le denizden çıktıktan sonra ar- Je beraber kumların üzerine 'Tarzanın geçiyor. ndü. Güzel vücutlu deli- uzun baktı. Genç adar zun dinlendi. şiarı Ferideye takıldılar: — Feride, Tarzanın aklını başından , aldın. b —Amma ne hârikulâde vücudu i — Tıpkı filmdeki «Aslan adam» in yücud Kadınların Tarzan adını koyduk- ları genç adam mütemadiyen onların Btrafında dönüp dolaşıyordu. Tarza- nın denizde yüzen birkaç arkadaşı de- ha vardı. Delikanlı biraz sonra denizden Çi- ğ kan arkadaşlarile birlikte biraz ileri- de kumların üzerine uzandı. Böyle bir müddet geçtiklen sonra Feride ile Samiye tekrar denize girdi- ler. Feridenin gözleri mütemadiyen Harzanda idi, Samiye: — Bilmem amma Feride, dedi, bu Tarzan senin hayatında mühim bir rol oynıyacak zannederim... Feride dalgalar arasında gülümsi- ei: »2 Amma yaptın. dedi. — Öyle, öyle... Amma hakikâten çok güzel adam... Sonra ne kibar bir hali var, — Evet, 1 öyle... — Âdetâ bir artist tipi var değil mi? — Ben şim ana bunu söyliyecek- üm... Vücudünün iriliğine, sportmen bir hali olmasına rağmen yüzünün n8 kadar ince hatları var... — Yaaaa... İki kadın şimdi Tarzanı göklere çi karıyorlardı. Bir müddet yüzdükten sonra denizden çıktılar, Yerlerine dö- herken Tarzanla arkadaşlarının otür- dukları yerin arkasından geçiyorlar- dı. Bu esnads Tarzan arkadaşlarma bir şeyler anlatıyordu, Genç adamın arkası kadınlara dönüktü. Feride ile Bamiye Tarzanın ne söylediğini işit mek için biraz onlara yakın geçtiler ve o zaman iki kadın hayretler içinde kaldılar. an arkadaşlarına koyu bir kül- vi şivesile diyordu: — Paçozu dikiz ettim. Kıyak parça be... «Ulan dedim, şu parçaya çımayı atmalı.» Yakalamalı karıyı... Sonra abicim... Düştüm karının peşine. ha- ni bilirsiniz ya, yaman Jfkırdı atarım ha... Karının enseköküküne soküi- dum. — İmanım ablacığım, dedim, bu ne gerdan be... Kesilmemiş üç okka lâti- lokum şekerini boynuna mı yapıştar- dın be?... Ne fiyakah lâf değil mi?... Gel gele- İim karı bizim Jâfın fiyakasını anlıya» madı: — Terbiyesiz, ahlâksız, her kuşun eti yenmez, defol bakayım külhan- beyi... Demez mi? Kan. tepeme fışkırdı abiciğim....Pa- çoz lâfı bana çok dokunur bilirsin.. Vay kuyruğu tenekeli saloz karı vay... Hemen bıçağı şöyle gösterdim: — Ulan dedim, kes sesini... Şimdi seni santimlerim ha... Karı «santimle- rim> dememden «sana bu bıçağı san- tim santim batırırım: demek istedi- ğimi çakmadı. Ne de olsa lâgatten an- Jamiyor, Feride sapsarı kesilmişti, Samiyeye: — işittin mi? dedi, Samiye, şaşkın şaşkın: — Evet; deği, işittim... — Ne diyeceğim? Hayretten, söy- Myeceğimi şaşırdım... — Biz de bu adama neler yormuş- tuk... Ya bununla tanışmış olsaydık... — Aman sus, sus.. Fenalıklar ge iyor... Ne büyük bir tehlike atlatmı- gz meğerse... — Bu ağam insanı öldürür de... — Duymuyor musun söyledikle- rini... — Aman çabuk yürü... Hem o trara- fa artık bakma... Çirkefi üstümüze siÇ- ratmıyalım... İki genç kadın heyecanla, telâşla