13 Mart 1937 O günü trenle Sıvastan hareket ediyordum. Sami büyük bir telâş için- de istasyona geldi. Elinde küçük bir kutu. Bana: - Aman kardeşim, dedi, hasır İs- tanbula gidiyorsun. Şu minimini ku- tucuğu Cevada götür... Ben ona he- diye ediyorum. ne zamandanberi benden istediği bir hediyedir... Sami burada alaycı alaycı güldü: — Hediyenin ne olduğunu şimdi söylemiyeceğim., amma şu kadarcık bir malümat vereyim.. bu kutunun içinde sevimli bir karı koca var... İn- sana da çok alışıktırlar.. Sami sözü- nü bitirince son kampana çaldı. Ar- kadaşım, Cevada gidecek kutuyu an- cak elime sıkıştırmağa vakit bulabil- di. Tren kalktı. Allah Allah benim vasıtamla Cevada giden şu kutunun içindeki hediye ne idi acaba?... Sa- minin «sevimli karı kocaş sözü aklı- ma geldi. Koskoca bir karı kora şu küçücük kutuya sığar mı?.. Birden- bire gene Saminin «insana çok alı- şıktırlar..» Sözü aklıma gelince tüy- lerim ürperdi. Sakın kutunun içinde yılan muılan olmasın. çünkü Cevad acayip hayvanlara meraklıdır. Sami- den böyle bir hediye ister mi? İs- ter... Velhasıl neşem kaçmıştı, Ben böyle kötü kötü düşünürken küçük kutunun içinde tıkırtılar olmağa baş- Jadı. Kompartimanda da dört kişiyiz... Bir iri yarı şişman bir madam... Şiş- man olmasa kendisine güzel, hattâ çok güzel denilebilir... Yanında bir sürü nota taşıyan uzun saçlı bir bes- tekâr... Şişman madama, kelebek göz- lüklerinin altından baygın baygın bakan kerli ferli bir adam. bir de ben.. Bir aralık bir de baktım, yanım- daki küçük kutunun incecik tahta- larından biri delinmiş. delikten «cop» diye kahverengi, top kuyruklu bir sincap çıkmaz mi?. Doğru kuca- sevimli bir yumurcaktı ki yakamdan omuzuma, omuzumdan kucağıma me- kik dokuyor. Hatta kadınların fare- den çok korkmasına rağmen şişman madam bile: — Ka kubur sıçanına benzor amma sempatik hayvandır. diye İltifatta bulundu.. birdenbire aklıma geldi. Bunun bir de bayı veya bayanı.ola- cak... Hemen kutuya saldırdım. De- likten içeri baktım yok.. acaba Sami iki sincap koyuyorum diye bir mi koydu? Diye düşünürken şişman ma» dam bir çığlık kopardı: — Ciğerim yandı. ciğerim yandı.. kebaplar oldu ciğerim... Bu suratsız hayvanın kocası gözümün bebeği şapkamı yemiş. ciğerim yandı. ke- baplar oldu... Hakikaten bir de baktık. Madamın büyük bir itina ile kompartımanın ağ- dan rafına yerleştirdiği o türlü ya- ““HEBTYE lancı yemişlerle, kirazlarla, çiçekler- le, kuşlarla süslü şapkası Wiyme liyme olmuştu. Bu kırpıntıların içinde bi- zim sincabın bayı cirit atıyordu. Ma- dam: — Sizi şikâyet edeceğim. der du- rur... Güç hal ile kadmcağızın gön- Tünü alabildik... Madamın şapkası- nı yiyen hain hayvanı zorla yakalu- dım... Kutuya soktum. Fakat öteki nerede?.. Öleki?. Be- yan sincap?.. Koydu isen bul. ya- rım saat, bir seat aramadığımız yer kalmadı... Birdenbire gözlerim falta- şı kadar açıldı. Bayan sincap kınta kırıta benim şirkete ait mühim «v- rakla dolu çantamın içinden çıkmı- yor mu?. Aman... Eğre evraka bir şeyler oldu ise ben de, şirket te hapı yuttuk. Bir de çantayı açtım ki o mühim evrak âdeta bir kocaman konfeti haline girmiş... en büyük par- çası nikel yirmi beşlikler kadar kak Aklım başımdan