Mahir kiralık ev arıyordu. Bu çocu- kiralık ev ataması hakikaten he- Pimiz için çekilmez bir derd olmuştu. bir evi beğenmiyor. Hiç bir apar- imanı gözü kesmiyordu. Onu nereye Bötürsek, kendisine nereyi gezdirsek mutlaka bir bahane buluyordu. , <> Fena apartıman değil ama biraz Karanlıkça... Ben sıkıntılı adamım, Böyle loş apartımanlarda oturamam. >— Güzel apartıman ama herhalde airübetii olacak. Bu semt rütubetli- — Kalorifersiz yerde ben oturabilir Miyim? Allah vermesin... Velhasıl Mahir her gezdiği eve, apâT- herhalde bir kusur buluyordu. Biz onunla: — Nafile sen böyle «armudun sapı Yar, üzümün çöpü var» diye bin bir bahane bularak evleri dolaşırsan apar- aman filân tutamazsın. Diye alay ederken Mahir: — Göreceksiniz, diyordu, görecek- 8iniz... Bütün İstanbulu baştan aşağı Cennet gibi bir apartı- Man bulacağım. Cennet gibi... Apt, imanım tam manasile «yeryüzünde Mir cennet» olacak. Bilirsiniz ya benim hayatta en ziyade meraklı olduğum YY oturacağım evdir... Mahiri epey zaman görmedik. Bir- denbire arkadaşlar arasında bir ha- Vadis dolaştı; Mahir apartıman tulmuş... Bu bi- tim için İspanyol muharebesinin ne- alınmış kadar meraklı ve ehem- Miyetli bir havadisti. Hemen: “> Aman, dedik, gidelim Mahirin bütün İstanbulu dolaşarak bulduğu ŞU cennet gibi apartımanı görelim... bilir ne kadar güzeldir, ne kadar idir. Kalktık, hep beraber Mahirin yeni yeli Apartımana gittik. Bu Beyoğ- 4 Sokak içinde küçük bir apar- tamandı, v : Daha kapıdan içeri girer girmez e Apartıman dehşetli loş.. âdeta ik... Şaşkın şaşkın bakıştık. Arkadaşlar» biri şaka etti: : miz Cennet biraz karanlıkça değil Evet Mahirin bulunduğu cennet dâmakılm karanlıktı, Kapıcıya: — Kaçıncı kat... diye sorduk., ”— Beşinci!.. cevabını verdi. yere asansör aradık. O da yok- Arkadaşlar mırıldandılar: — Cennet te asansör de yok... Be- #ici kata kadar harap olacağız... Cennetin beşinci katına çıkmak ha- kikaten bizim için çok yorucu oldu. Mihayet nefes nefese Mahirin katına &eldik. Cennetin kapısını çaldık. Bize kapıyı Mahir açtı. > Senin yeryüzünde bulduğun cen- Meti Bürmeğe geldik... Dediğimiz za- rma Yüzünde bir mahcubiyet dalgası > Birakin Allah aşkına, dedi, Başı- Öyle bir iş geldi ki... San Sirada arkadaşlar apartımanın hz ma dağılmışlardı. Herkes Ma- bulduğu cennetin kötülüğüne bayretler içinde kalıyorlardı; — Bu ne biçim cennet yahu... Kalo- de yok... müyor * cennetten deniz de görün- — Amma da loş cennet ha... Sesleri yükseliyordu. Mahir; ir Ne kadar alay etseniz yeridir... Açık Ve hepimizi bir odaya sokarak bir pencere gösterdi: m İşte, dedi, başıma bütün bu fe- leri getiren şu pis penceredir; rl içerken anlat- — Eve ne kadar meraklı olduğumu en Bunun için İstanbulun en Apartımanını tutmağa karar he işim. Yolum buraya düştü. Da- Same inn Kâpısından girer gir- © loşluğu görünce çıkıp gilmeğe maal Hele merdivenlerin çok» asansör olmaması bü, bütün yıldırdı. Az daha me 