| DANA MC YAŞ re AKŞAM 19 Nisan 1997 “ PAZARTESİ KONUŞMALARI Abdülhak Hâmidin talihi İç 'Türk edebiyatının, insani ve beşeri kiymet bakımından, en büyük şairi plan Abdülhak Hâmidi, hayatının ve eserlerinin her cebhesile tanımak ve tanıtmak, onun aziz hatırasına cdile- cek hürmetlerin en verimlisi olacak- tır. Bende hayat ve eserleri- ni hemen on beş senedir in- celiyorunı ve bu etüdlerin bir kısmını onseneden fazla oluyor ki neşir de etmiştim. Yeni çalışmala- rımı bunlara katarak aziz şairimiz hakkında bir eser hazırlamıya karar “yermiş bulunuyorum, Böyle ferdi ça- lışmalar yapılacağı şüphesiz olduğu gibi resmi ve hususi kültür kurumla- rınca bu yoldö harekete geçileceği de muhakkaktır. Nitekim Cümhuriyet Halk Partisi, Büyük şaire ald hatıra, fıkra, nükte ve fotografileri büyük bir eildde toplayıp baslırmak üzere gâ- zetelerle bir tebliğ neşretmiştir. Ken- dilerinde bu türlü dokümanlar bulu- nanların bu kadirşinaslığa iştirak et- meleri, methumun (hatırasına hür- Met göstermek için en güzel bir vesile clâcaktit. Çünkü Hâmid, herşeyden 6k ölümden Korkârdı, Gltümden kor- sühün sebebi de unutulmaktı. yan denilen çükur, onun ruhunu ta- zib etmişti. 0. Bu, böyle. Onu bıraklım ve şimdi Hâmidin talihi ve seksen altı senelik hayalının mukadderi hakkındaki dü- şüncelerimizi söylemeye başlıyalım. Abdülhak Hâmid, dünya yüzüne gel- miş insanlar arasında en talihli sayı- Jabileceklerden biri idi. Vücudu sağ- lam, zekâsı uyanık, bedence ve ruh- ça kuvvetli idi. Gerek ana, gerek ba- ba tarafından mümtaz bir verasetle dünyaya gelmişti. İnsanlar için ilk hayat sermayesi verasettir. Hâmid, bu yönden çok zengin sayılabilir. Uzun ve mevzun boyu (tabutu ve tabutunda bile ne kadar levenddi!), daha pek gençken bıraktığı sevimli, vakur sakalı, geniş alnının kaldelediği çehre müsellesinin asil intizanı, göz- lerinin derin, durgun, fakat her de- rinliğe girmek kudretindeki bakışı, kalın ve aristokrat sesile Abdülhak Hâmid, çocukluğunda, gençliğinde erginlik çağında ve ihtiyarlığında, güzel çocuk, güzel genç güzel ergin, güzel ihtiyardı. Talihin ilk cilvesi, in- sanın güzel ve sevimli olabilmesinde görülür, Abdülhak Hâmid, bu lik ih- sanile bahtının birinci ikramiyesine nail olmuş bir insandı, İnsanlara gelişme ve ruhça serpil- me imkânı veren sebeblerden biri de muhit, yani içtimai iklimdir. Abdül- hak Hâmid, Hekim başı ailesi gibi devrinin en uyanık ve yüksek bir mu- bitine doğdu. O, daha üç dört yaşın- da Jken o zamanın şeyhislâmma kadar bir çok kıymetli vücudların kolları arasında yuva kurmuş bir do- , gan yavrusu gibi idi. Hoca Tahsin Esad Mahmud Karakurd efendi gibi yüksek bir adamdan ders okudu ve kendi tabirile onun (Tilâ- mizel nabemevsim) inden oldu Parisi ilk defa on yaşında gördü. Son- ra İranı, yine Parisi, Viyanayı, Hin- distanı, Karadeniz sahillerimizi, kısa bir tabirle Şarkı, Gürbı gördü ve ora- larda yaşadı. Bllhassu 35 inden 60 ına kadar, tam 25 sene büyük Britanya- da yerleşti. Muhitlerinde Farscayı, Fransızcayı, İngilizceyi, bir Fars, bir Fransız, bir İngiliz çocuğu kadar ta- bil olarak öğrendi. Böylece Abdülhak Hâmid, kendi kendini terbiye edebil- mek için tablat ve cemiyetin hakiki sahifelerini okumaktan biran mahrum kalmadı, Hâmidin hiç bir mektepten şehadetnamesi yoktu. Fakst o, biz- zat hayat üniversitesinden mezundu. Tahsil ve terbiye bakımından bun- dan büyük sühulet ve bundan büyük saadet olabilir mi? Hâmid, kadın ve sevgi cephesinden de çök muvaffak bir erkekti. Zevcele- Ti, onu