Sahife 6 PAZARTESİ KONUŞMALARI: ——— Edebiyatımızın edebiyatı Sanatkâr, kendini anlatmaktan daha çok kendi söyliyendir O, söyler, Anlıyacak biziz. Biz onun gırmı keş- fetmek, ondaki yaratma kudretine hayat veren ruh duygusuna ermek mevkiindeyiz, Her sanat eseri, bir bil- mecedir, Bizi oyalıyan, bize birçok şey- ler öğreten, bizi beraberinle alıp yük- selten bir bilmece. Onu bulacak biziz. Sanatkârla bizim aramızdaki bu mü- nasebet, bütün sanat şubelerinde ol- duğu gibi edebiyatta da vardır. Bundan dolayıdır ki her ileri mem- lekette edebi eserlerin daha iyi anla- şılmasına yardım edecek bir nevi çö- gücü ve anlatıcı fikir adamları yetiş- miştir. Bunların yaptıkları işe tenkid ve kendilerine münekkid derler. He- nüz vasıfları tam ve kemalde münek- ' kidimiz yetişmediğinden edebi tenkid kelimesini - lışılmış bir an- bir mefhu- mun zevkine varmayı daha uygun buldum. Roman, küçük ve büyük hikâye, pi- yes, şiir, deneme, kronik gibi edebi ne- viletdeki eserlerin tahlillerini yapmak, ganat kıymetlerini belirtmek, yeni ta- raflarını kopye cihetlerinden ayırmak, onların edebiya! zın seyri ve dün- ya edebiyatının umumi gidişi içeri- sindeki yerlerini bulup tayin etmek her okuyucunun vakit ve imkân bula- madıkları derin, ince bir iştir. Velev bizim gibi neşriyatı mahdud olan memleketlerde bile olsa, çıkan mec- mua ve kitapları toptan alabilmek ve onları gözden geçirere maya değeri bulunanları ayırmak, zan- nolunduğundan çok müşküldür. Edebi eserlerin seçiminde bize ön- cülük edip yol gösterecek fikir adam- larına - bilhassa bizde - şiddetle ihti- yaç vardır. Bu türlü insanların sözle- rine ve kanaatlerine itimad edebilmek için onların bizden daha yüksek kül- türde olmaları, bizden daha çok va- rışlı ve anlayışlı bulunmaları lâzımdır. Yalnız tek tek eserler hakkında değil, onların dahil oldukları edebi neviler, geçmiş asırların ve içinde bulunduğu» muz devrin türlü sahalardaki ana fi- kirlerine dair geniş bilgi ve görüşleri olmalıdır. Bizde bü mühim vazife, edebiyat mensuplarımız tarafından önemine uygun bir şekiide benimsenmemiştir. Bizzat yaratıcı olmak için ber şeye rağmen çabalayıp durmak veya çoğu- muzun yaptığı gibi gençliğin dile geti- rici insiyakları zayıflamağa başlayın- ca temebelliğe vurmak, kötü bir âdet halini almıştır. Yaratmak, başkaları tarafından yaratılan eserleri görme- Be engel olmadıktan başka yaratıcı olmak istiyen için verimli bir gıdadır da... Tenkid işini meslek edinmek için mutlaka öser vermemek zaruri bir şart olmasa gerek. Kuvvetli bir tenkid ese- (AKŞAM) ın edebi TOKA Mektep arkadaşları Fakat annelerin arzusu hemen hiç bir izdivaçta tahakkuk etmiş olmadığı için Güzin de bu iddia ile kendini bağlı tutamazdı. Nitekim hemen iki hafta içinde vaziyet aydınlandı. Genç kızın annesi de bütün anneler gibi kader ve kısmet kelimelerini diline alıştıra- rak saadetin he parada ne pulda oldu- ğunu söylemeğe başladı. Nişan havadislerinin yayıldığı bir âkşam gene Cevvâlede toplandıkları zaman Süheylâ istihza mı kıskançlık mi, hangi hisle olduğu