Sahife 6 AKŞAM 21 Şubat 1937 — m Türk denizcileri | Ne zaman gözlerim denizlerde en- ginleşse, ufuklarm “ardından evvelce iptidai tekneleri ve kısa. küreklerile denizi dele dele yürüyen en eski ko- yıklanmızı, sonra hafif çektirilerden kadirga ve kalyonlara kadar heybetli ve geniş tekneli, pupa yelken, haşmet le denizi yara yara yol alan ejder ge- milerimizi, bunların da arkasında çe- Mik kaleler halinde denizi parça par- ça ederek dev gibi yürüyen zırhhların, diritnotları bana doğru gelir görü- tüm. Onlar nasıl ve ne kadar bana doğru geliyorlarsa ben de ayni hızla ve ayni yoldan onlara doğru yürüdü- gümü hissederim. Onların bana karşı gelişi, geçmişie- rin bugüne, benim onlara yürüyüşüm, bugünün geçmişlere doğru can atma- sından başka bir şey değildir. Bu kar- gılklı yürüyüşten . bir hakiketin ha- yale ve bir hayalin hakikate kendini vermesi hali vardır. "Türklerin mazi- si denizde de bügüne gurur ve küdret kaynağı olacak menkıbeler, kahramanlıklar ve fevkalideliklerle doludur. Yeryüzünün dörtte üçünü kaplıyan denizlerin hangi yeri vardır ki 'Türk bayrağının ay yıldızı, bu ma- vi sular üstünden ışıklarını kaydırarak! porada ve burada gümüş serviler çizmiş olmasın. Bu ışıktan servilerin altında yurd için ebödiyet ummanlarına karış- mış olanların Yuhları yüzmektedir. 'Türk, topraklarını yugurduğu kanile sularını da bayrağının rengine boya- mıştır. Onun için Türke toprak gi- bi sular da vatan olmuştur. Çünkü Türk, sular üstünde de kahramanca ölmesini bilmiştir ve vatan için can verdiğimiz her yer bize vetandır. İki gün önce, garipler mezarı hali- ne gelen yerinden üç buçuk asırdan beri, hiç olmazsa kemiklerile yokluğa göğüs geren bir Türk denizcisi, Yusuf reisini Piyalepaşa türbesine nakli için yapılan törenin resimlerini gazeteler- de gördüm ve bu törene aid tafsilâtı okuduğum zaman yukarıda anlattı- £ım manzaralar derhal gözlerimde canlandı: Başında ihtimamsız sani- mış beyaz sarığı, açık göğsünün tüy- / deri kabarmış, dirseğinden - yukarıya Kadar kıllı kolları çıplak, sağ elinde eğri bir hançer, gür kaşlarının gölge- lediği gözleri deniz fenerleri gibi bir çakıp bir sönüyor, kadirgasını bir düş-! man gemisine bindirmek üzere yıldı- nm gibi gürleyen sesile sağa sola ku- mandalar veriyor... Yusuf reisi böyle gördüm ve tüyfetim trperdi. , Balâ tüylerim ürperiyor, Aydın yalı larından çıkarâk Türk denizcilerinin eski bir ocağı olan Cezayire gidip ora- da en çetin deniz savaşlarına alıştık- tan sonra Akdenizde Türk bayrağını, karanlık çöllerde bir meşale dolaştırır gibi gezdiren yegit Yusuf reis bu haş- metile, yağız çehresinin bu kahraman duruşile hayalinde canlandıran han- gi Türkün tüyleri ürpermez?. Onun kemikleri eski yerinden yeni durâgi- na getirilirken işini, evini, evindeki emzikli çocuğunu birakarak oraya top- lanan erkek ve kadm, çocuk ve ihti- yar bütün Kasımpaşa ve civarı halkı bu duygu ile titremişlerdir. Nasıl titremezler ki onlar, karada gemi