sevdiler. Yerli, yabancı hiç biri, ora Yâkayâ kalmadı. Sevebilmek itibarile Hâmld, “sanmam ki büyük bir sandöt düymüs “olsun. Fakat se- vilmekte, hattâ şımarık denödek ka- dar, sevildiğini duymak ve onu İstis- mar etmekle benzeri nadir bir adam- dı. Kaç defa gördüm; sevimliliği, za- rafeti, güzel konuşmasile teshir etti- ği ve yanına çektiği çok genç ve gü- zel kızlarla lâtifeler ederken bu ihti- yar, bir faniye mukadder en hasbi ve yüksek bir zevk ile ne kadar bahtiyar idi. Hâmid, daha beş altı yaşlarından başlıyarak son zamanlarına kadar içebilmişti, Hislerini mübalegalandı- Tan bu alkollü gıdaya dayabilmek, iç- tiğinden değil, içemediğinden şikâyet edebilecek bir ruh gerginlik ve canlı- lığına sahib olmak re büyük bir ener- jinin var olduğunu gösterir, Beş altı yaşından başladığı şarabı, hayatının son demine belki beş altı aydan daha &z yakın bir zamana kadar içebildi. Sodayla viski benimçin budur gıdayı seher, Evet bu cevheri mâyi' bu katrai gevher... İstediği gibi içemediğinden şikâ- yet ettiği zamanlar, seksen küsur se- nenin içinde sekiz veya on aydır. He- men hemen seksen yıl içebilmek ve içebilecek halde bulunmak başlı başı- na bir saadet sayılmaz mı? Abdülhak Hâmid, hiç bir an lâkayd kalmadığı devlet ve milletinin çok acılı günlerini görmüştü. Fakat ak- siyon adamı değildi. Hareket halinde birşey yapamadı. Onun içindir ki Na- muk Kemal ona (Miskin) demişti. Halbuki o, hareketlerini düşünerek ve düşündüğünü yazarak yaptı. (Li- berte) böyle bir hareket veya bir sü- künettir. Onun en kötü günleri, mü- tareke ve mağlübiyet yıllarında geçti. Bu yıllarda hakikaten perişandı. İs- tikiği zaferi onu diriltti, 86 yaşına SON GECEL. * Çavuş hâyretle'zabitin yüzüne ba- kıyor.... — İd bardak in dediniz? — Evet, iki bardak!., — Peki yüzbâşım!., — Saat kaç? — Beşe geldi. — Öyle ise hemön on dakikaya ka dar gidiyoruz. bütün batarya burada değil mi? — İhtiyarın adamları!... Arkada ayrı bir daire varmış, orada oturur Vakayı öğrenince geldiler, Adetlerine göre dualarını yap- tıktan sonra bahçede büyük bir çam ağacının altına muvakkat bir tümsek kurarak koydular, Üzerini de bayrak» ları İle örttüler, biz gittikten sonra 0- radan başka yere kaldırıp gömecek: İermişi.. GN Tefrika No. 10 — Peki, sen çayları çabuk gönder, yavaş yavaş yükseliyor... Taze çam ve toprak kokuları içinde bir sonba- har sabahı doğmaktadır. Yüzbaşı ile kız, biribirlerinin yüzüne bakmadan öyle oturuyorlar, ne o birşey söylü- yor, ne öbürü... Oda, derin bir sessizlik içindedir. Bir aralık kız, birdenbire başını kal- dırarak zabite dönüyor. yeşil gözle rinin içinde binbir renk ve binbir ışık... Bağırıyor: — Hakkımdaki kararınızı öğren- mek istiyoruml!... Zahit temamile lâkayıd... Bir leyleğin garip Sergüzeşt Kışı Bulgaristanda bir ahırda geçirdi şimdi buradan ayrılmak istemiyor ç Leylekler ilkbaharda sıcak memle- ketlerden şimale doğru akın ederler. Yazı şimal memleketlerinde geçirdik- ten sonra sonbaharda tekrar cenuba hicret ederler, kışı, havası ılık olan ce- nup memleketlerinde geçrirler. Ley- leklerin bir taraftan diğer tarafa göç için birkaç bin kilometrelik yol katet- | meleri lâzımdır, Bu kadar uzun bir mesafeyi uçmak için sağlam ve küvs | vetli kanadlara malik olmak icap eder. Leylekler kafile halinde uçarlar ve rivayete göre yolda hastalanan, uça” mıyan arkadaşlarını öldürürlermiş, Geçen sonbaharda Bulgaristanda bu yüzden çok garib bir vaka olmuştur. Leyleklerin kışlamak için cenuba doğru