Oradan uzaklaştılar, Şimdi Tarzan arkadaşlarile beraber kalkmış, yine Feridenin grupunun etrafında fır dönmeğe başlamıştı. Lâkin Feride müthiş surette telâş- ta idi. Samiye; — Eyvahlar olsun Feride herif bize de biçak çekecek Feride korku içinde: ş — Ne yapsak acaba?.. dedi — Bilmem ki... Herife derece ni- çin ümid verdin?... Nihayet Feride ile arkadaşları yan- larından ayrılmıyan Tarzanla arka- daşlarından uzaklaşmak için tekrar denize girdiler. Fakat Tarzanla yanın- dakiler hemen onları takib ettiler, Feride: — Aman, dedi, belâyı başımıza sa- tan aldık... Başka kurtuluş yok... Bu- radan çıkıp gitmeli... Telâşla denizden çıktılar. Kabinele- rinde giyinirlerken Tarzanm korku- sundan ödleri patlıyordu. Nihayet giyindiler ve çıkıp gittiler. Aradan aylar geçti. Feride bazan Tar- zanı sokakta görüyordu. Fakat Tar- zan ne kadar iyi giyiniyordu. Feride: — Galiba, dedi, zengin külhanbey- lerden... Feride mütemadiyen bu belâlı adam- dan korku ile kaçıyordu. Meçhul kül- hanbeyi de onu her yerde kovalıyordu. Nihayet bir baloda Feride korktuğu Külhanbeyle burun buruna gelmez mi? Tarzanın sırtında gayet şık bir frak vardı. Bir ahbapları genç adamı Ferideye takdim ettim: — Ressam Münir... Meşhur sanat kârlarımızdan.... Feride hayretler içinde idi. Münir onu dansa davet etti. Gayet güzel dansediyordu. Bir aralık Feridenin ku- lağına eğildi: —- Sizi ilk defa nerede gördüm bili- yor musunuz?... Plâjda... Feride o derece merakta idi ki daya- namadı; .— Eyet.. dedi, fakat o gün arkadaş- Jarımızla o kadar garip konuşuyordu- nuz ki... * — Meselâ nasıl. — Tamamile bir külhanbeyi gibi... Ressam Münir güldü: — Ha, evet.. dedi, ben biraz taklid yapmasını beceririm... O gün arkadaş- larım ısrar ettiler, birçok taklidler yaptım. Muzip bir arkadaşım sizin bi- im arkamızdan geçtiğinizi görmüş: -— Aman Münir, dedi, külhanbeyi taklidi yapsana... aralık başımı çevirip ilkin siz ya- nımızdan telâşla uzaklaşıyorsunuz. Muzip arakadaşımın istediği olmuşlu. Benim külhanbey gibi konuşmamı si- ze işittirmişti. O gündenberi benden kaçtığınızın farkındayım. Sizi epey korkutulacak şeyler söyledim, değil mi? Feride derin bir nefes aldı: .— Ben de sizden ne kadar kork- muştum.. diyerek içtiği viskilerden dö- nen başinı Tarzanın biçimli omuzuna, dayadı. (Bir yıldız) b yanın 19 üncü sayısı sne rilerimize tavsiye ederiz. TÜRK İLLÜSTRASYONU Türkçe ve fransızer olarak intişar eden Türk Tlüstrasyonunun haziran nüshası çıkı Bu sayıda Hadi Şefik Tekünün Seğerli kadın tayyarecimiz Sabiha Gök- hakkında" heyecan ve güzel bir ya- e Hilmi Ziyanın İbni Sina hakkında Yakıfane bir makalesi, daha bir çok mü- tenevri yazılar vardır. Akba müesseseleri Ankareda her dilden kitap, gar zete, mecmua ve kırlasiyeyi ucuz larak AKBA milesseselerinde bu- labilirsiniz. Her dilde kitap, mec- mua siparişi kabul edilir. İstanbul eri için ilân kabul, abone kaydedilir. Ündervodd yazı ve he- sap makinelerinin Ankara acentesi, Parker