İKİ KAFADA - Bay Salih Bozoka - Vaktile yazmıştım. Şimdi tekrar | efendiye gelince az çok o da öyle, Lü- Sevdiği kızı korumak ediyorum: Ahmed Alim ve Mehmed Halim efendilerin ikisi de gayet seçkin adam- lardı. Gayet seçkin ve gerçekten bil- gin adamlar. Bu iki insan bugün beka Alemi dediğimiz meçhuller ülkesine gitmiş bulunuyor. Ölümlü cihanda hiç anlaşamıyan Ahmed Alim ve Meh- med Halim efendiler, ahirette biribi- rile uyuşabilecekler mi? Zannetmem! Bana kalırsa (Mahşer) de bile siyasi didişmelerden başlarını alamasalar gerektir. Ben onları meşrutiyetten evvel tanıdım. Ve kendilerini her mübahâsade kılıç kalkan oynar gör- düm. İkisi de söz savaşları için en ma- barçtli birer silâhşordular. Ahmed "âlim ve Mehmed Halim efendileri din- erken hep ayni şey dikkatime ilişir- di. Düşünürdüm ki çok düzgün dü- günceli iki baş bile ayrı ayrı kanaat- erin iskelesinden yola çıkınca biribi- rine ne kadar uzak kıyılara düşüyor- lar, Ve aralarında ne tehlikeli çar- pışımalar oluyo! "Ahmed Alim efendi ekseriya (mu- yafik) dı. Mehmed Halim efendi ise Bemen dalma muhslif' Kendi kendime dgima işte iki (cen- gâver) derdim. Ve 6 kadar müsavi Küvvetlerle savaşırlardı ki arada sıra- Ün kabul ettikleri küçük mütarekeler, bir türlü kat'i zafer üzerine kurulu bir barışa varamazdı. Iâkin ölümü görüyor musunuz; işte hiç kesilmiyen münakaşaları onun usturası ikiye biçti. Merhum efendiler, meşhur iki sat- ranç ustam gibi biribirini mat etmeğe çalışırken ben zeki bir doktorla ko- Buşur ve sorardım; * Bu niçin muvafık, o niçin mu- hali!? — Anlamıyacak ne var azizim? Mi- saç meselesi! * © halde derdim, gerek siyasi, gerek mi mücadelelerde biribirine denk kuvvetleri hiç istememeli! Zira o za- man hiç bir işin içinden çıkılamıya- tak demek! . — Galiba öylel. / Evet bu döğüşken fakat şamatasız adamlar bugün tamamile susmuşlar- &ır ve onların şimdiki sükütu bana eski sohbetlerini hatırlatıyor. © Ancak Ahmed Alim ve Mehmed Ha- Mm efendileri okuyuculara iyi anla tamadım. Yukarıdaki satırlara göz gezdirenler zihinlerinde şöyle bir re- &im yapacaklar: Hırçın, İnatçı iki adam. Ve öyle iki adam ki elleri biri- birlerinin yakasından bir türlü ayrı- lamaz. Halbuki hakikat hiç böyle de- didi. Ahmed Alim efendi en nazik yaratılış içinde metin kanaatlere ma- ik bir kimse idi ve en sert hakikatleri bile zarafetinin yapma yumuşak bir kılıf içinde sokardı. Mehmed Halim İ kin o daha ziyade gösteris z bir mah- faza içinde çok ağır mücevherler sak- lamak istiyen bir kuyumcuya benver- di. Gerçi arada sırada kendisinin he- va fişeği gibi birdenbire yükseldiğini görmez değildik. Ancak muayyen bir irtifan bir kere atıldı mı, zekâsı renk renk kandillerle bir irfân yağmuru yağdırırdı. Ahmed Alim ve Mehmed Halim €lendilerin ben bir çok konu üzerin- de konuştuklarını duydum ve bunlar- dan çok istifade ettim. Zira bu iki başta bir nevi Evliya Çelebi hüviyeti vardı diyebileceğim. Şu bakımdan ki her ikisi de fikir kâlnatının her ys- macına tırmanmış, Mer yaylasında geniş nefesler almış zekâlardı. Hattâ bu kadar da değil. Onlarda düşünce hayatının bütün şelâlelerini, girdab- larını, hatta ummanları ile tayfun- larını görürdük. Ben vaktile İki kafadar) ba; sltında otuz kadar makale yazari bu iki şahsiyeti matbuat sütunların- da konuşturmak istedim. Fakat mem- leketin geçirmiş olduğu bin bir türlü felâket ve sansür sıkı işi sürekli olarak yapar hatırıma bir