belirsiz bir hay- retle sordu: yi — Nişanlılın yakışıklı, nazik tavırlı bir genç. Fakat onun kazancı da sen- dan fazla değil galiba! Güzin zaptedemediği sevincini an- Jatmak için hattâ en ters suallerden bile zevk alıyordu. Çapkin bir dudak büküşlle: — Ne çıkar, dedi, Beraber çalışırız, beraber yeriz. * - - < Süheylâ kafasındaki bütün menfi düşünceleri, âdeta arkadaşını imti- han eder gibi sayıp döküyorduz lerinde oku- | ri vücude getirebilmek, başlı başına bir yaratıcılık değil midir? Genç veya yaşlı ediplerimizin bu yola heves etmemelerinin sebebi, uğ- | rıyacakları güçlük kadar bizde tenkid- cinin sevimsiz, Iâübali, tezyif edici, emek ve değere hürmet duygusundan mah- rum, menfi bir adam görünüşü ve ten- kidin kahvehane dedikodusu haline li düşüşüdür. Bu yola girmek istemi- İ yenleri mazur görmemek elden gel- mez. Sevilen ve sayılan bir şahsiyet İ olarak memleketin dikir hayatında yer tutmak gibi büyük bir şeref durur- ken, bütün bunlardan mahrum edici İ birişe girişmek elbette akıllıca bir ha- i reket sayılamaz. Fakat sevilen ve kiymet verilen bir münekkid olmak ta mümkündür. Yal nız bu kadar değil, bir devrin fikri ha- yatı ve edebiyatı üzerine müessir ol- r Nitekim böyle bü- yoruz. Me- selâ Fransız edebiyatında Sainte - Beuve, Boileau, E. Faguet, Jules Le- maitre, Brunetiğre, Taine bunlardan dır, Hiçbiri, müellife çatmak, mubhar- | Yiri terzil etmek yolile değil; bir kısmı kendi telâkkilerine sanat ve zevk ka- ideleri koyarak, eserleri bu ölçülere göre incelemiş, kimi tek eserlerin ten- kidile iktifa etmiyerek bir edebi mües- Sesenin doğuş ve yürüyüşünü tedkik etmiş, bir kısmı da her iki işi beraber- ce yapma muvaffak olmuştur. Onların bu yolda muvaffak olmala- kadar gayri il esine ken- dini sevdi dönecek halde bulunanları bile terfi ettirerek vazi- fesini en kötü şekilde yapan bir hoca derekesine düşmeksizin kusurlu gör- düğü noktaları insanca ve kibarca söylemek, sevimli tenkid yapacağım diye önüne geleni öpmek zannedilme- melidir. Bu, basit bir nezaket kaide- sini, irade zaafı sanmak gibi zeki in- sanlara yaraşmıyan bir gaflet olur, Edebiyatın edebiyatı, şimdiye kadar bizde yapıldığı veçhile mazide adı unutulmuş ve bize kadar adını duyu- racak kudrette eser vermemiş bir ta- kım eski edebiyat mensuplarının ki- rik dökük iki eserini büyük bir keşif- miş gibi ortaya koymak, falan tarih- te doğdu, filân tarihte öldü diyebil- mek için kırk dereden su getirmek değildir. Bunlar lüzumsuzdur demi- yorum. Bunlara ihtiyaç vardır. Fakat edebiyatın edebiyatı, bunlardan son- ra başlar: O, bir edebi eserdeki duygu ve düşünce unsurlarını )if lif didikli- yebilmek, hangi tezgâhta dokundu- ğunu, ipliğinin yerli mi, yoksa ithalât malı mi olduğunu, mekiklerin düzgün işletilip işletilmediğini, ömrü kaç za- manlık bir kumaş olduğunu bulup meydana koymaktır. (Devamı 9 uncu sahifede) Hasan - Âli YÜCEL veaları wün rmeleridir. 