hicret ettikleri zamanda bir leylek hastalanmış ve üçamıyacak ha- le gelmiştir. Diğer leyleklerin taarru- zuna uğrıyan hasta leylek, yaralı bir halde Drasa kazasının Lisevitsa kö- yünde yere inmiştir. Leyleğin indiği bir köy hocanesinin bahçesi idi. Hoca leyleğin yarasını tedavi etmiş, kendisine iyi bakmıştır. Bu suretle leylek uçabilecek hale gelmiştir. Fakat ilk soğuklar başladı. ği için hayvan uçamamış, indiği yer- den ayrılamamıştır. Köy hocası leyleği ahırına kapamış- tı. Leylek buradaki atla çok ahbap ol- muştur. İkisi bir arada geçinip gidi- yorlardı. Fakat bu sırada şiddetli s0- Zukların başlaması vaziyeti güçleştir- miştir. Leylek soğuktan titremeğe, ye- niden hastalanmağa 'başlamıştır. Bunun üzerine muallim yünlü ku- maştan bir yelek diktirerek leyleğin annem kadar yaşayabildiyse, ona bu hayat imkânını veren, Büyük Zafer ve Bü- yük Zaferin doğurduğu Cümhuriyet olmuştur. O, bunu minnetle söyler; onu yaratan Büyük İnsanı her vesile ile hayranlıkla yad ederdi. Şehid (Mehmedeik) e hitab ederek şöyle di- yor;. Bilirim, aczi şairanemle Ki siz olmazsınız buğün maglüp. Bu semadan ine: iemle Bize ben olmak isterim maklüp. Ben neyim, salhürde bir Nelezen bir mezun bi Ka'rı bi intihayı ruh üfken, Ra'şever hiçi muztarip, heyhatl.. Umkı nisyana düşmek üzre iken Verdiniz siz o hiçe taze hayat... Abdülhak Hâmid, ferdiyeti ve cemi» yet içindeki kayatile böyle bahtiyar bir fani idi. Onun bence bir tek talih- sizliği vardır: Dili, Yazılarını bugün anlıyabilenler anlatmıya çalışmaz- Jarsa yarmki nesil, Abdülhak Hâmidi sade bir şöhret olarak tanıyacak, fakat eserlerini asla tadamıyacaktır. Bir sanatkâr için bülün bahtiyarlık- ları sıfır eden bu talihsizlikten Abdül. hak Hâmidi kurtarmalıyız. Hasan - Âli YÜCEL rin!... Bu boğucu sessizlik sinirleri- mi harap ediyor. Zafer ve gurur ışık- ları ile için için-parlıyan.o siyah göz- lerinizin karşısında ezildiğimi, da- marlarımın çekildiğini duyuyorum. Oh, istemiyorum sizi!... Yüzünüzün yorsunuz!... mak niyetinde iseniz çabuk yapın!... Kurtarın beni bu iztıraptan!... Söy- leyin bana, söyleyin diyorum, hak- kımdaki kararınız ne ise çabuk söyle- yin!... — Matmazel, sakin olmağa çalışın!, Biraz su ister misiniz?. — Oh susun; beni biran düşünme- nize bile tahammülüm yok!... Gece- den beri bu bitmek tükenmek bilmi- yen nazik hareketleriniz büsbütün beni çıldırtıyor... Böyle içinde kalb taşıyan bir insan gibi değil, bari gü- nahsız bir adamı öldürmüş vahşi bir katil huşünetile konuşun ki, size den daha çok nefret edeyim!... Oh Yarabbi; niçin öldürmedim sizi!, Ni- | çin bu serseri kurşun kolunuzu deles ceğine, kalbinize saplanıp kalmadı!... Zabit, acı acı gülüyor... — Demek beni öldüremediğiniz için hâlâ müteessirsiniz öyle mi matma- ml)... - Ona şüphe mi ediyorsunuz?... Zabit doğruluyor... Yüsünde kar» Bir leylek yuvası ve bir leylek uçarken sırtına geçirmiş, yeleği kuyruğuna doğru biraz uzatmıştır. Kumaşın ven- gi siyah olduğundan leylek Adeta ka- zak giymiş gibi olmuştur. Muallimin çocukları leyleğin başına yün örme küçük bir şapka da geçirmişlerdir. Havs iyi olduğu günler leylek bu garip kıyafetle sokağa çıkar, fakat dı- şarıda çok kalamıyarak gene ahıra, atın yanına dönerdi. Leylek, kasaptan alınan artıket parçalarile beslenmiştir. Muallime çok alıştığından bazan onun arkâ- sından köpek gibi koşardı. Bu man- zara, köylülerin çok hoşuna giderdi. İlkbahar gelince leylek, dere ve göl- lerde kurbağa ve balık avlamağa baş- Jadığından muallim de