19 Nisan 1937 AKŞAM KUBİLÂY HAN Yazan: İskender F. Sertelli No. 24 Ayşe birdenbire odanın Içinde korkunç bir ses işitti: - Kara akrep. seni boğmağa geldim! Romalı prensesin gözleri kapalıy- dı. elleri göğsünün üstünde hareket- 8iz duruyordu. Kroen — Rengin, kurumuş güller gibi bir anda sürarmış.. çehrene ölümün ses- #izliği çökmüş, Salina! Ben seni şim- diye kadar bugünkü gibi güzel, bu- günkü gibi cazibeli görmemiştim! Sen gerçek, Kubilâyın dediği gibi, se- zarlara lâyık bir kadınmışsın, Salina! Diyerek, güzel prensesin alnından öptü — Dudaklarıma bir avuç ateş mi serpildi.. yoksa soğuk bir buz parça- sina mi temas ettim? bilmiyorum. alnım: ateş kadar sicak. ve buz gibi soğuk! Sana ne oldu Salina? Sana hangi gaddar ve hain insanın eli uzandı? Haydi, gözlerini aç. bana haki! söyle! Bugün düşmanların- dan öc almağa muktedirim. Öyle bir kuvvete malikim.. öyle esrarengiz bir insan oldum ki, Salina, dü Kubilây olsa, ondan da öc alabi! Onu da tehdid edebilirim, Salina birdenbire aksırdı Kollarını biribrine kavuşturdu.. Gerindi.. Ve esniyerek gözlerini açtı. Kroen sevinçle bağırdı: — İyileşiyorsun.. ölümün pençesin- den kurtuluyorsun, değil mi Salina?, Uzun bir ölüm uykusundan uyanıı gibi, ne kadar tatlı, ne kadar güzel ayılıyorsun! Salina yavaş yavaş konuşmağa baş- Jadı: Sesini duyuyorum, sinyor! Meyda- yüzünü göreyim! Odamın Kroen görünmüyor, sadece sesi işi- tiliyordu. — Seni ölümden kurtarmak için, bilmiyerek görünmez bir hale geldim, Salina!. Romalı prenses gözlerini uğuştura- rak yavaşça başını kaldırdı. odaya göz gezdirdi ve birden acı bir sesle haykırdı: — Aziz Sinyor, nerdesin?. Ses devam etti: — Hanya sana geçen gün, Çinliler mahallesindeki «Yaşıyan ölüler» ma- bedine gideceğimi ve oradaki tılsımlı mezarı bulacağımı söylemiştim. Git- tim. o tılsımlı mezarın sırrını keşfet- tim.. şimdi artık ölmek üzere bulu- nan herhangi bir kimseyi ölümden kurtarabilecek kudrete malikim, Sa- dine!, , — O mezarın esrarlı sütunları ara- sından mı geçtin yoksa, sinyor?... — Evet, yavrum. O meşum granit sütunların arasından geçtim.. görün mez bir hale geldim, Fakat, şimdi es- ki halime gelemiyorum. Beni hiç kim- se görmüyor. Sarayın hattâ haremin her köşesini dolaştım.. hakanın en mahrem dairelerine girip çıktım. Fa- kat... — Şimdi seni göremiyecek miyim, sinyor?, — Ben de bunun için uğraşıyorum, Salinâa! Merak etme! Elbette bu sırrı da keşicdeceğim. — Ah, keşki senin yerinde ben ol- saydım, sinyor! Göze görünmeden her yere girip çıkmak herkese nasip olmaz!. Kroen sesini yükseltti: — Şimdi bunları birakalım.. ken- dimize aid İşleri sonra görüşürüz. Ba- na anlat bakayım: Seni kim boğmak istedi?, Ne oldun böyle birdenbire. ki- min yumruğu seni yere devirdi?. Salina yavaş yavaş anlatmağa baş- ladı: — Dün imparaloriçe Tiyen-Fo beni çağırtmıştı. Yanına gittim. Bana Pe- kinden ne zaman döneceğimizi sordu, Çok yakında döneceğimizi söyledim. Bana: «Hemen gitmenizi istediğimi zannetmeyin! Gideceğiniz günden bir hafta önce bana haber vermenizi isti- yorum. Size Çinin hatırası olmak üze- re güzel ve canlı bir hediye verece- ğim!; dedi. Kendisine teşekkür ede- Tek yanından ayrıldım, Bu sabah göz- lerimi açar açmaz yanımda Tiyen-Fo- nun