28 Nisan 1937 Ankaradaki kültür hâdisesi Memlekette bir “Güzel sanatlar ,, | “Büyük sahne,, havası yaratmalıyız Kulis arkası: Rejisör yeni bir temsili takip ediyor Ankaradan şu telgrafı aldık: «Tiyat- rTonun burada gördüğü rağbet tiyat- Yo tarihinin kaydetmediği bir muvaf- fakıyettir. Tiyatro her gece dolup do. lup taşıyor. — Behzad» Bu telgrafdan, Ankara muveffa- kıyetini tam manasile kavramak pek kabil değildi. Pilhakika sanatkâr Behzad Hâki «Tiyatro tarihinin kay- detmediğis kaydını koymuştu, koy- muştu amma bu da son «Kral Lir» muvaffakıyetinden de büyük olamaz- dı ya. On beş gün devam edecek olan «Kral Lir> temsillerinin biletleri de on gün evvelden satılmış, temsil, geceleri gişeler kapalı kalmıştı. «AKŞAM: da Behzadın telgrafını eynen kaydettik. Gece Ankara mu- habirimiz daha mufassal bir telgraf çekti: Tiyatrodaki haddi aştığından temsil menedilmiş- tir. Hadise ehemmiyet kesbetmiş de- mekti. Daha ertesi günü biraz daha tafsilât geldi. Matinede sinamaya gi- denler salonu terketmemişler, bilet alıp gelenler içeri girememişler, bu vaziyet karşısında zabıta temsili ya- sak etmiş... Ve nihayet 15 nisan ta- rihli «Ulus» arkadaşımız bu hadise- nin mutlu bir gösteri olduğunu tiyat- To severlere şu cümlelerle müjdeledi: «Ankarada sanat aşkı — İstanbul Şehir Tiyatrosunun gördüğü alâka Ankarada mühim ve dikkate değer kültür hadisesidir.» ... Hadise şudur; İstanbul Şehir Ti- yatrosu - sırasile «Bahar temizli «Sürtük; «Tosun» «Ayak takımı ara- | sında; yı oynıyor. Tiyatro her gece sözün tam manasile balık istifi gibi doluyor. Yüzlerce kişi yer bulamayıp geri dönüyorlar. Piyesler tekrarlanı- yor Yedinci temsil «Baba, ilân edi- liyor. Muhsin sahneye çıkacak. Bilet- ler çoktan satılmış. Bir kere daha oy- nanmıyacuk mı?... Hayır. Akşama doğru, tiyatro gişelerinde biriken ti. yatro sever Ankaralılar kepenkleri, kapıları zorlıyarak tiyatroya giriyor- Jar, yerleri işgal ediyorlar ve dışarı çıkmıyorlar: Bir defa oynanacak olan «Baba: temsilinde bulunacaklar, Bir gün evvelden biletlerini almış olanlar tiyatroya geliyorlar. Yerlerin hepsi dolmuş. Münakaşa başlıyor, içerdekiler: Çıkmayız! diyorlar. Di- şardakiler: Gireceğiz! diyorlar, Sa- matkârlar kuliste, makyajlarını yap- şlar, münakaşanın dinmesini bek- Diyorlar. Zabıtaya haber gidiyor. Bir kaç polis geliyor. Halkı dağıtmanın imkânı yok. Bir müfreze polis geli- yor. Halkı dağıtmanın imkânı yok. Süvari polisleri geliyor: Halk dağıl- mıyor... Tiyatronun önü bir mahşer, Büyük bir kültür heyecanı besliyen Ankaralı münevvetler yerlerinden kı- mıldamıyorlar, Saatler “geçiyor, An- kâra valisi bay Nevzad Tandoğan bizzat hadise yerine geliyor. İşe kalabalık kanuni | müdahale ederetmez, tiyatroyu dolduranlar oyüksek sesle ve hep bir ağızdan İstiklâl marşını söylemeğe başlıyorlar. Marş başlayınca müdaha- le duruyor, polis memurları selâm alıyorlar, marşı dinliyorlar ve temsil, tiyatroyu dolduranların Kanuni had- di aştığı görülerek, yasak ediliyor. istanbul mebusları, İstanbul