AKŞAM 8 Temmuz 1531. “Güzel Trakyada bir dolaşma Yukarıda bay Gümüş aşı dersi verirken, aşağıda eğitmenler arı hastalıklarile savaşta (Baş tarafı I inci sahifede) Civar köylerin uyanık delikanlılarına burada okumak yazmak, basit tarih ve coğrafya bilgisi, yard ve'yuvaya | aid malümattan başka bilhassa top- rak işleri öğreniyorlar. Bu işte Maarif Vekâletile Ziraat Vekâleti beraber ça- Uuşmaktadır. Eğitmenler neler öğreniyorlar? Burada okumak yazmaktan başka peynircilik, tavukculuk, arıcılık, mey- | vacılık, bağcılık, fidancılık, bahçıvan- ık, tohum ekmek, ağaç yetiştirmek, lehimcilik, cam kesmek, yara sarmak usullerini etrafile öğrenen köylü, ya- | rın beş on haneli ve şimdiye kadar | mektep kurulmadığı gibi mevcut ih- tiyaca göre daha beş on sene de ku- | rulmıyacak olan köylere gittiği zaman orada yalnız muallimlik deği, bütün köyün akil hocası olacak, her ihtiyaca | koşan yararlı bir uzuv haline gele cektir. Bu seyahatimde Trakyanın hemen yarısından fazlasını gezdim ve köyle- rin böyle birer adama nekadar ihtiya- | cı olduğunu yakından gördüm. E:-1 Mahmud Karakurd İşte Edirne ziraat bahçesinde kayisi ağaçlarını aşılayan yüz kadar mun- tazam elbiseli, yanık yüzlü, genç gür- büz adamlar Trakya köylerinin bek- 1 Jediği eğitmenler, akıl hocalariydi. En genci 23 ve en ihtiyarı 36 ya- şında olan bu zeki köylüler her gös- terileni derhal kavrayıp tatbik et- yorlarmış. yorlardmış. Ziraat bahçesi şefi ne diyor? Edirne ziraat bahçesinin tecrübeli şefi B. Gümüş, genç eğitmenler hak- | kında şu sözleri söylüyor. — Biz burada onlara nazari ders vermiyoruz, Bilfiil toprak üzerinde, ağaç dibinde çalıştırıyoruz. Meyva- cılığın, fidancılığın ve bahçıvanlığın bütün bilgilerini sırasile öğreniyor- Jar. Ağaç yetiştirmek, aşılamak, seb- ze yetiştirmek, tohum toplamak, fi- danların dikilmesi, budanması, terbi- | yesi onlara vermek istediğimiz bilgile- rin esasını teşkil eder, çabuk öğrehiyorlar. Geçen gün onları etrafıma topladım. Ağaç şöyle aşılanır, bıçağı şöyle tu- tarsın, çeliği şöyle yararsın diyerek Herşeyi çok SON GECE!... Ne çırpımabiliyor, ne de haykırıyor!... Bilâkis yavaş yavaş bütün kuvvetini kaybederek, vücudünü bir demir mengene gibi saran bu kuvvetli erke- ğin kolları arasından kurtarmağa | muvaffak olamıyor... O zaman ister istemez, boynunu büküyor ve sonra büyük bir tevekkül ve teslimiyetle kendini bösbütün onun kücağına bı- rakıyor.., .. | Saat sabahın dördü... Karşı sırt- lar yavaş yavaş ağarmağa başlıyor... Ayni odadayız... Gözlerimizi açar aç- maz ilk önce, perdelerin aralığından sızan sabah ışıklarının alaca karan- lığı içinde, Maryora ile Faruğu seçi- yoruz... İkisi de köşedeki divanın üzerine yıkılmış kalmışlar öyle!.. Bitkin, peri- şan bir halde uyuyorlar... Maryora, dağınık saçlarla örtülü başını, Faru- ğun sol kolunun üzerine koymuş ya- tıyor... Faruk ceketsizdir... Kolsuz bir atlet fanilâsının ince bir perde halin- de örttüğü bu güzel, kuvvetli erkek Yücudü, yanıbaşında göğsüne kadar | zad yapıyor Tefrika No. 9i çıplak duran yirmi beş yaş esmer ka- dın teni ile