gitti. Hınzır hay- vanları yakalayıp kutuya tıktım.. sa- atler geçiyordu. Bizim kompartıman- da müthiş bir can sıkıcı havası esiyor... Kelebek gözlüklü zat şişman madama göz kırpmaktan usanmış, köşesinâ» de. rin bir uykuya dalmıştı... Birden" ba- kalım, bizim sincaplardan biri kelebek gözlüklü adamın kafasına hs de tâ tepesine çıkmamış mı?... Aman... A- damcağızı uyandırmadan hayvanı ora dan nasıl alacağız7. Tem bu sırada hayvan kerli ferli zalın başından aşağı bir kabahat yapmaz m?... Fakat kele- bek gözlüklü adam bu esnada her hal- de güzel bir rüya, belki de şişman ma- damı görüyordu ki, gülümsemeğe baş ladı.. biz de hep birden onun hasine gü- Tüyorduk. Sincap toplu iğne başı kadar kabahatlarını onun yüzüne bırakdıkça, kerli ferli zat habire gülüyor.. Fakat uyanınca ve yüzünün feci halini farke- dince kelebek gözlüklü zata ne cevap vereceğiz?... Lâkin uykudaki adamın ve bizim gülmelerimiz çok sürmedi. Bir aralık kelebek gözlüklü adamın paçasına gö- züm ilişti. Eyvahlar olsun!... Biz ba- Bir feryad. o kerli ferli zat öyle bir yerinden fırlayış fırladı ki, sormayınız. zıplıyor, sıçrıyor, bağınyor.. karşısın- daki sevgilisi şişman madam gülmek- ten kınlıyor.. Lâkin hınzır hayvanı muhterem za- tın pantalonundan çıkarabilirsen çi- kar... Nihayet bir bir muharebeden sonra, öteki paçadan çıktı, kanapelerin yas- tıkları arasında kayboldu. Şimdi gözlüklü adam bir yandan yü- zünü silerken bir yandan da bana: — Sizi dava edeceğim. haysiyetim- Je, şerefimle oynadınız. Bu melün hay- vanları trene alacak ne vardı?.. Utan- mıyor musunuz?. diye avaz avaz hay- kırıyordu... Akşam oldu. Artık hiç birimiz: ko- nuşmuyoruz. mprtımandakiler ba- na âdeta düşman düşman bakıyorlar. Bu sefer feryadı koparan uzun saçlı bestekâr oldu. — Gitti... Bütün sanat hayatımm mahsulâlı mahvoldu... Bittim, mahv- oldum... Yaşamamalıyım... Yerimden doğruldum: — Ne oldu üstad?.. Bestekâr; £ — Allah sizin de, sincaplarınızın d& belâsmı versin. bütün bestelerimin no- talarını yemişler. bilhassa son beste- lerimin... Paris sergisinde çalacaklım onları... Şimdi ben sizi ne yapayım?. Ne yapayım sizi?... Bu güzel sanatlara sul- kasd değil de nedir... Şimdi gözlüklü adam 4-5 saat evvel kendi başına gelenleri unutmuş gibi gülüyor: — Amma da musikişinas hayvanlar- mış... diye nükteler yapıyordu... Fakat müktesi ağzında kaldı... Zira yanma astığı pardesüsünün yan cebin-! den bir takım küçük küçük renkli kâ- ğdlar dökülüyordu. Gözlüklü telâşla yerinden sıçradı.. cebine elini atınca çığlığı bastı. Yan cebinden dantelâ gi- bi delik deşik olmuş iki elli Jirahk çı- Bizim sincabın marifeti... Kelebek gözlüklü öyle bağırıyordu ki, çıkarıp parasını ödemeğe mecbur oldum. Lâfı uzatmıyayım.. İzmitte bizim şir- ketin umumi müdürü trene bindi. Bi- zim kompartımana çağırdım. Zaten bestekârla, gözlüklü kompartımandan kaçmışlardı. Hay umumi müdürü kompartımana davet etmez olaydım. Bizim sincaplardan biri müdürün burnunu ısırıp, yanaklarını tırmalamaz; mı?. Müdür: — Zaten karım benim bu İzmit se- yahatime inanmıyordu.. şimdi bu tır- mıkları yüzümde görünce ben ne cevap; verceğim?.. Siz artık benim gözüme görünmeyiniz. dedi, kompartımandan