valisi, rejisöre mektub ve telgraf yazıp sa- natkârlarımızı tebrik ediyorlar, Ha. dise İle yakından meşgul olan Dahiliye vekili ve Parti genel sekreteri bay Şükrü Kaya da İstanbul Şehir Tiyat- rosü sanatkârlarına yüksek ve kıy- metli takdirlerini bildiriyor. Sözün sahiden tam manasile ve ilk defa, tiyatro tarihimiz hakiki «arzu- yu: umumi; tabirini (o kaydediyor ve üç kere daha «Baba» temsil ediliyor. İstanbul Şehir - Tiyatrosu Ankarda sekiz gün kalacak yerde on dört gün kalıyor ve milli sahne kül- türümüzün ilk mümessilleri candan ve yürekten alkışlar arasında Anka- rayı terkediyorlar. Bize Ankaradan bu güzel kültür hadisesini bildiren münevver bir dos- tumuz diyor ki: Fırınları işgal eden #çlar, fabrikaları işgal eden grevci- ler görülmüştü amma, güzel sanata susamış Mmünevverlerin tiyatro işgal etmeleri görülmemişti. Sahne edebiyatımızın en güzel eser- lerinden beş aitısının sahibi olan ba- sın genel direktörü mekteb arkada- sım Vedad Nedim Tör diyor ki: Bu hadise basit bir vaka değildir. Çok mühim ve tipik bir kültür hadi- sesidir, Bu hadise halka isnad edilen üç İftirayı da tekzib etmiş oluyor. Birincisi; Aktör aşağılık bir oyuncu değildir. Bu itibarla tiyatro mektebimize gide- cek olan kadın erkek cevherli insan- lar bu milletin en ziyade hürmet ede. ceği şahsiyetler olacaktır, İkincisi: Halk yüksek edebi kıyme- ti olan eserleri anlamıyor değil, bilâ- kis anlıyor. Halk hem sanatkârın, hem de sanat eserinin yüksek kalitede olanını istiyor, Üçüncü iftira da, Ankaramizın bir Uyatroyu yaşatamıyacağı iddiasıdır. Bu mutlu kültür hadisesinin değe- ri takdir edilmiştir. Ancak, Ankara- mızın bir tiyatroyu yaşatamıyacağı iddiasının bu vesile ile tekzib edilmiş olması noktasında çok durmak, sah- neye ehemmiyet verdiğimiz, mekteb açtığımız ve bu uğurda ilk defa çok para serfetmeğe başladığımız bu si- rada, yalnız Ankaramızın değil; bir çok büyük şehirlerimizin bir tiyatro- yu besliyebileceğini kabul etmemiz lâzımdır. Muhterem arkadaşımız Vedad Ne- dim Tör çok hassas bir noktaya iliş- ti. Bizde halkın yüksek sanat eser. lerinden anladığı, İstanbulda temsil gdilen bu yüksek kaliteli eserlere gös- AKŞAM — Foto Ar — terdiği rağbetle çoktanberi meydana çıkmış bir hakikattir. Bu hakikati kaydederken de, bügüne kadar Hal- kevleri temsil kollarının, hiç bir yer- de lâyıkile çalışmadığını kaydedelim, «Kör» de «Cürüm ve Ceza> da «Unutulan dam; da «Makbet» de «Kral Lir, de «Pergünt» de tiyatro- muzu gecelerce tıklım tıklım doldu- ran İstanbul halkı Halkevi temsil kollarının semtine bile uğramamak. tadır.. Nasıl ki, Ankara Halkevinin temsil kolu da, bütün emeklere ve fedakârlıklara rağmen, Şehir Tiyat- rTosunun uyandırdığı hareketin bin- de birini bile bir gece olsun yapmağa muktedir olamamıştır. Diğer Halkev- lerinin temsil kollarına gelince: Ga- zetelerde intişar eden «Temsillerden bir manzaraş resimlerini görmek kâ- #idir. Bizce İstanbul Şehir Tiyatrosu- na gösterilen rağbette Halkevi tem- gil kollarının uyandırdığı aksülâme- lin de hissesi vardır, Bizde henüz tiyatronun iyisi «çok iyi» fenası «çok fena; dır. o Çok fenadan kâ. çıp «çok İyi> ye koşanlar olduğu gibi, «fena» yı görüp tiyatrodan yüz çevirenler de olur; bunu da göz önün- de tutmalıyız. Bu itibarla, ya Halkevleri temsil kollarına ehemmiyet verip oynıyacak- Veneserler ve temsil şekillerile yakın- dzn alâkadar olmalıyız, yahud'da o kolları lâğvetmeliyiz. Yapılması zaruri olan bir şey de, memlekette Güzel sanat havasını uyandırmaktır. Bunun için de Avru- pa sahnelerini görmemiz elzemdir. Avrupadan: senede birkaç kere yük- sek kıymeti olan. opera, operet, orkestra getirtmemiz, bunun için de her fedakârliğa katlanmamız şartlar, İstanbul Şehir Tiyat- tosunun inkişafı, İleri adımlar atıp bize güzel temsiller vermesi ti- yatroyu bir ihtiyaç haline koydu. Operanın, operetin, senfonik konser- lerin de bir ihtiyaç olduğunu anla- mamız için onları görmemiz, dinle. memiz lâm değil midir? İstanbul Şehir Tiyatrosu var diye, diğer ya- bancı tiyatrolardan da müstağni kal- mamalıyız. Bugün Paris değil Berlin- den,-Tokyodan, Pekinden tiyatro ge- tirtiyor. Biz ise dünya sahnelerinden bihaberiz, ancak kendi sahnemizde onlardan örnekler görüyoruz. Artık: «Buna da ne mutlu! dememeliyiz. » Av- Tüpaya şan dersine talebe gönderdik, Ankarada çocuklarımızı müstakbel Türk operası için hazırlıyoruz. Bu ara» da o havayı da yaratmamız gerektir. Bu da ancak Avrupadan opera, operet, ecnfonik orkestra getirtmekle kabil- Gir. Hem halkımız bu ihtiyacını tatmin eder, hem talebelerimiz dinlemiş gör- müş o havayı teneffüs etmiş olurlar. Memlekette yüksek sahne ve güzel sanat havası yaralılmazsa bugün bu işlere sarfedilen emeklerin pek çoğu başa harcanmış olur kanaatindeyiz. , Selâimi İzzet Sedeş Tefrika No. 82, “Ittihad ve Terakki,, nin son devirlerinde Suikasdlar ve entrikalar Banife 7 Yazan: Mustafa Ragıb Enver paşaya sulkast teşebbüsü: Şoför arkasına döndü ve heyecanla: “Cam delindi!,, dedi Enver paşa, “sabahleyin mutad saatte Harbiye nezaretine gitmek Üzere (o Kuruçeşmedöki © yalısından ötomobiline bindi. Harbiye nazı- rının yanında seryaver B. Kâzım (şimdi general) oturuyordu. Enver pa- şanın otomobilini şoför Mustafa (şim- di hususi bir otomobilin şoförü) idare ediyordu. Serseri bir kurşun otomobilin camını delmişti! Harbiye nazırının arabasını takib eden ikinci otomobilde yaver B. Saffet (Şimdi mütekaid miralay) ile diğer yaver B. Hüsnü (İstiklâl harbinde büyük taarruzda şehid olmuştur) bu- Tunuyordu,. Bu ikinci arabayı da ş0- för Muhiddin (şimdi Sirkeci taksisin- de çalışmaktadır) kullanıyordu. Her iki otomobil her günkü yolunu takib ederek süratle ilerliyordu: Kuruçeş- meden Ortaköye gelirken yol üstün- deki köprüyü geçtiler, Enver paşanın otomobili, yolun solundaki kiliseyi geçmişti. Fakat arkada yaverlerin otomobili tam kiliseyi geçip te tram- vay durak yerine geldiği sırada şoför Muhiddin arkasına dönerek yaver B. Saffet ve B. H. Hasana heyecanla ses- lendi ve: — Cam