7 bek in Keşke fırlasaydım. * — Merdiven fazladır ama, yukarısı çok güzeldir... diye o derece ısrar etti ki nihayet dayanamadım. Yukarı çık- tum. Apartımanı gezdim. Zerre kadar beğenmemiştim. Lâkin tam bu pen- cerenin önüne gelince bende şafak at- tı. Görüyorsunuz ya bu pencere tam komşunun karşıki penceresine bakar, O gün de şimdi gördüğünüz gibi bu pencere ve karşıki komşunun pence- resi açıktı. Karşıdaki açık pencerenin. önünde kırmızı divana uzanmış, peni- varlı bir kadın... Elinde bir sigara bi- ze doğru tüttürüyor... Öyle bir bacak bacak üstüne atışı, öyle bir sigara üf- deyişi, öyle bir uzanışı vardı ki pence- Tenin önüne dikilip kaldım. Bu esngda penivarlı kadın bana bar kıp hafif bir gülümsemez mi? Sigara dumanını cilveli cilveli benim bulun- duğum pencereye doğru üflemez mi? Aman Allah!.. Bir anda karanlığını, 'merdiveninin çokluğunu. "deniz gör- memesini, kalorifer olmamasını, hep- sini hepsini tamamile unuttum. Aklımda yalnız karşıdaki kadın vardı. Kendi kendime: — Merdiveni çokmuş, apartıman karanlıkmış, deniz görmezmiş, kalo- riferi yokmuş... Ne çıkar? «İki gönül bir olunca samanlık seyrân olur.» Meşhur sözdür... diyorum. Karşıdaki genç kadın ikinci bir de- fa daha gülümseyince Kapıcıya: — Ben apartımanı tutuyorum... dedim. O gün gittim. görüştüm ve hemen eve taşındım. Ge- çireceğim aşk günlerinin heyecanı için- de idim. Mahir sözünün burasına gelince karşıki odada kırmızı divanın üzerine bir cadaloz oturdu. Biz kahkahayı ko- pardı. baktı, Sorduk: — Aman Mahir seni çileden çikar- tan nazenin bu mu yoksa?.. Mahir: — Durun da, dedi, hikâyemi biti- reyim... Buraya taşındığımın ikinci günü feci hakikati öğrendim. Meğer karşıda gördüğüm genç kadın misa- fir imiş... Asıl bayan bu idi.. Ertesi günü misafir kalkıp gitti. Ben deo derece ev meraklısı olmama rağmen bu feci, bu pis apartımanda kalakal- dım... İşte bir açık pencere insanın başını bu kadar belâya sokuyor... (Bir yıldız) Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Kurtuluş caddesinde Necde: Taksim: Nizameddin, Beyoğlu: Kan- zuk, Yenişehirde Baronakyan, Bos- tanbaşında İtimad, Galata: İsmet, Kasımpaşa: Vasıf, Hasköy: Hahetoğ- unda Barbut, Eminönü: Hüsnü Onar, Heybellada: Halk, Büyükada; Halk, Fatih: Saraçhenede İbrahim Halli, Karagümrük: Mehmed Fuad, Bakırköy: İstepan, Sarıyer: Asaf, Ta- rabya, Yeniköy, Emirgön, Rumelihi- sarındaki Eezaneter, Akssray: Yeni- kapıda Sarım, Beşiktaş: Pe- ner: Balata Merkez, Beyazıd: Cemil, .Kadıköy: İskele caddesinde Sotirye- dis, Yeldeğirmeninde Üçler, Üsküdar Ahmediye: Küçükpazar; Yorgi, Sa- matya: Yedikulede Teofilos, Alemdar: Cağaloklunda Abdülkadir, Şehremini; Ahmed Hamdi. BORSA 19937 (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) ESBAM ve TAHVİLÂT İstikrazı dahıl 0575 | Türkiye Cum- 89 1633 İslik- Oo 9525) huriyet Merkez razı Bankası Ünitürk 1 O İSOS| Anadolu His. 2440 » > 1455 | Teteton 70 » 1455 Terkos 