yürütmüş ve denizlere at sürmüş bir milletin öz evlâdlarıdır. Piyale tür- besinde eski kahraman Türk gemici- lerinin huzurunda duran bugünkü 'Türk denizcilerimizin gözlerinde ata- ların başlı başına bir terih yaralan yegit ruhları parlıyordu. Bu ışığı gör- memek için kör olmak bile kâfi değil- dir. Gönül gözü sönmüş olanların ise bizden olmadıklarını söylemeğe ha- cet mi var? Bu millet her zaman denizeilerini ve| denizciliği sevmiştir. Son asırlarda ba- şına geçmiş olan gafil, cahil ve ahmak insanların üstüne yıktıkları ihmal gölgeleri aitında bile sönmiyen bir kor gibi rengini ve harâretini kabetme- den duran bu sevgi, hele Abdülhami- din otuz üç senelik saltanat devrinde en derin iztıraplarin kavrulmuştur. Uçsuz bucaksız enginlere sağmıyan Türk denizeisi, birer leş haline getiri- Mp Haliç kıyılarında dibi yosun tuttu- rulmuş gemilerimizi gördükçe yüre- ginden Kan ağlamıştı. Bu karanlık yıllarda engin denizle- rin fırtmalı havalarile coşkun ruhla- rımi rüzgârlamağa alışmış Türk mil- leti, hattâ eski büyük gemicilerinin hatıralarını anarak teselli bulmaktan Bile mahrum ediliyordu. Ece ovalı bir Türk sipahisinin oğlu Barbaros Hay- reddinin, dünyanın en büyük gemici- sini yediği denizler, onun öz evlâdlarını beklerken yıllar ve yıllar süren bu has- retle coşan, kuduraı dalgalarında es- ki günlerin yadını ağlıyorlardı. Yurd Fıyılarına kadar gelen ve Türk toprak- larına hüsranla beyazlaşmış saçlı baş- larını vura vure bu dertlerini anlat- mak istiyen uzak denizlerin suları, iştiyak ve şikâyetlerini dinletecek bir baş. işiltirecek bir kulak bulamıyordu. "Türk denizcileri?! Artık bu kara gün- “Ter bitmiştir. Başında dalgaların bu eza ve iştikâsını duyacak ruhta inasm- lar var. Senin kahraman vari a dünyanın en kuvvetli dritnotları tek- ve, en büyük denizleri havuz olsa ye- ridir. Yurdunun bütün çerçevesini kaplıyan suları sen bekliyecek, sen koruyacaksın. İçin rahat olsun. İs- m Sofya m mektu ektupları Bulgaristanda mart ayında seçim yapılıyor Kadınlar, yalnız seçmek hakkına malik olarak intihaba iştirak edecakler Sofya 11 (Akşam) -— Köseivanof kabinesinin millete bir senedenberi vadettiği intihap mart ayı içinde yapı- lacaktır. Evvelâ belediye ve nahiye İntihabalı, bundan sohra pârlâmento seçimi yapılacaktır, Belediye seçimi, Bulgaristanda, Yu- goslavyadaki gibi Yilâyetlerde ayrı, ayrı yapılacaktır. İlk seçim, Eski Zağra ve Pilevne mıntakalarında martın yedisinde, on- dan sonra Şumnu ve ve Filibe mınta- kalarında 14 martta yapılacaktır. Vıraca ve Burgaz vilâyetlerinde s6 çim 21, Solyada 28 marttadır. Seçim propagandası maksadile da- hiliye ve ticaret nazırları evvelki gün buradan Pilevne ve Eski Zağraya git- mişlerdir. Bulgaristanda belediye ve nahiye seçimine evvelâ türklerin çokluk bu- lundukları vilâyetlerden başlanacak- tar. Bunun böyle yapılmasından mak- sad, Bulgaristan türkleri dalma hü- kümete sadık kaldıkları ve bu defaki seçimde de hükümetten