çıktı gitti... Bütün bunlardan sonra «trene vah- $i hayvan bindirdim» diye benden müt- hiş bir ceza aldılar. Nihayet sincapları getirdim. Ceva- da teslim eltim. Amma bittim, betim benzim solmuş bir günde zayıflamış- tım. Cevad kutuyu açtı: — Ah evlâdlarım.. ne şeker şeyler değil mi?, Amma çok zayıflamışlar.. bu şeker yavrucukları trende sen çok üzdün galbin.. bak ne kadar zayıfla- mışlar. demez mi?. (Bir yudız) 23 Nisan Size çocuğu düşündürecek haftanın başlangıcıdır. Radyo 13 Mart 937 Cumarlesi İstanbul — Öğle neşriyatı: “Saat 12,30 Plâkla Türk müsikisi, 12,50 Ha- vadis, : 185 Muhtelif plâk neşriyatı, 14 Son. Akşam neşriyatı: Saat: 18,30 Plâkla dans musikisi, 19 Şehir tiyatrosu ko- medi kısmı tarafından iki temsil (Başbaşa ve Büyük söz), 20 Fasıl saz heyeti, 2030 Ömer Rıza tarafından arabca söylev, 20,45 Faml saz heyeti, saat ayarı, 21,15 Orkestra, 22,15 Ajans ve borsa haberleri ve ertesi günün 22 Senfonik orkestra. (349,2) 22,30 Askeri bando. (218,6) 22,45 Mozart festivali, Peşte (549,5) 2250 Konser. Lüksemberg (1293) 23,30 (Franck) in Re minör senfanisi. Berlin (356,7) 20,15 W. Ber- ger: «Trio» Sol minör. Viyana (506,8) 23,20 Piyano (Egon Petri) Dans musikisi Varşova (1339) Saat 23,30 - Mona- ko (405,4) 2330 - Juan Les Pins (235,1) 0,15 - Lüksemburg (1293) 1. M Mart 937 Pazar Öğle neşriyatı — 12,30: Plâkla Türk musikisi, 12, 50: havadis, 13: Beyoğ- Iu Halkevi gösterit kolu tarafından bir temsil, 14: Son. Akşam neşriyatı — 19,30: Varyete musikisi: Ambasadörden naklen, 19,30: Tı. Saat ayarı, 21,15: Orkestra, 22,15: Ajans ve borsa haberleri ve ertesi gü- nün programı, 2230: Plâkia solo- lar, opera ve operet parçaları, 23: Son. AKBA Ankarada ber dilde mecmua ve kitapları mektep kitapları ve kırtasiyeyi ucuz olarak AKBA müesse- selerinde tedarik edebilirsiniz. Telefon : 3377 Halkevi temsilleri Eminönü Halkevinden: Evimiz Gösterit şubesi, Gülhane par- kı içinde Alayköşkü binasında İM mart pazar günü saft 14,30 da yalnız talebe- ye ve saat (20,30) da halka olmak üze- re (Kahraman) piyesini temsil edecektir. Arzu edenlerin davetiyelerimizi her gün * Cağaloğlunda merkez bürosundan ala bilirler. (AKŞAM KAPANIŞ FİATLERİ) il Esham ve Tahvilât İst. dahili © “96,75)1ş. B. Hamiline 10,50 » Müessis 83,— 19,40) Bankası 96,75 18,95) Anadolu his. 723,— M > 18,95) Telefon 6,50 | 11,50 Çimento > | 14,35 İltihat değir. 10,90 10,50) Şark (o » 1,0 1 İstanbul 12 Mart 1937 l | İ İ | ? 42,40) Terkos 39,75 ! ; R eğil ii EEE ia zi irsi | : i 12 Ster. 5 Şi Ki 7 Kr. 41 San. Anvers hi Arpa Lehistan Mart Nisan tahmili 100 LU ; 3 r 2 ; Yasan: İSKENDER F. SERTELLİ Rüstem hayvanlığa mağlüp bir gençi olduğu kadar, milli gururunu her tür- lü zevkin üstünde tutmasını bilen bir gençti. Bu sırada Karacanın; — Dikkat edelim, Rüstem.. bu ka dın bizi sarhoş etmek istiyor. Elinde- ki şarabı sedirin yanına döktü. Türk denizcileri şerefine içmek istemedi. Diye fısıldaması Rüstemi haklı ola- rak çileden çıkarmıştı. Rüstem asabi, atılgan bir gençti. iki yüzlülükten hoşlanmazdı.. işte de, aşkta da, eğlen- cede de doğruluğu ve mertliği sever- di. Karacanın sözlerini dinlerken bey- ninden vurulmuş gibi, birden titredi. — Demek