şey okuyuculara k mi nayım; yani Ahmed Alim ve Mei Halim efendilerin muhtelif fikirlerin- den ve eski tabirle zihnimdö kalabile: rTeyim. Sonra yeni bir onların bakış zav i içinden gör- meğe çalışayım. Bu'ıdan ne çıkar der- seniz işte cevabım: Belki bir parça bohçası, belki bir kamaval kiyafeti! Herhalde benim daima için susan bu efendileri, hayatta kendilerinin konuştuğu gibi söyletmeme imkân yok. Ancak, onları anmakta hazin bir memnuniyet buluyorum. Çünkü bir çok senem irfanlarmın kıyısmda akan bir su oldu ve bu su aktıkça üzerine geçtiği kenarların âkisleri döküldü; Ne güzel bağlıklar, bahçelikler! Kahraman olarak seçtiğim fâniler, varlıklarını hiç bir kere gazetelere sezdirmemiş mütevazı ve içli kimse- lerdi. Bilinmemeği ve unutulmamayı daha dünya yüzünde iken kendileri. ne hem yurd hem türbe edinmiş iki mütefekkir. Onları, ölümlerinden son- ya tamamile yaşatacak Mesiht nefes elbette benim kalernimde bulunamaz. Onun için yarın bu satırlar de gürül- tüsüz patırtısız bir surette (Nisyan) içine düşerken orada biribirile daima münakaşa eden fakat biribirlerinden asla aynlamıyan iki kafadara raslı- yacaklardır: Ahmed Alim ve efendiler. Mehmed Halim 'azıl Ahmet Aykaç için hapse razı olmuş Casusluktan dolayı beş sene hapis yatan İngiliz zabitinin itirafları Bundan birkaç sene evvel İngilterede müthiş bir dedikodu pallak vermiş, bir İngiliz zabiti casuslukla itham edilere? Londra' kalesine hapsedilmişti. Mülâzim divanı harbin kararile «ec- nebi devletlere askeri sırları ifşa etmeli Suçile maznun olarak beş sene kürek cezasına mahküm oldu. Herkes hayret içinde kaldı. Suçlu mülâzim Beyli Stu- art bir miralayın oğlu idi, Babası bu büyük felâketin altında ezildi. Çaresiz ismini değiştirdi. Mari - Luiz isminde bir Alman kar dın caSusu tarafından aldatılarak, memlekete karşı hiyanete sevkedilen bir evlâdın babası olmak ne kadar ağır bir şeydi, Zevalh ihtiyar asker senelerce izti- Tap İçinde yaşadıktan sonra nihayet dayanamıyarak geçende öldü. Hükü- met babasının cenaze merasiminde bu- lunabilmek için sabık mülâzimin 20 gün kalan mahkümiyetini affetti. Hapishaneden çıkan Beyli Stuart ca” Susluk vakasını şöyle anlatmıştır. Hapse girdiğim zaman 23 yaşında idim. Mülâzim idim. Bir zabitin oğlu ve diğer bir zabitin kardeşi idim. Be- | ni bir otamobile koydular. Londra Isti- kametinde yola çıktık. Otomobilin Üs- tünde yazılı olan «Londra kalesine» #baresini görünce ağır itham altında olduğumu derhin! anladım. Fakat gene korkmadım. Çünkü fena bir harekette bulunmadığımdan emindim. Divanı harp beni beş sene kürek ce- zasına mahküm edince âdeta bir silin dir altında ezilir gibi oldum. Fakat çare yoktu. Beş sene taş kıracaktım. Şimdi bu mesele hakkında artık ha- kikati söyliyeceğim. Şimdiye kadar hakikat söylenmiş değildir. Divanı harp KIRILAN BEBEKLER Tefrika: No. 13 Şimdiye kadar belki hiç görmediğim fakat bugün bana âşina gelen bu in- sanlarla konuşmak, beni kendilerine yaklaştıran hissin Sirrmi anlamak için yarıyordum. Demek ben de onlar gibi, bütün yaşıyanlar gibi seviyor dum?.. İşin en tuhafı Mithatı hakikaten sev- diğime emin olamayışım. Acaba sev- menin birkaç şekli var mıdır?. Bence, sevmek bütün arzuları uyuşturan ve ya uyandıran, zevkleri artıran bir his, bütün bir âlem, bütün bir varlık de- mektir. Halbuki Mithat hislerimdeki boşlukları tamamile dolduramıyor, bu- pa rağmen gelip birisi; «Mithatla