'Tefrika No. 10 Bürhan Cahid — Peki ya seni çalıştırmak İste- İ mez, kıskanırsa! — Keşke öyle yapsa... Zaten üç ay sonra kıtaya tayin edilince İstanbul- dan gidecek. Ben de beraber gide- rim. — Sıkıntı çekmez misiniz? — Niçin çekeyim. Dışarısı İstanbul gibi değildir ki!... Hem bu hayattan © kadar usandım ki nereye gitsem, yanımda bana bağlı bir erkeğim ok duktan sonra rahat ederim. Çalış- mak, şuna buna hoş görünmeğe çö- Uuşmak, yoktan bin türlü dedikodular Tâ uğramak artık usanç getirdi. Ko- camın bana vereceği hayat her halde bugünkünden çok rahat olacaktır, Artık sabahları yatağımın sahibi ola- cağım, saat dokuzda furnal imzala. mâk için amele tramvaylarında şü- rünmiyeceğim. Odacısından şefine kadar erkek arkadaşların mânalı be- kışlarından, kadınların da kıskanç- hk dedikodularından kurtulacağım, Amma kocam bana ipekli emprime alamıyacak. Ne çıkar. Ben Adi bas. madan elbise de giyeyim, Yeter ki bar İ İ Mesud olmak için bunlar kâfi mi? Sandığı açmışlar, 600 lirayı alıp Suçlu iki Koço, gitmişler Mığır ve Haşim bunu kati surette reddediyorlar Küçük Köoço, büyük Koço, Mıgır ve | Haşim el birliğile hirsizlik yapmışlar ve hırsızlıkta birleşen elleri kelepçenin içinde de birleşmiş, Dördü de ellerin- den kelepçeli olarak mahkemenin önüne geldiler. Çök geçmöden müba- şir seslendi: — Koço, diğer Koço, gunmir... İki jandarma şakır şukur kelepçe- leri açtılar, dört suçlu çelik içinde uyuşan bileklerini uğuşturarak | dizildiler, Dâvacı bayan Vasso da geniş şapka- sının tülünü geriye atarak yerine geç- ti. Evrak okundu. İki Koçolarla Haşim ve Migır bir gün bayan Vasso evde bulunmadığı bir sırada odasına gire- Tek sandıği kırmışlar ve paralarını çalmışlar. Reis, dâvacıya sordu: Bayan, bu vaka nasil oldu? An- lat bakalım dâvanı... Bayan Vasso heyecanla yerinden fırladı, kâtipleri ma doğru bir- kaç adı eriledi. Suçluları birer bi- rer süzdükten sonra anlatmağa büş- ladı: Haşim, Mi- — Bay hâkim, kotam birkaç sene €yvel öldü, Şimdi oğlum yirmi yaşla- rında Tanaşla beraber Hamalbaşında bir apartımanın alt katında oturuyo- ruz. Suçlulardan büyük Koço oğlu- mun ahbabıdır. Sık sık bize gelir ve bazan geceleri de kalırdı. Yubaşından bir gece evvel yine oğlumla beraber bize misafirliğe geldi. Geceleyin ikisi beraberce hamama gittiler. Yılbaşı ge- celeri hamama giderek sabaha kadar kalmak ve sabahleyin kiliseye gitmek bizim âdetimizdir. Onlar hamamda kaldılar, ben de gece yarısından sonra kiliseye gittim. Ertesi günü öğleye doğru eve geldi- im zaman bir de ne göreyim? Oda kapısı açılmış, sandığım kırılmış, için- deki altı yüz liram çalınmış. Bay reis, bu para bana babamdan miras kai mıştı. Fakir bir kadınım. Paralarım ça- lınınca aklım başımdan gitti. Telâşla bağırıp çağırmağa başladım. Polisler geldiler ve nihayet işin içyüzü anlaşıl- dı. Meğer oğlumla beraber hamamda yıkanıp keyif yaparlarken Koço bir fırsat bularak oğlumun cebinden evin anahlarım aşırmış ve oğlum gidince o ayrılarak arkadaşlarını bulmuş. Tabil benim de Kiliseye gideceğimi biliyor yal... Apartımana gelip anahtarla da- ire kapısını açmışlar, Arksdaşı küçük Koço çilingir olduğu için oda kapısını da o açmış ve sandığı kırıp