dolma kalemlerinin Ankara satış yeridir. Telefons"3377: Eskişehirde AKŞAM neşriyatı 15 Ağustes 917 Parar İstanbul — Öğle heşriyatı: 1230: Plâk- Ja Türk müsikisi, 12,50: oğlu Halkevi gösteriş temsili, 14; SON. Havadis, 18: Bey- kolu tarafından bir 18,30: Piükin dans n ve arkadaşları ta- Kafından 'Tür ler, 90,45: Mi fından Kürk fer ve arkadaşları tara si ve halk şarkıları, Ecnebi istasyonların en müntehap programı Strasburg ((saat 9,15) - 247 - Beetho- venin 3.cü ve 7. ci senfonisi, Frankfurt (saat 1130) - 251 - Bashın şarkılarından, Viyana (saat 1145) - 5088 - Haydn - wen - Schubert, Strasburg (saat 16,30) - 349 - Mozart - Haydn - Faur& - Saarbrück (saat 1900) - 240 - Lisrtin eserlerinden, Dans musikisi Brüksel (saat 23,00) - 404 -, Paris (sant 23,00) » 432 -, Toulouse (saat 22,00) - 329 -, Paris - Radio (mat 23,00) - 1648-, Roma (sant 22,10 )- 421 -, Milüno (saat 2100) - 389 -, Belgrad (saat 23,00) -437-, Sottens (saat 21,50) - 443 -, 16 Ağustos 977 Pazartesi İstanbul — Öğle neşriyatı: 1220: Plâk- ia Türk musikisi, 1250: Havadis, 13,05 Muhtelif piâk neşriyatı, M4: SON. Akşam neşriyatı: 1830: Plâkla dans musikisi, 10,0: Afrika ar hatıraları; 8. Salâhaddin - Cihanoğlu tarafından, 20: Rıfat ve arkadaşları tarafından Türk mu- sikisi ve hal kşarkıları, 2030: Ömer Rıza tarafından arabca söylev, 20,45: Safiye vo | arkadaşları tarafından Türk musikisi ve baik şarkıları “(Saat ayar), 2115: OR- KESTRA: 22,16: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 2230: Plâkla #ololar, opera ve operet parçaları, 23: SON. | Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Halâskir Gazi caddesinde Halk, Taksim: Nizameddin, Tarlaba- sında Nihad, Beyoğlu: Kanzuk, Dai- Tede Güneş, Galata: Topçular cadde- sinde Sporidis, Kasımpaşa: Müeyyed, Hasköy: Nisim Asco, Eminönü: Hüs- nü Onar, Heybeliada: Tomadis, Bü- yükada: Merkez, Falih: Şehzsdeba- Karagümrük: Mehmed şında Asaf, Arif, Bakırköy: İstepan, Sarıyer: Asuf, Tarabya, Yeniköy, Emirgân ve Rume* Hhlzarıdaki gezaneler, Aksaray: Ziya Nuri, Beşiktaş: Vidin, Kadiköy: Pa zaryolunda Merkez, Moduda Nejad Sezer, Üsküdar: Ahmediye, Fener: Defterdarda Arif, Beyazıd: Yeni LA- leli, Küçükpazar: Hikme: Cemil, Sa- matya: Yedikulede Teofilos, Alemdar; Ankara caddesinde Esref Neşet, Şeh- remini: Ahmed Hamdi. Bu adamı canından bezdiren şey: GRiPIN i tecrübe edinciye kadar çekmeğe mah- küm olduğu ağrı ve sızılardır. 6RiPIN En şiddetli baş ve diş ağrılarını keser. GRiPiN karşı bilhassa müessirdir. GRİPİN hır. olanlara hususi tenzilât yapılır. mütevellid bütün ağrı, sız ve sancıları geçirir. Romatizma, sinir, adale, bel ağrılarına Kırıklığı, hezleyi soğuk algnlıklarından ları eksilmişti. Ceng Semga bahadır da hadiseden çok müteessir olmuştu. Hakana dönerek: — Cürüm sabit oldu. Derhal ka- rarı imza ediniz, hakanım! deği Kubilâiy han, ötedenberi, - şahsını alâkadar eden cürümlerde müsama- hakâr davranır, ve cürüm sahipleri- ni çok