delindi! dedi B. Saftet, bir ses işltmediği için ş0- förün bu sözünden bir şey anlama- makla beraber hemen şu emri verdi: — Dur! Otomobil durdu. Derhal her iki ya- ver, evvelâ delinen cama baktılar, Bu cam, şoförün oturduğu yer ile oto- mobilin arkada oturulacak yerini ayıran camdı, Fiihakika daha İlk mu- ayenede şoförün oturduğu yere naza- ran camın tam ortasından delindiği görülüyordu. Bu delik, bir taşla ve yahut bir sarsıntı ile meydana gele- mezdi, Otomobilin arkasından atılan bir kurşunla camın delindiği muhak- kaktı. Otomobilin durması ile delinen ca- mın gözden geçirilmesi biran içinde yapılmıştı. B. Saffet ile B. Hasan ar- kalarına, yolun sağına, soluna göz gezdirdiler: Taarruzun hangi taraf- tan ve kimden geldiğine bir alâmet ve bir delil arıyorlardı. Fakat bu si- rada yolda kimse yoktu, Kurşunun, otomobil . geçtikten sonra arkadan atıldığı muhakkaktı. Ancak bu cesa- ret ve cüreti gösteren kimdi? Bunu şimdi tahkike, ortada güzle görülen bir delli yokken, işe müdahale ederek anlamak imkânsızdı. Bunun bir taarruza, bir suikaste delâlet etiği muhakkaktı, Fakat ya: verilerin otomobili Enver paşanın “oto- mobilinden bir hayli geride kalmıştı. Paşayı yalnız bırakmamak icab edi- yordu. Şoför Mubiddine emir verdi- ler. Şoför otomobilin süratini arttır- dı ve Harbiye nazırının otomobiline yetişmeğe muvaffak oldular Enver paşa, gerideki hâdiseden ha- berdar değlidi. O, yaverlerinin bindiği otomobilin bir aralık gecikmesine de büyük bir ehemmiyet vermemişti: Otomobilin alelâde bir arızaya uğ- radığını sanmıştı, Fakat Harbiye ne- zaretine geldikleri zaman B. Saffet hâdiseyi kendisine anlattı ve otomo- bil camının nasıl delindiğini Enver paşaya gösterdi. Burada bizzat Har- biye nazırile yaverlerinin yaptıkları muayenede camdaki deliğin herhal de bir kurşunun isabetile meydana gelebildiği muhakkak surette anlaşıl- mıştı. Ancak bu kurşunun mavzer ve yahut tabanca kurşunu olduğunu ta- yin etmek mümkün değildi. Bu delik, yalnız mavzerle değil, nikel tabanca kurşunile de açılabilirdi. Enver paşa, tahkikat için emir verdi ve odasina çekildi Enver paşa, hâdiseyi mümkün ol- duğu kadar soğuk kanlılığını bozmu- yarak ve etrafındakilere telâş verme- meğe çalışarak telâkki etti ve delinen camı gördükten sonra: — Camı yeniden taklırınız, bunun fallini ve sebebini de arayın, tarayın. Merkez kumândanlığına da haber ve- ripiz! dedi ve Harbiye nezaretinin büyük merdivenlerinden (şimdi Üni- versite reklörlük dairesine çıkan) kendi makamının bulunduğu kata çıkarak odasına geçip, oturdu. Harbiye hazırının bu emrini telâk- ki eden ve hâdiseye bizzat şahid olan yaver B. Saffet, doğruca Merkez ku- mandanlığına giderek Kuruçeşmeden gelirlerken kimin tarafından atıldığı meçhul olan, fakat herhalde arkadan atıldığına şüphe olmıyan bir kurşun ile otomobil camının kırıldığını Mer- kez kumandanına söyledi ve bu sui- kast failinin behemehal meydana çıkarılması lâztmgeldiğini de ilâye etti, Cevad bey, bu haber üzerine şaşırıp