yanyana ne güzel bir te- . Biri, siyah ve kıvırcık tüylerle ne kadar kara ve heybetli ise, öbürü de, düz ve saf esmer rengi ile mermerden yapılma bir heykel gibi o kadar ince ve yumuşak!.. İkisinin de yüzünde tam bir peri- şanlığın, harab olüşun izleri var!.. Kız, Faruğa mazaran daha bitkin görünüyor... Uzun, kıvırcık kirpikleri- nin gölge verdiği yeşil gözleri, çürük ve karanlık bir çukurun içine batmış İgibi simsiyah!.. Dudaklarının rengi sol- muş, çenesinin çukurları, kırmızı, ko- yu lekelerle dolmuştur... O kadar yor- gun, o kadar bitkin Ki, ikide birde Fa- ruğun uyku sersemliği ile kolunu ba- şının altından çekmek istemesi bile onu uyandıramıyor!.. Ne olacak, genç tecrübesiz zayıf bir kız bu nihayet!.. Bu kadar hırpalanmağa, bu kadar ezilmeğe ve ıztıraba tahammül edebi- ir miydi hiç... Olduğu yerde ölü gibi yıkılıp kaldı işte!. Saat dört buçuğa geliyor... uyuyorlar!,. Hâlâ bir ağacı aşıladık. Ondan sonra ken- di başlarına beş yüze yakın ağaç aşı- ladılar. Tütmamış aşı hemen hemen yoktur, İşin asıl faydalı tarafı bir eğitmen aşı yapmayı öğrendi mi hafta izinin- de köyüne gittiği zaman bütün kö- yün ağaçlarına aşı yopıyor, ağacına bir liraya bir aşı yaptıran köylü ya- nından ayrılmış dünkü çocuğun bu- nu öğrenivermiş olmasına şaşıp kalı- yor. Aşiyi pir aşkına yapıyoruz Bu arada bir eğitmen İle konuştum; — Bizim köyde aşılanmamış ağaç bırakmadım. Geçen pazar köye gitti- ğim zaman bütün komşular başıma toplandı. Uyku uyutmadılar, gece ya- nlarına kadar çelik yarmakla vakıt geçirdim, diyor. —Aşı için para istiyor musun? di- ye sordum. Fena fena yüzüme baktı: — Biz, dedi, aşı yapmayı B. Gü- müşten parasız öğrendik. Onun için biz de aşıyı pir aşkına, pir bay Gümüş aşkına yapıyoruz. Gelin böceğinin faydasi Ziraat bahçesinde dolaşırken - çok mercan renkli yuvarlak bir böcek var- dır. Hâttâ çocuklar onu ellerinin Üze- rine alarak «Uç baba, uçalım; diye uçururlar, adı da gelin böceği imiş. Köylüler bu böceği fena bilirler, onu buldukları yerde öldürürlermiş. Kür- sa gelen eğitmenler bunu B. Gümüşe anlatmışlar. B. Gümüş hiç sesini çı- karmamış. Bütün eğilmenleri toplayıp bu böceklerin kondukları bir nebati göstermiş. Köylüler dikkat etmişler. Meğer gelin böceği bu nebatı yiyip bitiren, yok etmeğe çalışan bitleri ye- miyor mu imiş? Köylüler şaşırıp kaj- mışlar, gelin böceğinin ziraata fay- dalı bir hayvan olduğunu anlayınca derhal köylerine mektuplar yazarak: «Bu günden itibaren gelin böceğini asla öldürmemelerin!, o böceğin tar- lalar için çok faydalı bir hayvan ok duğunu; bildirmişler ve böylece göz-. leri biraz daha açılmış. Öğleye kadar Kırkağaç ekitmen kursunda kültür dersleri alan köylü- ler, öğleden sonra ziraat bahçesinde ; tabiat dersi alıyorlar. Köy erkânıharplari Şu muhakkaktır ki yakın zamanda bir köyün en faydalı adamı eğitmen kurslarından çıkmış genç köylüler olacaktır. Köy ekitmenlerinin Trak“ yaya edeceği hizmetleri pek iyi bilen umum müfettiş general Kâzım Dirik her halde bunun için bize ayrılırken: — Köy eğitmenlerini muhakkak görün, onlar bizim köy