24 Ağustos 1937 HER AEŞAM BİR HİKÂYE Kerim dört gündenberi büyük bir buhran içinde idi. Üç ay evvel Selma ile nişanlanmıştı. Nişanlısı hayat do- Iu bir genç kızdı. Selma daha yir- misine bile girmemişti. İnsan bu genç kıza bakarken güzel ilkbahar gün- lerini hatırlıyordu. O güneşli ve çi- çek kokulu mayıs sabahlarını hatır- latıyordu. Fakat işte tam bu esnalarda Keri- min karşısına Ilandan çıkmıştı. Han- dan Selmanın tamamile aksi idi. Sel- ma ne kadar hayatla dolu, ne kadar taptaze ise Handan o kadar olgun bir kadındı. Selmanın güzel bir ilk- bahar gününü halırlatmasına mu kabli Handan şiirlerle dolu bir son- bahar akşamını andırıyordu, Kerim işte bu iki güzellik karşısın- da şaşırıp kalmıştı. Acaba güzel ilk- bahar sabahı mı? Yoksa şiirli sonba- har akşamı mı? Selma kütür kütür taze bir meyv& Adi, Halbuki Handan olgunluktan dalından düşmeğe yaklaşmış, son de- rece tatlı bir meyva gibi idi. O tam ve hakiki mânaslle «kadın» dı. Ke- rim hayatındaki bu iki güzel insanı mukayese ettiği zaman Selmayı, Han- danın yanında ne kadar çocuk bu- Handan onu kadınlığının bütün büyüsile avucurlun içine alabilecek kadar kuvvetli idi... Fakat Kerim Selmadan da vazge- çemiyordu. En fena günlerinde bile Selma ona gençliğile ümit, yaşamak zevki veriyordu. Kalbine bu iki ka- dından hangisinin daha ziyade hâ- kim olduğunu bilemiyordu ... O gün Handanla randevusu vardı. Handan ilk defa olarak Kerimin apar- tımanına gelecekti. Kerim sonsuz bir heyecan içinde idi. Handana apartımanına gelmsi için ne kadar yalvarmıştı. Genç &dam Handanın geleceğinden çak memnun- du. Lâkin bir yandan da daha hişa- ının ilk günlerinde Selmaya ihanet ettiğine üzülüyordu. “ Apartımanın her larafına şöyle bir baktı. Her şey yerli yerinde idi. Solra gayet güzel kurulmuştu. Çi- çekler boldu. Odanın yarlinik per- delerinden giren güneş ziyası içeriye tatiı bir ışık veriyordu. Gözleri saate ilişti. Handanın gel- mesine on dakika vardı. Bu on daki- ka ona on ay gibi geliyordu. Biraz meşgul olmak için eline bir kitap aldı. Sonra radyoyu açtı. Nihayet saat tamam olmuştu. Ku- Jakları merdivenlerde idi. En küçük bir hışırtı bile onun kalbini heyecana getiriyordu. Beklemenin müthişliği- ni tam mânasile hissediyordu. Randevu saatinden 10 dakika geç- mişti. Hâlâ Handan yoktu. Bundan sonra müthiş bir bekleme devresi başladı. Aradan tam iki saat geçli. Artık Handandan ümidini kesmişti. Birdenbire merdivenlerde bir ayak sesi işitti. Heyecanla yerinden fırla- dı. Sokak kapısına doğru. yürüdü. Ayak sesleri kendi sahanlığına kadar gelmişti. Kalbi güm güm atıyordu. Ayak sesleri sahanlıkta durdu. Ve kapının zili çaldı. Kapının zili sanki Kerimin kalbinin içinde uzun uzun öter gibi oldu. Kapıyı açtı, Fakat gelen Handan değil, bir ço- cuktu. Elinde bir mektüp vardı. Çocuk; — Bunu size gönderdiler... diye- rek elindeki mektubu genç adama uzattı. Kerim mektubu aldı. Zarfın üs tündeki Handanın ince yazısını der- istasyonuna doğru ilerliyorduk. Bir- denbire önümüzden sert adımlarla 18 - 20 yaşında bir genç kız geçti, Remziye: — Bak... dedi, nişanlısı... Bütün dikkatimle