| | j | | Midhat paşanın Suriyede yali iken kuymakamı ve mutemedi, Namık Ke- malin Rodosta mutasarni iken Maarif müdürü ve dostu, Abdülhak Hâmidin yarım asırdan fazla muhibbi ve arka- daşı Übeydullah efendi yi de dün göm- dük. Şimdi o, Şişli dışında ve asfalt caddenin üstündeki geniş ve boş mo- zarlıkta, edebiyatımızda yeni bir vadi- nin ilki olduğu gibi cesedinin gömül- düğü yerd de birinci olarak yatan aziz | galrimiz Abdülhak Hâmidin yanında- dır, Abdülhak Hâmid, çok sevdiği Übey- duliahtan bahsederken: «O benden bir yaş küçüktürs derdi. Doğuşları ara- sındaki bu tek yılı dahi doldurmadan büyük kardeşinin yanına can atan ve bu anda onun yakınında ve hizasında, ölülere has bir şekildeki secde halinde yatan Übeydullah ta Hâmld gibi yaşa- dığı ve yaşattığı devri beraberinde gö- türenlerden biridir. Übeydullah, arkasında iz bırakarak göçüp giden faniler arasındadır. Geç- mişte ve halde benzersiz, nevi şahsına münhasır bir adamdı. Onu yakından ve uzaktan tanıyanların hepsi, haya- tının, bir tek siyah kılı kalmıyan ak sa kalından daha beyaz, daha temiz ol- duğunu söylerler. Bir gün toprak ola- cak varlıklar için bu ne büyük bir mazhariyettir? Übeydullah efendi, bu mazhariyete hakkile erenlerdendir. Ben onu ilk defa mütareke yılları içinde, Darülfünun konferans $alo- nunda, hitabet kürsüsünde gördüm ve tanıdımdı. Azerbaycan için yapılmış bir gündü. Hatipler heyecanlı nutuk- lar söylüyorlardı. Salon hıncahıriç do- Tuydu. Süleyman Nazif! yükselten ve hâlâ düşmesine mani olan Plerre Loti gününe benziyen bir gün. Bir veya iki hatipten sonra kürsüye, arkasında bir deve tüyü maşlah, başında acayip bir serpuş, akı çok kır sakallı, gözlerinde simsiyah bir alev parlıyan bir adam çıktı. Ağır, tok sesile söze başladı, Bel- ki onun giyinişindeki gariplik, belki söyleyişindeki zarif nükteler," dinli- yenlerin bir kısmını güldürmüştü. 'Bu acayip adam kızdı ve köpürdü. Ya- tağından taşan bir nehrin azametli hiddetile gülenleri tekdir etti. Ne hal- de bulunduğumuzu, ağlanacak gün- lerde gülmenin ayıp olduğunu söyli- yerek namuslu bir millet için istiklâ- lin mahzı hayat olduğunu, onsuz ya- şanmıyacağını öyle İlâhi bir eda ile Anlattı ki bu satırları yazarken onu hâlâ dinliyormuş gibi içimde acıklı ve acı bir heyecan düyuyurum. Ben bu genç ruhlu, dinç vücutlu ihtiyarı o za- man sevdim. Onunla dostluğum yoktu ve buna fırsat olmadı. Fakat onu yakın tanı- yanları tanıdım. Bilhassa Übeydulla- bın, ölüm döşeğinde adını anacak ka- dar sevdiği, vefatından iki gün önce bitab yatarken bile yüzünü, göz ka- paklarının ârasından görünce gülüm- sediği dostu Salâh Cimcoz, bana onun bütün hayatını teferrüatile tanıtti, (AKŞAM) ın edebi romani “Yirmi seneden fazla bir zaman önce gördüğüm bu acayip kıyafetli ve tunç ruhlu adam, bunun için benim ruh ak- râbâlarımdan biridir ve ondan bah- sederken hürmetle, muhabbetle ken- disini anlatıyorum. Übeydullah, ilk istibdad