MM JJ MM 16 Teşrinievvel 1932 Akşam Çok çabuk sirayet eden yeni bir hastalık: Yo Yo... Amerikada baş gösteren bu hastalık Avrupadan : sonra İstanbula da geldi! Bu yaz, Ame- rikadan gelerek bütün Avrupayı kaplıyan bir has- talik nihayet ls- tanbula da yet etti, Bir müd- detten beri Be- yoğlu eaddesin de, Maçkada, Şişlide bu has- talığa tutulan. sık sık tesadül ediliyoı Yeni bast mini Yo Yo dur... Yo Yo bir nevi oyuncak tr. Fakat buna oyuncaktan ziyade mikrop ismini vermek daha mu yafıktır. Çünkü Yo Yo ya nı kaptıran derhal hastalığa yakalanıyor... Bu hastalığın, ne s1 vardır, ne de ilâcı... Hasta vücudu takatsız bırakıncaya kadar devam ediyol Yo Yo bir nevi oyuncaktır demiştik. Bu oyuncağın diğerle- den farkı, çocukları değil, bü- yükleri eğlendirmeğe mahsus ol- masıdır. Yo Yo ile oynıyanlar arasında ağır başlı insanlar, yaşlı kadınlar, beyaz sakallı erkekler, polisler, üniformalılar vardır. Ve bunlar bir dafa oyuna başlayınca bir türlü Yo Yoyu ellerinden bırak- mak istemiyorlar, saatlerce oym- yorlar, oynuyorlar, Yo Yo basit bir oyuncaktır. Bir ipin ucuna bağlı bir nevi topaçtan ibarettir. İp bu topaca sonra topaç bırakılıyor. kadar inince tekrar ipe yakanya çıkıyor, gene iniyor, yukarıya çıkıyor. manlar ince lâstik ucuna bağl toplar wardı. Tıpkı onlar gil Aradaki fark lâstik yerine ince bir:sicim olmasında, ve işin bütün zevki de sicimi lâstik gibi kullan- maktalı, Yo Yo busene yaz iptidasında Amerikada ortaya çıkmıştır. Orada az zaman zarfında çok rağbet görmüş, sokaklarda herkes elinde Yo Yo ile dolaşmağa baş- lamıştır. Bu basit oyuncağı yapan adan bir ikra beratı alış ve zaman içinde milyonlar kazan- mıştır. çıkarmadan lik iş: Yo Yo ile oynamaklı. Bu adam Avrupaya geçerek orada kendisine acentalar aramış bar. Iptida Fransaya gitmiş, bir dostuna acentalığı teklif etmişti Fakat dostu teklifi çok garip bularak © kahkahalarla gülmüş “Eski dünyada hiç kimse böyle manasız çocuk oyuncağı ile uğ- raşmazl,, demişti Bunun üzerine Amerikalı başka birisini acenta yapmış, Fran: Yo Yo satmağa başlamı To paca benziyen oyuncak birdenbire okadar rağbet görmüştür ki acenta her tarafa mal yetiştirmek için bir fabrika açmış, milyonlarca Yo Yo satmıştır. Bu yüzden tabii milyonlarca frank kazanmıştır. Yo Yo bilhassa plâjlarda, su ve eğlence şehirlerinde rağbet görmüştür. Barlarda hemen her- kesin elinde bir Yo Yo bulunu- yordu. Yo Yasuz gezmek adeta bir kusur, bir noksan sayılıyordu. Cadde ortasında nöbet bekliyen işaret memuru bir elile işaret verirken diğer elile Yo Yo hava- sını oyniyor, şoförler bir elleri direksiyonda iken diğer ellerile Ye Yo oynıyorlardı. Akşamları gazinoya giden ağır tuvaletli kadınlar Yo Yolarını da yanlarına almağı unutmıyorlardı. Hattâ balolarda dansederken Yo YYolarile oynıyan çiftler pek çoktu. Yo Yo plâjlardan, su şehirle rinden sonra diğer şehirlere de yayıldı. Pariste Boulogne orma- nında atla gezerken Yo Yolarile oyniyanlara sık sık tesadüf edili- yordu. Büyük mağazalarda müş- teri bekliyen satıcı kızlar, gazi- nolardaki garsonlar bep parmak- larına birer Yo Yo'nun ipini tak- mışlardır. Yo Yo bu ipe sarılarak yukarı çıkıyor, aşağıya iniyor. Bu illet Fransadan sonra lngi tere ve Almanyaye yayıldı, ora- dan merkezi Avrupaya geçti ve nihayet Istanbula geldi.. Beyoğ- lında Yo Yo ile oynıyanlara sık