ona baktım. Yü- rüyüşündeki çeviklik o kadar hoşu- ma gitti ki. O, öyle gençlikle, öyle Selma... Kerimin hayatla dolu idi ki onu tamamile «Ses » Işık» müessesesinde Sati- bir ilkbahar sabahına benzettim, Son- gunluğu hatırıma geldi. Onun üs- tünde bir dirhem lüzumsuz et olmı- yan ceylân gibi vücudüne baktım. O kadar genç kl... Kendimde, kırkına yaklaşmış yaşımla bu on sekizinde- ki kızla rekâbet edecek kuvvet göre- miyorum Kerim... Bizim bugün baş- yamıyan maceramız belki bir kaç sene sürebilir. Fakat niheyet gençlik, muzaffer gençlik, mutlaka beni mağ- ip edecektir. Beş sene sonra belki ben çökeceğim, Fakat o kadınlığının en güzel, en parlak devirlerine gire- cek... Ozaman benim ne derecelerde bedbaht olacağımı tasavvur ediyor musun Kerim? Belma ile bir mücadeleye girip gü- Tünç olmaktansa ben şimdiden «pes» diyorum ve gülünç olmadari mağlü- biyetimi kabul ediyorum. Bili ki pehlivanları bile güreştirirken iki ta- rafın kilosunun birbirine uygun olma- sına dikkat ederlermiş... Bu gönül mücadelesinde 18 yaşın- da hayal dolu bir genç kızla, benim çağımda bir kadın nasıl karşılasabi- lir? Aramızdaki bu yaş farkı beni tamamile ürkütüyor. Onunla müca- dele edemiyeceğimi tamamile anlıyo- rum. Eğer bu maceraya yirmi sene evvel atılmış olsaydım belki tereddüt- süz bu mücadeleye girebilirdim. Fa- kat tam yirmi sene geciktim Kerim... Sen de zaten aramızda olan bu maceranın kis& sürecek bir buhran olduğunu anlıyacaksın. Ben senin hayatından gelip geçebilirim, Fakat karşındaki kuvvetli gençliğin cazibe- sinden bir türlü kendini kurtaramı- yacaksın... O seni sesinin bütün küv- vetile çağırıyor. Bu sese bugün de- ise bile yarım koşacaksın... Önünde gençlik, hayat dolu ilkba- har günleri seni bekliyor. Benim gibi sonbahar akşamlarının kasvetile ni- çin kalbini dolduracaksın. Gerçliğin sesini dinle ve ona koş İşte ben Selmayı gördükten sonra bunları düşündüm, Boş ve ileride benim için son derece iztıraplı Ola- cak bir maceranın peşinden uğu- mu anladım AKŞAM Avrupa mektupları (Baş tarafı 8 inci sahifede) yüzde altmış tenzilât yapıyorlar. Eli kuruş kıymetli markı hariçte satın almâk ve Almanyada harcetmek şar- tile otuz beş kuruşa veriyorlar. Cum- huriyet Bankasının vereceği Rejister- mark âlâ bir şeydir amma Avustut ya ve şimdi Almanyaya gilmek için Rejistermark zorluğu olduğunu yine bizim gazetelerde okudum. Halbuki İngiltere, Amerika, İsviçre, Belçika, Hollanda ve İsveç bankaları istiyen- lere 30 veya 35 tenzilâtile seya- hat mark ceki satmaktadır. Sağlamlığile dünyanın takdirini kazanan bizim aziz paramıza gelin- ce; yurd dışında Türk parası borsala- ra dahil değildir. Fakat buralara Türk parası ile gelenler İsviçrede ban- kalarda $« 35 farkla, Viyanada © 25 noksanla kolayca d iriyorlar, Aca- ba .bu Türk paralarını kimler çıka- rıyor? Bankalar aldıkları Türk para- smi nasil kullanıyorlar? işte kara borsanın yurd dışı hali budur. Kara borsa İstanbulda vardır diyorlar, O halde mutavassıtlara fuzuli para kâ- zandırmak dahi bana çok acı bir iş gibi geliyor. Bu ayrı bir tedkik mev- zuudur kanaatindeyim. Ahmed İhsan Tokgöz 24 Ağustos 577 Sah istanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâk- la Türk musikisi, 1250: Havadis, 1305: Mühtelif pifik neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: 1830: Plâkin dans musikisi, 1930: Konferans: Eminönü Hal- kevi sosyal yardım şubesi namına doktor (Yasan barsak hasta- 20: Nari Halilin Rıza tarafından arben Sö; din Rıza ve * arkadaşları Türk musikisi ve halk şarkıları Saat ayarı, 2115: Radyo fonik dram: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 2230: Plâkla müntebap programı Roma (421) saat 22: «Acayip kadınlara Verdinin «Alda» operası, plük mes Peşte (549) 20: (Strauss) un «Gül valyesin operası, Hamburg (332) 2: > aEsir Bu sırada taksi durağına gelmiş- | konser, Berlin (356) 22: Haendel ve Bet- tik... Ben Remziyeye burada âyrıla- cağımı söylemiştim. Remziye: — Canım, dedi, bugün öteye beri- ye gitmekten vazgeç te seninle bir dolaşalım.. kırlara gidelim... Remziyenin bu teklifine: — Pekfi.. dedim. Yalnız bana bi- raz müsaade et bir kaç satırlık bir mektup yazacağım... Bizim eve döndük. Sana hemen şu mektubu yazdım. Kapıcının oğ- Mile gönderdim... Sana bu mektubumla büsbütün allaha ısmarladık diyorum. Artık beni görmemeni rica ederim. Ben bu- gün kuvvetli bir rakip önünde pes demiş zavallı bir boksör vaziyetin- deyim. Halbuki senin önünde koca- man bir ilkbahar mevsimi başlıyor... Alaka ısmarladık.» «Handan» (Bir yıldız) BORSA 23 Ağustes 1937 (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) ESHAM ve TAHVİLÂT İstikrazı dahili 95,25! Türkiye Cum- 90 1993 İstikrarı 8525, huriyet Merkez Ünltürk I 149750, Bankas Anadolu His. 2440 >» n 470 Telefon 710 EMİ araş 710 Mümessil 1 5870 | ». (şıp | Çimento » 29 >» Om (| İlihad Deği 1 menleri >» hamiline Şar değir- 039 » Müesis 75 menleri Para (Çek fiatleri) Paris 210625 | Sofya 62914 Londra 61) Prag 24625 Nev York 84650 | Berlin ci Milk İSAZNO | eman ds Atina 26.0085 | zet 41790 Cenevre © 34425 | Pengo 398,10 Brüksel | 46950 | Bükreş o 1064075 Amsterdam 14375 | Moskova 204359 Eskişehirde AKŞAM neşriyatı hır, «Akşam; o güzetesine abone ra bir aralık kendimi düşündüm. olanlara hususi tenzilât yapılır. Oldukça yaşlanmış vücudümün dol- hoven musikisi, Koenlgsberg (291) 20“ Schubert: «Sonata» piyano ile re majör, Peşte (549) 2330: Tzigan musikisi, Dans musikisi Peşte (549) saat 23, enden (Kısa dal- ga) 2230 - 030. 25 Ağustaş 937 Çarşamba İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâk- Ja Türk musikisi, 1250: Havadis, 1305 Muhtelif plâk neşriyatı, 14: SON, Akşam veşriyatı: 1830: Plâkla dans musikisi, 1930: Konferans: Beyoğlu Hal- kori namma Memduh Tezel tarafından (Koaperatifçilik). 