— Bu etin tuhaf bir kokusu var. — Yağ almasını briyantinle kızarttım! Renk Salamon'la Levi yolda birbirle- rine rasgeldiler. Levi sordu: — Salamon gömleğin beyaz mı, gümüşü mü? Salamon katiyetle cevap verdi: — Beyaz. Eğer gümüşü olsaydı siyah olurdu! Hele — Aman ne fena. — Ne oldu? — Sigaramı yanar * tarafından ağzıma soktum. Ne fena. — Hele insan farkına varma- dan sokarsa | Ressam Ressam M. beyden bahsedi- yordu. Biri dedi ki: — Büyük ressam olmak için iki şeyi noksan. — Ne? — istidat ve kabiliyet! unutmuşum, Ispat — Ahmedi gördüğün var mı? — Pek yok. — Acaba para kazanıyor mu? — Muhakkak yüz liradan aşa kimseyi dolandırmaz! ye “YAR BENİM Hastayım nar isterim, Uygunca yar isteriml. Ikimiz bir gömlekte, Yakasın dar isterim! Bir sen söyle bir özüm, Kulak ver dinle sözüm... Sen bana kuzum dersin, Ben derim iki gözüm! * .» Karşımdadır yar benim, Işim gücüm zar benim... Kalbine yaraşır mı? Halim sormaz yar benim! Fıkara Fakir kapıyı çaldı: — Bir lokma ekmek. Kadın ekmek verdi. Fakir sordu : — Lutfen biraz tazesini verin. Geçen gün öyle bir kuru ekmek verdiniz, ki dişim kırıldı, yerine koydurmağa mecbur oldum | “— Sahiden âşık mıydın? — Tabii, yüz bin lirası vardıl.. GIPTA Zengin bir çocukla, Jakir bir çocuk aynı mektebe gidiyorlardı. Fakir zengine sordu: — Sefertasında nen var? — Piliç, kaymaklı komposto. Fakir içini çekti: — Benim | hıyarla domatesim, bir şişede de sirke ve zeytin- yağım var. Zengin derhal atıldı: — Haydi değiştire- lim, sen benimkileri al, ben seninkileri! EHLIYETNAME Küçük bir otomo- bil almıştı. Ona daima, Sur- pagopun geniş kal- dırımı üstünde ras- gelirdim. Otomobilini kal dırımda yürütürdü. Birgün > belediye memuru yakaladı: — Yol yok mu? Neden kaldırımdan gidiyorsunuz? — Ehliyetnamem yok da ondan! bei Fiy — Ben erkeklere güvenemem, her an değişirler. — Bana güven, ben oldum olası züğürdüm! NASİHAT Merkez o memuru maznuna sordu: — Bu adamın ka pısını kırıp odasına zorla girmişsin?.. — Anlatayım efen- dim, onu dövecektim, yemin etmiştim. Ka- pısını kilitleyip. ya- tıyordu. — Peki amma, ka- pıyı kıracağına, ça- laydın, o güzellikle açtıraydın. — Nasihatınıza te- şekkür ederim, bir daha sefere böyle yaparım! HUY Bizim avcı, tekba- şına dağlara çıktı. eski huyumdur, ya- rışır ve daima birinci gelirim! Güzel yara n mektup Maznun izahat verdi: Biraz sonra da karşısına bir kurt çıktı. Avcı koştu, kurt Kovaladı. Avcı bize bunu anlattıktan sonra dedi ki: — Korktum zan- netmeyin, yarıştım, Burası kenar imiş, Ayrılan yanar imiş, | | Karanfil koptu sapsız, Koncası var hesapsız. Mektubum yüze vardı, Hepsi kaldı cevapsız ! Kar yağar karış karış, Kesildi alış veriş. Bülbüller yuvasına, Ister küs ister barış! Şahinler konar imiş! | Ben seni seveceğim, — Kocamın sakallarını, bıyıklarını tıraş ettiğinize sevindim, intikamımı aldınız; kıskançlığı ile beni öyle tıraş ediyordu ki... Benim yarim okumuş, Kimseye rahmi yokmuş. Ben yari benim sanırdım, Müşterisi çokmuş ! Yara mektup yolladım, Çevresi türlü yemiş. Kendisi gelsin demiş.. | Sevgili yara yara mani | | Kalı indim eniş, | Dağların yolu yemiş, Yarimden selâm gelmiş, o» Selâmı baş üstüne, Neden kendi gelmemiş ? DIL Eger 20 inci asır deye gelin, kaynana geçimi değişti sanıyor- sanız aldanıyorsunuz. Ne vakit balık kavağa çıkar, terkos musluk- larında su bulunursa, gelin kaynana da sevi- şir. — Ayşe o hanımın kaynanası hastaydı. Gelini doktor çağır- mayınca oğluna şikâ- yet etti. Doktor geldi. Hastanın o nabzını dinledi. Sonra diline baktı: — Diliniz bozuk. Gelin atıldı. — Her zaman bo- zuktur, hasta olduğuna delâlet etmez. — Ona kaç yaş veriyorsun? — Benim vermeme hacet yok, kâfi derece yaşlıl IYILIK Ben uzun kuyruklu kısraklara bayılırım. Uzun kuyruklu, gü- zel bir kısrağı vardı. Bu hayvana bayılı- yordum. Bir gün baktım hay- vanın kuyruğu gülük olmuş. Sordum. — Bu ne be? Lakayit cevap verdi: — Kestim. Şaştım: — Neden? Gülümsedi: — Malümya ben hi- mayei hayvanat cemi- yefinde özayım. “üzün kuyruk sinekleri ra- hatsız eder! , — Piponun böyle tütmesi sana ayıp. — Neden? — Ocakçılıktan yetişmesin! Falcı Ben fal denen şeye sureti kat'iyede inanmam. Geçenlerde beni bir hanıme- fendiye takdim ettiler. Gayet iyi kahve falına bakar mış. Kahveyi içtim, filcanı verdim. Baktı: — Pederinzle aranız açık... — Pederim yoktur efendim, otuz sene evvel vefat etti. — Ya... kızıyor. — Halam da yoktur efendim. — Hemşirenizle aranız açılacak, — Valdemin tek efendim. Şu halde halanız size oğluyum — Oğlunuz bu sene sınıfı ge- çemiyecek. — Henüz mektebe gitmiyor. — Şunu haber vereyim, ki bu seneki Avrupa seyahatiniz geçen seneki gibi olmıyacak.. — Maalesef Avrupaya hiç gi- demedim. Falcı hanımefendi fena kızdı: — Eger istikbalinizin benden iyi bildiğinizi iddia ediyorsanız ne diye bana fal baktırıyorsunuz? RAKİP ÖLMÜŞ Ben bir garip kuşudum, Aç sineni üşüdüm... Ne talihsiz başım var, Sana gönül düşürdüm... * .. Bilmem ki niydeyim? Hangi yoldan gideyim,.. Bir yardan haber geldi, Ötekini neyleyimE Bu gece bir dil gördüm, Elimde bir kuş gördüm. İncitmişsin sevdiğim, | Rakibi ölmüş gördüm! A Gömert Alış verişten geldi. sayarken kocdSı: — Hanım dedi, bu yirmi beş kuruşluk sahte. Hanım yerinden hiddetle fırladı, sonra sakinleşti: — Ziyanı yok, fıkaraya sadaka veririm! Paralarını Tüfeği temizlemeden evvel ne yaparsın? p — Başkasının tüfeğini temizle- miyeyim diye numarasına bakarım)