14 Eylal 1934 AKŞAM Sahife 9 AKDENİZDE TÜRK AKINCILARI Yasan: İSKENDER FAHREDDİN Sihirbaz (Yani) yıldı Gece olmuştu. Sihirbaz (Yani) oturduğu oda- nin yüksek ve (Kızkulesi) ne ba- kan penceresi önünde yıldızları tarassut ediyordu. İkinci Sultan Beyazıt yalsı za- manından sonra, (Yani) nin bu- Junduğu odaya gelmişti. Bizantlı sihirbaz, padişahın gel diğini hissedince ellerini yukarı- Sihirbaz gözlerini göğe dike Biraz sonra padişahı arkasında gördü ve kendi kendine gibi, kısaca çu izahatı verdi: — Tripüsler üç kardeş yıldız- lardır. Beni çok severler.. Onlari ırırsam, derhal ce- Arzularımı sorarlar. Bunlardan birisi insanların saa- detini, ortancası felâketini ve en küçüğü de istikbalde başına gele- ceğini haber verir, Ve hükümdara dönerek: — Siz emrediniz, haşmetmeap! dedi, bunlardan hangisile komuş- am arzu edersiniz? ööylenir Padişah, münecci duruyordu: — Evvelâ birincisine sor! Re. fah ve saadetimiz temadi edecek mi? Diye cevap verdi. Sihirbaz kollarını biribirine ka- vuşturarak manası anlaşılmaz ke- Timelerle göğe doğru okuyup üf- İedikten sonra: — işte, haşmetmeap! (Saadet Yıldızı) cevap veriyor.. Onun ağ- zandan orum, dedi. Anlatmağa başladı: Padişah, maddi hayatta azami saadete kavuşmuş, bir ü sandır. Aile ve geçim cihetinden ölünceye kadar mesut yaşıyacak- tır, Yeryüzünde kaç sene daha te- neffüs edeceğini küçük kardeşim- den sorunuz!u in arkasında İkinci Beyazıt memnun olmuştu. Ortanca yıldızdan bir şey sor. mak niyetinde değildi. — Küçük yıldıza istikbalden har ber vermesini rica edelim, Dedi, Fakat, Yani başını salladi: — Tripüsleri rencide etmeğe gelmez. Küserlerse bulut ardına. saklanıp günlerce meydana çık- mazlar. Ortanca yıldızı da dinle- meğe mecburuz, Padişah başını önüne iğdi. Sihirbaz gene, birincisinde yap- tığı gibi, kollarını kavuşturdu. Bir şeyler mırıldandı.. Ve kaşla ını çatarak: - «— (Felâket yıldızı) mın ağzin- dan söylüyorum, dedi, hükümdar çok yakında meşhur bir Türk de- nizcisinden ihanet Bundan başka sarayda mühim irlenme hadisesi olacak ve padişah bu hadiseden büyük bir acı duyacaktır. İki sene sonra mü- him bir hastalık hükümdarın sıh- hatini bozacak ve siyasi muvaffa- kyetsizliklerden üzülecektir. ls- tanbulda büyük bir yangın olacak ye halkın umum servetinin yüzde onu mahvolacaktır. Padişahı sa- görecektir. rayında en sevdiği şahsiyetlerden | biri öldürmeğe teşebbüs edecek ların ağzından cevap veriyordu: Padişaha tepşir ederim ki; Türk donanması yeni bir döğüşte de muzaffer olacak.. Fakat sarışın bir kadın elile zehirlenecektir!,, Tetrika No. 172 1 ve ecel ile karşılaştığı halde kur- tulacak, fakat bu yüzden müvaze- nesi bozulacak ve vaktinden evvel ihtiyarlıyacaktır. » : Sultan Beyazıt ayakta dura- madı Bu sözler padişahın maneviya- tanı fona halde bozmuş, dizleri tt- remeğe başlamıştı. Sihirbaz Yani meğer ne cüret- kâr, ne cesur bir adammış! “w Bu sözleri sihirbazın nasıl liyebildiğine © şaşmamak kabil miydi? Beyazıt ( — Yeter... Üçüncüsüne geç! * Yani, padişahi süzdükten sonra, püs) e sordu: — Ikinci Sultan Beyazıt hazret- lerinin itsikbalini senden işitmek istiyoruz.. Hazır mısın? Beyazıt saraya tutulmuş hasta lar gibi buhran ve