düşmanlı- Eanı, bir ilim ve hürriyet ocağı olan Tıbbiyede duydu. Meşrutiyet mübeş- şiri Midhat paşa ile hürriyet ve vatan kelimelerinin yeni mânada mübdii Namık Kemal, onun bu yolda izlerini takib ettiği birer Havariler oldu. Genç Übeydullah, İzmirin ceyyid havasın- dan lik yiğillik hızını alarak İstanbu- lun o devirdeki kötü muhiti içerisinde birer yıldız gibi parlıyan ve istibdadın Yıldızına birer belâ yıldırımı halinde görünen büyük insanların fikirlerile beslendi. Bu yiğit ruhlu İzmir efesi; hürriyetperverlik hayatına istibdadın kızlı remzi olan Abdülkamide isyanla başladi. Hürriyetperverliği ile hapisler, nefiler ve yoksulluklar da beraber başlamıştı. Übeydullah böyle şeylerden yılmaz bir insandı, Nitekim onun hür ruhu, is- tibdad ile inliyen memleketinde yaşa- mağa müsaade etmedi, kaçtı. Kendi tabirile Kübadan Baküya kadar, fa- kat doğru olarak söylersek cenup ve şimal Amerikası, Afrika, Asya ve Av- rupada dolaştı ve böyle seneler senesi gezdi. Hayatını daima kendi emeğile kazandı, keten helvacılığı, kuyumcu- luk ve daha bilmem ne işler yaparak yaşadı. 908 meşrutiyeti ilân edilince memle- kete döndü ve Meclisi mebusana İz- mir mebusu olarak girdi. Meclisin en aranan, en hür fikirleri ileri süren, karışık unsurlardan mürekkep muha- Mf zümreye en biaman saldıran #za- larından biri oldu. . Harbı umumide fevkalâde sefir olarak Afganistana gi- decekti. Yaşının altmış beş olmasına rağmen muhtemel zahmetleri göze alarak yola çıktı. İrana geldi. Bahti- yarilerin arasından geçip Afganista- na gidemedi, orada kaldı. İngilizler onu yakaladılar. İraka götürdüler ve hapsettiler. Mütareke olunca İstan- bula döndü. Bu sefer de Ferid paşa hükümeti yakalayıp Maltaya gön- derdi, Dostları çok çalıştılar, bir müd- det sonra onu Maltadan kurtardılar. Fakat Iki, üç ay kadar geçmişti ki yurd ve istiklâl meselelerinde hiçbir şeyden çekinmiyen Übeydullah, dili durmadığı için tekrar yaklandı ve Maltaya ikinci defa yollandı. Übeydullah, Maltada da rahat dur- muyordu. Ferd olarak takdir ettiği İn- gilizlere müthiş kızıyor ve ateş püskü- rüyordu. Hadidiler diye bir zümre yap- mıştı. Hallerinden şikâyet maksadile İngilizlere karşı protestonameler yazı- yordu, Übeydullah, yazılanları hafif buluyor ve istediği şiddette olmadığı için bu kâğıtlara imza koymuyordu. Übeydullaha arkadaşlarından biri, lâ- tife olarak, şöyle demişti: — Galiba sen, bunlar hafif yazılmış- 'Tefrika No. 16 Mektep arkadaşları Karşısındaki hocası olmasa belki sert bir cevap verecekti. Kendine hâ- kim olmağa çalıştı: — Siz bir genç kızın meslek sahibi olmasını istemez misiniz? — O başka mesele!. Hayat eskisi gibi değil, kadın da çalışmağa mecbur oluyor. Fakat tablatin başlı başına bir servet halinde yarattığı mahlüklar için bu düşünülemez. Öyleleri için ça- Mişanlar o kadar çoktur ki, kendilerine 1ş düşmez, Doktorun hafif bir tebessümle bir kat daha ifadelendirdiği bu fikir genç kızın dâ hoşuna gitti. Verilmek iste- nen mâna zarifti. Batmıyordu. — Haklısınız efendim, dedi. Fakat ben kendimi o bahsettiğiniz bahtiyar insanlardan saymadığım için çalışma- yı doğru buldum. Bahis tehlikeli bir yola giriyordu. Ömründe ilk defa bit erkekle bu ka- dar üslü kapalı şahsiyet münakaşası yapan Cevvale hemen mevzuu değiş- tirdi: ” — Affedersiniz, dedi. Siz İzmir lise- #inde iken müdürünüz kimdi? Beklemediği sual genç doktoru şar Bürhan Cahid gırttı: Kekeledi: — Vallahi hatırlıyamıyorum pek! Sonra büsbütün münasebetsiz düş- memek için ilâve etti: — Yaşlı, beyaz bıyıklı bir adamdı. Bu mânasız konuşma ilk heyecan- h bahsin hararetini kaybettirdiği için ikisi de bir müddet yemeklerine de- yam ettiler, Fakat doktor Pertev Celâlin tesa- düfün de yardımile hazırladığı bu s0f- ra başından neticesiz kalkması imkâ- ni yoktu. Bu defa doğrudan doğruya maksa- da giriverdi: — Güzel kızlar arzu da etmeseler bir çok izdivaç tekliflerle karşılaşır. lar, Böyle bir teklif seni meslek tahsi- Mine devam etmekten vazgeçirmez mi? Cevvale omuzlarını ilkti: — İyi bir firsat, iyi bir teklif, — Hayır, — Fakat bir kere meslek mücadele sine karışınca bir çok firsatlar kaybe- dilmiş olur. — Bunu meslek tahsiline başlama- AKŞAM Übeydullah (efendi) diye imzanı almıyorsun, böylece ba- şımıza bir belâ gelecek olursa yakanı kurtarmış olacaksın!.. Böyle şeylerin şakasma bile taham- mül etmiyen Übeydullah, işin hiç te öy- le olmadığını füli olarak Isbat etmişti. İngilizler tarafından Maltada iyice tanınmış ve mimlenmiş olan Übeydul- laha onlar Abadallah derler ve kendi» sinden çekinirlerdi. Uzun zaman İn- gilterede yaşadığı için mizaçlarını iyi bildiği İngilizler hakkında böyle dermiş: — Onlara yaltaklanmağa gelmez. Bu herif esasen hizmetçi ruhlu, esir yaratılışlı derler ve tepesine binerler, Onlara kafa tutmalı. Hür doğmuş ve hür yaşamış adam olduğunu isbat et- meli. O zaman hürmete lâyık olduğu nu anlarlar ve müsavi muamele eder- ler. Nitekim ilk Malaya ayak bastıkları gün bir askeri kıta, bunların karşısın- da tüfeklerine korkutucu şakırtılarla fişek doldurduğu zaman, Übeydullah, bu kıtanın İngiliz kumandanına fasih, fakat sert bir İngilizce ile şöyle de- mişti: — Siz böyle tüfek şakırtılarile bizi korkutmak mı istiyorsunuz? Biz O adamlardan değiliz. İyi bilin, biz sİz- den korkmayız, Biz Çanakkalede ne adamlar olduğumuzu size gösterdik. Siz de bize kimler olduğunuzu orada anldttımız... Übeydullah, böyle cesur ve müsta- kll ruhlu bir adamdı. Siyasi hayatında da fırkalara intisab etmiş değildi. İt- tihad ve Terakkiye taraftar olmakla beraber Cemiyete bir türlü girme- mişti. Onun girdiği ilk ve son siyasi teşekkül, Cumhuriyet Halk Partisidir. Fırkaya kaydolunduktan sonra bu cihe- ti kendisine hatırlatan Salâh Cimcoza Übeydullahın verdiği cevab şu olmuş- tar : — Ben 1900 lerin bile değil, 2900 le- rin adamıyım, Yıllarca hasretini çek- tiğim istiklâl ve hürriyet