erkünıharbla- rımızdır! Demişti, Ziraat bahçesinde iki saatten fazla kaldık, B. Gümüşün kendi elile ye- tiştirdiği ağaçlardan koparıp suda soğuttuğu şeftalileri lezzetle yedik- ten sonra yolumuza devam ettik. Şevket Hıfzı İbreli tamamile boşaltılmıştır... Bir saattenberidir ki şehirde tek bir yâ” bancı asker kalmadı. Alman fırkası ihtimal şu dakikada şehrin hududları- ni geçmiş bulunmaktadır... Sokaklarda yavaş yavaş heyecanlı konuşmalar, gürültüler işitilmeğe baş- iyor... Hâdiseden kısım kısım. yer yer | haberdar olan halk, büyük bir telâş içinde kendilerini caddelere atarak ora- ya buraya koşup duruyorlar... Her ge- çen dakika İbrali için, nihayetsiz bir sevinç Ye saadet memba oluyor... Gü- rültüler çoğalmaktadır... Çoluk çocuk kadın erkek herkes sokaklara fırla- mıştır... Pencerelerden boğuk bir uğul- tu halinde sesler yükseliyor... Onlar hâlâ bir şeyin farkında değil- ler!,, Biribirlerine sarılmış yatıyorlar öyle, Zaman yürüyor... Mütemadiyen da- kikalar geçmektedir... Her biri ayrı bir felâket, ayrı bir akıbet hazırlaması ih- timali olan dehşetli, korkunç dakika- lari, Bir aralık Faruğun başı yana doğ- ru Kayıyor... Kirpikleri kımıldıyor... Pencerelerden giren sabahın ilk işık- ları, birdenbire gözlerini dolduruyor... Başını sarsarak kaldırıyor... Gayriih- tiyari dudakları bükülerek; — ©v000 sabah olmuş!.. Diye mırıldanıyor ve hemen yerin- den fırlamak istiyor... Fakat tam bu hoşa giden bir hikâye anlattılar. Hani | Insanlar görünmez hale gelecekler! Viyanalı bir mühendis bunu temin eden bir makine bulmuş Viyana mühendislerinden Pinther ışığı izale eden ve bir şeyi göz görün- mez bale sokan bir takım şunlar keşfet- miştir. Mühendis, Viyana Hıfzıssıhha sergisinde bu keşfini herkese güster- meğe başlamıştır. Hırsızlar, geceleyin müzeye girerek mühendisin âletini aşırmağa çalışmış- lar, fakat teşebbüslerinde muvaffak olamamşlardır. Bu suretle bu keşfin esrarı anlaşılamamış, âlet te çalınama- mıştır. Hırsızlar, bu keşfin esrarını öğren- meğe veyahut âleti çalmağa muvaf- fak olsaydılar, bu keşiften veya âlet- ten istifade ederek görünmeden iste- dikleri yere girecekler, öte beri çala caklar, ve yine görünmeden sıvışıp gi- deceklerdir. Pinther bu makineyi icad için bir arkadaşile beraber iki sene mütemadi- yen çalışmıştır. Şunu da ilâve edelim: Viyanalı mühendis, keşfettiği bu maki- neyi Hıfzıssıhha sergisinde seyircilere göstermesine rağmen Avusturya hü- kümeti henüz, kendisine ihtira beratı vermemiştir. İhtira beratı verilmemesinin iki $6- bebi olabilir: Ya Avusturya hükümeti- ihtiraın ciddiyetine Kail değildir veya- hut ta bu makinenin taammüm €de- rek hırsızların ve haydudların istifa- de etmemesi için ihtira beralı verme- ği mahzurlu görüyor, Aşı yapan genç bir eğitmen KADIN KÖŞESİ Gece elbisesi Siyah krep marokenden gece elbi- sesi: Yakasının reverlerini iki elmas klips tulmaktadır. Ege mıntakasında yeni rekolte Buğday ve arpa fazla, üzüm az İzmir (akşam) — Bu sene yetişen buğday ve arpalar harman edilmek- tedir. 