heyecan içi de titrerken, Ye «— Saliple hilâl, yeryüzündeki dağları sular kaplayıncıya kadar rpışacaktır. Bu mücadelede hi- 1 asırlarca muzaffer olacak ve Türkün sırtı yere gelmiyecektir. Şimdi gözlerini bana çeviren hi kümdara tebşir ederim ki, yeni bir deniz dövüşünde de galip gelecek, fakat çok sevdiği kahramanlardan in cile üçüncü (Tri birinin ziyaına şahit olacak ve yıl- larca onun matemini. tutacaktır. (Felâket yıldızı) nın haber verdi- Zi ölüm tehlikesini sarayda sai bir kadın eli hazırlıyacak ve pa: şah bundan başka ayrıca iki ze hirlenme tehlikesi geçirecekti Avrupalılar bu hadiselerden ist fadeye kalkışacaklar ve deniz üs tünde ittifak ederek Türk memle ketlerine hücum ve tecavüz ede cekler.. Fakat, Istanbuldan umul. | mıyan bir kahraman zuhur ede- cek ve donanmanın başına geçe- rek Avrupalıları püskürtecekti Bundan sonra hükümdar istiraha- te çekilecek ve bir kaç sene h: betmiyecektir. Bu sırada kendi- sinde (Mısır) 1 istilâ arzusu uya- nacak, fakat bu şerefi, kendisini on beş sene sonra istihlâf edecek olan Sultan Selim ihraz edecek tir» | Beyazıt bu esnada gökten geçen | bir kara bulutu gösteterel — Eyvah, dedi, (Tripüs) ler kayboldu. Göğü meşum bulutlar haşmetme- ap! - diye cevap verdi - Yıldızlar, bulut geçtikten sonra gene mey- dana çıkarlar. Ve başını hükümdara çevirerek sordu: — Baska şey daha sormak | arzu eder misiniz? l — Hayır. (Arkası var) a AKBA müesseseleri Ankaranın modern türkçe fransızca ve ecnebi lisanlarda kitap, gazete, mecmua, fotoğraf levazımı ve izodellerini temin i vekleri karşısın Şubesi: Bamanpazarında, çi Her akşam bir hikâye ş Nüzhet, Bursaya: varır varmaz, ötelde biraz yıkandıktan, çanta: larını açtıktan ve resim takımla. Tını çıkardıktan sonra hemen Yer gil camiye koştu. Büyük bir res sam değildi. Fakat içindeki mat aşkını, güzellik muhabbetini eserlerine oldukça inikâs ettire- bildiği için, bir amatör olmakla beraber, kendisine a2 çok şöhret temin etmişti. Nüzhet cevelânından memnun bir halde otele döndü. Resimleri yapılmağı değer bazı güzel man- zaralar bulmuştu, Ertesi gün ça- lışmağa başlıyâcaktı. Otel tenha idi. Yemek salonunda üç dört ki- i âdiler. Bunların arasında, ec nebi olduğu pek belli olan genç bir kadın da vardı. Nüzhet ta- bii onun yanındaki masaya otur- du. Kadının İngiliz olduğu anla: şılıyordu. Yemekte garson ile an- laşmak için epeyce sıkıntı çek- tiğini görünce, Nüzhet lâkırdıya karıştı, İlk tahsilini İngiliz mek- tebinde yapmış olduğu için pek güzel ingilizce söylerdi. Bu iyi bir muarefe vesilesi ol- du. Çarçabuk biribirlerine isindi- lar. Öteden beriden konuşmağa başladılar. Genç ve güzel İngiliz kadını da güzel sanatlara pek meftun idi, Bursanın tarihi abi delerini ve tabii manzaralarını görmek için gelmişti. Nüzhetin ressam olduğunu anlayınca pek memnun oldu. Ertesi gün, Bursayı beraber gez- diler. Uludağ çıkmağa karar verdiler, Güzel İngiliz kadıni gör- düğü tabii güzellikler karşısında bir çocuk gibi seviniyor, «ah Tür- kiye, ne güzel memleket, bütün hayatımı burada geçirsem» diye içini çekiyordu. Uludağ otelinde biraz oturduk- tan sonra zirvenin yolunu tuttular. Her adımda rasgeldikleri güzel Hikler içinde