Dünyanın en muntazaı Yek adamı, bizim mües n muha- sebecisi bay Ahmed Recai idi. Eskiden kendisine Ahmed Recai efendi derdik. Fakat ünvan inkılâbından sonra, o da rkesle müsavata erişti; demokrasinin nimetlerinden müte- ne'im oldu. Kendisini size nasıl tarif edeyim? Klâsik muhasebeci tipini bilir misiniz? İnsan denilen mahlük teşebbüsü şahsi ve müvazene diye iki manevi unsurdan mürekkeptir. Muhasebecide, birincisi, «hasbelmeslek» kaybolmuş, yalnız mu- vazene kalmıştır. Evet, onun zihni 24- 14 yeni teşebbüsle uğraşamamaktadır. Sade, bilânçodaki muvazeneyi düşü- nür. Bu haleti ruhiyesi, her hareketi- ne müessir olmuştur sanki, Kaşının biri inip biri kalksın, boyunbağı azıcık yana doğru çarpılsın? Elile bir takım işaretler yaparak konuşsun?. Aslâ... Gayet muntazam, gayet muttarid.. Me- selâ, kolları ya iki yana sarkık durur, yahud, karnı üzerinde kavuşur... Hü- Yâsa, Recai tam bir muvazene halinde- dir... Bilânçonun denk gelmemesinden korktuğu için sağa sola kıpırdamaz gi- bidir. Okadar ki, evile müessese arasında- ki doğru yoldan bir santim sağa sola #nhiraf ettidiği vak! olmaz. Belki bir tek istisna ile: Balıkpazarına gider... Ayak üstü bir tek atmak için değil... Hayır, estağfurullah. Elinde daima bir çantası vardır. Onu sabahları daireye, içinde ufacık bir pa- ket olduğu halde, getirir. Pakette öğle yemeği vardır. Defter tuttuğu yüksek rahlesi üzerinde oturmakta devam ede- rek karnını doyurur. Sonra, akşam üze- rİ bombuş çanta ile daireden çıkıp doğ- ru 'Balıkpazarına... Nevaleyi düzer... Haydi tin tin eve... Karıcığına... Patronunun paralarına ne derece sadıksa, evinin hesaplarına da ve bit- tabi karısına o kadar sadakatlidir. Ka- zandığını kuzu kuzu götürür. Hanım- cığına teslim eder... ve hanımı da ga- yet kapalıdır... Hiç bi görmedik: Güzelmi: r... Adı Nimet; » Hel halde, bizim zavallı Recainin bütün ömründe görüp göreceği Nimet ondan ibaretti. mi Bir sabah, daireye eli boş geldi. Yü- xünde de bir düşünce. — Ne 0? Bay Recai. —bEiç — Hani yemeğin?. Cebinden küçük bir paket çıkardı: — İşte, — Fakat çantan? Vapurda mı unut- tun?. Garip bir hüzünle anlattı; Karısı Tekirdağındak! teyzesine bir- kaç günlüğüne misafir giti tanbulda yalnız kalmış. E, tabii, er- aka da ihtiyaç yok. Peynir zeytin fi- ln, kuru yemeklerle, birkaç gün idarei maslahat edecek; Bu adamı ilk defa olarak hassasi- yete kapıldığını görüyorduk. Leylek gi- bi konduğu yüksek masası üzerinde, arada sırada içini çekiyordu. Yüzünü göremiyorduk. Yalnız yüksek kolalı yakalığı içinde, boynunu ileri doğru iğiyor, kollarını muhafaza için taktığı siyah saten iğreti yenlerile gözlerini siliyordu. Ağlıyor mıydı? Bilemedik, göreme- dik. Birkaç bekâr arkadaştık. O akşam Sandıkburnuna gittik. Kafayı tütsüle- diğimiz sırada içimizde bir derd var- dı: Bay Recai| Kendisini ne kadar mahzun bırak- mıştık... Keşke davet etseydik... Şayed gelmezse zorlasaydık... Ertesi akşam böyle