m ŞA O ŞAN — Akım 4 Eylül 1932 Tefrika No. 24 AŞK DİLENCİLERİ Nakleden: ISKENDER FAHRETTİN 4 Eylül 1932 Tim-Tom, havada uçarken, telefonla Hopkins'e şu malümatı verdi: “gazeteciler izimi kaybettiler. Hava fırtınasız.. Yalnız bir derdim var: Pipomu içemiyorum |,, Bu uçuş hadisesi, halkın nazarı dikkatini celbetmişti. Bütün gazete idarehaneleri telefonla polis mü- düründen : — Halk merak ve heyecan için- dedir, semada ne var ? Diye sormağa başlamışlardı. Polis müdürü, gazete idareha- nelerine sadece şu cevabı verdi: — Bir çete takip ediliyor. Fevkalâde (Onusha O neşrederek zabıta memurlarımızı müşkül ve tehlikeli vaziyete o döşürmemenizi rica ederim. Gök yüzündeki (tayyarelerin adedi artmağa başlamıştı. Tim-Tom izini kaybetmek için yükselmeğe başladı ve bulutların arasına karıştı. Bu şaşırtma hare- keti, kendisini takip eden bütün muhabir (tayyarelerini tereddüt içinde bırakmıştı. Gazeteciler ne tarafa, hanği istikamete dogru gideceklerini bilmeyor ve sağa sola manasız manevralarla baş vuruyorlardı. Tayyarelerden birisi, polis mü- dürüne, telsiz telefonla şu izahatı vermişti. — Gök yüzünde bizi hedefsiz bırakıp kaçan - Tim Tomun ne- reye gittiğini öğrenmemize müsaade ediniz. Aksi takdirde, şehir üstün- de ve herkesin gözü önünde ce- reyan eden bu heyecanlı takip sahnesinin mahiyetini akşam nus- hamızla oneşretmeğe mecbur olacağız. Polis müdürü, Hopkinsin bir kaçakçı gemisini takibe gittigini söyliyemezdi. Telsiz telefonla şu cevabı verdi: — Biraz evvel söylediğim gibi, Tim- Tom bir çete takibine çık- mıştır. Fakat, kendisinin hangi istikamete (gittiğini (o bilmiyoruz. Maamafih, tahminimize göre ce- nuba doğru gitmiş olacaktır. Polis müdürü, gazetecileri at- latmak için, yanlış malümat ver- meğe mecbur olmuştu. Tim-Tom cenuba değil, şimale doğru uçmuştu. Bir saat sonra çıkan gazeteler: “Havada bir çete takibediliyor!,, Serlâvhası altında çok heye- canlı havadis neşrediyorlardı. Polis müdürü, yirmi dakika sonra.. Tim-Tom dan telsiz tele- fonla şu haberi aldı: —“ Yüzkirk kilometro süratle gidiyorum. o Gazeteciler | izimi kaybettiler. Hopkinsin tayyaresine yetiştim. Hava fırtınasız.. Çak- mağımı acele yazıhanemde unut- muşum.. oPipomu içemediğime müteessirim...,, Havada uçan ve gazetecilerden izlerini kaybeden iki polis tayya- resi birbirine çok yaklaşmıştı. Hopkins Telsiz telefonla mua- vini Tim - Toma şu talimatı verdi: — Kâfi derecede benzin aldın m? — Aldım üstat! — O halde beni dinle: Aşağıda görünen siyah nokta, meşhur kaçakçı gemisi (Torino) nun gök gesidir. Kolonel Allisonun katili Barney bu gemidedir. e Şimdi gemiye: “Dur!,, işareti vereceğim. Sende benim arkamdan aynı işareti verirsin! — Durmazsa..? — Evet, haklı bir sual. mazsa... Fakat, geminin bu Dur- süvarisi çılgınlığı yapamaz. Çünkü, aksi taktirde ilk iskelede gemi süvarisini de tevkif