70 Mümeseli ox 3880) mena ii » mı (o —| itikad Değir- Ji İş Bankası (040) menleri > hamiline 680) Şer değir- 009 » Müessie (751 menleri Para (Çek fintleri) Paris 2115) Sofya 63,09 42 «a! nr Nev York Tas) Berin yaza | Madrid — Milâno 140620 | Belgrad 345540 Atime MAS | anti 41900 Cenevre | 34810 | Pengo Brüksel 46725 | Bükreş 107,00,63 Amsterdam 34282 50) "ra, 20: Mustafa ve çrkadaşları tarafm- Apartıman sahibile | Cadaloz bizim tarafa ters Lerâ 2 Eylül 937 Perşembe İstanbul — Öğlen neşriyatı: 1230: Plâk- ia Türk musikisi, 1250: Havadis, 1305: Mubtelif pik neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: 1830 Plâklia dans musikisi, 1930: Spor müsahabeleri: Eşref Şefik tarafından; 20: Sund Ergün ve ar- kadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 2030: Bay Örer Rıza ta- Tafından arabca söylev, 2045: Susun Ve arkadaşları tarafından Türk imusizisi ve halk şazkıları (Saat ayarı), 2116: OR- KESTRA, 22,15: Ajan ve borsa haberleri Ye ertesi günün programı, 2230: Plâkla #ololar, opera ve operet parçaları, 23: SON. Ecnebi istasyonların en , — müntebap programı Milâno (363) saat 22; Wagnerin «Lo- hengrine operas, Strasburg (349) 2230: (Tosca) operasından müntehap parçalar, Sottens (443) 21: Radyo orkestrası, Lük- semburg (1293) 2230: Radyo orkestrası, Berlin (358) 2015: (Bethoven) den par- çalar, Varşova (1339) 23: Koro könseri, Dans musikisi Berlin (366) saat 21.10, Paris P. P. (313) 22,55, (507) 2320, Londra (Kisa dalga) 18:30 - 20,20 - 0,15, Ca na 917 Cuma — Öğle neşriyatı Türk müsikisi, 1330: aradi telif plâk neşriyatı, 14* SON. Akşam neşriyatı: 1830: Plâkiz dans musikisi, 19: Radyo fonik komedi; Palav- 30: Plâkla 13,05: Muh- dan Türk musikisi ve halk şarkıları, 2030: Bay Ömer Rıza tarafından arabca söylev, 20,45: Nedime ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk'şarkıları (Saat aya” rı, 2115: ORKESTRA, 22 15: Ajans ve > —— ve ertesi günün programı, ği sololar, ve ret parçaları, 2: SON, © “Pe ie Bir tek tüp sizin bu neticeyi alma- nıza kâfi gelir Bugün Ilk iş olarak RADYOLİN alınız ve bitineiye kadar günde üç defa kullanınız. Bu müddetin 80- nunda dişlerinizin evvelkinden çok daha parlak, çok daha beyaz ve çok daha temiz olduğunu görecek- RADYOLIN ile muhakkak sabah, akşum ve her yemekten sonra, yahud hiç değilse günde üç defa fırçalamak şartile. Buğday yumuşak Buğday seri Buğday kızılca |ls-Basİ BBSER > & : E Bluvesnasuyan Darı Fındık iç Yapak 40 » v0 » Kepek mw » 1064 » Tiftik uye» İç fındık TW» Mr > » 2 , | l 515 1/4 Ton Razmol Yulaf 50 » Nohut Dk » İç fındık » » Dış FİATLA Buğday: Liverpal Buğday: Şikago Buğday: Vinipek www mm mm mam yi m mmm isli iğne ayıya ağaya yy İİ laç yalla mmm KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli Mogpollar Kantondan Yay adalarına No. 159 sallarla geçiyorlardı. Özkanla küçük Timur da bu fedailer arasında idi Ne yazık ki, Kubilây Kantondaki | o Kublây