alâ- kan kesildi, onu bir daha göremiyecek- sin> dese kederimden belki ölürüm. Esasen pek te üzülmüyor değilim, dört günden beri Pervinder hiç bir ha- ber çıkmadı. Demek artik bana ihti- yaçları kalmamış. Asabiyetimin ara sında zihnimden şu cümle geçiyor; «Pervin zannettiğin kadar budala de- gil çocuğum. Olanı biteni anladı; göz yaşları, yalvarması Mithafa dokundu, sen feda edildin. Evet tıpkı bir defa Nakleden : Zeyneb İdil giyilmiş sonra beğenilmeyip atılan mâ- nasız bir elbise gibi atıldın» Beşinci günü Pervinden şöyle bir mektup aldım. *... Bütün hafta dişçiye taşındım, €ğlenmediğimi tabii tahmin edersin, Halbuki aranızda hoş saatler geçirme» ği ne kadar isterdim.» Bir hafta on günlük bir fasıladan sonra, Taksimdeki küçük apartıman- da toplantılarımıza başladık. Mithat Üzerimde bıraktığı tesirden emin ol duğu için şimdi fazla küstah tavırlar takınıyor: «Benimsin inkâr etme» der gibi sık sık yüzüme bakıyor. Bu teker- rür eden bakışlar canımı sikiyor ken- di kendime karar veriyorum: «Mithati | zannettiğin kadar oyuncağın değilim. İstediğim herhangi bir anda kendimi çekebilirim. Fakat bu anı çabuk iste- mekte bir sebep göremiyorum. Ne o gün ne de ertesi gün memnu dakikayı yaşayamadık. Meraklı Per- vin peşimizi bir lâhza bile bırakmadığı için fırsat bulamıyorduk. Yalnız ara» sıra bir şeyi ikimiz birden almak baha- nesile uzanırken ellerimiz biribirine dokunuyordu. Ne olurdu allahım! Per- vin o yağmurlu günkü gibi hastalanıp âteşle kendinden geçseydi. Sâadetimi- ze mâni olduğu için şimdi ondan nef- ret ediyorduk. Her ikimiz de ayni dü- şünce ile çırpınırken, Zavallı Pervin «benim küçük tavşanlarım» diye bir yandan sevgisini anlatıyor, diğer | yandan da elindeki ipekli örneklerini göstererek: — Döşemelerin yüzlerini değiştirte. | ceğim, sizin de fikrinizi almak istiyo. | rum> diyordu. Fikrimiz!... Üçümüz de kumaşların | Üzerine eğilmiştik. Mithatla o kadar yakındım ki, saçlarını yıkadığı İngi- liz sabununun kokusunu duyuyordum, Aç gözlü ağzı hafif hafif titriyordu. | Fikrimiz!... Pervin onu tahmin edip bi- zi yalnız bıraksan dünyanın en büyük iyiliğini yapmış olursun. Maamafih az zaman içinde buna de çare bulduk. Kapıdan içeriye girer gir- | mez, rüzgârdan güya dağılmış saçla- Tımı düzeltmek bahanesiyle şapkamı Pervinin yatak odasında, eldivenleri- mi, mantomu ötede beride bırakıyo- | rum, Giderken bütün bunları arayıp | bulmam için tabii Mithat yardım edi- | yor. Bu kadarına esasen Pervin de göz yumuyor. Yalnız geçen günü oturdu. | ğu yerden Mithata: — Çapkınlık etme sakın! diye ses- lendi, Beyli Stnart'in son resmi huzurunda hakikati söylemedim. İn- telligence Service hakikati bilmiyordu. Utanıyorum. Bu tarzı hareketi seç- mekte çok esaslı sebepler vardı. Alınan- Mithat da: Benden şüphe mi ediyrosun Per- vin? dedikten sonra yanıma gelip kuv- yetli kollarını vücudüme sardı. Pervini aldatmaktan o günkü kadar şiddetli bir zevk duymamıştık. Dudak- larımız biribirinden ayrılırken: — Sen bulunmaz bir kadınsın Süzi.. demişti. Demek biribirimize «sen, diyecek kadar samimi olmuştuk. Bu yakınlık hissi başımı döndürdü, sevincimden ne yapacağımı şaşırdım. Süheylâ ile Adnan balayı seyahatin- den dönüyorlar. Bir mektup iki telgraf eldik. Annemin sevinçle parlıyan göz“ iünyanm en seri muhabere vasıtala- nüdan daha emniyetle bu haberi veri- yor. Evdeki telâşa ben tamamile lâkay- dım, Küçük maceramdan başkasile