yaptık. Arnavud- köy akıntı buruna gidecektik... — Olmaz... Vallahi darılırız, yü- yüne bakmayız... Hakkımızı helâl et- meyiz... - falan diye güçbelâ adamı aldık, otomobilimize koyduk; ver eli- ni Boğaziçi... Arabayı bizim makinist Orhan kullanıyordu. Haspanın Çekoslovek- yalı bir metresi vardır, Onu da yânı- mıza almıştık. Muhasebeciye takılsın diye fransızca talimat veriyorduk. Kadın Allahın bütün şaklabanlık- larını yaptıkça, Recalcik şaşırıyor; — Yook, pardon ; matmazel, yook! - diyordu. Onun bu toyluğu hepimizi güldü. en mülba- | rüyordu. O da bize uyarak gülüyor- du. Gündüzkü azaplarını unuttu- ğunu düşünüp keyifleniyorduk. Keyfimiz bir mikdar rakı ve Üç beş duble bira yuvarladıktan “sonra, büsbütün arttı. — Bay Recai! - dedik. Buranın yukarı kısmında bir de bahçe ve için- de güzel köşkcükler vardır. Senin de ileride inşaalah bu «pardon matma- zel» gibi - bir aftosun olur da getirir- sin... Haydi kalk... Şurasını sana gösterelim — Adam... Bırak... Neme 1ğ- zım... - dediyse de kâr etmedi. Bir kolundan ben tuttum, ötekin- den Çekoslovakyalı... Bir kahkaha, bir kahkaha sürükledik yukarı... — İşte... - diyorduk, - Görüyor mu- sun sevdalıları... Başbaşa vermişler mehtaba karşı... Galiba fazla içmiştik ki, nazarı dikkati celbedecek derecede gülüyor- duk. Bir kaç baş dönüp bize baktı. Kadırlı erkekli bir kaç baş... Ve birdenbire, iki sandalya arkaya sürüldü, bir masa ileri sendeledi ve ortalarından biri erkek biri kadın, iki insan, heyecanla ayağa fışkırdı! So- kağın gür ışığı yüzlerine çarptı, Kadın: — Recai!,.. haykırdı — Nimet! - diye bizim muhasebe- cinin çığlığı onu takip etti. - Sen... Sen... Sen... Şey... Tekirdağına ba- ni... Kadın derhal kendini topladı; edep- siz bir eda İle, kollarını testi kulpu gibi beline koyarak: — Oh maşallah benim sadık ko- cacığım.... İstanbulda yoğum diye bu orospularla ha?.. Çekoslovakyalıyı gösteriyordu. Or- hanın metresi — Keskeldi? Keskeldi? Kietel? « di- yordu. — Fakat sen?,.. Sen?... Burads?... — Tabii burada olacağım!.. Sen nerede ben de orada... Keşfetmez mi- yim izini sanıyorsun?... Bereket ver- sin bu beyefendi bana delâlet etti, Bu kader şirretlik Karşısında sası- ran hovardasına bir göz attı. Sol gözünü, kocasına göstermiyecek tarz- da kırptı. Bize de «bir alleyi bozacak - diye çığlık halinde değilsiniz ya...» münasile bir göz kas etti. Sonra: — Haydi... Yürü eve... Yürü de hesap ver... - diye bütün ömrü hesap vermekle geçen biçare muhesebeciyi çekti, götürdü. Recsi, ertesi gün, süklüm püklüm | yerine oturdu. Ne o bir şey söyledi, ne biz bir şey sorduk. Yalnız çantası- nı da birlikte getirdiği için aile mü- vazenesinin bozulmadığını ve oh dedik. Veli Nuri & İmsak Güseş Öğle İkindi Akgun Yal E 3541041 529 911 1200 136 Va. 389 526 1214 1556 7845 2022 İdarehane: Babığli civarı Acımusluk So. No, 13 Akba müesseseleri Ankarada her dilden kitap, ga- zete, mecmua ve kırtasiyeyi ucuz olarak AKBA müesseselerinde bu- labilirsiniz. Her dilde kitap, mua siparişi kabul edilir. İstanbul gazeteleri için ilân kakul, abone kaydedilir. Ündervodd yazı ve he- sap makinelerinin Ankara acentesi, Parker dolma kalemlerinin Ankarada satışvyeridir. Telefon: 3377, mec- anladık İ 31 Ağustos 957 Salı a Türk musikisi, 1250 Havadis, 13 30 ağustos Zafer bayramı münasebetila konferans (emekli kurmay Celfi Dinçer tarafından). 