gibi yüksek ideallerimin tahakkukunu onda ve onu yaratan Büyük İnsanın mukaddes varlığında gördüğüm için, bütün ru“ humla duyduğum minnetlerimi gös- termek üzere Halk Fırkasına girdim. Ne yazık ki onun Partimiz içinde bu- Tunuşu ve Büyük Meclise girişi, çok ilerlemiş bir ihtiyarlığın son demle- rine rasladı. Cevval ruhunun çalışma» larına artık kudretsiz vücudü yardım edemiyordu. Bu asırdide hürriyet ve vâ- tan âşığını cumhuriyet, kıymetli bir hatıra gibi maziden devir alarak taziz ve çok sevdiği vatanın kutşal göğsüne onu hürmetle teslim etti. Abdülhak Hümid, Übeydullahtan Alim diye bahseden bir dostuna; —0O, Âlim değil, âlemdir!... Demişti. Şimdi bu İki âlem, bizim- kinden başka ve bizim de bir gün ka- rşacağımız ayrı bir fezada mukad- derlerinin ebedi yolculuğunu yapmak- tadırlar. Hasan - ÂH YÜCEL dan evvel düşünmüştüm efendim. — Pek âlâ. Ya gönül ihtiyaçları. Genç kızın ince kaşları çatıhverdi: — Böyle şeyler düşünmedim, his- setmedim efendim. Doktor Pertev Celâl durakladı. Cevvalenin zaten pembe olan yüzü kızarmıştı. Yanaklarının oçehesine doğru görünen az çilli yerlerden ter habbeleri birikmişti. Önüne bakarak yenen yiyen genç kızın sıkıldığı Küçük bir sükültan sonra doktor lâtife eder gibi: — Fakat yüksek tahsil âleminde, meslek hayatında böyle ihtiyaçlar ken- dini” göstermez. Kadın olsun, erkek olsun insanın muhiti o kadar geniş- tir ki serbest münasebetler kendi ken- dine hazırlanıverir. Kimya profesör muavini ne demek istiyordu. Genç kız birdenbire etrafile kavrı- yamadığı halde söylenişinden, geçen kelimelerin ifadesinden bu son cüm- lenin mânasını sezebilmişti. deki peçeteyi sinirli hareketlerle dür- dü, yuvaladı, masanın üzerine koyar- ken kolundaki saate baktı: “Telâş eder gibi: — O, dedi. Üçe geliyor! 15 Ağustos 1937 İzmirde Çandarlı Plâjı merasimle açıldı iBu plâj kısa bir zamanda imar edilecek, bir otel yapılacak zengin bir istikbale namzeddir. Yur- dumuzun şimdiye kadar metrük ka“ lan bu güzel köşesi, vali B, Fazlı Gü- leçin yerinde kararile kısa bir 20 manda imar edilecek ve tamıttırıla- caktır. Bundan bir ay evvele kadar Çan- darlıda güzel bir plâj bulunduğunu, yalnız Çandarlı ve Dikili halkı bili- yordu. Halbuki şimdi bütün İzmir. Mler bunu biliyor ve tatil günlerini, çok ucuz olan bu plâjda geçiriyorlar. Çandarlı plâjı, Çeşme plâjı güzelli- ğinde, hattâ ondan daha geniş bir sahada uzanmaktadır. İzmire güzel bir yolla bağlıdır. Bu yol, ileride da- ha genişletilebilir ve o vakit plâj zi- yaretçileri; şimdikine nazaran her halde beş, on misline çıkar, Çandarlı nahiyesinin önünde uzanan, bu plâ- fin arkasında tarihi Çandarlı kelesi yardır, Vilâyetin teşebbüsile şimdiden plâj- da on beş soyunma barakası ve bir gazino inşa ettirilmiştir. Ayrıca kah- vehaneler de vardır. Gelecek sene, gerek soyunma barakalarına, gerek gazinoya ilâveler yapılacaktır, Hattâ bir de otel inşa edilmesi için şimdiden proje hazırlanmasına