bu sallardan büyük isti- Japonlar hakkında insani davranmış ve Japon mahallesinin ateşlenmesi teklifini reddetmişti. Bekçiyi dışarı çıkardılar. Kubilây: $ — Şimdi ne yapacağız? Amiral Şütso Yey adalarından batı Japon- yası sahillerine doğru açılıp gitmişse, donanmayı yolundan çevirmek im- kânsızdır. Diyor ve yumruklarını şikarak çadırın içinde aşağı yukarı dolaşı- yordu. N Evet, Kubilây şimdi ne yapacaktı? Eğer amiral Şütso Yay adaların- dan uzaklaşmışsâ, general Hun-Kan tamamile asilerin elinde kalmış de- mekti, Artık Hun - Kan'ın, bu değerli kumafıdanın kurtulması ihtimali kal muyordu. Asiler donanmanın çekilip gittiğini görünce, amiral Şütsonun korktuğu- na zahip olacaklar ve adada esir bu- lunan bütün Moğollarla beraber, hiç şüphe yok ki, general Hun - Kan'ı da öldüreceklerdi. Zaten general Hun - Kandan ada- lıların çok yıldığ söyleniyordu. Böy- le demir bilekli ve demir iradeli bir kumandan, hasımlarının eline düşer de sağ mı bırakılırdı?. Dillerde dolaşan şaylalara göre, | amiral Şütso adalılara: — General Hun - Kanın bir kılı- İ na dokunursanız, bütün adaları baş- tan başa yakarım! Demişti, İşte adalı asiler bu kor- ku ile, esir Moğol kumandanının ca- nına kıymıyorlardı. Fakat, donanma adalardan çekilir- se ve uznu zaman asilerin gözüne görünmezse, elbette Moğol generali korkunç âkibete uğarmaktan kurtu- Jamıyacaktı. Kubilây bunları düşündükçe deli oluyor, ne yapacağını bilmiyordu. Hakanın gözleri dönmüştü. — (Tihayi) ye dünyanın en ağır ve korkunç ölüm cezasını vereceğim. Fakat, Jüpon taciri ne şekilde ölü! se ölsün, bu ölüm neye yarar? Ma- demki amiral Şütsonun hemen bu- günlerde Kanlona dönmesi imkân- sızdır ve en değerli generailerimden Hun - Kan ölümden kurılulamuya- caktıtır. Daha, fazla beklemeden bu korkunç çıkmazı yarıp aydınlığa çık- malıyız. Bu dakikada iki değerli ku- mandanımdan uzak bulunuyorum: Amiral Şütso, general Hun - Kan... Ben, bunlarla görüşmeden Kanton- dan ayrılamam ve ayrılmıyacağım. * “ Kubilâyın akılları durduran o bir tesebbüsü.. Büyük Moğol imparatoru, ihaneti sabit olan Japon casusu (Tihayi) yi idam ettirdikten sonra, (Yay) adala- rına gitmek için bir çare düşün“ dü. Kanton ormanlarından uzun ve kalın ağaçlar kestirip sahile yığ- dırdı. Amiral Şütsonun (Yay) adaların- dan çekilip gittiği muhakkaktı. Ma- demki hakan böyle emretmişti. EL bette © şekilde hareket edecekti. Bir Japon casusunun yaptığı bu ihanet, Kubilâyın bütün plânlarını altüst etmiş ve Moğol ordusunu çok müşkül vaziyete düşürmüştü. Sahildeki kumsâla yığılan odunlar ne olacaktı? Bunu Moğol zabitlerin- den başka kimse bilmiyordu. Ordunun başkumandanı Bayan ba- hadır, Moğol denizellerini sahil bo- yuna yerleştirmişti, Kubilâyın maksadı şu idi: Dağdan odunlar sahilde birbirine ek- Jenerek büyük sallar vücüde getiri- lecek ve bu sallara Iki uzun direk di- kilerek, üstüne yelkenler açılacaktı, İlk hamlede iki büyük sal yapıl. mış