14 SON, Akşam neşriyatı: 1830: Plâkla dans musikisi, (o 1930: Konferans: Emindnü Halkevi neşriyat kolu namına; Bay Nus- ret Safa tarafından, 20: Hamit ve arkas daşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 2030: Bay Ömer Rıza tarafın- dan arabca söylev, 20,45: Vedin Rıza ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, (Saat ayar), 2115: Radyo fonik dram: Samson ve Dalila, Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 2230: Plâkin sololar, opera ve operet parçaları, 28: SON. Ecnebi istasyonların en müntehap programı Dulâne (368) sat 22: «Cavalleria Rus- ticana» ve «ePagtiacciı operaları, Stras- burg (349) 20: e«Bihirli flüte operası, (Mo- zart) m, Lüksemburg (1209) 29 da Mascotte) operası, Frankfurt (251) 21,10: Alman operaları, Nis (283) 22: Kon: Varşova (1330) 23: Ses konseri, Lük: burg (1293) 2320: Keman konseri, Peşte (549) 23,10: Tzigan musikisi, Dans musikisi Sottens (443) saat 23, Paris P. P. (312) 29,10, Peşte (540) 010, Londra (Kıs dalga) 2020 - 28:20 - 010. 1 Eylül 937 Çarşamba İstanbul — Öğle neşriyatı: 1220: Plâkia Türk musikisi, 12,50: Havadis, 13,05: Muh- telif plâk neşriyatı, 14: BOK. Akşam negriyatı; 1850: Plâkla dans musikisi, 1930: Türkçe tangolar: Bayan Feriha Tevfik, 20:“Bürhan ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıla- Tı, 2030: Bay Ömer Rıza tarafından arab- ca sözler, 2045: Hamiyet ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları (Saat ayarı), 21,15: ORKESTRA, 2215: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 2230: Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 22: SON. Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Pangaltıda Nargileciyan, Tuk- sim: Limonciyan, Beyoğlu: İstiklâl caddesinde Dellâsuda, Galata: Kara- köyde Hüseyin Hüsmü, Kasımpaşa" Müeyyed, Hasköy: Aseo, Eminönü; Yemişte Bensason, Heybeliada: To- madis, Büyükada: Merkez, Fatih: Vvez- Üniversite, yer: Osman, Tarabya, Yeniköy, Emip- gân, Rumelihisarındaki (eczaneler, Aksaray: Ziya Nuri, Beşiktaş: Süley- man Recep, Kadıköy: Pazaryolunda Merkez, Modada Nejad Seze: dar: Ömer Kenan, Fener: De Lâleli, Kü- il, Samatya RADYOLİN ile Sabah ve akşam her yemekten sonra mutlaka dişlerinizi fırçalayınız, Yemeklerin kırıntıları, salyanm ifraz ettiği mikroplar, dışardan alnan muzır mevad karşısında dişler ve diş etleri eğer mütema- diyen temizlenmezse bozulmağa ve çürümeğe mahkümdur. Çü- Tük dişler, mide ve barsak ihtilât- larından türreeye kadar her nevi hastalığa yol açabilir. RADYOLiN ile