9 Ağustos 1937 Tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9

9 Ağustos 1937 tarihli Akşam Gazetesi Sayfa 9
Metin içeriği (otomatik olarak oluşturulmuştur)

Bazı uslu akılı, kendi halinde, Mahcup bekârları kötü “arkadaşlar tan çıkarırlar, azdırırlar. Ben de işte bu çeşld bekârlardan bi- Tidim. «Aman kendimi maceraya kap- yayım, aman kötü arkadaşlara yım, aman uslu akıllı, sakin bir it yaşıyayım...» diye hergün kendi me kararlar veriyordum. Nitekim benim için tehlikeli olan arkadaşlarla rabıtamı kesmiş- tim. İşimi bitirir bitirmez hemen ça- im bankadan evime dönüyordum. Evimde kitaplarım, radyom ve kedim ürsle meşgul oluyordum. Kö- Mür kapkara tüylü, yemyeşil gözlü bir kedi idi. O da benim gibi münzevi bir hayatı yaşıyordu. Hattâ ben ize bir de isim koymuştum. «İki K.B Kömürün hayatı da benimki gibi Muntazam ve macerasızdı. Onu kapı- dan dışarı çıkarmıyordum. Nihayet mart geldi. Fakat öyle bir Mart ki, havalar mayıs gibi gidiyor. n bugünlerde bizim Kömüre bir hal oldu. Bir akşam eve gelince Kö- Mürü bulamadım. Nerden çıkmışsa Çıkmış, gitmişti, açtım... Vay, vay, vay. Karşıki damda bizim Kömür, yanında Altın gibi sanı, tüyleri pırıl pırıl yanan a bir kedi ile beraber... Ne kadar: — Kömür,. Kömür!, diye çağırdımsa fayda vermedi. Kömür sarışın sevgili- $inin yanından katiyen ayrılmıyordu. Camı kapamağa mecbur oldum. Kömür evde olmadığı için o gece Adeta kendimi yalnız hissettim. Kö- Mür benim can yoldaşımdı. İki sene- denberi hiç değilse evin içinde bir tek Can Kömürdü. O da bu akşam hovar- dalığa gidince pek yalnız kalmıştım. Düşündüm. Şu esnada Kömür bile kendisine bir sevgili bulmuştu... Ha- Yatta herkes kendisine bir can yolda- 9 bulmuş, bu korkunç yalnızlıktan kurtulmuştu. Halbuki ben şu Kömür kâdar bile olamamıştı O gece ilk defa hayatımı doğru bulmadım. Kömürün bu hareketi buna şun- ları düşündürdü: Ben tabiatın kanun- larına aykırı hareket ediyorum. Onla- Ta karşı durmağa çalışıyorum. Bak Kömür bile hayvanlığına rağmen bu Münzevi bekâr hayatına daha fazla da- Yanamadı. Başını aldı. Her türlü im- kânsızlıkları yenerek çıktı, gitti. Ken- di kendime: — Sen daha ne zamana kadar bu münzevi hayat içinde kalacaksın?.. di- Yordum.. Kömür ancak sabaha karşı bardan Gönen çapkın bir bekâr genç gibi eve geldi. Şiltesinin üzerine kıvrandı, yat- tu uyudu. O günü daireye geldiğim zaman âde- ta kendimde bir değişiklik hissediyor- dum. Zevkine düşkün, çapkın arka- daşlara daha ziyade İltifat ediyor. | dum. Onlar da bende görmedikleri bu fevkalâdeliğe şaştılar. Ertesi günü cumartesi idi. Öğleyin işimden çıktım. Eve geldim. Gayet »lık, âdeta yaz havası gibi bir hava... Gene Kömür evde yok.. Pencereyi açtım. Şöyle bir baktım. Kömür pıril pini sarı tüylü sevgilisile karşıki damda yanyana yatmış, uyu- yor... biribirlerine öyle sokulmuşlar ki... Kafa kafaya vermişler, güneşin altın- da şekerleme yapıyorlar... Kendi kendime; — Aşk tablosu, dedim. aşktan sonra istirahat... Maamafih karnı âcıkınen Kömür Bene eve geldi. Gece karşılıklı oturu- Yoruz, ben gazete okuyorum, O da ya- lanarak tuvaletini yapıyor... İçimden" kendi