edebiliriz. — lik iskele neresi..? — Nereye uğrıyacağı belli de- gil, z Mütemadiyen edeceğiz? — Tabii... Fakat, ben, tekrar söyliyorum ki, geminin kaptanı mecnun bir adam değildir. Bize Barneyi teslim etmekte tereddüt etmiyecektir. takip (mi Tim - Tom yavaş yavaş aşağı inmeğe başlamıştı. Iki tayyare arasında dört yüz metroluk bir mesafe vardı. Hopkins telefonla sordu: — Hazır mısın? — Neye...? Hücuma mı, işaret vermeğe mi? — Her ikisine de.. — Biraz evvelki kararınızı de- giştirmeğe neden lüzum gördünüz? — Değiştirmiyorum.. Her ikisini de bir anda tatbik edeceğiz. Çünkü Torina bizi gördü ve süratini arttırdı. — Gözümüzden kaybolmasına imkân var mı? — Delilik.. — Süvari bu kadar tedbirsiz bir adam mıdır? — Kaptan köşkünde süvari yok. — Nerden biliyorsunuz? — Tarassut aletiile görüyorum. Gemiyi genç bir kaptan sevk ve idare ediyor. — Ne o?! Kurusıkı el bomba- sını attınız.. — Haydi, sen de aynı işareti ver.. . Ve geminin önüne doğru inmeğe başlal Iki tayyare birden ayni işareti verdikten sonra, süratle 7orino'nun önüne doğru denize inmeğe başladılar. Hemen hemen deniz üstünden otuz kırk metro irtifadan uçu- yorlardı. Kaçakçı gemisinin süvarisi ka- marasında Barrey ile beraber piket oynuyordu. Gemide birdenbire herkes te- laşa düşmüştü. Tayfalar ve yolcular güverteye dolmuşlardı. Barney tayyare seslerini işidince kamaranın pençeresinden dışarıya baktı. — Etrafımızda iki tayyare uçu- yor... — Kulak verme canım! Gemi- mize iltica etmek isteyen bazı kaçakçılar daima böyle deniz ortasında bizi taciz ederler. — Fakat gemi çok süratle gidiyor. Adeta (tayyarelerden kaçar gibi.. — Size öyle geliyor yavrum! Gemi her zamanki gibi on altı mil süratle gidiyor. Süratini art- tırmasına sebep yoktur. — Dikkat ediniz kumandan: Tepemizde top gibi bir şey pat- ladı. Gemimize iltica enen kaçak- çılar sizi bu kadar da tehdit edemezler ya! Süvari dışarıya kulak verdi. — Gümmm.. Gümmmm. Şırrr- rrrak.. — One..?! Gemiye dur işareti veriliyor. — Kaçakçılar tarafından mı? — Hayır.. Bu beynelmilel bir işarettir.. Polis işareti. Barney'in benzi sapsarı oldu. Süvari ceketini giyerek kama- radan fırladı. (Arkası var) Akşam'ın resimli hikâyeleri — Yapma.. — Kolunu kı- vıracağım. — Yapma Ali! — Hah hah hay! — Ali! Kolu- mu ağrıtıyorsun. — Canım, böyle şeylere alış... Idmandır, iyidir! — Şu mektep şakalarından ne zaman vazgeçe- ceksin, Ali?. Ne hoyrat tabiatın | var, Vallahi sana | bir türlü taham- | mül edemiyorum. | — Eh, öyleyse. | Ali, masanın | üzerinde duran tabancasını kaptı. Şakağına da- yadı. Tetiği çekti: İlirireeik Tetik madeni bir ses çıkardı. Lâkin, tabanca patlamadı. Esasen patlayamazdı. Zira, için- de kurşun yoktu. Ali itişme, kakışmayı sevdiği gibi, tabanca, tüfek oyunlarını da pek sever. Meselâ, bu tabanca, masanın üzerinde, daima, boş olarak du- rur. Karısile bu gibi