Türk denizcileri şerefihe bir kadeh şarap içmekten çekindin! Onu içer gibi görünerek yer: döktün öyle mi? Verona birdenbre şaşaladı: — İçtim.. siz görmediniz! Diye cevap verdi. Karaca ayağa kalkarak, sedirin şa- f ap ii KEMAL REİSİN İSPANYA DÖNÜŞÜ. yapla ıslanmış köşesini gösterdi: — İşte buraya döktü, Rüsteri! Ben No 129 gözümle gördüm. Bu kadın bize ha- karet ediyor. ben buna tahammül edemem. Prenses Verona; — Arkadaşın yalan söylüyor... Diye mırıldandı. Rüstem ıslanmış olan sediri kokla- di: — Şarap kokuyor.. arkadaşım ya- Jan söylemez. Bu, gerçek Türkler için bir hakarettir. Kime güvenerek yap- tın bu işi? Verona çok cesur görünüyordu: — Kendime güveniyorum, dedi, fa- kat emin olunuz Kİ, bunu size haka- ret olsun diye yapmadım, Eğer böyle bir maksadım olsaydı, bunu gizli yap- maz ve gözünüzün önüride yere döker- dim! Rüstemin gözleri dönmüştü bir ke- re. — Türke hakaretin ne demek oldu- ğunu sana anlatacağım, kaltak! Diyerek ayağa Kalktı.. Karaca han- çerine sarılmak istedi, Rüstem başını salladı: — Kadına bıçak çekilmez. çek elini oradan! .. Karaca şaşkın ve kindar bir tavır Ja homurdandı: . — Bu karı bana fens bakıyor. İşini bozdum galiba. Ben olmasaydım, se- ni adamakıllı avlıyacaktı. Ve Rüstemin koluna girerek: — Haydi Rüstem, gidelim buradan! dedi. Rüstem: — Onu birlikte güölüreceğiz. Diye bağırdı. Rüstem bu kadının vaziyetinden, sözlerinden şüphelenmişti: «Buraya böşuna gelmemiştir bu prenses... di- yordu, Hâdiseyi Kemal reise haber vermek — Haydi aç sokak kapısını, deği, prensesi sahile indirelim.. ”.. «KAKİKATİ SÖYLE, YOKSA SENİ SAÇLARINDAN ASARIM!» Kemal reis bütün donanma kap- tanlarmı amiral gemisine toplamış- tı. İspanya sularından ayrılmak için, Mayorkaya uğrayıp uğramamak nok- tasında tereddüt ediliyor, münakaşa- lar yapılıyordu. Kemal reis ikinci Malka baskını münasebetile bazı kaptanları takdir ediyordu. Hüsrev reis de kendisine isnad edilen (geç haber. ulaştırma) lal suçunu üzerinden atmıştı. z Geminin güvertesinde konuşuyor- Jardı. tu. Rüstem; gür sesile haykırdı: — Bir kayık gönderin buraya. Ve- rona adında bir İspanyol prensesi ya- kaladık. Kaptanlar biribirlerine balışarak gülüştüler.. — Böyle küçük bir köyde İspanyol Rüstem; Karaca ve bir kadın kayı- ğa binerek paşa gemisine geldiler. Kemsl reis genç kadını güvertede görünce şaşırdı. — Bu kadın gerçek bir prensese benziyor... Rüstem onu nasıl bulduğunu ve kimin evinde saklandığını anlattık- tan sonra: .— Beni para ile satın almak istedi, dedi, ben de ona bir Türk denizeisi- nin para İle satın alınamıyacağım an- latmak istedim. Kaptanlar hep bir ağızdan; — Yaşa be delikanlı! Diye bağrıştılar. Kemal' reis, Rüstemi dinledikten sonra, kanaatini değistirmisti. — Bir İspanyol nrensesinin burala- ra düşmesine imkân yoktur. Bu ka- tavırlarından herkes şüphelenmişti. g Bütün kaptanlar ve tecrübeli deniz- ciler: “— Çok doğru söylediniz.. bu kadı- nın gözlerinden buraya boşuna gel , mediği anlaşılıyor. Diyerek genç kadının sorguya çe- 'kilmesini istediler. Ş Kemal reis sordu: ge tarafından bina edilmiştir. Yirmi sekiz w kemerli meşhur köprüsü de o devirde gi yapılmıştır. . Endülüs terihlerime göre ği