kendime: — Gene galiba hazırlık var... Bu tu- Valet boş yete olmasa gerektir... Mut. laka bu gece de niyeti bozuk... Onun bu hazırlanmasını baloya, yahud ba» Ta gidecek, velhasıl bir gece eğlence- Sine koşacak bir delikanlının bazırlan- masına, traş olmasına benzetiyor- dum. Biraz sonra karşıki damda kedi 5cs- leri, mıyavlamalar yükselmeğe başla- yınca Kömür yerinden fırladı. Kulak- larını kabarttı. Heyecandan gözleri Açılmış, dışarıyı dinlemeğe başladı. Dışarda, damdaki mıyavlamalar mart gecesi içinde ayyuka çıkıyordu. Bu mı- Yavlamaları duydukça kendi kendi- me: — Aşkın sesi!.. diyordum. kulağile dinliyordu. Birdenbire fırla- dı. Evvelâ cama atıldı. Fakat cam ka- palı, çıkamadı. İçimden: — Aşkın sesi tesirini gösterdi... de- dim Kömür biran evvel dışarıdan kendi- sini çağıran aşkın sesine koşmak isti- yordu. Evde kendisini oradan oraya atıyor, dışarıya çıkmak için cabalıyor- du. Kendime bir çay pişirmek için mut- fağn gittim, döndüm ki, Kömür nere- den çıkmışsa çıkmış, gitmiş... Bu €s- nada açık olan radyomda bir şarkı çâ- ıyordu: «Aşkın sesini duyduğun zaman Koş.» Güldüm. İşte bizim Kömür aşkın se- sini duyar duymaz koşup gitmişti. Kendi kendime: — İnsanı fenalığa fena arkadaşlar alıştırırmış... Bu Kömür de benim ah- lâkırm bozacak, Malüm ya üzüm üzü- me baka baka kararırmış. Ben de kö- müre baka beka kararacağım... Bu hayvan bana fena misal oluyor... Kömür artık çapkınlığını her gece- ye bindirmişti. Nihayet olan oldu. Ben de Kömüre baka baka karardım.. be- ni işimdeki çapkın arkadaşlarım âaz- dıramadı amma Kömürün hareketle- Ji baştan çıkardı. Şimdi her akşam ben traş olur, ha- zırlanırken © da yâlanarak tuvaletini yapıyor. İkimiz birden evden çıkıyo- ruz. Sabaha karşı ikimiz eve gelince kapıda buluşuyoruz ve içeri giriyo- (Bir yıldız) Bu akşam Nöbetçi eczaneler Osmanbeyde Şark Merkez, Taksim: İstikiâi caddesinde Kemal Rebul, Beyoğlu: Tünelde Matkoviç, Yüksekkaldirımda Venikopule, Göla- lata: Topçular caddesinde Merkez, Kasımpaşa: Müeyyed, Hasköy: Nisim Aseo, Eminü Hüsnü Onar, Heybe- Yada: Halk, Büyükada: Halk, Fatih: Izmali Hakkı, Ki imrük: Mehmed Fuad, Bakırköy: İstepan, Sariyer: Asaf, Tarabya, Yeniköy, Emirgin ve Rumelhisarındak! eczancer, Aksa- ray: Yenikapıda Sarım, Beşiktaş: Vi- din, Kadıköy: İskele caddesinde So- tiryadiz, Yeldeğirmeninde Üçler, Üs- küdar: Ahmediye, Fener: Balatta Merkez, Beyazid: Cemil, Küçükpazar: Yorgi, Samatya: Yedikulede Tecflos, Alemdar: Çemberlitaşta Sırrı Rasim, Şehremini: Hamdi, Şişli Çocuğunuza iyi bir dadı arıyorsanız AKŞAM'a bir KUÇUK İLÂN vermekle bunu hemen temin edebilirsiniz. 3 dejası 100 kuruş ” 9 Ağusles 937 Pazârlesi İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâk- Ja Türk musikisi, 1250: Havadis, 1305: Muhtelif plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: 18,30: Plâkla dans musikisi, 1930: Afrika av hatıraları: 5. Salâhaddin Cihanoğlu tarafından, 20 Rıfat ve arkadaşları tarafından “Türk mu- #ikisi ve halk şarkıları, 2030: Ömer Riza tarafından arabca söylev, 2045: Bafiye ve arkadaşları tarafından Türk musisiki ve halk şarkıları (Saat