sık rastlanıyor, bir çok mağaza- arın önünde Yo Yo satıldığı gö rülüyor... Avrupada Yo Yo on franga, yani 82 kuruşa satılmaktadır. Bi- zim yerli Yo Yolar veriliyor. Avrupanınkiler daha süslü, fakat kontenjanda yeri olmadığı için memlekete giremi- yecek.. Hem varsın bir az daha kaba olsun; bizimkilerde ipe larak yukarıya çıkıyor, tekrar aşağıya iniyor, bu hareketi yüzlerce defa yapabiliyor ya, bu kâfidir Almanyada fırtına Darmstadt, 15 (A.A) — Wolff ajansından: Laudenback kasaba- sında zuhur eden bir fırtına 10 dakikadan az bir müddet zarfın- ia 150 evin damını söküp atmıştır. 200 elma ağacı köklerinden çık- mıştır, çok evlerin divarları gatlamıştır. Yaralı yoktur. Afganistanın istiklâl bayramı Kâbilde büyük şenlikler ve geçit resmi yapıldı Afganlıların istiklâl bayramı münasebetile 12 ağustosta Kâbilde büyük merasim yapılmıştır. Bu münasebetle asker ge; münasebetle a gol Şenlikler ter #swNadirsHan mazırlar ve sefirlerle b resmi yapmı sonra kral Nadir Han ecnebi sefirleri kabul etmiştir. edilmiştir. Akşamı büyük bir ziyafet verilmiştir. Resmimizde kral ite resmi geçidi. seyrederken görülüyor. Avcılar tarafından alınmış olan tedbirler sayesinde miss Both sanki aslanla kendisi arasında, gelik bir ağ gerilmiş. gibi muhafaza altına alınmıştı celik ağı, en münasip yerlerde mevzi almış olan avcılarımızın icabında aslana sıkacakları, hede- finden şaşmaz kurşunlardan ibaretti. Silâhsız aslana hücum Dört ak müz, vurduğu geyi- gin karnına ağzını sokarak kanını emmekte olan aslanın üzerine ve onu oradan koğ- mak için bağırmağa başladıkları zaman canavar saldırmak için vaziyet aldı, Aslan iki defa kuyruğunu kak dırarak sırtına vurdu. Saldırmak kuyruk işareti karşısında, avcılarımızın silâhlarını canavarın üzerine boşatmalarına az. kaldı. Halbuki Renchero rolünü oynayan zenci Muta asla telâş göstermedi mızraklı kargısını yukarıya kaldırmış olduğu halde canavara meydan okuyordu. Bir çalılığın arkasında yer tut- muş olan avcı Dickinson, aktör lere haykırıyordu: —Allah aşkına geri çekilmeyiniz. Korkmayınız, aslan size saldırırsa, onu kurşünlarımızla yere devire- ceğiz. Fakat siz geri çekilirseniz kurşunların hedefleri şaşmaların- dan korkuyoruz. Aslan tereddüt ediyor! Muhtelif / istikametlerden bu kadar insanin üzerine yürümesi mi, yolsa binbaşı Dickinsonun ferya- dı mıdır, nedir bilmiyoruz, aslan bir tereddüt lâhzası geçi Bu sayede Cary, Miss Botb, Renaldo, Mutia bir az daha aslana sökük bular. Aslan homurdanarak şikâ- rını bıraktı, fakat kaçacağı yerde alâmeti olan bu rin düşünceli olduğu görünüyordu. O zaman Barnes kulağıma eği- lerek fısıldadı. — işte tam sırası geldi. Aslan- la zenci arasındaki düello sahne- sini şimdi filme çekebileceğiz. Dickinson da ilâve etti; — Bunun içinde Matianın arkadaşlarından © ayrılarak tek başına canavarın üzerine yürümesi lâzımdır. Aslan Mutianın yalmz kaldığım görünce intikamını almak için muhakkak üzerine saldıra- cak, Carey yanında duran zenciye sordu: — Kolun kuvvetli, kargın sivri ve keskin midir? Ze — Kargım, bir mızrak kadar keskin ve sivridir. Hattâ, mız rakla kocaman bir mandayı, vere devirdim, Cevabini verdi ve me- tin adımlarla, gözlerinden atesler fışkırarak ve kargısını sallayarak canavarın üzerine yürüdü. Altı tüfek, üzerine yürüyi ye ediyordu. Aslanın müthiş hamlesi! Aslan, sanki