20: Nezihe ve arkadaş- ları tarafından Türk musikisi ve halk şar- kıları, 20,30: Ömer Rıza tarafından arab- ca söyler, 2045: Bien Şen ve arkadaş- Tarı tarafırıdan Türk musikisi ve halk şar“ kıları (Saat ayarı), 2115: ORKESTRA, 2215: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün program:, 2230: Pifikla sololar, opera ve operet parçaları, 23: SON. İSTANBUL TİCARET ve ZAHİRE BORSASI 8/937 FİATLAR sololar, opera ve operet parçaları, 23: SON. | | Ecnebi istasyonların en müzikli komedi 3 perde, Sottens (443) 20: | kuş» optrası, Kolonya (458) 22: Senfonik | Kubilây her zaman öğünür: “Ben Türküm ve adım, sanım Uludur!, derdi. Çinde Kubilâya Mabud gibi KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli Sahife 11 No. 151 soyu ve milleti ile taparlardı. Kubilây tespihi eline aldı. İncileri gözden geçirince hayretlen hayrete düştü. Hakan o güne kadar bu de- rece güzel, büyük ve hepsi birbirine benziyen hir dizi inciyi bir arada gör- memişti, Hakanın hazinesinde sayı- sız inciler ve mücevherler vardı. Fa- kat bunun kadar güzeli, bunun ke dar kıymetlisi yoktu. Kubilây: — Dağların peygamberi bu inciyi İ bana hediye olarak mı gönderdi? dedi. Özkan: — Evet, hakanım! dedi. Şi - Ho bunu size gönderdi. Kubliây güldü: — Şi - Ho çok zeki ve şaytan bir — Çok masunı görünüyordu. Ze- 'kâsını sezemedimi. — İşte örneği. Bunun mânası ne- dir, biliyor musun? Özkan sustu. Kubilây sözüne devam etti; — $i-Ho, bizim kendisile meş- gul olmamamız için, bu değerli inci- leri hediye olarak göndermiş, Halbu- ki benim maksadım ondün hediye almak değil, onu görmek, onunla gö- rüşmekti. Özkün, Şi - Honun zararsız bir adam olduğunu; tebaasını tevekkül, tevazu ve kanaate alıştırmaktan baş- ka bir şey yapmadığını söyledi. ” Kubilâya göre, ne olursa olsun, böyle! bir adamın imparatorluk sınırları için- de peygamberlik davası gülmesi (Cen- gizin yasası) na karşı gelmesi demekti, Şi - Honun, ergeç, bu saltanatını yıkmak gerekti. Dağlarda zaten meskenete, tembel- Yiğe alışmış olan Çinlilerin (Şi - Ho) etrâfında toplanarak sayılarını gün- den güne artması muhakkaktı. Kubilây bu işle Kanton dönüşün- de meşgul olmağa karar vermişti. (Şi - Ho) nun hediyesi ve teklifi Kubilâyın çok hoşuns gitmişti. Ku- bilây bir inci tespihin canlanması ve meselâ bir yılan şekline girmesi ka- bil olmadığını biliyordu. O, bu tekliri şöyle tefsir etmişti: «Şi - Ho bize maddeten yardım etmek istemiştir. Çünkü bu bir dizi incinin bedelile Kantondaki dönânmamız efradının altı aylık masrafını temin etmek mümkündür.» Özkan biraz düşündükten sonra hakanın bu buluşuna hayret etmek- ten kendini alamamşıtı, Kubilây çok zeki ve uzağı görür bir hükümdardı. Mühim hadiseler karşısında itidalini muhafaza ederek, âni ve esaslı tedbirler alması gibi yük- sek meziyetleri vardı. Ve onun bu meziyetlerini düşmanları da bitirdi. | Japon imparatörunun, Kubilây han hakkında söylediği şu sözler Japon- yada ve Çinde pek meşhurdu: «— Kubilây han, Moğolların ma- budu olmaliydi. Çünkü, şimdiye ka- dar hiç bir mabud, kendisine bu ka- dar sadakatle tapan büyük bir in- san zümresi kazanmamıştır. O, yak nız Çinde değil, bütün dünyada ken- disime bir mabud gibi tapılan mu- kaddes bir şahsiyettir.» Mikadonun hakkı vardı. Çünkü o, taptığı mabudu bile Kubilây kadar kuvvetli görmüyordu. «Kubilâyın gös- terdiği mucizeleri mabudlarda gör- medim!; diyen de gene bizzat Mika- donun kendisi değil miydi? Bilhassa harplerde büyük mucize- ler gösteren Kubilây gerçek yalnız o devirde değil, geçmiş