muhakkak sabah, akşam ve her yemekten sonra, yahut hiç değilse günde 3 defa fırçalamak şartile. Selâmi İzzet TİYATRO KONUŞMALARI Her kitapçıda bulunur. Fiati: 50 kuruştur. Eskişehirde AKŞAM neşriyatı «Ses » Işık» müessesesinde satis lir, «Akşam» gazetesine abone olanlara hususi tenzilât yapılır. KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli Kanton sahilinde bir çocuk, Kubilâya çok mühim haberler getirmişti. Amiral No. 157 Şütsoya gönderilen mektubun Japon- lar tarafından çalındığı anlaşılıyordu | Ve birdenbire kesik bir insan başi- nın kanlar fışkırarak yere yuvarlan- dığı görüldü. Özkan, ayakta, Japon sihirbazile konuşuyordu. Moğol zabiti birdenbire gözlerini yere çevirdi.. ve çakıl taşların üzeri- ne düşen kesik başa dikkatle bakarak, korku ve heyecan içinde bağırdı: — Moya... Moyanın başı... Özkanın başı ucunda kıyamet mi kopmuştu? Gök gürültüsü, yıldırım düşmesi, kasırga, bora ve ölüm sa- çan bin bir felâket yağmuru karşı sında aklını oynatan insanlar gibi, olduğu yerde titriyen maiyel zabiti hâlâ gözlerine inanamıyordu. Beynindeki uğultular ve yıldırım- lar, şimşekler, kasırgalar devam edi- yordu. Özkan acaba bir rüya mı görü- yordu? Bu kadar korkunç ve tehlikeli bir adamın başı kolay kolay nasıl yere düşürülebilirdi? Bir yılan olup yerlerde dolaşan, bir çekirge şekline girerek insanları en- sesinden zehirliyen ve bütün bunla- rın üstünde bir mucize göstererek, yerde can çekişen Moğol askerlerini bir anda dirilten Japon sihirbazının ba- şını gövdesinden ayıran bu tılsımlı kılıç kimin elinde duruyordu? Yoksa bu da etrafa korku ve deh- şet vermek için yapılmış Moyanın bir oyunu muydu? Özkanın omuzundan bir ses yük- seldi: — Onu ben geberttim. Özkan başını arkaya çevirince, iri İ boylu bir Moğol askeri gördü. — Sen mi geberitin?... Fakat, onun İ öldüğünden emin misin? — Evet.. çünkü o, ancak insan kı- lığına girdiği zaman öldürülebilir- miş. Bunu bana bu sabah Kantonlu- lardan biri söylemişti... Özkan şaşkın şaşkın bskınıyordu. Moyayı öldüren zirhlı Moğol askeri | ilâve etti: — Dışardan sizi seyrediyordum. Ar- kadaşlarımın dirildiğini görünce se- vindim. Ve bu adamın yarın hskanı- mıza da, bir çekirge şekline girerek fenalık yapabileceğini düşündüm. Ya- vaşça bahçeye girdim. Siz konuşur- ken, arkanızda durdum. Kılıcımı çek- tim. Kellesini uçurdum. Özkan hayretinden neredeyse kü- çük dilini yutacaktı. Mabudlar gibi yere göğe hükmeden bu müthiş mah- Yük böyle birdenbire nasıl ölüver- mişti? Hakan bize: «Onu yakalayıp ge- tirin!» dedi. Biz onu öldürdük. Şim- di hakana ne cevap vereceğiz?... Diye düşünüyordu. Askerler: — Olup bitenleri biz gördük. Me- rak etme! Dediler. Japon sihirbazının basını bir kargının ucuna takarak Japon mahallesinden uzaklaştılar. Ordu karargâhına dönüyorlardı. Özkanın içindeki şüphe henüz si- linmemişti: Moya acaba sahiden öl- dü mü? Onun ölümüne kendi hizmetçileri ye komşuları bile Japon mahallesi