verilen bir emri yapıyormuş gibi, arka ayaklarının üzerinde daha ziyade ten sonra, korkunç ağzı açık, pençeleri gerilmiş, vaziyette müt- hiş bir hamle ile zicinin üzerine fırladı. . Hepimizin heyecandan nefesimiz kesilmek üzere idi. Zenci, bile kaçırmadan elinde tultuğu keskin kargıyı, üzerine fırlayan canavara savurdu. Avcı- encinin canavarın hareketini hima- ların, silâhlarını , boşaltmalarına hacet kalmamıştı. Çünki zencinin büyük bir kuvvetle savurduğu keskin kargı, arslanın tam alnının ortasına saplanarak . beynini. şikârın civarında çömeldi. Canava- deldike ten sonra ensesinden çıkmıştı. Aslan , sırt üstü yere yıkılmış ve bir agaca sürtünerek ensesine saplanan © kargıyı oo çıkarmağa uğraşırken, dahaziyade batırmiş, ve ayaklarmı bir kaç defa gerip açlıktan sonra yere cansız serik miştir, Horn sergüzeştinin en heyecanlı sahnesini de hadisesiz çevirmeğe muvaffak volmuştuk. Zenci Mutia ayağının “dibinde cansız yatan koca aslam bize göstererek: — Görüyorsunuz ya, dediğimi yaptım. dedi. Avcılar da dahil olduğu halde hepimiz bir diş dafbesi, bir tırnak beresi bile almadan, bu teblikeli boğuşmayı, — hadisesiz bitirmeği emsalsiz bir muvaffalayet addettik. Hepimiz bu O muvaffakıyetten göğüslerimize gurur ile kabarır- ken, avcı Stanton bu taşlan meş emizi hafifletecek şu sözleri söy- ledi, —Durun bakalım, acele etmemek lâzimdır. Gergedanlar da yola gelirmek “lâzımdır. Gergedann bir lokomotif tekerlekleri gibi Seri bacakları aslanın ki gibi ko- laylıkla durdurulamaz. Çamur bataklığına saplandık Melün yağmurlar başladı, melün diyorum. Çünkü © yağmurlar, bizim gibi kamyonlu bir heyeti seferiye çin hakiki bir bel şeklini aldı. Sonra Afrikada itibarile de hakiki eder. Kamyonlarımız, yağmur yüzün- den yapışkan kaygan bir külçe şeklini alan « Afrikanın killi top- rakları üzerinde, her dakika ya devrilmek yahut ta çamurlara batmak tehlikesine maruz bulunu- yorduk. Korktuklarımız birer birer başı- mıza geliyardu. Kamyonlarımız bu yapışkan çamur deryasına ba- ları buradan çıkarabil- beyhude yere, teker- işletip duruyorduk, Bu bareketler, © kamyonları daha Byade çamura batırıyordu. Ne yapacağımızı şaşırmıştık. Heyeti- miz, çamur deryasına saplanıp kalmıştı. Bulunduğumuz yer, en yakın »tasyondan otuz kilometro uzakta Vakıa, bu berbat bu mendebur i | çamur bataklığı olmasa 30 kilomet- roluk yol kamyonlar için oyuncak kabilinden bir şeydi. Fakat bu günkü vaziyetimizde artık kam- yonlarımıza . güvenemezdik. Bizi bu müşkil “vaziyetten çıkarabile- cek olanlar, ancak hamallarımız olabilirdi. Halbuki bugünkü şara- ite elimizdekilerden daha beş misli fazla hamala ihtiyacımız vardı, Arkadaşlarım Duncan, Carey bu vaziyete aldırmayarak Both ile sabahtan akşama dadar şarkı söyledikleri halde, ben küp- lere biniyordum. Meğer bunla ne hissiz ve hoyrat adamlarmış. Afrika çöllerinde, susuzluktan ağızları, dilleri kavrulmuş olanlar, nasıl dört tarafa gözlerini çevire- rek, su, sul, diye bağırırlarsa biz de, deye, deve diye haykınıp duruyorduk. Çünki bize bu müş- kil © vaziyetten çıkarabilecek olanlar, şimdi kıymetlerini çok takdir ettiğim develer olabilirdi. Ah nerede o develeri Bu ümitsizlik (dakikalarında geceleri uykumda önümden resmi geçit yapan deve kârvanları gö- rüyor ve bu helecanla yatağımdı a fırlayordum. sma sonu farkası var)