cariyesi Ayşeyi gördüm., birden- bire şaşırdım. — Odanın k di?. — İçeriden sürmeliydi. Odama na” sıl girdiğini sordum. Zenci kadın ce- vap vermeden üzerime atildi.. beni boğmak istedi. kendimi kaybettim. Ondan ötesini bilmiyorum. — Seni boğdu zannetmiş olmalı ki, daha fazla uğraşmamış! Fakat, cese- dini saray kapısına kim getirmiş?. — Beni saray kapısında mı buldü- 1ar?. — Evet. Ben saraya döndüğüm za- man, sen cansız bir halde kapının önünde yatıyordun!, — Bu sırrı ancak sen meydana Çi- karabilirsin, sinyor! Ben birşey hatır- hyamıyorum... — Garib şey! Ayşe bunu kendiliğin- den yapamaz. Herhalde onu sana gön- deren biri vardır. Bu eli mutlaka bu- Tup kırmalıyım. — 'Tiyen-Fodan Şüphelenmiyorum. Çünkü bana karşı çok nazik davran- mıştı. Moğol imparalorunun karısı beni kıskanıyordu amma.. mademki çok yakında gideceğimizi öğrendi. be- ni öldürtmekle birşey kazanamıyaca- ğını kendi de pekâlâ bilirdi. Bahusus ki, bu cinayetin hesabını Kubilây ken- disinden soracaktı. — Doğru düşünüyorsun, Salina! İm- paratoriçenin elini senin kanınla kir- letmesinde bir kazancı yoktur. Acaba Ayşeyi Tangut mu tahrik etti?. — Tangut mu dedin?!... — Evet. Ben ondan şüpheleniyo- rum. Bu nüfuzlu maiyet zabiti senin saraydaki mevcudiyetinden memnun değil gibi görünüyor. Hattâ bu hoş- nudsuzluğu yalnız senin için değil. benim için de seziliyor.. beni gördük- çe yüzüme öyle bir sert bakışı var ki... — Ber kim olursa olsun, sinyor! Bunu öğrenmek güç bir iş değildir. İlkönce Ayşeyi bulup sıkıştırırsan, bu hâdisenin esrar perdesi çok çabuk kal- kar. — O halde ben gidip Ayşeyi tazyik edeyim. Sana beni sorarlarsa, nerde olduğumu, nereye gittiğimi söylemez- sin!, Rahip Kroenin sesi kesilmişti, Prensesin oda kapısı birdenbire ar- dına kadar açıldı. Odadan kimin çıktığı görülmedi. Koridorda dolaşan Japon cariyesi gözlerini uğuşturarak yavaşça oda- dan içeriye girdi.. prenses yatağında oturuyordu. Japon kızı hayretle bağırdı: — Geçmiş olsun, prenses hazretle- ril. Bu ses hayretten ziyade bir kor- kunun ifadesiydi.. Japon kızı ayakta duramıyacak kadar sersemlemişti. Japon cariyesi odadan içeriye girdi- ği zaman, prenses gözlerini açmıştı. Salina cariyenin tereddüdle girdiği- ni görünce başını yavaşça kaldırdı: — Niçin yanımdan ayrıldın? Nere- ye gitmiştin?, Salina Japon kızmın rahibin sesin- den korkup kaçtığını biliyordu. Cariyenin sesi kısıldı: — Korktum, dedi, göze görünmi- yen insan sesleri duydum. — Belki cinler gelmiştir. bir daha beni yalniz bırakıp bir yere gitme!. Japon kızı prensesin birdenbire iyi- leştiğini görünce sevinmişti. — Artık kurtuldunuz, değil mi?, Diye sordu. Balina gülerek başını salladı: — Biz Avrupalılar herşeyden kork- mayız.. ve kolay kolay ölmeyiz. Dedi. Bir müddet sustular.. Biribirlerine bakıştılar, Japon kızı hayretini gizliyemedi; — Sizi kim boğmak İstemişti?. — Bilmiyorum. yatıyordum.. gıri- Jağımda bir el hissettim. Fakat, kim olduğunu göremedim. — Sizi boğdu sanarak, bu işi yarı- da bırakıp kaçmış demek. — Öyle olacak. Fakat, hemen kaç- mamış.. beni -kimbilir kimin yardıs mile- kapıya Kadar sürüklemiş, (Arkası var), si kapalı değil miy- | | I İ Tak Afrika ağaçlarından yetiştirmek İ de mümkün olacakmış. Bahçede