çekişmeler- den sonra, Ali, sözde şaka olsun diye, onu şakağına dayar; tetiği çeker. Daha dün akşam, ayni şakayı yapmıştı. Kocasını terk edipte giden bir kadından bahsolunmuş- tu. Ali — Sen de birgün beni bırakıp gidersen işte: böyle yaparım, Zehra - demişti. Gene: namlı deliği şakakta. Tetik oynamıştı: Şırrrrrrk. — Sana şaşıyorum, Ali... Böyle şeylerden nasıl zevk alıyorsun... Seni katiyyen anlıyamıyorum... Ali: “Fakat bu kurşun nasıl olduda bu tabancanın içine girdi ?, diyordu. Hakikaten de Ali ile Zehra, katiyyen anlaşamıyorlar. Biri ne kadar hotzotu seviyor, itişmeden, kakışmadan hoşlanıyorsa, kaba- sabaysa, öteki, o kadar hassas, şairane, ince... Uyuşamamaları her cihetten... Yemeklerden tutunuz da ev eş- yasına kadar, yukarda okuduğu- nuz veçhile, konuşma ve oturma teferruatına kadar... Meselâ, Ali, kıkırdaklı poğaça sever... Ancak haşlanmış sebze- lere tereyağı sürerek yiyen Zeh- ranın midesi kıkırdaklı poğaça almayacağı aşikâr. Fakat, Ali, mü- temadiyen emir eder dorur: — Yel... Yesene be... Hatta, karısının ağzına, kıkır- daklı poğaçayı zorla sokmağa üğraşır... Zehra, ağlayacak derece- lere gelir... Ali, yemeğin yağlarını kadının yüzüne gözüne ve üstüne başına sürerek, yemeği ille ona yedirmek ister. Zehra, evinin o tertibatına da düşkün... Sandalyeleri, koltukları, yastıkları, pufları öteye, beriye, serer seriştirir. Halbuki, Ali akşam üstü, evine dönünce, iskemleleri, askeri bir intizamla duvarların kenarına dizer. Koltukları, kapının iki (oyanına, mutanazır surette koyar. (o Yastıkların O kıvrımlarını düzeltir. Onları da sedirler üze- rine, teker teker sıralar... Hulâsa, karı ile koca, aslâ anlaşamıyan iki şahsiyettirler. O akşam, gene: — Haydi, Zehra, Çabuk giyin.. Hem de o yeni yaptırdığın elbi- selerini değil, daha evvelki sene yaptırdığın hani şu benim pek beğendiğim etekleri marul yaprağı gibi. salkım salkım elbiselerini giy... — Onun modası çoktan geçti.. Artık giyilmez.. Hem giyip te ne olacak ? — Modası geçsin, geçmesin, onu giyeceksin.. Çünkü o hoşuma gidiyor.. Bizim yanımızdaki salaş tiyatroya Tulüat kumpauyası gel miş... Aman ibiş diye bir adam var.. Öyle güzel teneke deviri- yor ki.. Haydi haydil.. Çabuk giyin... Zehra: — Ben gitmiyeceğim! - dedi. — Nasıl?.. Gitmemek olur mu?. Haydi haydi — Gitmiyeceğim! diyorum. Has- tayım... — Hastalığın filân yok... Ya- lancı.. Haydi, haydi... Kalk... — Ooof Gitmiyeceğim... Üstüme varma, Ali... — Gideceksin.. — Gitmiyeceğim! — Gideceksin... O akşam Ali'nin arkadaşları vardı. Kadına bu kadar ısrar et- memesini söylediler; bunun mana- sızlığını Ali'ye anlattılar. Kadın evde kaldı. Onlar, tiler... git- Zehra, öyle asabi ki... Ah, bu Ali... Onu nasıl tahkir ediyor... Hem de yabancıların yanında... Ona gösterecek... Masaya yaklaştı. Tabancaya kurşunlarını doldur- du. Her halde, avdette yine kavga