ödeta mestolmuş bir halde, gülüşerek, eğlenerek, yor- gunluğu hiç hissetmeden, Yi yorlardı. vi.” Okuyucuların pek haklı olarak tahmin edebilecekleri sahne ha- kikaten vukua geldi. Nüzhet genç kadının güzelliğine karşı duydu- ğu hayranlığım bir buse ile ifade ve hülüsa etmek istedi. Fakat genç kadın, bu cüretkâr ağzı ken- dinden uzaklaştırdı: — Hayır, bu olmaz, dedi, Bu- nu İstemem. Nüzhet bozuldu. Bu kadar kati | bir mukavemete rasgeleceğini ak- lına getirmemişti. Yalvarir gibi sordu: — Niçin Sisey? Bunda ne fe- malik var? Genç kadin cevap Yollarma devam ettiler, vermedi. Fakat | şimdiye kadar böyle mukavemet- lere pek alışkın olmıyan Nüzhet Bir emiyor, etrafa bakamı- ki kere daha hücuma ıç kadın, darılmıyor, fa- bütün bütün alevlenmişti, türlü yi yordu. Bir geçti, Ge kat Nüzheti de yanına pek fazla sokmuyordu: — Buseleri nişanlınıza sakla yınız, diyordu. şenlım yok. — Elbette olur. Nüzhet o gün fazla bir muvaf- fakiyet elde edemedi. Fakat yarı bir türlü bırakmıyordu. Ni yet bir gün genç kadın izahat verdi — Benim harekâtim tecessüs dedi, — Ne tuhaf şey! Burada sizi kim edi w bi edebilir? 3 :l İngiliz kadını uzun bir iye anlattı. Evli idi. Fakat bu izdivaç hayatında bedbaht olmu tu, Ayrılmak için mahkemeye mi racaat etmişti, Hâkim altı ay ko- casından ayrı yaşamasına karar vermişti. — Bu alti ay zarfında kadın gayet usulu durmalıdır. Çünkü sonra talâk onun aleyhinde hük- molunur. — Anlıyorum amma... Buradı ecnebi bir memlekette ne yaptığınızı kim bili 7 — içimdeki vazife hissi buna mânidir, Çünkü kanun gayet uslu olmamı icap ettiriyor. Ben de uslu sizin 'durmağa mecburum. Kanuna bu kadar İ betin zihni almıyordu. O kadar İ kızdı ki Bursadan gitmeğe karar | verdi. Küçük spor otomobilini ga- an çıkarttı. — Adiyo Sisey, ben gidiyo- — Nereye? — Buradan Karaköye, oradari da artık bakalım mereye, Anka- raya mı olur, başka tarafa mi olur, şimdilik bilmem. Belki de © tarafa gitmem de Yalova yolu- nu tutatım. — Yalnız misin? — Tebii değil mi? Sissy mavi gözlerile Nüzhetin Yüzüne baktı, Bir şey söylemiyor. du. Sonra mütebessiman; ürmeli Nüz- — Güzel seyahatler temenni ederim, dedi. Nüzhet işlerini bitirip te yola çıkmak: üzere otomobilin yanına gittiği zaman güzel İngiliz kadı- mini otomebilde buldu: * — Fikrimi değiştirdim, diyor- 'du, ben de beraber geliyorum! Bir kaç gün civarda dolaştılar. (Artık öpmeğe izin çıkmıştı.) Ya- lovaya gittiler. İzniğe gittiler. Gayet iyi arkadaş olmuşlardı. Anadolu içerilerine doğru da ce- | velânlarını yaptılar. Sissynın uslu | durması için muayyen olan za- İ manın bakiyesi geçmişti. Bir ak- şam, Eskişehirde | Sisey Nüzhete bir telgraf gösterdi. — Davayı kazandım, bitti, de- di. Nüzhet sevincinden ellerini pıyordu. — Ey artık evleniriz, değil mi Sissy? Genç kadın bir kahkaha attı, — Sahi mi söylüyorsun? — Neden tereddüt ediyorsun? | — Dinle beni, Nüzhet. Geçir- 'diğimiz bu tatlı günlerin hatırası sana kâfi değil mi? Nihayet can sıkıntısına varacak bir vaziyet ihdas ederek dostluğu berbat et- mek yazık olmaz mi? — Sen de buna razı zannetmiştim. — Ben sana hiç bir zaman böy- le bir yaitte bulunmadım, — O halde neden bana bu ka- dar dost ve müşfik