ayrılmıyacak- ları ölhetle daha fik seçimde hükü- metin galebe etmesinin teminidir, Bu Bulgar seçiminin en mühim ve karaktersizlik ciheti, ilk defa olarak Bulgar kadınlarına yalniz seçmek hakkı verilecektir. Bundan da yalniz anne ve anne ol- muş olan kadınlar istifade etmektedir, Köseivanof kabinesinin hüküm sür- düğü şu sıralarda ilk defa olârak Bul gar kadınlarına siyasi kapılar açi- Mayor. BOLŞEVİZMLE MÜCADELE Balkan merkezlerinde bölşeviklik aleyhinde propaganda yapmak ve bol- şevizm ile mücadele cemiyetinin Bal- kanlarda da faaliyete geçmesi mak- sadile tedkikat icra etmek üzere yola çıkan İsviçre mebuslarından bolşeviz- me karşı beynelmilel mücadele cemi. yetinin relsi M: Teodor Ober Sofyaya gelmiş, istasyonda Bulgar ihtiyat za- tanbulun denizeiikle alâkolı müesse- selerini bir bir gezen ve dikkatle ince- Hiyen başbakanımızın bu sözlerini ya- kım istikbal için bir teselli bil: «Pek yakında, buralarda tamamile 'Türk elinden çıkmış, yeni gemiler ya- pıldığını göreceğime eminim.» Onun gibi ve her Türk gibi sen de emin ol. Artık gemilerine havuz olan bir Haliç suları değil, açık denizlerin mavi en- ginleridir. Hasan Âli Yücel KIRILAN BEBEKLER Tefrika: No. 30 Nakleden : Zeyneb İdil — Sen merak etme biraktığından daha âlâ bulursun. Babamdan ayrılır ayrılmaz eve doğ- rü yürümeğe başladık. Yanımızdan #€ssiz sadasız gelen küçük kuzinime halam eğilerek: — Aliye kızım neye böyle soğuk s0- guk yürüyorsun? O senin dayının kızı, en yâkın akraban, haydi sarılıp öpüşün bakalım, dedi. Halamın tavsiyesi üzerine sokakta" öpüşüp samimiyetimiz! birbirimize ilân ettik. Bir hayli yokuş çıktıktan sonra bah- gesi yeşli çitlerle çevrilmiş evi nihayet gördüm. Kapmın önünde kolları 8- valı, bahçıvan kıyafetli bir adam du- ruyordu. Halam ona da yaklaşıp' — «Küçük İstanbullumuzu getiri- yorum»> dedi, Bonrâ bana döndü: — Süzi Ahmet enişteni tanımadın mı? Bugün bahçede çalıştığı için fe- na kıyfette, haydi öpüşsenize! Ahmet enişte ile de öpüştüm. Bu gidişle Zonguldakta epeyce öpüşme antrenmanı yapacağım, Evden içeriye girince halam önüme düştü ve beni yukarı kata çıkarıp ter- temiz döşenmiş bir odaya götürdü. — İşte Süzi burada yatacaksın, şim- di şapkanı çıkar, elini yüzünü yıka- dıktan sonra hemen aşağıya gel. Kar- nin kim bilir ne kadar acıkmıştır? Şaka değil upuzun bir yoldan geldin, dedi. Aşağıya indiğim zaman sofra bazır- Yanmış, beni bekliyorlardı. Eniştem: — Gözlerin neye böyle ağustos bö- cekleri gibi sararmış Süzi? diye sor- du. Halanm sözünden çıkmazsan bak nasıl toplanır İstanbula gidince koca beğenmezsin. Koca beğenmek mi? Kuzinlerim için için gülmeğe başladılar, Halam kaş- larını çattı: — Bunların yanında da Kazara ko- ca lâkırdısı olmasın hemen otuz iki dişleri meydana çıkıyor. Durun daha bâkalım, hele siz de ablanızın yaşına gelin de, Ertesi sabah saat yedide gözlerimi açtım. Buralarda bahar İstanbuldan çok evvel başlamış. Pencevemdeki kuş cıvıltıları alt kattan gelin