936 yılına nazaran bu sene buğday ve arpa mahsulü yüzde 60 nisbetinde fazla tahmin edimekte- dir. Diğer mahsulün tutarı 106,000 tondur. Pamuk, mıntakada geçen seneye nazaran yüzde 25 fazla ekilmiştir. Fa- kat “kuraklık yüzünden mahsulün ancak geçen seneki miktara baliğ ola- cağı tahmin ediliyor. Üzüm mahsulü 936 ya nazaran yüz- de 25 noksandır. İncir ve zeytin mah- gulleri ise yüzde 25 fazla tahmin edil mektedir. Susam, mısır ve darryüzde 50 noksandır. Badem, kayısı ve ceviz yüzde 40 fazladır. Sebzeler boldur ve iyi flatlerle satılmaktadır, Bir köpek davası Adliye, bir köpek davasını hallet- mekle meşguldür. Beyoğlunda oturan bayan Fatmanın köpeği çalınmıştır. Bu köpek bir Museviye satılmıştır. Mahkemede bu zat köpeğin kendisine alt olduğunu, anası, babası ve kardeş- Jeri de kendisinde bulunduğunu söy- Jemiştir. Bunun üzerine kan tahlili yapılmasına karar verilmiştir, | nrada gözleri, kalbinin üzerinde uyu- yan Mariyanın gözlerine ilişiyor... Ol- duğu yerde donup kalıyor... Yüzünün rengi değişmiş, gözlerinin içi ıslak pı- rltalarla dolmuştur... Duruyor ve hay: . ran hayran kızın yüzüne bakıyor suyun âkışına, bir çiçeğin bükü ne, bir yıldızın süzülüşüne bakar gibi bakıyor kızın gözlerine!.. Sonra ken- dini zaptedemiyerek yavaş yavaş ona doğru iğiliyor ve dudaklarını onun Ateş renkli dudaklarının üzerine koyu- yor... — Benim güzel Mariyam; benim eş- sİZ sevgilim!.. O sırada kızın da kirpikleri yavaşça kımıldıyor... Çıplak, esmer kollarını gererek yana doğru bükülüyor.. İri yeşil gözleri; siyah bir bulutun altın- dan sıyrılan mavi bir yaz serası gibi, birdenbire parlıyor ve açılıyor... Biran hayret ve korku ile Faruğun yüzüne bakıyor... Şaşırıyor, utanıyor ve sonra hemen kollarını açık kalan göğsünün Üzerine kapıyarak, başını yastıkların İçine gömüyor. — Gidin, gidin yanımdan Faruk bey!.. Korkuyorum.. yüzünüze bakma» ğa utanıyorum!.. Faruk, onu omuzlarından tutarak, başını perişan siyah saçlarının üzeri- ne koyarak murıldanıyor... — Korkma ve utanma benden ar- tık Mariya!.. Ben şimdi senin sahibin Ye erkeğinim!,. İnsan sahibinden ve erkeğinden utanır mı hiç?.. Kızın başı, hâlâ yastıkların içinde gömülü duruyor... Bir türlü gözlerini kaldırarak zabitin gözlerine bakami- yor... Bir baş dönmesi anında, en bü- yük kıymetin! kaybetmiş, tâ can evin» den yaralanmış genç bir kadın hicra- nile yalnız hıçkımyor ve ağlıyor.. — Mariya; sabah oldu bak!., Etraf aydınlanıyor... Uyuyup kalmışız bir köşede... Haydi yavrum; aç gözlerini, çevir yüzünü banal — Bırakın beni Faruk bey; utanıyo- rum diyorum sizden, anlamıyor musu- nüz?.. Korkuyorum yüzünüze bakma- ğa! — Niçin utanıyorsun, niçin korku- yorsun?.. İnsan sevdiği adamın yüzü- ne bakmaktan Korkmaz!.. Faruk, onu kollarınm altından tu tarak kaldırıyor... — Çevir yüzünü haydi Mariya!.. O güzel, yeşil gözlerini açarak gözleri- min içine bak... Seni, bu sabahın ilk ışıkları altında doya doya seyrede- yim!.. Haydi yavrum; gideceğim ar- tık, görmüyor musun ne kadar geç kaldım!.. Kız, gitmek kelimesini işitir işilmes yerinden fırlıyor... Gözleri kıpkırmızı” dır... Dudaklarında boğulur gibi bir 808... (Arkası var) ğ