Remzinin mektubu şöyle diyordu; «Mademki galo, şekerleme falan mek için zahmet edeceksin, rica ederim, bari Maçkada Güneş sokağın- da 86 numaralı apartımana uğra da Mübeccel Mavikaya hanımı da si. Pişman olmazsın, Lâtif bir kadındır. 'Tam saat üçte seni bekliyecek.» Fahir, Yeşilköye kadar güzel bir kadının refakatinde otomobille git- menin zevkini düşünerek dostunun Yüklediği bu angariyeden pek mem- nun oldu. Ertesi günü Remzinin ev- lenmelerinin senei devriyesi olacağı Için Yeşilköydeki köşküne çaya gide- ceklerdi. Fahir otomobille Maçkadaki apar- tımanın kapısında durunca, önlüklü bir hizmetçi kendisine doğru yürüdü. Fahir beyefendi... Değil mi? dedi, Hanımefendi sizi yukanda bekliyor, 4 numara, Kapıyı hanımefendinin kendisi aç- ti. Anirenin loşluğu arasında Fahir kapıyı açan kadını görünce tavan ba- şına yıkılmış gibi hayretler içinde kal- dı. Genç kadın mlistehzi bir tebes- sümle: — Siz Mübeccel Şakir hanımı tanı- Yordunuz. Mübeccel Mavikayayı bil- Miyordunuz değli mi? diye sordu. Salona girer girmez, izahat verme- ğe başladı. Dün akşam, Remziden bir mektup aldım. Bakınız ne yazıyor: Pek yakın dostlarından Fahire sizi otomobiline alıp buraya getirmesini Tica ettim. Hazır olunuz. Yarın üçte gelecek.» Ne kadar müşkül kide kaldığını tahmin edeb seninle karşı karşıya gelmeğe Tazı Olacaktım, yahut senin bana karşı pek âdi ve fena bir surette hareket et- Miş olduğunu anlatmak mecburiye- tinde bulunacaktım. — Fakat... Ben... — Zahmet etme, Bunu söyleyişim çu tesadüfü ben hazırlamadığımı, bunda hiç bir kabahatim bulunmadı- Einı sana ispat etmek içindir. Seni tekrar görmekten memnun olmuyor değilim. Fakat tesadüf etmemek için elimden geleni yapmış olduğunu te- min etmek isterim. O zamandanberi €peyce zaman geçti. Nasıl buluyorsun beni? — Çak iyi — Biraz şişmanladım, saklama. Baçlarımda da ak teller başladı. Bir kaç aya kadar otuz beş yaşını doldu- rTacağım, Ya sen nasılsın? — Şöyle böyle... Hâlâ o kadar hay- ret ve heyecan içindeyim ki... Karşı karşıya konuşan biz ıniyiz? Bir türlü inanamıyorum. İçimde hem gülmek hem ağlamak arzusu ver. Hayat ne tuhaf şey! Mübeccel derin derin içini çekti. Fahirin yanma bir sedire oturdu. Fa- hir sordu: — Gerçek, ıztırab çektin mi? — Bilsen ne kadar çok' — Kimdir bu Maviksya? — Kocam. Fakat kimdir deme, kimdi diye sor. Çünkü geçen sene öl- dü. Hiç beni anlıyacak bir adam de- Kildi. Çok bedbaht oldum. — Zevalı Mübeccel... — Şimdi bana pişman olduğundan bahsedeceksin. Her erkek bunu söy- ler. Yapmadıklarını bırakmazlar. Son- ra kabahati zaruret ve icaba, mukad- derata bulurlar... — Mübeccel... Şu daklkarın saade- tini bozacak acı Jâkırdılar söyleme — Saadet mi? Ben biraz evveline gelinciye kadar aklında bile yoktum. Ne kadar yalancısın Fahir! — Fakat seni gördükten sonra © kadar mesudum ki... Sana verdiğim azabı düşündükçe içim parçalanıyor. — Gerçek, çok fena adamsın sen Fahir! — Artık bu yaptığım fenalığı te- mirden başka bir şey düşünmiyece- im. Bütün hayatımı sana vereceğim Mübeccel. Maziyi unutacağız. Önü- Mmüzde hâlâ bir saadet devresi vardır... Böyle Mübeccel, evleneceğiz değil mi? Mübeccel başını salladı: — Teşekkür ederim, Fahir... Fakat sana her şeyi söylemeğe mecburum... Senden bunu saklamak namuskâra- ne bir hareket olmaz... Ben birini se- viyorum, Fahir... — O haide?.. — O halde, mukadderata boyun eğmekten başka çare yok. Sen metin- sin Fahir, Bugün azap çeksen de te- sellisini bulursun. Fahir hiç bir şey söylemeden ayağa kalktı. Her şeyi unutmuş bir halde Aaparlımandan dışarı fırladı, otomobi- MX bütün süratile sürerek gidiyordu. Birdenbire zihninde bir şimşek par- ladı, Ya Mübeccel ona peki demiş ol- saydı? Aklına bu susl gelince buna cevap vermemeği tercih etti. Yalnız, O ilk heyecan ve kıskançlık dakikası geçtikten sonra, şimdi birdenbire, çarçabuk tekrar sükünet bulmasına hayret ediyordu. Mübeccelin kendisi- ni sevmemesi onu daha memnun et- ti. Kendisi sanki Mübecceli sevmiyor mıydı? Hayır. Vaziyetin icabı, eski hatıraların hücumu onu öyle çılgın- ca bir teklife sevketmişti Bereket versin Mübeccel başka birini seviyor- du da red cevabı vermişti. Fahir Mübecceli almadan Yeşilkö- ye gitmenin pek münasebetsiz olaca- ğını düşünerek tekrar Maçkaya dön- dü. Mübeccel onu görünce pek sevin- di. Sıçyordu: — Geldin ha, Fahir... Sana mah- sus öyle dediğimi muhakkak anla- dın... Dünyoda senden başka bir er- keği sevemiyeceğimi elbette düşüne- cektin!., Fahirin boğazı kurur gibi oldu. «Yeşilköydekiler bizi bekliyorlar da onun için döndüm: demeğe kendinde cesaret bulamadı. Mübeccel onu şapır şapır öpüyor, ağlıyordu. — Hayat bizi mutlaka birleştirmek istiyor, dedi. Bu sırada telefon çaldı. Mübeccel göz yaşlarını silerek telefona koştu: — Sen misin Remzi? Hiç bir şey yok. Merak mi ediyorsunuz? Anlatı- rım gelince... Şimdi çıkıyoruz. Salona döndüğü zaman Fahiri yü- gü kıpkırmızı, ter döker bir halde buldu. Mübeccel onu biraz seyrettik- ten sonra: — Kuvvetli heyecanlar insanı nasıl hırpalar, dedi... Bu kadar sene sonra gene biribirimizin olmak zevkini dü- şün, Fahir... —eEvet, şüphesiz... Öyle... — Yeşilköye gider gitmez Remzi- nin boynuna sarılır, ona teşekkür ede- riz, Doğrusu bu saadeti ona borçlu- — Evet... Öyle ya... Mübeccel neşeli neşeli koştu, şap- kasını giydi, pudrasını tazeledi, Otomobilde giderken, Fahir; «Bana bak, Mübeccel... Sen yanıl- dın... Affet beni...» demek için ken- dinde cesaret buldu. Fakat lâkırdı söylemek için başını kaldırmea Mü- beccelin memnuniyeti, saadeti karşı- sında gene cesareti kırıldı. Bu kadı- nı bir daha bedbaht etmenin ne ka- dar müthiş bir fenalık olacağını dü- şündü ve kalbi merhametle doldu. Gözlerinden iki damla yaş döküldü ve bir kolile Mübeccele sarılarak göğ- süne sıkı sıkı baslı, Hikâyeci Bu skşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Asım, Taksim: Kürkçü- yan, Firuzağada Ertuğrul, Kal yoncukullukta oZafiopulos, Be- yoğlu: İstiklâl caddesinde Gala- tasaray, Tünelde Matkoviç, Ga- lata: Okçumusa caddesinde Ye- niyol, Fındıklıda Mustafa Nail, Kasımpaşa: Müeyyel, “Hasköy: Nesim Aseo, Eminönü: Yemişle Bensason, Heybeliada: Halk, Bü- yükada Halk, Fatih: İsmail Hak- kı, Karagümrük: Mehmed Fyat, Bakırköy: Hüâl, Sarıyer: Osman, Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Ru- melihisarındaki eczaneler, Aksa» ray: Yenikapıda Sarım, Beşiktaş: Süleyman Receb, Kadıköy: İske- le caddesinde Sotiriyadis, Yelde- dermeninde Üçler, Üsküdar: Ömer Kenan, Fener: Balata Merkez, Beyazıt: Cemil, Küçükpazar: Yor- gi, Samatya: Kocamustafapaşa- da Rıdvan, Alemdar: Çenberlitaş- ta Sir Rasım, Şehremini: Ahmed Hamdi. Enver paşanın ölümü Kanlı esvabı ve kâğıtlar ne oldu? Tetrika No. 7 | — Ne oldu? Diye sordum Abdullah ağlıyan sesi ile; — Başkurd Tatarı vurdu... dedi. Harbin kızıştığı ve Enver paşanın galib olduğu tahakkuk ettikten son- ra, Abdullah ile tepede yalnız bulu- nan Enver paşaya Piçakof yanaşmış ve arkasından attığı iki kurşun ile birisi ciğerleri, diğeri de barsakları- nın istikametinde iki yara açmıştı. Abdullah hemen kendisinin üzeri- ne saldırmış, kaçan katil ona da bir #ki kurşun attise de isabet ettireme- miş fakat takib edemiyerek yerde baygın yatan Enver paşanın bası ucuna dönmüştü. Bu sırada Enver paş2 kendisine ge- Mir gibi oldu. Koynundaki bir paket yığın kâğıdı almasını ve onu her ne vasıta ile olursa olsun karısına gön- dermesini Abdullaha emanet etti. Türk zabitlerine vakayı bildirmeği de bana emreyledi. Ve gece saat on bire doğru ruhunu teslim etti. Bundan başka hiç bir söz söyleme- di. Biz kendisini soyarak kanlı elbi- selerini aldık. Abdullah da son vasi- yetini ifa etmek üzere, pek iyi bildiği Efgan hududundan Efganistana geç- meğe karar verdi. Fakat kanlı elbise- leri bana teslim ederek: — Bunları zabitlere ver. dedi. İkimiz de ayrıldık. Ben zabitleri bulmağa giderken sana uğramağı unutmadım. Şimdi onları bulacağım, demişti, Filhakika Hacıke bundan sonra benim yanımdan ayrılarak, zabitlere fitihak etmek üzere gitti ve sonra al dığım malümatta, Efgan hududunda yetiştiği zabitlere, elbiseleri teslim et- miş, ve kendisi de Türkistan Çini hu- dudunu boylıyarak, oraya geçmiştir. Elyevm de Kâşgırda bulunmaktadır. Bir çok zamanlar da (Kolça) da otur- muştu. Abdul'aha gelince; koynunda En- ver pâşanın kâğıt paketi olduğu hal- de giden bu adam, fena bir talihsizlik neticesi yakalanmış ve Çekaya tıkıl miştir. Dağın tepesinde kalan Enver paşa- nın ölüsünü halk, oraya yakın bir yere defnetmişler, ve orayı bir ziya- retgâh haline sokmuşlardır. Bolşevik- ler de bu işe mâni olamamışlardır. Bana gelince fena tazyikteyim. Firar edeceğim.) Bilâhare aldığım haberde (Esen Şehabeddin efendi) de bütün ailesi beraberinde olduğu halde (Harlüzek) istikametinden Kolçaya firar etmiş ve oradan da Kâşgara giderek oratla bir tekke açmıştır. — SON — Kendine beyhude yere eziyet ediyor ! GRiPİN Varken ıstırap çekilir mi? BAŞ, DiŞ Ağrıları ve üşümekten mütevellid bütün ağrı, sızı, sancılarla nezleye, romatizmaya karşı : GRiPiN Kaşelerini tecrübe ediniz... İcabında günde üç kaşe alınabilir. Radyolin Diş Macunu fabrikası- nın mütehassıs kimyagerleri tara- fından yapılan GRİPİN ber ecza- nede vardır. Kubilâyın oğlunu Yazan: İskender F. Sertelli Fillerden birinin hortumu birdenbire yakalayıp nehire fırlatmıştı, Elli bin kişilik Moğol ordusu harb meydanında fillerle boğuşuyordul — Tenkid etmek çok kolaydır. Fi kat, kötüyü iyi yapmak ne kadar se, harpte maneviyatı bozulan askere tekrar kuvvet ve cesaret vermek de o kadar güçtür. Yarınki çocuklarımı- zın bize (Korkak!) dememeleri için ne yapmamızı İstiyorsun? Buna bir çare buldun mu.. filleri ürkütecek bir silâh var mı? Bize bundan haber ver.. teh- like karşısında, duygulara dayanan heyecanlı sözlerin değeri yoktur. Cin-Kin çok müteessir olmuştu. Kubilây sözü kumandanlarla büyük rütbeli zabitlere bırakmıştı. Onlar ne derlerse öyle hareket edecekti, Gin - Kin tekrar ortaya atıldı: — Size koskoca bir filin küçücük bir iğneden korktuğunu söylersem sakın hayret etmeyin! Ben daha çok kü- çüktüm, birgün elimdeki iğneyi na- sılsa, babamın tahtırevanını çeken fillerden birinin hortumuna batırmş- tım. Fil hortumunu birdenbire üzeri- me saldırdı.. Beni üç metre Meriye fır- lattı ve o günden sonra yanına sokul- duğum zaman, beni derhal tanır, hor- tumunu üzerime uzatırdı. Bir gün bunu hayvanlarla uğraşan bir zabite anlattım. Bu zabit şimdi Karakurum- dadır.. Bizimle beraber burada bulun- saydı, size fillerin nelerden korkup kaçtıklarını söylerdi. Zabitler Cin - Kini dinlerken, bir- denbire gülüşmeğe başladılar. — O halde ellerimize birer iğne ve- ya çuvaldız alıp fillerin üzerine yürü- yelim.. Ne duruyoruz?! Cin - Kin bu münakaşa esnasında ortaya yeni bir fikir atmışlı: — Oklarımızın ucunu iğne gibi siv- riltelim.. Bu da o vazifeyi görür. Eli- mize birer iğne alıp da fillere hücum edelim demiyorum. Fakat, böyle bir tedbirle filleri yıldırmak ve püsküri- mek, hâttâ püskürttükten sonra birer birer öldürmek mümkündür, Çünkü Japonlar fillerine güvenerek meydanı boş bulmuşlar. Bizi tehdid ediyorlar. Filler cilerinden gidince hepsi birden şüphe yok ki teslim olacaklardır. Bzi temin ederim, uzaktan çok kalabalık görünen Japonları en çok yakından gören benim.. Onlar bizim onda biri- miz kadar bile yoktur. Bir zabit sordu: — Yani hasmımız beş bin kişiden ibaret mi demek istiyorsun? Cin-Kin: — Evet, dedi, elli bin kişilik Moğol ordusuna meydan okuyan bu adamla- rın sayısı beş binden yukarı değildir. Eğer sözümün aksi çıkarsa, babamın önünde kellemi vermeğe razıyım. Hücum kumandanlarından Akbuğ da Cin - Kini tasdik ederek: Burada beklemek bize yarşmaz. “Dağların koynunda ne zamana kadar kalacağız? Bizim fillerden korkup kaçmamız, aslanın sivrisinekten kork- masına benzer. Moğolların olduğu yer- de durması bile bir mağlübiyet de- mektir. Cengizin torunlarına #lerle- mek yaraşır. Diye bağırdı. Şimdi söz söylemek ve son hükmü- nü vermek sırası Kubilây hana gel- mişti. 'Hakan çadırının önünde ayakta duruyordu. Güler yüzle başını kal- dırdı: »— Hepinizi ayrı ayrı dinledim, yi- gitler, kahramanlar, kumandalar! Gerçek, Cin-Kinin ve Akbuğun de- dikleri gibi, Moğol akıncılarına dur- mak yaraşmaz. Cengiz han bu devleti at üstünde kurmuştur. Hemen okla- rınızın uçlarını sivriletip hücuma baş- Jamalıyız. Size bu iş için iki saat mey- dan veriyorum. Tam öğle vakti Je- ponlara hep birden bütün kollar hü- cum edecekler, Kubilây hanın buyuruğu derhal bütün kollara - ilân edildi. Okçular çarçabuk oklarının uçlarını eğeleyip siyvriltmeğe başladılar, Atlılar eğerlerini düzeltip hazırlan- dılar. Bu taarruz ilk hücümdan çok farklı İlk taarruzu Akbuğ ve Cin - Kinin ârkaları yapmıştı. İkinci taarruz beş fırkanın birden yürüyüşü ile izi yordu. Kubilây han beyaz atına binarel yamaçlardan Tihonebri Kıyılanna Gir - Kin bu sefer fllleri dağıtaca- © önden 6 kadar emin görünüyordu ki. — Bir avlç hayvanın karşısından kaçmayı düşündükçe tüylerim ürperi- yor, arkadaşlar! Elli bin kişilik bir kuvvetin elli filden kaçması, bir filin bin kişiyi kaçırması demektir. Haydı göreyim sizi, beni babamın ve arka- daşlarımın yanında utandırmayın! Cinlerden, devlerden, sihirbazlardan ve kasırgalardan yılmayan Moğol a5- keri, Japonların bu hilesi karşısında korkup kaçarsa, hemen kendimizi şu nehire âtıp ölelim. Ana yurda kâra yüzümüzle nasıl dönebiliriz? Diyerek maiyetindeki askeri müte- madiyeri teşci ediyordu. ... Büyük taarruz.. ve büyük bozgun Tam öğle vaktiydi.. Tiho nehrinin iki sahilini Moğol âs- 'kerleri sarmıştı. Moğolların «Büyük taarruz» adını verdikleri bu müthiş hücuma elli bin muharib iştirak etmişti. Cin - Kinin teklifi kabul edilmiş ve bütün okçular, oklarının uçlarını iğne gibi sivriltmişti. Akbuğ gene sağ ve Cin - Kin sol cenahtan ilerliyorlardı. Kubilây merkez hailtında bütün orduya kumanda ediyordu. Hücum plânı pek mükemmel hazırlanmıştı. Askerin önünde boynuzlarından iple bağlanmış bir geyik (1) korkudan sağa sola çarpınıyordu. Ordunun uğurlu geyiği o güne kö dar korkmamış, çırpınmamıştı Uğurlu geyiğin ipi bazan bir at- ının dizginlerine bağlayıp sürüklü- yorlardı. Kubilây Cengiz hanın yaplığı gibi harb meydanında fırkadan fırkaya atını koşturarak temaslar yapıyor, kumandanlara talimat ve cesaret ve- riyordu. Kubilây, Cengiz hanın harb mekte- binden yetişmişti. O, ordunun ne za- man ve ne gibi şerait altında bozular cağını bilirdi. Bir aralık ihtiyar ve denemeçli kumandanlardan biri; — <Uğurlu geyik» bu sefer başımı- 32 gelecek bir uğursuzluğu hâber ve- Me Grek aç yürümüyordu ire? bir atm üstüne bağlamışlardı. Kubilâya bu hadiseyi yol üstünde anlattıkları zaman, Hakan geyikler- den ve kartal yavrularından yardım umacak halde değildi. Bütün cesaret ve kuvvetile atının üstünde canlı bir zafer heykeli gibi dim dip duruyordu. — «Uğurlu geyik» yürümek istemi- yorsa vurun başını.. ve cesedini nehi- re atın! « Diye bağırmıştı. Kubilâyın o gün ilk defa olarak harb- de bir ananeyi yıktığı görülmüştü. Hakan ordunun kuvvetinden başka bir. varlığa dayanmıyordu. (Arkası var)... 11) «Cengiz han birgün Gerolan ır- mağı kenarında beş yüz kişilik bir at kolile dolaşırken, birdenbire, çoktanbe- ri kendisine boyun eğmiyen (Sarı ath- lar) ln karşılaşmışu. Cengiz hanın ye nında taşıdığı cuğurlu geyik» ayaklar" ni yere bağlamışlar gibi, dimdik tutuy: ve ileriye gitmiyordu. Cengiz han huy- vanı bir ata bindirip ileriledi, sarı atli larla cenge tutuştu.. mağlüb oldu. Dön- dü. Bir başka gün gene ırmak kenarın- da bu eski hasımlarile karşılaştı. bu se fer Alageyik ileriye doğru koşuyordu. Cengiz han atını sürdü.. askerile bera- ber düşmanı önledi.. harbe tutuştu.. üs“ tün geldi. hasımların yenerek, meydan- da kalanların bepsini esir aldı, Karaku-