defa effederdi. Şimdi de İranlı suçluya karşı ayni şefkati göstermek ister gibi göründü. Mahkemenin kararını yanına koy- du: — Yarın tasdik ederim. Bunlar: şimdilik zindana atınız! © * Dedi. Fakat, Tekinboğa birden ba- | şanı kaldırarak kükredi: — Cezanın bir saat geri kalması- na bile tahammül edemeyiz. Mahke- | me üyeleri bu adamı dişlerile par- çalıyacaklar, hakanım! Kendi canı- mıza acımıyorsanız, bize acıyınız! Ku- bilây han Çinlilere, İranlılara değil, Türklere lâzımdır. Ve sedirin kenarına eğilerek, mah- kemenin kararını aldı, Tekrar haka- DR uzattı. Semga bahadır da ayni fikri ileri sürerek: — Gözünüzün önünde duran bir | suçluyu affetmek, ayni cürmü İşle- meğe başkalarını da teşvik etmek de- mektir, hakanım! Bu suç, başka suç- lara benzemez. Bir hırsız, bir yalan- cı, bir dolandırıcı ayni suçları bir da- ha işlememesi için effedilebilir ve yaptığı işler, çaldığı şeyler ödenir. Fakat, hayatınıza uzanan eller kırık mazsa, suçlar tekerrür eder ve bir gün bu korkunç tasavvur, hakikat sa- İ hasına çıkabilir. Mirza Kuli ve onun suç ortakları hemen cezalarını gör- melidirler, hakanım! Mirza Kuli, hakanın ayaklarının dibinde ystıyor ve hâlâ yalvarıyordu: — Size İranın en güzel kızlarını ve en nefis şaraplarını takdim ederim, | hakanım! Size İrandaki bütün serve- timi bağışlarım. Size hayatın, ölü- mün sırrını söylerim, müebbeden ya- şamayı öğretirim, hakanım... Beni effediniz! Kubilây han güldü: — Hayatın sırrını biliyorsan, mü- ebbeden yaşamanın yolunu öğrenmiş- sen, bu yoldan sen neden yürümü- yorsun? O sirada kapının önünde iki cek lâd belirdi. Kubilây han, Kuliye sordu: — Haydi, muktedirsen şu cellâdın elinden başını kurtarmağa çalış ba- kalım?! Mirza Kuli celiâdları görünce tit- Tedi. Başını yerden kaldırdı. — Ben bu cezaya lâyıkım. Yalnız başımı değil, vücudümü lokma lok- ma doğratşanız, gene azdır. Sizin gi- bi, sevgisi bütün milletlerin kalbin- de yaşıyan bir hükümdara kıymek istedim. Ben affedilecek bir insan de- gilim. Fakat, sözlerime inanınız: Er- gun bahadır yaşadıkça, hayatınız ve saltanatınız dalma tehlikededir, Ken- dinizi onun şerrinden ve onun adam- Jarından : koruyunuz! Benim gibi zengin bir adamı elde edip buralara kadar göndermeğe muvaffak olan Er- gunun daha neler yapabileceğini dü- şününüz! Ertesi sabah saray kapısında KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli Kubilây Çine geldikten sonra âile facla- "evli bir kadına el uzatan idam edilirdi No, 142 izin yasasına göre, diler tarafından her zaman nefretle karşılanırdı. Çinlilerin asilzadeleri, saltaffdtın Moğollar elinde kalmasından mem- nun olmadıkları hâlde, yerliler ve bü- tün Çin fakirleri, Kubilâyın hakanlı ğından çök memnun görünüyorlardı. Kubilây halkı (Kin) prenslerinin Zulüm ve tahakkümünden kurtar- MiŞİL Vaktile fâkir Çinlilerin yurd işleri- ne karışmiağa değil, bu yolda söz söy- lemeğe bile'hakları yoktu. Halbuki Kubilây Çine geldikten sonra, herkes