ve direkleri dikilerek, sahilde su- ya indirilmişti. Birinci sal iki yüz Moğol muharibi fadeler göreceğini umuyordu. Çün- kü şehrin arkasındaki ormandan hemen her gün esen şimal rüzgârı, bu salları (Yay) adalarına kolaylık- la götürebilecekti, Zaten Kantor. Umanı ile birinel “(Xay) adası arasında elli mii kadar bir mesafe vardı. Bu yol nasıl olsa bir günde aşılabilirdi. Sallardan ikisinin bütün hazırlık- Jarı tamamlanmıştı. Bu sallara de- nizcilikte mehareti olanlar seçilmişti. Şimdi iş büyük rütbeli iki Moğol zabitinin seçimine kalmışıtı. Sallarla (Yay) adalarına gitmeğe hemen her Moğol zabiti talipti, Kubllây çadırına davet ettiği yir- mi beş zabit arasında kura çekmeğe karar verdi, Zabitler heyecan içinde - hepsi de - bu tehlikeli maceraya atılmak isti- yordu. Kura çekildi. İki zabit kazandı: 1: Özkan, 2: Küçük Timur. Kubilây bu neticeden hem mem- nun olmuş, hem de canı sıkılmıştı. Memnun olmuştu: Çünkü, bunla- rın ikisi de ordunun en değerli, en sevilmiş ve becerikli zabitlerindendi. Kubilây böyle mühim bir işin başına bu zabitlerin. geçmesini elbette is- terdi. Canı sıkılmıştı: Çünkü, bu tehii- keli maceraya atılan zabitlerin as- kerlerle birlikte dönmemeleri muh- temeldi. Kubilây . bu değerli zabitleri hiç bir zaman kaybetmek istemezdi. Fa- kat, yapılacak bir şey yoktu: Sonra ölüm varsa, talihlerine küssünler! Diyerek, ikisinin de alnından öptü. Bellerindeki kılıçlarını sağ elile-si- vazladı. — Ulu Tanrı yardımcınız Olsun! dedi. Vazifeniz mühimdir. Yollarda amiral Şütsonün donanmasına raslar- sanız, onu burada beklediğimi söyler- siniz! Kubilây, zabitler dağıldıktan son- ra Özkanla Küçük Timuru çadıına çağırttı: ir — Amirgi Şütsoya Japon casusları tarafından gönderilen mektubun sah- te olduğunu söylersiniz: Hemen (Yay) adasına uğrayıp general Hun - Kanı asilerin elinden kurtarmağa çalışın. Donanmanın bir kısmını adada bırakarak, diğer kısmını bura» ya göndersin. Kendisile her halde görüşmek istediğimi, büyük bir ordu ile Kanton kalesi önünde beklediği- mi söylersiniz! Dedi. Zabitler hakana veda ederek çadırdan ayrıldılar. Kubilây o gün, bu iki zabitin ar- kasından bâkarken güzleri sulan- muşta. O, bütün askerlerini, bütün zabit- lerini kendi evlâtları gibi severdi. Bil- hassa Timuru, torununa benzettiği için çok severdi. Ona «Küçük Timur> adını hakan vermişti. Ordu başkumandanı general Ba- yan, sallarla giden askerin sağ ola- rak döneceğinden emin görünmü- yordu. — İşte, karanlığa doğru giden dört yüz yolcu... Tanrı yardımcıları ol sun. Diyordu. General Liyoya gelince, bu değerli Moğol Kumandanı ihtiyarlığına bak-” muyarak, sallarla birlikte gitmek için çok ısrar etmişse de, Kubilây: — Sen bize lâzımsın! Deniz mer. hametsizdir. Seni çabuk yıpratır, te- lef olursun! Diyerek, kendisinin ordudan ayrık masma müsaade etmemişti. , General (oLiyonun (o denizeilikte de - karada olduğu kadar - mehareti ve bilgisi vardı. O: Mn