paralarımı almışlar, Polisler kendilerini yakala- Güzin © kadar içten anlatıyordu ki Süheylâ ne süylese ona tesir etti- remiyeceğine aklı yattı, Bu konuşmayı dikkatle dinliyen Cevvale gözleri Güzine saplanmış, dü- şünüyordu. Süheylâ ona döndü» — Ya sen ne diyorsun Cevvale Onun için bu bahis tam münakaşa edilecek bir mevzudu. Böyle fırsat her zaman ele geçmezdi. Fekat Gü- zin, kendisi için saadet gördüğ bu evlenmenin teferrüatı üstünde o ka- dar durmuş Ye ısrarla müdafan et- mişti ki artık haklı da olsa söylene- cek her fikir onu incitmekten başka bir şey yapmıyacaktı, Bunada ne lüzum vardı. ç Bu narin ve ayva çiçeği kadar pembe mahlükun kafası renk renk hayallerle o kadar dolmuştu ki oraya hakikati sokmağâ İmkân yoktu. Bunu hisseden Cevvale arkadaşı- nin suâline omuzlarını $ilkerek cevap verdi: — Saadet telâkkiye göre değişir kardeşim. İnsanın mesud olduğuna kannat etmesi kâfidir. Bu müphem cevabi tahlil etmeğe lüzum görmiyen Güzin tatlı bir te- bessümle; — Değil mi ya, ben mesud olduk- tan sonra! dedi, dikları zaman çalınan paradan üzer- lerinde 353 llra bulundu. Bu para şimi- di emanetdairesindedir. Paramın ge- risini ne yaptıklarını bilmiyorum... Reis, suçlulara sordu: Bakınız, siz böyle hırsızlık yap- mışsınız. Ne diyorsunuz bu iddlaya?.. Köço kalktı, telâşlı telâişli soluyarak verdi: » Yalandır bay hâkim, ben böyle dum, Bu bayanın oğlu dır. Her zaman ©v- lerine gideri n arkadaşının evi- ni soyar mı hiç? Küçük Koço ile Haşim ve Migır da | Suçu katiyen inkâr ettiler. Şahidlerin dinlenmesine başlandı, İlk şahid ba- yan Vassonun oğlu Tanaştı. 'Tanaş, Koço ile arkadaş olduğunu ve yılbaşı gecesi kendilerine misafir gelerek ha- mama, gittiklerini anlattıktan sonra: — Bay hâkim, dedi, hamamda ben uykuya dalmıştım. Sabahleyin elbise- lerimizi giyinip kiliseye gittiğimiz za man cebimden evin anahtarının kay- bolduğunu farkettim, Koçoya söyle- dim. O; merak etme, hamamda kal mıştır, Sen kiliseden çıkınca dükkâna gidersin, ben de hamama uğrarım, anahtarı alıp sara getiririm, dedi, Kiliseden çıkınca Koço benden ay- ruldı. Dükânıma gittim. Ben anahtarı beklerken ağlıyarak annem geldi, evi soymuşlar, dedi. Meğer ben hamamda yılbaşı keyfi yaparken Koço snahtarı aşırmış ve annemin sandığını soymuş»- lar. Sonra yakalanınca karakolda suç- larım itiraf ettiler, Koço ile arkadaşları bu şahidin söz- lerini de reddederek: — Yalan söylüyor. Biz böyle şey yapmadık. Üzerimizde bulunan para- lar kendimize aiddir. Karakoldaki ifa» deyi polisler zorla yazdılar, biz imza ettik. Bunun aslı yoktur, : Dediler. Gelmiyen şahidlerin çağı- rülması için muhakeme başka güne bi- rakıldı. İki Koço ile iki arkadaşları da koridorda yine bileklerinden çelik bi- leziklerle biribirlerine bağlaharak Tey- kifhaneyl boyladılar, Kaba saka Beşiktaşta Akif ile İbrahim adında iki kişi şakalaşırken İbrahim Akifi it- miş ve yere yuvarlamışılır. Sukut ânide olduğu için Akifin ka- fası taşlara gelerek yaralanmıştır. Ya-| ralı hastaneye kaldırılmiştir. Suçlu yakalanarak hakkında takibata