ay- Bir ilim kaynağı: Nebatat enstitüsü (Baş tarafı 7 nci sahifede) Zengin bir kütüphanesi var, herşey muntazam, herşey yerli yerinde alt kat koridorun yuvarlak köşesi de Atatürkün heykeli için a yar kında heykel yerine konulacak Enstitünün bahçesi Nihayet bütün mektebi dolaştık, bahçeye çıktık. Profesör Bahçemiz de şayanı dikkattir. Çok bilgili bir bahçe mütehassısımız var, size faydalı izahat verecektir, de- di. Kendisine teşekkür ederek ayrık dık. Şimdi enstitünün bahçe mütehas- sısı bay Stefan anlatıyor. Nerede bir nebatat enstitüsü varsa orada bir bahçeye lüzum var- dır, Hem de bu bahçede yalnız o mem- lekette yetişen nebat ve çiçekler de- ğil, dünyanın öbür ucunda yetişen en garip nebatın bile bulunması icab eder, Görüyorsunuz, bizim de bir bah- çemiz Yar. Topraklarının içinde 2000 çeşid nebat ekilmiştir. Gerçi henüz bahçemizde dünyada mevcud bütün nebat cinsleri yoktur, fakat yakında böyle mükemmel bir bahçemiz olacak bunu yapmıya çalışıyoruz, Bundan sonra bay Stefan bize bahçeyi gezdirerek en basit nebatlar- dan en mürekkep nebatlara kadar hepsinin ekili oldukları yerleri gös- terdi. Mevsim ilerlemediği için tohum- lar henüz yeşerememi: Enstitünün bahçesinde bildiğimiz nebatlardan Obaşka serler içinde Arustralyadan, Hollandadan, Cava- dan, Amerika ve Afrikadan (getiril miş o iklimlere âid nebatlar yetiştiri- Uiyor, Palmiyeler, Hurmalar, Muzlar, eczacılıkta kullanılan nebatler, sine- malarda gördüğümüz kocaman, di- 'kenli, kalın yapraklı nebatlar, yap- raklarına bir sinek konduğu zaman derhal onu yakalıyarak yiyen, su için- de, rutubette, 30 derece hararette, kuru toprakta büyüyen nebatlar var, Burada ileride büyük bir ser yapıla rıca Anadoluya has nebatları yetiş- tirmek için de köşe ayrılmış. Bundan daha dört beş sene evvel memleketimizde okuyan talebeler sa- dece nebatın ismini ezberler ve nadi- ren resmini görürlerken bügün bu güzel binada ders gören gençler her ismini işittikleri nebatı yanı başla- rında bulabiliyor, onu mikroskop al- tında tedkik edebiliyorlar, Ne talihli bir nesil ŞER 19 Nisan 937 Pazartesi İstanbul — Öğle neşriyatı: 12,30 Plâkla Türk musikisi, 12,50 Havadis. 13,05 Muhtelif plâk neşriyatı. 14,00 Son. Akşam neşriyatı — 18,30: Plâkla dans musikisi, 19,30: Afrika avı hatı- raları: 8. Selâhaddin Cihanoğlu tara- fından, 20: Rifat ve arkadaşları tara- fından Türk musikisi ve halk şarki- ları, 20,30: Ömer Riza tarafından erapça söylev, 20,45: Safiye ve arka- daşları tarafından Türk musikisi ve haik şarkıları, Saat âyarı, 21,15: Or- kestra, 22,15: Ajans ve borsa haber- leri ve ertesi günün programı, 22,30: Plâkla sölolar, operr ve operet par- çaları, 23: Son. Ecnebi istasyonların bu akşamki en Müntehap Programı Budapeşte (Saat 20,10), - 550 - Strausun Don Juanı, Sehuberti . fonisi, Dvorakın Eserlerinden. Hamburg (Saat 20,10) - 332 hoven, Mozart, Haydn. Viyana (Sant 21,00) - 506,8 - Brahms Sehieksalslied of, 54; Strauss, Zarud- rusta böyle koluştu. Brüksel (Saat 21,05) - 484 - Mozar- tın eserleri, Stutgart (Saat 0,05) - 323 - Şimal musikisi: Tsaykovsky. (5 ci senf0.) Dans Musikisi Poste Parisien (Saat 22,05) 313. Toulouse - Radio (Saat 2235) 329, Londra (Saat 23,15) 261, Milâno (Sa- at 23,15) 369, Roma (Saat 23,16) 421, Zagreb (Sant 23,30) 0,7, z v re. gi Bet- Her akşam bir hikâye Ahmed anlatmağa başladı — Pariste talebe idim. Bir gece yo- lumun üstüne çıtır pıtır, açık kanar- ya rengi saçlı bir genç kız çıktı. Dik- katli dikkatli yüzüme baktı, güldü, geçti. Kaçırır mıyım?. Derhal peşine ta- kıldım. ahbab olınamız pek kısa sür- dü. İsmi Lüsi idi, Nişanlısı filân yok- tu. Evden eğlenmek için çıkmıştı.. bir aralık bir barın önünden geçerken Lüsi: — Buraya girelim. dedi. 'Tepem attı.. arkadaşlarımdan bu- rTanın son derece pahalı, fevkalâde kazıkçı bir yer olduğunu işitmiştim. Halbuki © gece benim cebimde otuz, kırk franktan başka para yoktu. 0- nun için yeni sevgilime: — Aman, dedim, burası pek âdi. Lüsi hayretle gözlerini açtı: — Ne münasebet?.. Burası en güzel yerlerden biri. Haydi girelim, Ben ısrar ettim: — Başım ağrıyor.. o kalabalıkta, © gürültüde kafamız şişeceğine şöyle tenha bahçelere uzansak daha iyi değil mi? Fakat Lüsiye lâkırdı anlatmanın imkânı yoktu: — İle buraya girelim. diye tuttur. du, Çıldıracağım.. param az, sevgili rar eder. Ne yapacağım? diye dü- ken yanımızda bir kalabalık paydahlandı, telâşlı telâşlı konuşma- lar, polisler... Bu aralık yanıma iyiden iyiye yak- laşan bir adamın eli, cebime dalma- sile, çıkması bir oldu. Ben şaşkın şaş- kın bakarken elini cebime sokan a- dam kaçmağa başladı. Fakat onu elektrik lâmbasının ışığı altında adam akılı görmüştüm.. uzun boylu, €6- mer, haydud yüzlü, biraz kanburca bir adamdı. acaba ne aldı diye elimi cebime soktum.. bir de ne göreyim? Cebimde bir deste, hepsi de gayet bü- yük cinsten banknot... Bunları cebi- me bırakan uzun boylu adam hazır meydanda da yoktu. Hızır gibi imda- dıma yetişmiş, cebime aşağı yukarı minimini bir servet bırakmıştı. Bu esnada barın kapısında bulu- nuyorduk., Lüsiye: z — Haydi, dedim, mademki istiyor- sun girelim.. Lüsi sevinç içinde barın kapısından içeri daldı. Bir masaya oturduk, Lüsi bana fazla masraf et- tirmek istemiyormuş gibi sordu: — Ne içsek acaba? Gayet sakin ce- vap vefdim: — Tabii şampanya.. Lüsi gözlerini sevinçle açmış bana bakıyordu. Yeni ahbabının böyle, pe- ralı, ve hovarda bir adam olmasın- dan memnundu. Bundan sonra gelsin şampanyalar, gelsin havyar... Paraları har vurup harman savuruyorduk.. Hesap pusla- sı kim bilir ne derecede kabarmıştı.. “Tam bu esnada şöyle arkama dön- düm, Baktım. Eyvahlar olsun, cebime paraları atan uzun boylu, esmer, kan- burca adam, yanında üç kişi ile barın kapısından içeri girmiyorlar mı? U- Zun boylusu etrafa şöyle bir bakıp araştırdıktan sonra eli ile beni işaret ederek arkadaşlarına bir şeyler söy- ledi, Herifler geldiler tam arkamız- daki masaya oturdular. içlerinden biri cebime parayı atana diyordu ki: — Aldanmıyasın bu mü? Esmer adam: — Aldanır mıyım canım? Barın ka- Pısındaki" bol ışıkta iyice dikkat & dip parayı öyle koydum.. Zaten burâ- ya gireceklerini de anlamıştım.; son- Ta gelir kendisinden alırız diye dü- şündüm.. Herifler her halde pek azılı hay- dudlar olacaktılar ki yüksek sesle âdeta beni tehdide bile başlamışlardı: — Biz insana o kadar parayı kap- tirir mıyız? Enaiye bak.. cebimde pa- ra dolu diye ne kadarda böbüzleni- yor.. biz