çanak çöm- lek seslerile karışıyor. Erken uyandı- ğımı zannetmiştim halbuki ev halkı bitleri, milli teşkilâtlar ve diğer yük- sek Bulgar zeyatı tarafından karşılan- mıştır. Burada geçen akşam verdiği kon- feransta, bolşevizme karşı beynelmi- Jel mücadele cemiyetinin gaye ve maksâdlarını, mücadele için kulla» milan vasıtaları izah etmiştir. Burada başvekil ve dahiliye, harbi- ye, demiryolları ve maarif nazırlarımı da ziyaret ettikten sonra ihtiyat za- bitleri birliği mümessillerile, zabitler, sabık hazırlar, bazı (oprofesörler benden çok evvel kalkmış geziniyorlar bile. Elinde, üzeri bir parmak kaymak m bir bardakla halam odaya gir- li: — Uyandın mı Süzi? İç şunu baka- um, Nefes :almadan bir bardak sütü di- bine kadar içtim. Halamın arkasın- dan Aliye, onun arkasından da küçük .kardevi Ferhunde geldiler, Aliyenin sabahleyin gözleri daha siyah, dudak- ları daha krmz, dolgun vücudü daha canin. — Dikkat edin ablanıza belki bir şey lâzım olur, sakın üzmeyin, diye tembih ettikten sonra halam bizi yal- raz bıraktı. Şehirlerin zehrini tatmamış, Tiya- sını öğrenmemiş bu iki saf kızla çar- çabuk samimi oldum. Ben saçlarımı tararken onlar dertlerini anlatıyor. lardı, Bilmem kâç numaralı ocağın mühendisi İstanbullu çok güzel bir delikanlı imiş. Babaları ile sıkı fıkı dost olmuş, sık sık gelip bunlarda kalıyormuş. İkisi birdei o mühendisi seviyorlarmış. Öyle tatlı anlatıyorlardı ki gözlerim gayriihtiyari yaşardı. Alçak mühen- disl Benim saf kuzinlerim ile kim bi- lir ne hoş vakitler geçiriyor? Her yerde bu ebedi sevgi... Herkes seviyor... - Eniştem, bin bir itina ile ve kilise mümessillerile görüşmüştür. Şimdiki kabinenin organı olan Dnes gazetesine beyanatında demiştir ki; <Teşkilâtımızın her memlekette pek çok âzası vardır. Cemiyetimizin bey- helmilel bürosunda bir çok maruf 28- vat bulunuyor. Bulgaristanda da bol- şeviklik aleyhdarı ve hakik! vatan mü— dafileri olan sağlam teşkilâtların mevcut olduğunu gördüm.; M. Ober, buradan Belgrada git miştir. İLK DEMİRYOLU Varna ile Rusçuk arasında demir- yolu yapılalı 70 sene olmuştur. Bul- garistanda yapılan ilk demiryolu bu- dur. Bu demiryolunun inşasının yet mişinci yıldönümü flkbaharda mera- simle kutlanacaktır. Bu işe en ziyade mütekait demiryolları memurları ön- ayak olacaklardır. Varna - Rusçuk demiryolunun tarihçesi hakkında bir büroşür neşredilecektir, Bu münasebetle bir de «Demiryol- ları haftası; yapılacak, o hafta hal ka, Varna ile Rusçuk arasında ucuz tren seferleri tertip edilecektir, Bu yıldönümümüne, misafir olarak Ro- manya demiryolları erkânı da davet edilecektir. «Demiryolları haftasında» halka, de- KADIN KÖŞESİ Zarif bir elbise. Karen Morley'in giydiği bu elbise kumlu, gümüşlü bir kumaştan yapı- - mışlır, Sadeliği ile beraber çok zariftir. Belediye mektupçuluğu Uzun zamandanberi İstanbul bel diyesi mektupçuluğunu vekâleten idas re eden B. Necatinin esaleten mai Şuluğa tayini emri gelmiştir. Çalışganlığı