ge- | çilmiştir. Cevvalenin konuşulacak başka de- dikodular bulması üç genç kız ara- l sında birbirine zıd zaviyelerden mü- İ nakaşa edilen bu bahsi kapattı. “ «Güzin» in düğün hazırlıkları, Cev- valenin ders başlangıcına tesadüf ef- | tiği için üç arkadaş her zamanki gi- bi birbirlerini sık göremez oldular, Cevvale artık yeni bir âleme gir- mişti. Yeni arkadaşları vardı. Artık üni- versitenin serbes İlim havası için- deydi. . Artık meslek hayatının ilk basa maklarını bulmuştu. Burada arka- daşlarından hocalarına kadar tanış- tığı her insan ona daha başka görü- nüyordu. Saçlarını ilim uğrunda 9 Ağustos 1897 di KADIN KÖŞESİ Zarif bir tuvalet Bahçede yapılan bir eğlenceye ya” hut düğüne giyilecek tuvalet. Açık mayi tül üzerine ayni renk ipekiiden aplikasyon yapılmıştır, Belindeki kemer lâl rengi tüldür ve önünde lâl rengi çiçek vardır. Şapkası mavidir, lâl rengi çiçekle süslenmiştir. Şehir plânlarının tanziminde çıkacak ihtilâflar Şehir plânlarını tanzim edecek mü” tehassıslar ile belediyeler arasında Çi” kan ihtilâfların hâkem usulile halle dilmesi kararlaştırılmıştı. Bu sureti? bu ihtilâflar idari mahiyette bulun duğu tekdirde bu gibi ihtilâflarda hâ- kem bizzat Dahiliye Vekili olacak, fenni ihtilâflarda da hâkemliği DP | hiliye, Nafia ve Sıhhiye Vekilleri ya” pacaklardır. Bu suretle plânların hazırlanmasır na mani teşkil edecek bu gibi ihtildfe lar bu surete neticelendirilmiş ola caktır, pilan tecrübelere dikkat ediyor, pro fesörlerin takrirlerini can kulağı 19 dinliyordu. Tanıştığı yeni arkadaşları iyi 60 cuklardı. İlk zamanlar bir kaçı onun” Ja mektep arkadaşlığından daha g© niş mânada alâkadar olmak istedi” ler. O zaten böyle hadiselerle karşıla” şacağını tahmin etmişti. Bir meslek bir ihtisas için çalışırken böyle M8 ceralarla meşgul olmanın münasizlir ğını takdir ediyordu. Üniversite? hayat ve yahut gönül arkadaşı bu” İlmek için gelmediğini anlatmaki$ ağartmış profesörler, Avrupadan ye- | ni gelmiş muavinler vardı. Smf ar- kadaşları da yetiştikleri liselerde ken- dilerini göstermiş, zeki, bilgili çocuk- Jardı. İlk sınıfa hazırlık olarak devam et- tikleri P.C.N. kursundaki dersler Yiselerde okudukları nebatat, fizik, hayvanat derslerile umumi kimyanın daha genişi, daha derini idi. Burada dersler sınıflardan ziyade lâboratu- arlarda veriliyordu. Cevvale defterleri, kitapları koltu- ğunda, bütün elddiyeti ile notlar alı- ! İ *jfoyor, tatbikat masuları etrafında ya- | müşkülât çekmedi. Fakat havasi daima bir kışla gibi erkek kokan bU çatı altında genç ve güzel bir WZ göze çarpması, durduğu, gezdiği Ye” de kendine göre belli veya beli gönül cereyanları yaratması pek t“ bil idi. Cevvale hattâ ders lı profesörün bile gözlerile aradığını hissetmiyor değildi. yeni gelen muavini Pertev “©* onunla bilhassa meşgul olmak isti yor, derslerine yardım etmek için 90 bakıyor, tatbikat derslerindi eleri ona yaptırıyordu. Pertev Celâl, Ün Yaboratuar?” rken kendine yardımcı © üç Lalebe almak istiyordu. üç talebeden biri Cevvale oldu. , (Arkası anlatan ak s0€“ kendini Hee