insana metelik bile koklat- MAYIZ. Pelâket! . Vaziyet gittikçe fecileşi- yordu.. hattâ Lüsi bile: — Bu adamlar senden ne istiyor- lar? Hepsi de haydud.. bu sırada ba- rın kapısında iki polis peydahlanm- ca arkamızdaki herifler tetâşla kalktı- lar. Bardan çıkmak istediler. Lâkin polisler onların önünü kesti, Memurs Tartlar biri haydudlar'a beraber gitti. Öteki memur kapıda kalı. derin bir KALPAZAN | nefes üldim. Bunun şerefine garsğ na: iş — Gelir hir şampanya daha... diyg emrettim.. nihayel garsondan hesakj istettim., bir de ie bakayım öyle müde hiş bir hesab ki babamın Parise gön“ derdiği tahsisâtın iki seneliğini toplar sam yine bunu ödeyemezdim., bere ket versin ki cebimdeki havadan ge- len paralara... Banknot destesini çı- kardım, garsonun içinde hesabı ge- tirdiği tepsiye. lüzumu kadar para attım. Verdiğim para hesaptan çok fazla idi.. Garsona: — Üst tarafı da sana kalsın. Garson paraları alıp vezneye gitti.. nasıl oldu Bilmiyorum, benim de göz lerim Vezneye takılmıştı . vezne mes Muru elinde benim verdiğim paralar pürtelâş kapıdaki polise koştu. Ona birşeyler söyledi.. Zaten bu paranın uğursuzluğunu anlamışlım, Lüsiye: * — Hemen buradan kalkıp kaçalım dedim.. . Fakat biz kapıya doğru ilerlerken pos Ms memuru yolumuzu kesti; — Bu paraları nerede buldunuz? diye sordu., Memura hiç renk vermemek lâ. zımdı: MN — Nereden bulacağım? Kendi pa- ram... ii — Emin misiniz? — Tabii canım. “ Memur bu sefer koluma girerek: — O halde haydi karakola.. dedi.. Bütün itirazlarım para etmedi.. Lis $i ile birlikte polis karakolunu boyla- dık polis komiseri: — Demek aylardan beri aradığımız meşhur kalpazan bu ha diye ye- rinden fırladı.. soıra eli ile bir köşe- de süklüm püklüm duran uzun boys lu, esmer, kanburca adamla arkadaş- Jarını göstererek: — Bir de biz bu zavallıladan şüp- heleniyorduk. . Halbuki bütün kalp paralar bu herifin üstünden çıktı. Cebime paraları yerleştiren herifi” arkadaşlarını salıverdiler.. Lüsi ile ne tatlı saatler yaşayacağımı düşün- düğüm geceyi karakolda geçirdim. Üstelik herkes beni müdhiş kalpa- zan sanıyor, gazetecilerin biri çıkıp, biri yanıma giriyordu. Girdiğimiz ba- nın İspanyol sahibi de karakolun ko- ridorunda bağıra bağıra, içtiğimiz hadsiz hesabsız şampanyaların para“ sını istiyordu.. - v > Lüsiyi onu çabuk bıraktılar... Bana gelince müdhiş kalpazanlık ve bar sahibinin para istemesi belâlarından tam iki hafta sonra kurtulabildim.. Serbes birakıldığım gece mahud bs- rın önünden geçerken baktım: Lüsi uzun boylu esmer, kanburta, hakiki kalpazanın kolunda bara giriyordu. (Bir yıldız) VECİZELER Sağlam vücut - sağlam kafa - güzel insan. Bu akşam Nöbetçi eczaneler Şişli: Osmanbeyde Şark Merkez, Taksim: İstiklâl caddesinde Ke- mal Rebul, Beyoğlu: Tünelde Mat- koviç, Yüksekkaldırımda Veniko- pulo, Galata: Topçular caddesin- de merkez, Kasımpaşa: Müeyyed, Hasköy: Aseo, Eminönü: Meh- med Kâzrm, Heybeliada: Halk, Büyükada: Halk, Fatih: Hamdi, Karagümrük: Mehmed Fuad, Ba- kırköy: Merkez, Sarıyer: Nuri, Ta- hisarındaki eczaneler, Aksaray: Yenikapıda Sarım, Beşiktaş: Nail, Kadıköy: İskele caddesinde Sotir- yadis, Yeldeğirmeninde Üçler, Üs- küdar: Selimiye, Fener: Balatta Merkez, Beyazıd: Cemil, Küçük-