kasaptan artık et aramaktan kurtulmuştur. Fakat Köy mualliminin - misafirperverliğin- den memnun kalan leylek havaların iyileşmesine rağmen evi terketmek is- temiyormuş. Gündüzleri çayırlarda dolaştıktan sonra gecelemek için ge- ne arkadaşı olan atın yanına, mual- dimin evine geliyormuş. Şimdi, ehlileşen bu leyleğin, sonba- harda hemcinsleri sıcak memleketle- Te göçerken onları takip edip etmiye- ceğine merak ediliyor. şık çizgileri... — Ne katı yürekli bir kız mışsınız sizi... — Kalı yürekli değil, demirden yü- rekli bir kızım!... Hayatımın sonuna kadar da dalma karşınıza bu yürekle çıkacağım, anlıyorsunuz?... — Anlamağa lüzum bile görmüyo- rum!... Şimdi kalkıp gideceğim bura- dan!... Br daha kim biribirinin yü- zünü görecek ki, anlamağa çalışa yım!... — Kim mi biribirinin yüzünü gö- recek? ... — Tabii!... Nerede karşılaşacağız bir dahal... .— Ne demek istiyorsunuz?, — Ne demek istiyeceğim, gideceğiz diyorum, 5 — Gidecek misiniz?, — Tabii... — Ya ben?... ” — Ha; sizl... , Zabit gülümsüyor... — Elimde olsaydı, sizi derhal ser- bes bırakırdım.. fakat kanun! — Kanununuza göre bir Türk zabi- tini öldürmek istiyen düşman ne yapılır?. — Kurşuna dizilir!... — Ne dediniz?... — Kurşuna dizilir dedim!.., — Kadın ise)... — Kanun nazarında kadın erkek KADIN KÖŞESİ Küçük bolero Yâcivert üzerine simle işlenmiş kü- çük bolero. Alabalığı 20 kuruşa Beyşehri gölünden Konyaya bol balık getriliyor Konya 18 — Bu kışın bol karlı geç- mesi yüzünden Konya civarındaki kaynakların ve bilhassa Beyşehri gö- lünün suyu artmıştır. Beyşehri gölü- nün su seviyesi çok yükselmiştir. Beyşehrinin suları yükselince gök deki balıklar pek ziyade çoğalmıştır. Gölde bu sene balık çok tutulmakta, şehrimize bol bol getirilmekte ve dışarıya da sevkedilmektedir. Uskumru büyüklüğünde bulunan ve eti lezzetli olan bu göl balığının adı Kızılkanattır. Aralarında kılçıksız Ala balıklar da çıkmakta, kilosu 20 kuruştan satır maktadır. Çay sularının bol oluşu bütün bağ- ların sulanmasını mümkün kılmıştır. Bu yaz meyvanın da bol olacağı an- Jaşılmaktadır. Manisadaki Muradiye camisini ziyaret Manisa (Akşam) — Dün şehrimize gelen seyyahlar Üçüncü Murad zama» nında yapılan sanatkâr mimar Sina- nın eseri ve tarihi kıymeti olan Mu- radiye camisinin iç ve dış kısımlarını gezerek mimari vaziyetini tedkik et- mişler ve ayni zamanda caminin ya- nında bulunan Muradiye kütüpha- nesi ile müzeyi de gezmişlerdir. darkı yoktur! Kız, biran duraklıyor... Üstü kan renkli dudaklarının titrediğini görü- yoruz. Yüzü bir anda sapsarı oluyor... Kekeliyor: i — Demek şimdi beni kurşuna diz- direceksiniz?... — Kanun öyle emrediyor!... Ne de olsa, ne kadar da içinde kah- raman bir ruh yaşasa nihayet genç bir kız bul... Birdenbire uzun, siyah kirpiklerinin ıslandığını görüyoruz. Büyük bir heyecan kasırgası içinde titriyor... Başı, gayri ihtiyari öne doğ- Tu düşmüştür. Kanapenin üzerine yığılıyor... Boğuk bir ses, ve an- cak işitilebilen bir inilti!... — İçiniz titremeden demek şimdi beni kurşuna dizdireceksiniz öyle mi?, Söyliyemiyor... Hıçkırıklar boğazı- nı tıkıyor... Sarsıla sarsıla ağlıyor... Zabit; sol eli ile yaralı kolunu tu- tarak, kıza doğru yürümektedir... Dudaklarında; ince, tatlı, şefkatlı bir ses kımıldıyor. — Hayır matmazel!... dizdirmiyeceğim... Kız, birdenbire başını kaldırıyor... Siyah saçları, yüzünün üstünde peri- şan uçmaktadır.. bağırıyor. — Ne dediniz; beni kurşuna dizdir- miyecek misiniz?... — Evet, (“ewe Sizi kurşuna e ekakası va)