ayarı), 31,15: OR- KESTRA, 22,15 Ajans ve borsa haberleri Ye ertesi günün programı, 2230: Plâkla #ololar, opera ve operet parçaları, 23: SON. Fenebi btasyonlarm en müntehap Londra (saat 20,00) Vagnerin eserle- rinden, Lyon (saat 20,30) - 463 - Han- del - Behumanm - Gretry - Vagner, Lon- dra (saat 2145) Sebelius - Kdgar - Gar- diner, Varşova (saat 2200) Debusey - Beriioz. ila, Frankfurt (saat 2400) Çaykovskinin eserlerinden, londra (saat 21,00) - 342 - Salan musikisi, Prag (saat 20,85) - 470 - Romantik musiki, Dans musikisi Brüksel (saat 22.10) - 484 -, Poste - Pa- risien (saat 7205) » 313 -, Toulowse (saat 23,05) » 386 - Londra (saat 29,15) - 1500 — Roma (saat 2245) - 421 -, Budapeşte (saat 20,20) - $50 -, Varşova (saat 23,00) - 1339 -. 10 Ağustas 887 Sah İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230: Plâkla “Türk musikisi, 1250: Havadis, 13,05: Muh- telif plâk neşriyatı, 14: SON. Akşam neşriyatı: 1830: Plâkin dans musikisi, 1930: Konferans: Emelnönü Sosyal Yardım şubesi namına Galib Bin- göl (Çocukların erken hayata atılması- un ehemmiyeti), * 20: Nuri" Halilin iştirâ- kile Türk musiki heyeti, 2030: Ömer Riza tarafından arabca söylev, Rızz ve arkadaşları tarafından Türk mu- sikisi ve balk şarkıları (Sat syar), 2115: Radyo fonik dram (Pellax ve Malisande), 20,15: Alans ve borsa haberleri ve ertesi günün programı, 2230: Plâkla sololar, opera ve operet parçaları, 23: SON. Pazartesi konuşmaları (Baş tarafı 6 ncı sahifede) Genç şair Yaşar Nabi'nin (Edebiya- tımızın bugünkü meseleleri) adile neşrettiği kitabı süzdüğüm zaman yukarıdanberi söylediğim yolda! çalış- manin ne kadar faydalı olabileceğini gördüm. Birer kısa deneme olmakla beraber, kitabı teşkil eden kısa parça” larda genç şair, edebiyatımızı alâka- Jandıran meseleler üzerinde durmuş, düşünmüştür. Bunlar hakkında, me- seleleri ayrı ayrı alarak fikirlerimi söylemek fırsatını arıyacağım. Şimdi- lik bu eseri okuyucularıma tanıtmak- la iktifa ediyorum. Bazı fikir ve edebiyat mensubu âr- kadaşlarım, bu yoldaki eksiklerimizi sayıp döküyorlar. Bu eksikler üzerine dikkati çekmek ilibarile ibtarlarının elbette faydası vardır. Fukat asıl ve- rimji olabilmek, hem bu eksikleri mey- dana koymak, hem de onları tamam- lama işine iştirak etmektir, Bunları yapmak için de ilk vazife, iyi kötü bu vadide daha evvel yapılmış olan emek- leri meydana koymaktır. Bizde edebi- yatın edebiyatını yapmaya ne büyük bir ihtiyaç olduğunda hiç kimsenin şüphesi olmaması bile bir kazanç sa- yılmalıdır. Tamir ve tedavi, her hal- de teşhisten sonra gelir. Yeter ki ha- yat ve meslek düsturumuz bu olsun: Az söz, çok İş, Hasan - Âli YÜCEL Optamini tercih ediniz Çünkü Kısa zamanda saçlarınızın dökülmesini önler ve gençliğini iade eder e OPTAMI | Oplami j er Saçların Hayat Eksiridir Erin, Kömür de aku “cici con NNNNNMNMNANNEMNN A AE Saç Ekdsiri Saç guddelerinde başlıyan akameti tedavi ve dökülmeyi tevkif ederek Saçların kısa zamanda kuvvetlenip uzamasım temin eder. Her gün Opta- minle yıkanan ve taranan saçlar kudretini, taravetini ve güzelliğini muhafazaya hamzettir. A A eee iğ Me KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli Gülçin, babasının Sık sık. rüyasına No. 136 giriyordu. Kubilây: “Bu akşam güneş batarken, Terlanın yıldızı. söndürüle- cek!, diye söylendi... Hasımlarınız, denizci kumandan- larınıza vereceğiniz ufak bir işa- retle denizin coşkun dalgaları ara- sında boğulabilir. Kanton gailesin- den kurtulmak her zaman sizin eli- nizdedir! Mabud insanlara göz, ku- lak, şuur ve kuvvet vermiş... İrade ve muhakeme kudretile insan dağla- rı devirmeğe, dereleri aşmağa, nice sarp kaleleri ele geçirmeğe muvaffak olur. İnsanların kendi elile görebile- ceği bir işi, mabuddan beklemek doğru mudur? Kubilâyı derin düşüncelere sevk eden bu sözlerden sonra, hakan, uzun zamandanberi uyuduğu bir uyku- dan uyanır gibi, başını kaldırarak sil- kindi. Esnedi, gerindi. — Semga! Sen çok büyük, çok âkıllı bir adamsın! Diye güldü. Semga ufak tefek, ve küçük başlı bir Çinli idi, Hakuna şaka olarak: — Çinde benden daha küçük boy- Tu bir erkek yoktur, hakanım! Dedi, Kubilây: — Boyundan bahsetmiyorum, Sem- ga! dedi, Pehlivanlarımın ne hey- betli, iri adamlar olduğunu görüyor- sun! Fakat onların hiç birisine per- de bekçiliği bile yaptınlamaz. Otuz yıldanberi seni yanımdan ayıramayı- #ımın sebebini anlıyamadın mı hâ- 142... Semga bahadır yere eğildi. Kubilây: Hakanın sağ dizini üç kere öptü. — Birer şarap içelim... Ve taze ye- miş yiyelim, Semga' Başımda bir uyuşukluk ve içimde bir sıkıntı var. Diyerek ellerini birbirine vurdu. Taraçanın kapısında duran bir haremağası derhal içeri girdi. Kubilây, bir kelime ile: — Şarap... Diye bağırdı. Çok sürmedi... İki cariyenin bü- yük bir tepsi içinde getirdikleri şarap ve yemişler Kubilâyın önünde duru- yordu. Kubilâya ötedenberi şarabı kadınlar getirirdi. Kubilây: «— Şarap ve kadın... İkisi bir gün- de yaratılmışlar!» Derdi, Bunu bakana - daha çok gençken - Karakurumda babası Tuli söylemişti. Kubilây kadını da şarap kadar çok severdi. Fakat, ne kadına, ne de şa- raba karşı fazla düşkünlük göster mezdi, Ziyafetlerde: — Babam içkiden öldü... Diyerek, hiç bir zaman kendini kay- bedinceye kadar içmez ve sersemlik hissedince derhal istirahate çeki- irdi. Şarabi getiren cariyelerden biri ha- kanın tasını doldurdu. İkinci tası da Semğaya uzattı, Semga, hakan tası dudağına gö- türünceye kadar elini şaraba uzat madı. Kubilây şarap içerken Semgaya döndü — Bugünlerde kızım Gülçin sık sık rüyama giriyor. Onun izini hâlâ bu- lamadılar mı? — Bulamadılar, hakanım! Pekin- de ve etraftaki köylerde aratmadı- ım bir köşe kalmadı. Hiç kimse Gül- çine benzer bir kıza raslıyamamış. — $i - Yamayı onun öldürmediği- ne ben de yavaş yavas inanmağa baş- ladım, Semga! Eğer Gülçin canına Kıydıysa, yazık oldu. — Bunu ben size bir kaç kere söy- lemiştim, hâkanım! Prenses Gülçin elimizde doğdu... Onun bir karınca bile öldürdüğünü duymadık Oda anası gibi çok merhametli idi. Böyle melekler gibi ince ve hassas bir kızın Şi - Yamayı öldürmesine imkân var mıdır? — Peki amma, mahkemenin bük- müne ne dersin? — Tekinboğanın başkanlığındaki mahkemeye benim itimadım yoktur, bakanım! — Niçin?... İİ ar