edecekler... Ali, eve dönünce yine o intihar tuhaflığını yapacak... O zaman... Azap içinde... Zira, eve misafir de geldi. Tabancadan kurşunu çıkarmak istiyor... Bu yaptığı işden piş- man oldu. Amma, bir fırsatını bulup kurşunu çıkaramıyor... Der- ken kocası avdet ediyor... Misafirlerin yanında: — Ab, karı!.. Ah karı!... Beni intihar ettireceksin... Zehranın yüreği atıyor... Misafirler gitti. Hemen şimdi şukurşunu yerin- den çıkarsa... Fakat, aklına, birdenbire, bütün hayatında çekdiği azaplar geldi. Hele o günkü tahkirler!... — “Vursun kendini... , hainane kararını verdi. diye 5 Sen mademki ” Fakat... Ali, odaya dönünce, tabancayı — eline aldı... — Kendimi vuracağım!... -dedi.- bugün benimle beraber tiyatroya gelmedin... Durdu. — Fakat, niçin kendimi vura- cak mışım?... Seni vurayım.. Seni... Tabancayı karısına çevirdi. Şaka diye ateş etti. Fakat, rovelver patladı. Bereket versin ki, kurşün, ka- dının ta kulağının dibinden geç- mişti. İşte, o zaman Alinin şaşkınlığını, perişanlığını görmelidi. Karısının üzerine atıldı: — Ab, zehracığım.. Yavrum.. Bir taneciğim.. Söyle.. Sana birşey olmadı ya.. Ah, sana birşey ol- dise, bir kılın incildise ben sahi- ” den yaşamam. Zehra, şaşkın.. — Fakat bu kurşun nasıl ok duda bu tabancanın içine girdi?.. Tühaf... Ben doldurınadımdı... Ali, biç bir şeyden şüphelen- mıyor... Zehra da itiraf etmiyor. Fakat, o günden sonra, birbi- rinin kıymetini . anlamışlardı... Birbirlerinin tabiatını hoş gör- meğe, anlaşmağa çalıştılar. Bazen bir hâdise, en zıt insan- ları bile uzlaştırır; yakınlaştırır... Nakili: (Hatice Sü YENI NEŞRİYAT Kadro mecmuası Kadro mecmuasının 8 inci nushası çıkmıştır. Bu nushada Ismail Husrev beyin, derebeylik hakkında şayanı dikkat bir tetki- ki vardır. Nurullah Atâ beye cevabı, Vedat Nedim, Burhan Asaf beylerin de yazıları bulunmaktadır. Şimendifercilik tarihine dair Muharrirlerimizden Hüseyin Avni bey, bir yarım müstemleke oluş tarihinde, Avrupa sermaye- darlarının, Osmanlı lwperatorlu- ğunda ne şeraitle şimendifer yap- tığını, ve bu sermaye hareketinin köylü: tabakası üzerine olan tesir- leri, şimendifer güzerkâhındaki zirai faaliyet ve tahavvüller hak- kında şayanı dikkat malümat vermektedir. Fiati 30 kuruştur. Meze yetiştirilmemesine kızmış; Fahri isminde birisi dün gece Sandıkburnunda Obir gazinoda rakı içerken meze getirilmemesi yüzünden kavga çıkarmış ve ga- zinoda bekçilik yapan 19 yaşlarında Bekir isminde birini bıçakla yara- lamıştır. Fabri yakalanmıştır. EMLÂK SAHİPLERİ! Kira kontratları tecdit zamanı yaklaşıyor | Kiracılarla münakaşa ve pazarlık her vakit müşkil ise de bu sene ahval dolayı- sile daha güç olacaktır. Bu nahoş münakaşalardan kurtulmak isterseniz Ü EMLAKİNİZİN iDARESİNİ Bahçekapı Taşhan No, 20-21 -22de mukim UMUM EMLÂK AGENTESİNE TEVDİ EDİNİZ! TELEFON 20307 ama vaa Şevket Süreyya beyin 4