davrandın? — Çünkü senden pek heçlanı yordum. Pek kibaren hareket edi- yordun. Nüzhet israr etti, Fakat İngiliz kadınının fikrini değiştiremedi. O gece; otelin bahçesinde Por- İ| suk kenarında otururken Nüzhet muttasıl şikâyet ediyordu: —Bu ne büyük bir ümit içinde geçirmiştim, Sisey. Şimdi ne acı bir hayal sukutu! Neden beni bırakıp gideceksin? Ne çare, hayat bu. Odalarına çekilecekleri zaman, Nüzhet, artık kendini tutamıya- olursun iki ayı His ve Montekario (Baş tarafı 7 inci sahifede) © on binlerce insan civıldaşiyor... İ Yolumuzun üzerinde bir şerit, gibi yu şehirler sıralanıyor., Sine malarda rengini, rüyalarda haya- ini gördüğümüz şehirler; Sen Raj fael, Kan, Nis, Vilfranş, Monako, Manton... Her biri ayrı bir saltaz matın ayrı bir ihtişamın makarri. , Yaz ve kaş “dünya zenginlerin! topliyan yerler!.. Gözünüzün ala- iği kadar bakın; yalnız şunla-" ünüz: Su, çiçek, kadın ve -. Bilhasan otel!.. Dağda otel, şehirde otel, sahilde otel. Bir li-, radan tutunuz da geceliği 40 ya kadar her yerde otel!., Oteli... Dağların tepesinden bile asfalt caddeler geçiyor.. En ücra kö- şelerde elektrik lâmbaları yani; yor., Çam ormanlarının ucu buu yek!... Çiçekler, palmiyeler, hur- ma dalları, üzeri limon ve porta kal dolu ağaçlar, duvarlardan ai rak sokaklara taşıyor.. Her ta giçek, her taraf yeşil. i Sahillerde on binlerce kız yıka- niyor.. Vücutlarını kızgın güneşini altında yakarak tunçlaşmış kız İ lart., Sırtlarında ipek pijamalar, başlarında büyük hasır şapkalar Kan ve Nis bulvarlarında dolaşi- yorlar!, 2 > gazino ve lokantalar gü- in esmer yaptığı genç kadın larla dolu?... Esmer olmak, esmerleşmek ne" saadet!:, Asrın zengin ve beyaz Venüsleri Fransız sahillerinde ka- rarmağa koşuyorlar... «Kani» şehrine giderken duy- 'duğum heyecanı hiç bi unutamıyacağım: Bi Tu gibi uzuh bir cadde tasavvur ediniz! Asfalt, gökyüzü gibi pırıl, pırıl parlıyor... İki tarafında çiçek- ler... Amma türlü türlü, renk renk giçekler, menekşeler, akasyalar, güller, lâleler ve saire caddenin iki tarafını kaplamış.. Ancak bir otomobil geçecek kadar yol var.. | Yaya kaldırımlarda, denize gi- | den binlerce kız, ipek pijamalar | içinde dölaşıyorlar.. Palmiyelerle, | hurma ağaçları gözlerine gölge oluyor. Şen kahkahalar yükseli- | yer. . Tam bu sıarda kafanızı cevirip deniz tarafına bakıyorsunuz, uç- suz bucaksız gazinolarda saçlari biribirine karışmış yüzlerce genç portakal ağaçlarının gölgeleri al- tında biribirlerine 5 dur madan dönüyor, dönüyorlar. Sahillerden perde, perde Fa ve keman sesleri yükseliyor: Cazbandın arasında megafonla şarkı söyliyen delikanlıların sesi mavi renkli suların üstünde uçu- yor: almış Gençlik tatlı bir rüyadır gelip geçer; Sov ki hatırası bari dimağınca kalem, Esat Mahmut kendisini kurtardı, oda: di. Ertesi gön artık gidiyordü Güzel bir yol csvabı giymi Mütebessim bir çebre ile Nüzh yanına geldi. Sordu: — Nasılım? — Enfesi — Öyleyse neden resmimi yapı miyorsun? ç — Bugün gidecek deği Senin şaheserini biraz daha kalırım. — Ben bu resmi on senede, yüz senede bitirmem, Sisey. — Ben de kalırım! Genç kadının gözlerinde mus zafferane bir tebessüm parlıyor. du. Hihâyeci | misin? görmek