ia muzda ondari daha âdilbir kâkim yoktur, diyen sen değil miydin? Şim- di neden böyle söylüyorsun? — Mevsimlerin, tabiatin bile 22- man zaman değiştiğini görmüyor Du- sunuz, hakânım? Sarayın yemiş bah- çesindeki elma ağacı iki yıl meyva ve- rirse, üçünçü yıl vermiyor. Her yıl mart ayındâ yağmur yağdığını ç0- cukluğumdanberi bilirim... Halbuki iki yıldır marlayı kurak geçiyor. Tem- muzda Pekin halkı uzun yıllardan- beri yağmur yüzü görmezken, bu yıl temmuzda iki kere yağmur yağ dı. Demek ki, ağaçlar, mevsimler, gökler, hasılı bütün tabiat değişiyor. İnsanların 'değişmesine neden şaşa- um? — Tekipboğanın o hükümlerinde isabet yok hu demek istiyorsun, Sem» ğa? — Tanodıhile: bu fikirde değilim. Fakat, ona. eskisi kadar itimadım kalmadı. Gülçin gibi bir kızı, Şi - Yamânın Katili olarak tesbit etmek, haksızlığın en büyüğüdür. Bundan daha gülünç bir isabetsizlik tasav- vür edilemez, Tekinboğa tesir sltın- da kalarak vermiştir bu hükmü... Kubilây kaşlarını kaldırarak ba- gırdı: — Ne diyorsun, Semga! Tekinboğa vereceği hükümlerde beni bile dinle- mez. Onun yanında, elini üstüne koyarak ant içtiği «yasa: dan ve ada- letten daha mukaddes bir şey yok- tur. O bu: kuvvete dayanır... Bu kuvvetten cesaret alır ve bu kuvvet- ten baska bir kuvvet tanımaz, Sen 'Tekinboğayı hiç tanımamışsın, Sem- ga! O, çok merd, çok cesur ve çok düşünceli bir adamdır. Pekinde ben onun kadar mantıki ve muhakemesi kuvvetli bir hâkim göremedim. Gör- seydim, saray mahkemesine başkan yapardım. Tekinboğa hiç kimsenin sözlle hareket etmez... O, anayasayı vicdanının. bile üstünde tutar. Semga bahadır, Tekinboğanın ki- min tesiri altında kaldığını söylemek istedi. Fakat, hakanın birdenbire hiddetlendiğini görünce: «— Tekinboğayı imparatoriçe 'Tİ- yen - Fo tehdit elmiştir!> Diyemedi. Semga bunu söylemek fırsatmı bulmuş olsaydı, Kubilây bel- ki de ikaz edilmiş ve uyanmış oOla- caktı, Semganın sükütu, bir hakikatm üstüne çekilen esrar perdesinin açıl. masına mâni olmuştu. Semga, Gülçinin kaçırıldığından emindi. Onu belki de Gökçin hatun ke çırtmıştı. Semga böyle düşünüyor, ve kızını kaçırdığı için imparatoriçeyi mazur görüyordu. Bir ana elbette her şey- den ve herkesten önce kızını ölüm- den kurtarmağa çalışacaktı. Semga simdi sözü Terlana getir. mek ve bu suçsuz genci idam ceza- sından kurtarmak istiyordu. Kubilây şarabını içerken, Sem- gaya: — Niçin benim gibi neşeli içmiyor. sun? dedi. Sen benden çok yaşlısın! Senin yaşında olan ihtiyarlar gün- de üç tas şarap içmelidir. Şarap İn sanın neşesini, cesatelini, Mukave- met kudretini artlınr. Her gün sarap içen insanın gözleri başka türlü ışıl- dar. Bugünlerde senin gözlerini çok sönük görüyorum, Semga! Bir kaş gündenberi şarap İçmiyorsun savr- yorum! — Evet hakanım, içemiyorum... — Neden? O halde neşen yok? — Neşesizim... Ruhan muztari- bim, hakanım! — Genç ölsâaydın bir kadına gö- nül verdin derdim! İztirabın nedir?... Paraya mi ihtiyacın var yoksa?.. — Hayır. Hiç bir şeye ihtiyacım yok. Terlanm korkunç âkibetini dü- şünüyorum, hakanım! N Kubilây şarap tasını elinden bi üm Z ağ

Bu sayıdan diğer sayfalar: