»biye RAE MiRİE ei ii GREK i PERA i Her akşam | bir bikâye Sevgili Neclğcığım... | Faik apartımanın kapısında gerç | kadınla, yedi sekiz aydanberi devam eden bir heyecan ve har kucak- laşlı. Fakat Neclânın sesinde garib bir şey vardı, Gözler! Faikın gözleri- ne bakmaktan ab ediyor gibiydi. Biraz sonra, bütün kuvvetini top- lamış gibi bir tavırla: Bir aya kadar gidiyorum, dedi, Delikanlı titredi. Takdim edeceği porto kadehini elinde tutamıyarak masanın üstüne bıraktı — Her zaman benimle yaşıyacağı- mızı söylemiediniz miydi bana? dedi. — Doğru. — O halde? — Fakat fikrimi dı dim. Seni daha az seviyor değilim. Eskisinden çok daha Yazla seviyorum. Fakat, * anla beni, Faik. Gitmemek elimde değil. Çünkü sonra onu öldürmüş olacağım, Bırak ta sözümü tamamlı- yayım. Kabil olsadason aldığım Mektubu okusan... O seven bir erkek değil, yalvaran bi çocuk şimdi... Ya- nıma gel diye öyle yalvarıyor ki... Faik çeneleri kilitlenmiş bir halde; — Kâfi, diye murıldandı. Bunları şimdi mi düşünüyorsun? Bu son 88- Kiz ayın büseleri, aşk teminatları ne oldu? Hepsi bitti mi? Hiç biri bitmedi. — Öyle ama beni terkediyorsun. — Terketmiyorum, Kendimi vermiş olduğum adama dönüyorum. O yal- nız benim uğurumda benim saadetim için buradan gitmişti. Seni terketmi- yorum, Faik. Vazifemi yapmağa gidi- yorum. — Beni sevmek te sana bir vazife tahmil eder: Benden ayrılmamak, — O senin gibi genç değil, Faik. Kırk yaşında... Âdeta ihtiyar. Onun hayatını kırarsam ne yapar bundan sonra? Halbuki senin önünde en az on senelik bir aşk hayatı daha var. Faik pek ziyade muztaripti. Bu Aşktan mı yoksa kıskançlıktan mı, Pek bilmiyordu. Yerinden fırladı, oda- dan çıktı ... Günler geçti. Faik Neclâdan syrıl- mağe arlık bovun eğmişti, Ne de ol- sa galebenin kendinde kaldığını gö- Terek gururunu teskin edebiliyordu. Neciâ kendisini terketse de herhalde severek terkediyordu. yordu, fakat kalbi burada kalıyordu. Şimdi son defa “veda için buluş- muşlardf# Bu son geceleri idi. Ertesi Sabah Neclâ.İstanbuldan ayrılacaktı. Kapının zili çaldı, Biraz sonra Neciğ küçük salondan içeri girdi. Sofraya oturdular, Şuradan bura- dar konuşuyorlardı. Sâkin görünme- ğe çalışıyorlardı. Fakat şu vaziyetin İkisi için de bir szap teşkil ettiği bel- Midi. Nihayet 4 'di bulmak için ken- dilerini zorluyorlardı. Faiğın ağzmdan' dökül on yemeğimiz, dedi, Neelâ gülümsedi: — Son kelimesi yalnız ölenler için- dir, dedi. Biz hayattayız henüz. Faik garib bir hisle cevap verdi: — Evet, şimdilik hayattayız... Pek az bir zaman için... Neciâ hayretle baktı. Yüzünde bir endişe ifadesi okunuyordu. — Faik, dedi, ne var? Faik, dirseklerini masanın üstüne dayamış, başı ellerinde, dalgın göz- lerle önüne bakıyordu Neclâ titrek sesle haykırdı: — Faik... Cevap ver, Ortada feci bir süküt vardı. Nihayet, Faik genç kadının yüzüne dikkatle gözlerini dikti: — Bir şey hissetmiyor musun? de- di. Üzerinde garib bir his, bir rahat- Sızlık, uykuya dalmak ister gibi bir hal yok mu? Neclâ gözleri korkudan büyüdü: — Ne demek istiyorsun? Faik buz gibi bir sesle mukabele etti: — Yemek zehirli idi, dedi, Seni kaybetmeğe bir türlü tahammül ede- miyordum. Beni artık sevmediğini Söylemiş olsaydın, hiç ses çıkarma- dan hayatından çekilirdim, Fakat böyle biribirimizi severken ayrı yaşa- mek ikimizi de çok bedbaht edecekti. Onun için, beraber ölmeyi tercih et- tim, Ölüm seni korkutmamalı. Neelâ. Çünkü beni seviyorsun. Buradan ay- mlmak senin için bir işkence idi. > Aldanıyorsun. Hiç te işkence ol. VEDA SAHNESİ yaşacan;” Neden? Faik sapsarı kesilmişti. Titriyordu. Gözleri Neclân: ından ay- rılınıyordu, O tekrar elli: Buradan azab içinde ayrılmıyor» dum. Ben onu seviyorum, anlamıyor musun? Fakat bunu sana söyliyemi- yordum. Ne cevap vereceğini tahmin ediyordum. Beni kadınların en alçağı telâkki edecektin. Çünkü siz erkekler bir kadının de sizin gibi halk edilmiş olduğunu anlıyamazsınız. Bir gü ze bir buse veren bir kadının kendisi- ni namuslu diye kabul ettirmek ister- se bütün hayatınca size buse vermek- te devam etmesi lâzım geleceğini id- dia edersiniz. Bu yalana ne lüzum var? Evet, seninle münasebette bu- lundum. > Çünkü yalnızdım, meyüs- tum. Gençtim, bir erkeğe ihtiyacım vardı. Bunu sana itiraf etmiş olsay- dım, beni hakir görecektin. Benden iğrenecektin. İşte kadınlar hep bunu düşünerek ebedi aşktan bahsederler, Nihayet sevdiğim erkeğim yanına gi- debilmek zamanı geldi, imkânı hasıl oldu. İşte onun kolları arasına koşi yordum. Sana vazifeden, merhamet- ten bahsettim, Hepsi masal, Yalnız bir hakikat var dünyada: Ask! Siz erkekler şunu anlıyamazsınız: Bir ka- dın belki yüz kere hiyanet edebilir, fakat sevdiği erkeği sevmekten bir dakika bile hâli kalmaz. Faik ayağa kalktı. Boğuk sesle Kâfi, dedi. korkma yanına gidebilirsin. li diye şaka etmiştim. Haydi git. Ne düşüneceğimi ben de bil miyorum., Fa- kat artık yanımda bir dakika bile kal- ma. Ellerini yüzüne kapadı. Neclânın vak sesleri işitilmez oluncıya kadar öyle kaldı. Zihni sanki boşalmış gibiy- di. Uzun müddet hiç bir şey düşüne- medi 18 Mayıs 1937 Sah İstanbul — Öğle neşriyatı: 1230 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis. 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: 118,30 Plâkla dans musikisi, 19,20 Konferans: Eminönü Halkevi sosyal yardım şubesi namına: Doktor Nuri Osman (Deri ve saç hıf- zi sıhhasi hakkında.) 19,45 Konferans: C. Halk partisi namına: Feridun (Sporun fevaidi hakkında.) , 20 Bel- ma ve arkadaşları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30 Ömer Riza tarafından arapça söylev, 20,45 Cemal Kâmil ve arkadaşları tarafın- dan Türk musikisi ve halk şarkıları (Stat ayarı), 21,15 Orkestra, 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi gü- nün programı, 22,30 Plâkia sololar, opera ve operet parçaları, 23 Son. Ecnebi istasyonların bu akşamki en müntehap programı Roma (421) saat 22 Senfonik kon- ser. Strasburg (349) 21,30 Milloecker: «Fakir talebe: opera. Lüksemburg (1293) 22,20 Mozart: «Figaronun dü- günü» opera, Marsilya (400) 21,30 Senfonik konser. Sottens (443) 21,30 Radyo orkestrası. Prag (470) 21,55 Rus musikisi. Lizbon (477) 21,35 Pi- yano konseri. Peşte (549) 21 Operet. Brüksel T (484) 22,15 Senfonik caz. Dans Musikisi Viyana (507) saat 23,20 - Marsilya (400) 24 - Londra (kısa dalga) 24. 19 Mayıs 937 Çarşamba İstanbul: Öğle neşriyatı — 1230 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis, 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: 15 Ankara stadın- dan naklen: Spor bay'amı münase- betile yapılacak merasim, 18,30 Plâk- la dans musikisi, 19,20 Mandolin or- kestrası Berk ve arkadaşları, 1945 Konferans: C. Halh partisi namma; Agâh Sırrı (Sporun fevaidi hakkın: da), 20 Nezihe ve arkadaşları tarafın« dan Türk musikisi ve halk şarkıları, 20,30 Ömer Riza tarafından arapça söylev, 20,45 Bimeh Şen ve arkadaş- ları tarafından Türk musikisi ve halk şarkıları (Saat ayarı), 21,15 Orkestra, 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve er- tesi günün programı, 22,30 Plâkla s0- lolar, opera ve operet parçaları, 23 Son, Gençlik nasıl yetişiyor? —Baş tarafı 7 inci sahifede— ehemmiyet veriyoruz. Talebenin haf- tada 28 saat lâboratuvar dersi vardır. Etraftan buram buram yükselen dumanlara baktım, Bezan öyle olu- yor ki lâboratuvarlara yayılan du- manlardan gözgözü görmüyor. Lâboratüvarların ocakları istenildi- ği gibi çekmiyor. Bu asri çalışmaya, güzel metodla talebe yetiştirmeğe mukabil eczacı mektebinin bu binası son derece kötüdür. Bilhassa bacaları çekmiyen silonlar büyük birer ecza lâboratuvarı olmak kabiliyetini katiy- yen haiz değildirler. Eczacı mektebine asr! bir bina lâzımdır. Haber aldığımıza göre hükümet bu- nu nazarı dikkate almıştır. Yakında eczacı mektebi için, büyük, asri, mü- kemmel bir bina yapılacaktır. Ecza- cı mektebi için ikinci bir ihtiyaç ta talebenin memleket dahilinde, tatil zamanlarında tetkikat yapmalarıdır. Bugünkü tıb âleminde bir çok ilâç- lar vardır. Bu ilâçların hemen yüzde doksanı nebatlardan çıkarılmaktadır. Bu nebatların çoğu Afrikadan, Asya- dan, Amerikadan gelmekte ve bunun için memleketten harice büyük bir para çıkmaktadır. Halbuki bunların bir kısmı Anadoluda yetişmektedir. Şimdiye kadar bu nebatlar esaslı bir tetkikten geçirilmemiştir. Vakıâ bun- herhalde yeni, i lar hakkında bazı kıymetli araştır- malar olmuşlur, Fakat bunlar da araştırma halinde kalmıştır. Eczacı mektebi profesörleri ve ta- lebeleri tatil zamanlarında Anadolu- da yapacakları tetkik seyahatlerile | hem bir çok ilmi araştırmalar yapa- | caklar, ilâçlık bir çok nebatların mem» | leketimizde yetiştiğini! tesbit edecek- ler, hem de her sene harice giden pek çok para memlekette kalacaktır. Hikmt Feridun Es Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Pangaltıda Nargileciyan, Taksim: Ltmonciyan, Beyoğlu: İs- tiklâl caddesinde Dellasuda, Gala- ta: Karaköyde Hüseyin Hüsnü, Kasımpaya: Vasıf, Hasköy: Halıcı- oğlunda Barbut, Eminönü: Beşir Kemal Mahmud Cevad, Heybeli- ada: Halk, Büyükada: Halk, Fa- tih: Vezneciler Üniversite, Kara- gümrük: Ahmed Suad, Bakırköy: Hülâi, Sarıyer: Osman, Tarabya, Yeniköy, Emirgân, Rumelihisarın- daki eczaneler, Aksaray: Etem Pertev, Beşiktaş: Süleyman Recep Kadıköy: Rifat Muhtar, Moda Alâeddin, Üsküdar: İmrahor, Fe- ner: Emilyadi, Beyazıd: Kumka- pıda Belkis, Küçükpazar: Hasan Hulüsi, Samatya: Kocamustafa- paşada Ridvan, Alemdar: Ali Ri- 2a, Şehremini: Topkapıda Nâzm. tanbul 17 Mayıs 1937 (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) Esham ve Tahvilât İst. dahit © 95,—Jİş. B.Hamlline 9,75 Kuponsuz 1933 » Müessis 77,— batikrazı 95,—|T.C. Merkez Ünitürk | © 20,40) Bankası 89,25 » 1 20—'Anadoluhis, 28,85 . NM 2010) Telefon 6,25 Mümessl | 44,45) Terkos 10,50 » NM 40—)| Çimento (o 13,90 . İttihat değir. — 9,50 Iş Bankası — 9,75) Şark O» 1— Para (Çek tlatleri Paris o 17,61,25) Preğ 22,64,37 Londra 626,—! Berlin 1,96,75 Nev York — 78.80) Madrit © 1,6980 Miko 14,99,50 Belgrad 44,50 Atina 870) an Cenevre | 3,45,16 N Brüksel (© 468,40 Pengo 3,97,75 Amsterdam 1,43,70| Bükreş ( 107,34,82 Solya (o— 63,89,75| Moskova 24,73,25 Zayi — 3651 No, lı sandal plâkasını kaybettim. Yenisini alacağımdan eski- sinin hükmü yoktur. Yeni hâlde sandalcı Kadri KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 53 Japon kalesinin Iki kulesi de zaptedil- mişti. Kubilây bir sabah ordusuna (Hazır ol) emrini verdi ve akıncılar daha büyük Japon şehirleri üzerine doğru yürüdüler Üzerinde yürüdüğünüz Japon toprakları hakkında hiç bir malümat elde edememişsiniz! Tiho Japonya- nın en meşhur kahramanlarından bi- ridir. Daha çok genç iken başlıbaşına harbe girerek akılları durduran ce- saret ve yararlıklar göstermiş. kendi- 8 çok güzel ve yakışıklı imiş. her har- be gidişinde memleketin en güzel kız- ları onun geçtiği yollara çiçekler ser- perek, arkasından zafer şarkıları söy- lerlermiş. Tiho bir gün Sung'ların üze- rine yürümüş.. yanındaki askerler Sung'lardan korküp kaçmışlar. Tiho bu kaleyi -o zaman bu kadar müstah- kem değilmiş- Sung'lardan tek başı- na almış. “Tiho burada ölmüş. onun mezarı kale içindedir: Tihoyu Japon milleti (Güneşin oğlu) diye tanır ve severler. Çünkü bu kadör büyük mu- cizeyi bir insan oğlu gösteremezdi. 'Ti- ho mezarında bile iki yüz yıldan beri bu kaleyi muhafaza etmekte idi. General Liyo sordu: — Ya şimdi?... Bizim elimize nasıl geçti? Neden bu sefer muhafaza ede- medi?. — Henüz belli değil. Kulelere kapa- nan muhafızlara teslim olmaları için haber gönderdiniz. fakat, onların teslim olup olmıyacaklarını şimdiden kestiremeyiz. Kimbilir? Bir saat son- ra, birgün sonra nasıl bri mucize ile karşılaşacağız!... — Hâlâ kalenin bizim elimize geç- miyeceğini mi sanıyorsun, Sahip? Gö- rüyorsun ki, kaleyi ve şehri işgal et- tik. Halka (Hakân buyruğu) ilân edil di.. Moğol nizamları tatbik ediliyor. sen hâlâ mezardan bir mucize mi bek- liyorsun?, General Liyo bu sözleri söylerken, afyon çubuğu birdenbire elinden düş- tü.. Liyo horuldamağa başladı. O ar- tık sarhoş olmuştu. Başı birden omuz” larının üzerine devrildi... Sesi kesildi. Rengi sapsarıydı.. Afyon belli ki çok sertti.. general Pekinde de afyon çekmeğe alışmıştı amma, ihtiyar büyücünün sunduğu çubuk, anlaşılıyordu ki, tam müna- sile büyülüydü.... Uiyo ölü gibi yatıyordu. Bacakları iki büklüm olduğu halde kımıldayamıyordu. Böylece saatler geçiyor.. Liyo uyan- muyordu. Kapıda duran ve sabırları tükenen diğer Moğol zabitleri daha fazla bek- liyemediler.. Kapıyı itip içeriye daldılar. O ne?l. General Liyo baygın bir hal- de yerde yatıyordu. zabitler generali bu halde görünce şaşırdılar. İhtiyar büyücü meydanda yoktu. Liyonun karşısındaki minderin ü- zerinde çöreklenmiş yalan koskoca» man bir yılan gördüler. Ürktüler.. ş Kılıçlarına davrandılar, Yılan birdenbire çözüldü.. duvarın dibindeki deliğe dalarak bir anda sü- zülüp gitti.. gözden kayboldu. Zabitler; Büy“ büyücünün z na düştü. Keşki «Sahipsi vurup ge berteydik. Diye söylenerek Liyoyu kucakla- dılar.. sokağa çıkardılar, 'Liyo çok baygındı.. ayaklarının üs- tünde durmak şöyle dursun, başımı bile tutamıyordu. Liyonun başı dalın- da sallanan bir Hindistancevizi gibi göğsünün üstüne düşmüştü. Liyoyu karargâha kadar güçlükle götürebildiler. ie kulesini cinler mi basdı?!, Birinci İiedin ok yağmuru kesil- 'Tektük atılan okların da o gün öğ- Jeden sonra ardı gelmedi. Müdafilere birdenbire ne olmuştu?, Hâdiseyi Kubilâya haber verdikleri zaman, oğlu Cin-Kin'de hakan çâ- dırnda idi, Bü sözleri söyliyen maiyet zabiti: di. — Galiba kuleyi cinler basımış!... Bizi böylelikle tuzağa düşürmek İsti yorlar. Kuleye kimse sokulamıyor. Dedi. Cin-Kin için için gülüyordu. Nihayet sabrı tükendi: — Bana müsaade et, kuleye iü yim, babâ' Diye yalvardı. Kubilây gene eskisi gibi müsaade et-” meyince, Cih-Kin dayanamadı: — Belki zehirlenmişlerdir, dedi, ben bu gece rüyamda gördüm.. onların iç“ tiği suya bizi sevenlerden biri zehir atmıştı... Kubilây gözünün ucu İle oğlunun yüzüne baktı; — Bu rüya bir hakikat olmasın, CinKin? Gin-Kin, gülümsedi: — Geçen gün kayboluşumüun sebebi işte bu idi, dedi, onların içtiği su mah- zenini arayıp bulmuş ve suya zehir atmıştım, Şüph yok ki, hepsi zehir- lendiler., zehirlenmiyenler de susuz- vi Tuktan ölecekler. Kubilây oğlunun sözlerine inan- mak istemedi. zabitlerde gülme mek için kendilerini zor tutuyorlardı. Bu kadar mühim bir işin tek başıma , yapılamıyacağını çok iyi bilen Kubilây oğluna: — Suyu zehirlediğini ne ile isbat edebilirsin?... — Yanıma istediğiniz kimseleri ve- riniz.. onları su mahzenine götüre- yim.. bir miktar su alıp buraya getir- #inler.. hayvanlar üzerinde bir dene- me yapınız. O zaman sözlerime ina- nacaksınız!. Kubilây oğlunun teklifini kabul et» U. Gin-Kin'in yanına birkaç muhafız- Ja iki maiyet zabiti vererek kaleye gönderdi. Surların üstündeki Moğol askerleri, Cin-Kin kalenin içine girdi. Su mahzeninin dibine vardı. Küçük mahzen kapısını zabitlere göstererek: — İşte, Kuledeki muhafızlar bu su- dan zehirlendiler, dedi, ben burasım keşfettim.. kapıyı açtım. suya zehir attım. Ve 1ki gündür bu işin sonunu bekliyordum. Zabitler bir iple mahzene küçük bir desti saldılar.. suyu yukarıya çekti- ler.. kimseye birşey sezdirmeden mah- zenin kapısını yavaşça kapayıp büyük karargâha döndüler, Cin-Kih ile kaleye Şe zabitler Kubilâya su destisini vererek: — Gllielin buldu su mahzeni. ni kırk yıl şeytanlar bile arasalar keş- fedemezlerdi. Dediler. Kubilây hâlâ şüphe ve te- reddüd içinde idi. 'Timarcılardan bir öküz islediler.. suyu öküze içirdiler., Ve beklediler. “ -Hakan çadırı önünde toplanan bü- yük rütbeli Moğol zabitleri gözlerini öküz edikmişler: — Cin-Kin babasının gözüne gir- mek için yeni bir oyun icad etti, Eğer yere düştü. debrendi.. başını yere bi- Taktı. . Yarım saat sürmedi.. öküz ölmüş- tü. z $ i Zabitlerden biri dayanamadı: — Cin-Kin çok zeki bir genç.. desti yi yolda gelitken hiç kimseye sezdir- Diye mırıldandı. Kubilây bu sözü duyunca hiddetlendi., fakat sesini çi- karmadı. Cin-Kin sert bir sesle bağırdı: — Suyun zehirli olduğuna inanmi- yanlar, suyun başına gitsinler.. bu de- nemeyi orada yapsın, Kubilây da bu fikirde ii,