstünü esmer bu- Tutlar kaplarken (birinci Yay adası) görünmüştü. Rüzgâr da eski şidöetini kaybet- mişti. Özkan: — Ada göründü. Diye haykırdı. Küçük Timur yüksek sesle verdi: — Fırtına diniyor, arkasında geçirelim. cevap geceyi adanın — Peki... diye karşılık veriyordu. İki sal birbirine yaklaşmıştı. Yirmi metre ara ile gidiyorlardı. Yay adaları denizinde - belki de dünyanın kurulduğu gündenberi - bu kadar korkunç ve tehlikeli bir yolcu- luk ne görülmüş, ne de işitilmişti. Fırtınalı zamanlarin amiral Şütso bu sularda, alimda büyük tekneler olduğu halde bile barmamaz, kuytu körfezlere kaçıp sığmırdı. Acaba Moğol donanması bu firti- nada nerede bulunuyordu? Bütün bu üzün günü deniz üstünde mi ge- çirmişti. Yoksa bir Jimana mi sığın- miştı? Yay adalarında bir facia! Birinci «Yay adasi» nın yarı hak i kımı Japonlar teşkil ediyordu. Bura- İ daki Japonlar vaktile Mikadoya kar- $1 isyan ederek, nihayet Japon ordu- su galebe edince, ordudan kaçabilen- ler buraya sığınıp yerleşmişlerdi, O zaman Kanton eyaleti (Sung) imparatorluğuna (Obâğliydi. (Yay) adaları da Kanton eyaletine merbut küçük beyliklerle idare olunurdu. Okay hanın birinci seferinde Kan- ton eyaleti Çinlilerden alınmış, daha sonra da Kubilây, Sung imparatortu- yı yıkarak, bu denizdeki bütün adalar Kanton valiliğine bağlamıştı. Birinci (Yay adası) nda yaşıyan Japonlar üç bin kişiden fazla idi. Gerçi yerliler, buradaki Japonların iki mislinden fazla ise de, adanın bü- tün tcareti Japonlarm elinde idi. Burada Japonlar efendi, yerliler uşak vaziyetinde bulunuyordu. İkinci Yay adası, bu adanin iki mil kadar şarkında, üçüncüsü ise dört mil uzakta idi. Mogol generali Hun - Kanın esir "bulunduğu ada, ikinci ada idi. Özkan, Kantondan ayrılmadan, bi- i rinci ada halkının isyana fiilen işti- râk etmediğini duymuştu. Oysa ki, bu adadaki Japonların sayısı diğer adaların hepsinden daha fazla İdi. Buradaki Japonlarm isya- na iştirik etmemelerine imkân mı vardı? Bahusus ki, bunların ecdadı isya- na alışmış insanlardı. Acaba Kantonda Özkana yanlıs mi malümat vermişlerdi? Asker açlıktan bayılmıştı, Geceyi de salda geçirecek olurlar- “sa hastalanmaları muhakkaktı. Sal da dizlerine kadar su içinde durüyor- Jardı. Askerler; — Karaya çıkalım. * Diye bağrışmağa başlamışlardı. Özkan, Küçük Timürun salına ya- naştı: — Geceyi de böyle su icinde mi Diye sordu. Küçük Timur ayni mesele etrafın- da arkadaşlarile konuşuyordu. OÖz- kana: — Sen ne yapmak fikrindesin? Deyince, Özkan askerlerin arzusu- nu söyledi: — Şuradaki kayalıklara yanasa- um. Karaya çıkalım. Ötesini sonra düşünürüz. — Ya ağalılardan mukavemet gö- Türsek?. — Bize karşı koyacaklarım sanmı- yorum. Çünkü, böyle bir maksatları olsaydı, bizi bu kadar sahile öok- mazlardı. Askerlerden biri vaktile bu adala- ra gelmişti. Adalıların âdetlerini çok iyi bili.” yordu. — Onlar ok kullanmazlar. Hepsi- nin belinde küçük birer hançer var- dır. Ve bütün silâhları bundan iba- rettir. Dedi, Moğol askerinin verdiği bu kısa izahat Özkanla Timurun cesa- retii artırmıştı. Kayalıklara yanaşmağa ve karaya çıkmağa karsr verdiler, Asker çok yorgundu: — Sudan çıkalım da taş üstünde yatmağa razıyız, diyorlardı. Sallar kayalıklar arasına girdi. Moğol askerleri ikişer üçer kayala- rm üstüne atlıyarak adanın çakıl taşlı kıyısına çıkmağa başladılar. Sular kararmıştı. Fakat göz gözü görüyordu. Nereye çıktıklarını iyice seçebiliyorlardı. (Yay) adalarının parlak seması âi- tında bütün sahil boyunu tutan Mo- ğol denizcileri buraya yiyeceklerini, içeceklerini de birlikte çıkarmışlardı. Etrafta ne bir ses... Nede bir ışık vardı. Salları kayalıklara bağlamışlardı. Küçük Timurla Özkan kuytu bir köşede ateş yakıp konuşmağa bas ladılar: — Nereye gidecektik, nereye gel dik? Hele bir bu geceyi burada geçi- relim de. Ne yapacağımızı yarın dü- şünürüz, Özkan! — Kubilây han bize amiral Şüt- soyu bulmağa çalışmamızı emretmiş- ti, Burada kalırsak, ona Taslıyama. — Deniz sakinleşmeden buradan bir yere gitmem ben. — Ya günlerce fırtına sürerse”... — Biz de günlerce burada kalırız. — Yiyeceğimiz biterse?... — Adaya yayılınz, ve adalilardan yiyecek alırız. — Verirler mi dersin? — Bize karşı mukavemet göstere- Ceklerini mi sanıyorsun? Ben bu ada- yı yüz Moğol askerile zaptederim. Halbuki askerlerimiz dört yüz kişiye yakındır. Adalıların âdetlerini iyl bile bir Mo- gol askeri, zabitlerin yanma sokuldu: — Bu adada Japonların taptığı bir adam vardır, dedi, eğer onu elde eder- sek, hiç birimizin burnu kanamaz ve adahları bu suretle çabuk ve kolay avlarız. Özkan sordu: — Kimdir bu adam? — Ona: (Güneşin oğlu) derler. Adanın en güzel bir yerinde küçük bir köşkü vardır. Uşaklarının ve câ- riyelerinin hepsi dilsizdir. Fakat (Gü- neşin oğlu) onlarla çok iyi anlaşır. — Sen onur evini biliyor musun? — Bilirim. — O halde yarın sabah 'İlk işimiz Onu görmek olsun. (Güneşin oğlu) kırk yaşlarında, kısa boylu, çekik gözlü, sehhar ba- kışlı, zeki bir adamdı. : O, üç yıldanberi amiral Şütsonun kızına âşıktı. Üç yıl önce bir gün amiri Şütso gemilerile beraber adalardan geçer- ken kızını da yanına almıştı. Amiral bu adaya uğradı. Kızile beraber kas raya çıktı. Adayı gezdi. P İşte (Güneşin oğlu) o zaman Şüte © sonun kızını görmüş, sevmişti. (Güneşin oğlu) o güne kadör hiç bir kadınla evlenmemiş ve (Güenş) © kırk yaşına gelmeden dünya evine girmiyeceğine söz vermişti. pi vi XArkası var) eri amana