başlanmıştır, Çandarlı plâjı (dişi ve erkek) ol- mak üzere iki isimle anılmaktadır. Fazlaca rüzgârlı havalarda (erkek Plâj) fazla dalgalıdır, fakat o sırada (dişi plâj) da “en küçük bir dalga bi- le yoktur. Rüzgâr aksi istikametten estiği vakit te (erkek plâj) dülgasız- dır. Çok temiz olan Çandarlı plâjı, ya- kın bir istikbalde parlamağa ve meş- bur olmağa namzeddir. Pertev Celâl bir kaç noktadan yap- tığı sondajın hiç birinde muvaffak olamadığından mütessirdi. Son bir hamle ile genç kızın muhafaza ettiği ketumiyeti yırtmak, teklifsiz olmak istedi. Sandalyesinin arkasına yasla- narak: — Evet, olur ya, dedi. Meselâ sana biri aşkından bahsedecek olsa! Çün- kü senin gibi hem güzel hem entere- san kızları rahat bırakmazlar, Cevvale bir erkek ağzından ilk defa işittiği bu kelimelerle , sarsılıyordu. Hele bu sözleri hürmet ettiği bir mu- aliminin ağzından dinlemesi onu büs- bütün şaşırtmıştı. Ne söylese, ne cevap verse ikinci, üçüncü bir sual karşısında kalacaktı. Bunu pek iyi tahmin ediyordu. En kestirmesi bu mevzu üzerinde konuşmaktan kaçmaktı. Bunu takdir ettiği için söyleneni işitmemiş gibi hattâ doktorun yüzüne bile bakmıya- Tak bir sandalyeye bıraktığı çantası- na elini uzattı: — Vakit geçti efendim. Siz kalacak- sanız müsaade edin, ben tramvayla döneyim. Pertev Celâl birdenbire toplandı. Genç kızın sakin olduğu kadar çök — Rica ederim, dedi. Seni buraya kadar getirdim. Tekrar götürmek te vazifemdir. Kalkalım, & id KADIN KÖŞESİ 1 Ayakkabı kemer ve çanta Siyah podösüetten ayakkabı, ke- mer ve çanta, Siyah rugandan İnce parçalarla süslenmiştir. Sinopta göçmen iskânı Sinop (Akşam) — 938 senesi İçin- de hudud sıhhiyesine aid mülga ta- haffuzhane arazisine balıkçı ve tü- tüncü göçmenlerden yirmi beş ev is- kân edilecektir, 1300 dönüm Kadar olan bu arazi içinde suyu bulunan mükemmel bir köy yeri ve tütün zi- raatine elverişli münbit bir toprağı vardır, Ve konuşmadan, ağır ağır olomo- 'bile doğru yürüdüler. Beşiktaşı geçer- lerken Pertev Celâl: — Eve gideceksen, Nişantaşından çıkalım, dedi, Benim de zaten Taksim» de işim vardı. Genç kız başını eğdi: — Lütfedersiniz efendim, Maçkayı biraz geçmişlerdi ki Cev- vale rica etti: — Emreder misiniz, dursun, Bura“ du ineyim. Şoförden evvel Pertev Celâlin hür- metle açtığı kapıdan inerken elini uzattı: — Teşekkür ederim efendim. Sizg zahmet verdim. — Rica ederim, Ve genç kız güzel vücudüne en gü zel hareketi veren uzun bacaklarının seri hareketlerile yan kaldırıma atlar dı, Otomobil hareket ederken Pertev Celâl onu tekrar selâmlamak için ba“ şını çevirdi. Fakat genç kız yan sokak» lardan birine girip kaybolmuştu. Genç doktor heyecanlı bir arzunun mayhoş zevkine kanamamış olmaktan gelen garip bir küskünlük içinde kal mıştı. Yüzünün hatları, gözlerinin rengi ile orijinal bir tip olduğu kada rühen de esrarlı bir mahlük olan genç kiz ona garib Exotigue bir tesir ver” mişti, (Arkası var), mu ağlağlağn.