sakinleri, Moya- nın kargı ucunda sallanan başını gö- Tünce hiç şaşmadılar, «Moya bir kaç defa ölüp dirilmiştir!» diyorlardı. «Moya» nın ölümünden sonra... Kubilây han, Özkanı dinledikten sonra, Moyanın bâşının vurulüşunâ hiç te kızmamıştı. Çünkü, sihirbazın ölümü - Kantondaki bütün Japonları korkutmuştu. Japonlar günlerce bek- lediler: — Moya gelecek, o ölmemiştir!. Dediler. Oysaki, gelen giden yoktu. Ve si- hirbazın kesik başı kargının ucunda hâlâ asli duruyordu. Onu görmek için uzak yerlerden bile binlerce in- san Kantona geliyordu. Sihirbazın başını Kanton kalesi önündeki büyük kapının ağzında teş- hir etmişlerdi. Özkan bu muvaffakıyetinden ötü- Tü kollarını kabartarak, arkadaşları arasında mühim bir efsane kahra- manı gibi geziyordu. Moyanın ölümü Kantondaki ponları dehşet ve hayretler bırakmıştı. Japonlar; —, Kubilây, Moyadan daha kuvvet- li imiş! Diyerek, Moğollardan çekinmeğe ve işlerile güçlerile uğraşmağa başla- mışlardı. Kantonda artık hiç bir tehlike yoktu. Kubilây Kantona gelir gelmez yerli kayıkçılardan birine para vererek, kendisini Yay adalarına göndermişti, Yerli kayıkçı, amiral Şütsoya ha- kanın şu kısa mektubunu götürü- ordu: «Benden yardım istemiştin. Büyük bir ordu ile Kanfe- na geldim. General (Hum - Kan) m düşman eline esir düştüğünü duydum. Pek mü- teessir oldum. Donanma ile Kanlona dön ve askeri gemi- lere yükleyip düşmanı tepeli- yelim.» Çinli kayıkçı derhal yelken açarak Kanton limanından açılmıştı. Kayık- çının üç dört gün sonra dönmesi bek- Jeniyordu. Ja- içinde Sihirbaz Moyanın ölümünden son- ra şehirde bir sessizlik göze çarpma- ğa başlamıştı. Yerliler Kubilâyın ne yapacağını, neyi beklediğini bilmi- yorlardı. Amiralın Kantona davet edildiğini kızından başka bilen yoktu. Zaten (Yay) adalarına giden kayıkçıyı da Kubilây sabırsızlanıyordu. Ordu başkumandanı Bayan baha- dır bir çok ihtimalleri yöz önünde tutarak düşünüyordu: Amiral tehlikeli bir vaziyete düşmüş olabilir. Yahut giden kayi çı, amiralı görmeğe muvaffak ola- mamıştır. Evdeki hesap çarşıya uy- maz. Bir kaç gün daha bekliyelim. Kubilâyın daha fazla eee tahammülü yoktu. Bir sabah maiyet zabiti Özkan te- lâşla Kubilâyın otağına gitti, — Hakanım! dedi, bu sabah deniz kenarında dolaşırken, kumsalda oy- nıyan iki çocuk gördüm. Bunlar me- rakımı çeken bir mevzu etrafında konuşuyorlardı. Kenara çekildim. Dinledim. Ve çocukların konuşmalarını Yattı: — Babandan hâlâ'bir haber yok an — Babam bir balıkçıdır. Onu ya- kalayıp ellerine ne geçecek?! — Ne mi geçecek?... Baban, ami- ral Şütsoya hakanın mektubunu gö- türüyordu. O mektup ele geçerse, şey söylemedi de... Sen mereden bili- yorsun onun Şütsoya mektup götür- (Yay) adalarına böyle bir mektup ae iri big kistaye söyle” 7 kebii öylesi bali Fakat, Japonlar öndan şüphelenmiş- ler. Kendisini hareket edeceği gece afyonla uyutup cebinden mektubu almışlar ve yerine bir başka mek- tup koymuşlar! TArkası var) emil