yurduna daha samimi bir duygu ile bağlanmiştı. Memurların haksız ve usulsüz hareketelerini her zaman hakana aksettirmek ve dert anlat- mâk mümkündü. Kubilây: «— Kaksızlığa nihayet veren bir. adalet vardır. Herkes mahkemeye müracaat, edebilir.» Tarzında buyruklar ilân ederek, halkı dalma: hakkını aramağa sevk Çin prensleri devrinde" bir adamın hakkını arıyacak bir makam bulma- sına imkân yoktu. Hak istiyenin ağ- Zını yumrukla kapatırlar ve gözlerini oyarlardı. Halbuki Kubilâih Çine geldikten sonra, mahkemeler kurulmuş, alış verişte tartılar nasıl nizama sokul- muşsa, adalet te öylece yurdun her köşesine yayılmıştı. Müşteriye eksik ve hileli mal satan bir satıcı yirmi dört sanat İçinde ceza- ya çarpılır. “Bir genç çocuğun na- musuna el uzalanların eli kesilir, hır- sızlara çök âğır işkence cezaları ve- rilirdi. Çinde en çok hırsızlıktan şi- kâyet ederlerdi. Kubilây han pay- tahtı Karakurumdan Pekine naklet- tlkten sonra: Çinde hırsızlık vakala- rı - dahâ ilk ye yüzde elli nis- kendine ait olmıyan bir mala el uzatırken, elinin derhal kesileceğini ve ağır-işkenceler göreceğini hatır- lardı, Cengizin yasasında, hakana her cezanın affı salâhiyeti verilmişti. İki cürüm affedilemezdi: 1 — Hırsızlık, 2 — Başkasının karısını kandırıp kocasından ayırmak. Cengiz aile teşkilâtına çok ehemmi- yet vermişti. Bu iki maddeyi koyarken çok şid- detli kayıdlar ilâve ederek, aile mü- essesesinin hukukunu ve şerefini ko- rumayı ihmal etmemişti. Hırsızlık nasıl ahlâkı bozan bir cürüm işe, başkasının karısını kan- dırıp kocasından ayırmak ta adam öldürmek, büyük yangınlar çıkar- mak, hasılı aile müessesesini kökün- den yıkmak gibi bir cürüm sayılır ve affedilmezdi. Çinde ilk zamanlar bu gibi sün Ta sık sik raslanırken, aradan on beş, yirmi yıl geçince, böyle çirkin vaka- lara raslanmaz olmuştu. Herkes (ulu yasa) dan korkardı. Mirza Kull eğer Pekinde uzun müd- det otufmuş olsaydı, hâkim olan adaletten yılacak ve ulu yasa- nin : telkin ettiği fazilet ve k asılan kesik başlar.. Mirza Kulinin ve iki Çinlinin baş- ları ertesi sabah saray kapısında teş- hir edilmişti. Kapının önünde toplanan halk, mahkemenin siyaset taşındaki kara- rini hayretle okuyordu. Mirza Kulinin böyle kötü bir mak- sadla İrandan Çine geldiğini öğre nenler kesik başa yumruklarını sıka- rak: — Alçak! Diye haykırıyorlardı. 'Başı kesilen Çinlilere kimse acımı- yordu. Bilâkis yerliler, bu adamları — Kandayi RE telin ediyordu. me bana! Ayan, mahallerinde hüviyeti, | —Niçm.? Oda triman —. milliyetini kaybederek, bir çok fena. | miydi? klar Alet olan bu gibi adamlar yer Gb insanlık duyguları karşısında (ulu)- lara karşı kötü hisler beslemekten şüphe yok ki vazgeçecekti Yerlilerden iki kişi Mirza Kulinin, başı önünde durdular, Biri sordu: — Gözlerini neden oymamışlar va — Yabancı diye mahkeme adalef göstermiş olsa gerek... : — Bu işkence yalnız bize mi yapi hıyor? Kardeşimin gözlerine mil çek- tikten sonra öldürdüler.