devirlerde de eşi görülmiyen bir hükümdardı. Ve kubilây kendisini takdir eden- lere karşi ancak soyu, milliyeti ile öğünür: — Ben Türküm, adım, sanım ulu- dur. Diye iftihar ederdi. Japonyada: «— İnsan bir Türk kadar asil ve kibar olmalı!» Sözü bütün dillerde dolaşan bir «darbı mesel» haline gelmişti. Kubilây (Şi - Ho) dağı yamacın- dan ayrılırken, hem kendisini, hem de bütün Moğol ordusunu Türklüğün yüksek vasıflarile mücehhez görüyor ve kumandanlarına: — Bu ordu mağlüp olmaz! Diyordu. O, yalnız askerlikte de- ğil, başka sahalarda da mağlübiyeti Türke yakıştırmazdı. Bir'Türk peh- Mvani tesadüfen yenilmiş olsa, Kubi- lây bundan çok acı duyardı. Pekin sarayında yabancı milletle- re mensup bir çok pehlivanlar var- dı. Kubilây güreşi çok severdi. Gü- dikleri için, çok defa bilerek yenilir. lerdi. Kubilây yolda giderken dağlıların.. bu yeni peygamberini aklından çi karmıyordu. General Bayana: — Dönüşte bu adamı yakalayıp Pekine götürelim. Yarın cahil halkın başına geçer ve peygamberlikten hü- kümdarlığa yeltenir. Diyordu. General Bayan ise böyle adamlara kıymet bile vermez; «Onları temizle- yip geçmeli!s derdi. Hakana da: — Şi - Ho sihirbazın biridir. Özke- nı aldatmış. Yere attığı tespihini bir yılan şeklinde göstermiş. Moğolistan- da buna benzer peygamberlerin sayi- s1 belli değil: Her adım başında kuşu deve gösteren, bi. değneği yılan ya- pan sihirbazlar vardır. Peygamber insanı sihirle değil, sözle yola gitirir. Korku yerine fazilet telkin eder. Bu adamların bütün meziyetleri insanı ilk hamlede korkutup avlamaktır. Demişti. Bayan bahadır çok doğru görüyor, ve doğru söylüyordu. O yurdun her köşesini gezmiş, bir çok sihirbazlar, büyücülerle temas etmiş ve onların iç yüzünü herkesten iyi öğrenmişti. Bayan bahadır: — Halkın yüreğinden sihirbaz kor- kusunu silmek için, her şeyden önce bu herifleri yurdüan dışarı çıkarmalı. Derdi. Kubilây Bayan bahadırn fikirlerini boş ve mânasız bulmazdı. Fakat Çinde sihirbazlık o kadar ileri gitmiş ve halkın sihire iptilâsı o de- recede artmıştı ki bunun önüne an- cak zamanla geçilebilirdi. Kubilây: — Kanton dönüşünde bu işi hallet- mek için bir kurultay yapacağım ve bütün valileri Pekine davet edeceğim. Sihirbazlarla mücadele etmek; yurd, bilgi ve âsayiş işidir. Birdenbire şid- det gösterirsek, halk birbirine girer. Cemiyetin nizamı ve yurdün âsayişi bozulur, Diyordu. Kubilây Çindeki örf ve âdetlerden bir çoğunu zamanla ve kimseye se7- âirmedeh yıkmağa muvaffak olmuş- tu. O, Kanton dönüşünde büyük in- ılâplar yapacak ve bilhassa sikir. bazlarla mücadele edecekti Bayan bahadır da kendisine bu sahada yar- dım edeceğini vadetmişti. Kubilây han ve Bayan bahadır... İki inkılpçı elele verir, çalışırsa, onların bu yol da da muvaffak olacaklarından şüp- he edilemezdi. Kubilâyın ordusu bir akşam Kan- ton kalesi önünde göründü. Kantonlular Pekinden bir Moğol ordusunun yola çıktığını haber ri. mşlardı. Fakat, bu ordunun başında Kubilâyın bulunduğunu kimse bil miyordu. ; Kubilây şehrin yüksek surları önünde konaklamıştı. i Kanton halkı, Kubilâyın geldiğini duyunca sokaklara V