kalmış, ayni zamanda bu tecavüzün Enver paşanın hayatı aleyhinde ter- tib edildiğini ve bundan doğacak mesuliyetin de ağırlığını düşünerek hemen 0 dakika tahkikata başiama- ğa karar vermişti. Ancak Merkez kumandanı, evvelce kendisine şüpheli hiç bir ihbar vaki olmadan, yapılan bu suikast teşebbü- sünün behemehal ve mutlaka <İtti- had ve Tetâkkisye; bilhassa Enver paşaya düşman olan gizli bir teşekkü- le mensup bir fedai tarafından yapıl- dığını tahmin etmiş ve maliyetine de bu esasa göre talimat vermişti. Cevad beyin Merkez kumandanlığına tayin” edildiği gündenberi şehrin inzibat ve asayişile alâkadar sahslarda çalıştır. dığı sivil, asker bir çok istihbarat me- murları vardı. Hatiâ bunlar içinde Türk olmıyan muhbirler de eksik de- gildi. Bu adamlar, kendi mubitlerin- * de hükümet aleyhine alınan tertibatı yakından takib ediyorlar ve Merkez kumandanlığına muntazaman rapor- lar veriyorlardı. Crvad bey evvelâ bu taarruzun daha ziyade Ermenilerden geldiğini düşündü ve İstanbuldaki Ermeni işlerile meşgul olan muhbir ve memurlarını bu işin tahkikine me mür etti. Diğer taraftan da kurşunun otomobile isabet ettiği noktada, tam * kilise önünde tetkikat yaptırdı ve böy- le bir tecavüzün nereden gelebilmesi ihtimali olduğunu araştırdı. Merkez kumandanı Cevad bey - ev-” velce tafsilâtile izah (ettiğim gibi » Enver paşanın şahsı aleyhinde yapı lacak bir tecavüzün mutlaka, hariç» ten, yani «İttihad ve Terakki» ye ve Enver paşaya muhalif olanlardan gele ceğine dair sarsılmaz bir kanaat beş-. liyordu. O, en uzak bir ihtimal ile bi- le, Harbiye nazınınım kendi yakınlar” rından, «İttihad ve Terakki» bir teşekkül tarafından imha mek istenmesine akıl erdiremi; Binaenaleyh Merkez yapacağı ve yaptıracağı tahkikat münhasıran bu zihniyetle idare edi- lecekti, Kurşun neden yaverlerin otomo- biline isabet etmişti? Atılan kurşunun yaverlerin otöme- bil camına isabet etmesine göre bu suikast hakikaten Enver paşayı öl dürmek maksadile mi tertib edilmiş- ti? Bu bilhassa tedkike muhtaç bir nokta idi, Atılan kurşun, önde giden Enver paşanın değil, arkadan gelen yaverlerin bindikleri olömobilde $0- förün oturduğu yerle şoförün solun- daki yerin tam ortasına İsabet eden noktasındaki camı delmişti. Şu halde işin zahiri vaziyetine göre yapılan Suikastten maksad, Envet paşayı değil, yaverlerden B. Saffet, yahut yaver B. Hasanı öldürmekti. Fakat, suikast fainin şimdilik meç- hul olmasına ve bu tecavüzde takib edilen gayenin çok karanlık bulun» masına göre münhasıran Enver pa- şanın yaverlerini öldürmek için bu suretle hareket etek mantıksızdı, Ne B. Saffetin, ne de B. Hasaaın kim- se ile şahsi münaferet ve husumetleri olmadığına göre böyle bir suikasde de hedef olmamaları lâzımdı. Bu, olsa olsş Enver paşanın maveyiyetini kırmak ve kendisine hayatının tehlikede ol- duğunu telkin * etmek üzere ilkönce yaverlerinin feda edilmesi suretile ges ne Harbiye nazırının aleyhinde ter tib edilmiş sulkasdin bir mukaddeme si demekti, (Arkası var), ; N ,