alâkadar olamıyorsam kabahat be- nim mi? #üheylâ ile Adnan doğru bize inecek-| ter, apariımanlarını yerleştirinceye ka»; dar bizde kalacaklarmış. Bu sabah er- ! Kenden annem beni uyandırarak gâra gelip gelmiyeceğimi sordu. Epi bir za- yari ayrı kaldığım ablamı biran evvel f görmek için hiç te çılgıncasına bir ar- | zu duymuyordum, fakat formalite ica- | bı giden kafileye ben de karıştım. Tren durur durmaz basamaklardan | ilk atlıyan Süheylâ oldu. Üzerinde, hoş |, geçmiş tatilinden dönen bir sinema ya ve Hollandaya devlet sırlarını gi Mağa gitmedim. Divanı harbin vu hami doğru değildir. Para mukabili | de sır satmama da imkân yoktu. İngiliz «İntelligence Service» 8 #aka bastırdı. Muhakememde suçlu | duğuma 'delil olarak bana göndeüö 60 Mira gösterilmişti. Fakat bu ğ zânnedilen membadan gelmiş değ O paranın nereden geldiğini biliyorum. Bana askeri sırları ifşâ © meme mukabil de verilmiş değirdi. F7| kat şimdilik hereden geldiğini söyl miyeceğim i Maşukam olduğu iddia edilen göğ Alman casusu Ma zle arar hiç bir mtinasebet yoktur. Bu kadi Aşık olmadım. Teykif edildiğim es8” da başka bir ka dum. Mİ 0 kıza âşığım. Onunla tekrar bulüf . Fakat tekrar buluşaciğii ma hiç ümidim yok. Muhakömem © masında ketumiyetimi hep onun İç muhafaza ettim. Onunla ved son dakikayı hiç unutamı; zaman kış Sporları için cemubi A yade buluşmayı kararlaştırmışlık, F£ kat randevü tarihinden bir ay oi tevkif edildin:. Bu kızın hüviyetini bir sır olarak BÜ hafaza ecüceğim hapishaneye girdi dakikadan beri onun resmini İncili”) İçinde sakladım. Birçok mahpus nAYİ dudların onun resmine ve onun mı yüzüne bakıp bâna sırıtmalarına © hammülüm yoktu. | Kızcağızın Hollandaya bir arkadi| şımla beraber yaptığım sey hatlerd katiyen heberi yoktu. Şimdi acabü tikbale ümidle bö miydim? hedeyim., Onun için kendimi mak tiğim halde ona malik olmuş değil” Londrada kıymetli bir taç satıldı Geçen hafta Londrada kiymetli b taç satılmağa çıkarılmıştır. Taç fır i üğünde inciler ve hirçok-pırlsf”| süslenmişti. Çok temiz bir s& Tette yapılmış olan bu taç 25 bin bagi) Wiz lirasına müşteri çıkrmstır. Sahipli) henüz satmağa razı olmamışlardır, 29) cım 50 bin İngiliz lirası değerinde oldU”| gunu söylüyorlar, Aâkirisinin yorgunluğu vardı. Evi annemle kucaklaştılar, ablam müt | madiyen: l — Çok mesudum anne, diyordu. Geriye kalan bizlere pek aldırmağ” Arkasından, ince bir pardesü, zengi beğenmediğim yeşili bir şapka giymit | olan paşazademiz indi. Gözleri fersi# bıyıkları düşmüştü, Yataklı vagonu” hararetinden el'an terini muhbafağ” eden elini istemiye istemiye uzattı. » Süheylâ çok mes'uttu... Fazla mi balâği ediyar diye düşündüm. Adns” gibi üzerinden iğretilik akan kendisi nin de ne olduğunu, ne istediğini bil” yen bir koca ie bir kadın mes'ut ol” bilir mi acaba? Benim Afithatım görü müşte belki dahr çok çapkın, fakat olmazsa bütün hissiyatı apaçık, bir erkek. Evvelce ablam diye tanıdığım gel İ kızla bugünkü genç kadının arasın çok fark vardı, bize âdeta yabancı bi duruyordu, Annem de bu durgun!” ğa şaşmış, fazinca müteessir olmusÜ Evet, Süheylâ değişmişti. Etvarı har kâtı Avrupalaşmış, gözlerine bambaf” ka yeni bir İfade vermişti Buçli bile şimdiye kadar görmediğim bir “Yy kilde taramıştı. Güzel seyyahlarımı$ konuşuyorlar, buna mukabil İstanbul” dik defa görüyorlarmış gibi Sirki lokantalarına, önünde nargile müşterilerine hayretle bakıyorlasi Gârkası vö”