ve dürüst ahlâkile Bah miryollarının iktisadi ve askeri saha- | disini muhitine sevdiren yeni belediya larda olan ehemmiyetleri anlatıla- b muvaffakıyetler, diles caktır, İnegöl (Akşam) — Halkeyimizin köycülük komitesi havanın açık olduğu günlerde civar köylere gezintiler tertip etmekte, köylünün sağlık ve temizlik işlerile yakından alâkadar olmaktadır, Komite bir çok köylerde açık lâğım- Jarı kapattırmış, umumi helâlar inşa ettirmiş, evlerin çoğunu badanalattır- mış ve köy haricinde umum! köy gübrelikleri meydana getirmiştir. 'Yalmz civar köylere iskân edilen muhacirler on senedenberi buralarda otur- dukları halde bazılarının türkçe kom görülmüş, kaymakam bunun bir vatan borcu olduğunu kendilerine hatırlatmıştır. Resimde köycülük ko“ mitesi köylülerle bir arada görülüyor. diktiği ve açmağa yüz tutan çiçekle- rini bana gösterirken ben düşünüyo- rum: «Evet hep sevgi... Fakat onla- rmki benimkinden çok farklı, terte- miz, topraktan fışkıran sümbüller ka- dar taze, belki de ilham edeni, yaşa- tanı hissetmeden solup gidecek... Bahçeyi büyük bir alışkanlıkla do- laşıyor, bu toprağı yadıngamıyorum. İstanbulda doğmuş olabilirim fakat beni çeken, hislerimi berraklaştıran bu Anadolu toprağının her köşesinde ecdadımın kemikleri yatmıyor mu? geye — İki kişi gelmiş sizi görmek isti- yor, diye Ferhunde haber verdi, Acaba yine halamın bilip tüken- mez akrabalarından biri ile mi tanı- şacaktım? Durakladığımı gören Fer. bünde: — İkisi de İstanbulluya benziyor, dedi, Misafir odasına aldım, ablacığım. Döşemeleri solmasın diye pancurlar rı dalma kapalı duran odaya girer girmez hayretle bağırdım: — Fazilet!.. Necdet!.. Gözlerime ina- Damıyorum. Pancurları, perdeleri açarken s0r- dum: — 'Telgrafımı alsaadın mi Fazilet? — Aldım fakat... Fazilet uzun bir izahata girişti. Bu kış gripteri başını Kaldıramamış, tek grahmı aldığı sırada bile yatıyormuş, Bugün de kocasının ve Necdetin 1sra- yı Üzerine gelip beni görmüş. Hemen yüzümü buruşturdum; — Ben seni daha hakikatli zamıc- derdim, dedim. — Süzl aramızdaki samimiyete gü venerek ve beni mazur göreceğini fars zedererek gelemeyişimin hakiki sebe- bini açıkça anlata, Maamafi şuna emin ol, senden başkası için bu halim- Je yerimden bile kımıldamazdım. — Teşekkür edörim, ben de esasen Şaka niyetile söylemiştim. Altı ay sü- ren bir aylıktan sonra biribirimizi görür görmez unlatacak soracak bir sürü hadadislerimiz varken herhald4 hemen kavgaya başlıyacak değilir, öyle değil mi bay Necdet? — Hakkımız var efendim. — Ya siz, ne zaman buraya geldi niz? — Aşağı yukarı on gün oluyor, Fas siletin hastalığını çok merak ettim, saniyen İstanbulda yapayalnız fena halde canım sıkılmıştı, — Daha çok kalmağa niyetiniz vaş ma? — Henüz bir katar vermedim. Sevincimden bir çocuk gibi zıpla“ mak, bağırmak, gülmek, istiyordum. Yirmi dört saat bu küçük şehirde Fa giletlen bir haber alamayınca Ayva lığa döndüğünü zannetmiş, fena hale de sıkılmağa başlamıştım,