va v içi S AŞK DİLENCİLERİ Nakleden: ISKENDER FAHRETTİN Mis Barney sabahleyin gözlerini açtığı zaman, kedisini yabancı bir otelde bulmuştu Ertesi sabah bir kotra ile Londradan ayrılmişlardı. Başka bir sahilde kendilerini bekliyen bir kaçakçı gemisine bineceklerdi.. Cim sevgilisinin ellerini avucu- nun içine alarak yalvarmağa baş- ladı: — Sana muvaffak olmak için herşeyi.. Herşeyi göze almıştım, Barney! Senin için yaptığım cina- yetin o mesuliyetini (düşündükçe tüylerim ürperiyor. Beni reddetme, Barney Ben kolonel Allisonu, sana muvaffak olmak için öldür- düm. Zavallı kolonel... Barney gözlerini oğuşturdu: — Kolonel Allisonu sen mi öldürdün?!.. — Şimdi hiç bir şey bilmiyo- rum, Barney! Beni mazur gör! Elimden) nasılsa böyle bir kaza çıktı. Senin onunla rabıtanı ebe- diyyen kesmek istedim.. Uşak- lardan birisi zaten benim adam- larımdandı. o Kolonelin (odasına çıktım. Konuşurken, birdenbire üzerine atıldım... Barney biraz daha ayılmıştı: — Sonra... Demek ki onu sen öldürdün ha ..?1 Cim sözüne devam etti: — Bir kaç saniye boğuştuk. Bazan ben mağlüp oldum, bazan o... Fakat, nihayet, onu kola- rımla, yumruklarımla öldüremiye- ceğimi anlayinca silâhıma sarıl- dım ve bir hamlede yere devirdim... — Demek bu hadiseden sonra beni telefonla oraya davet eden sendin, öyle mi? Cim başını salladı: — Başka ne yapabilirdim? Bana iltifat 'etmiyordun! Seni kanun karşısında (korkmuş, sarsılmış görmek istiyordum. Nasıl olsa günün birinde hapishaneden ka- çıracağımdan emindim. Mis Barney: — Ne cesaret, Allahım! Ne cesaret... Diye kaykırarak başını masanın üzerine bıraktı. Mis Barney çok sersemlemişti, Gerek içkinin tesiri, gerek bu hadisenin dehşeti genç kadının muhakeme ve muvazenesini boz- muştu. Başı masanın üzerinde dururken, ellerile kadehleri savu- rup yerlere atıyor, ağzından kö- püklü salyalar akıyordu. Barney kendisinin ne müthiş bir tuzağa düşürüldüğünü anla- mıştı. Fakat, içki onu bitap ve mukavemetsiz.. Ne yapacağını bilmez bir hale düşürmüştü. Genç kadının dumanlı kafası o anda serin bir rüzgâra muhtaçtı. Pencerenin önüne kadar gidebil- seydi belki de biraz açılacak ve hasmına mukavemet edebilecekti. Cim, sevgilisini boğucu ve uyuş- turucu bir hava içinde büsbütün sersemletmek ve ağzından kat'i söz almak istiyordu. Cebinden bir Okâğıt uzatarak : — Haydi, düşünme, dedi, söy- liyeceğim kelimeleri şuraya aynen yaz'lı; Barney'in eline kalemi verdi. Genç kadın başını kaldırmıştı. Cim'in yüzüne bakarak: — Söyle... Diye haykırdı. Cim şu çümleleri yazdırdı: — “Kolonel Allisonu ben öl- dürdüm. Sakın beni ele verme. Ölünceye kadar sana medyun çıkardı. o Barney'e, I kalacağım. Beni himaye et!, Imza: Barney Mis Barney ne yaptığını, ne yazdığını bilmiyordu. Bu satırları karaladıktan sonra kalemi elinden attı.. ve Cim'in kucağına düştü. Londradan firar teşebbüsü. Mis Barney sabahleyin gözlerini açtığı zaman, kendisini yabancı bir otelde bulmuştu. Genç kadın açaba görüyordu? Hayatta hiç hoşlanmadığı bir erkekle beraber mi yatmıştı? Barney gözlerine inanamıyordu. Yataktan fırladı.. Saçlarını dü- zeltti. Odanın içinde yere dev- rilmiş bir çok şişeler, kırılmış kadehler vardı. Barney bunlara uzun müddet hayretle baktıktan sonra gözü karyolaya ilişti. Ku- marbaz Cim horul horul uyuyordu. Barney hayretinden çıldıracaktı. Her zaman (o şerrinden (o kaçtığı Cimin tuzağına nasıl düşmüştü? Genç kadın hatıralarını yoklar- ken, Cim birdenbire gözlerini açraıştı. Barney şapkasını giyip gitmek istedi. — Beni buraya sen mi getirdin? — Beraber gelmedin mi? — Sen beni büyüledin mi, ne yapdın? hiç bir şey batırlayamı- yorum. Cim de çarçabuk kalktı, giyindi. — Haydi, hazır mısın? Hazırım... Niçin soruyorsun? Vakit geçirmeden gidelim.. Nereye..? Amerikaya.. — Amerikaya mı?! Cim güldü : — Akşam öyle konuşmadık mı? — Hatırlamıyorum.. Hayır, ha- yır, ben bir yere gidemem. — Londrayı bugün terketmeğe mecburuz. — Ben böyle bir mecburiyet hissetmiyorum. Bu geceki muha- vereden hatırladığım bir şey var: Kolonel Allisonu ben öldürmedim. — Kim öldürdü ya..? — Bunu sen benden iyi bilirsin! — Ben senin çok zeki ve hafı- zası kuvvetli bir kadın olduğunu zannediyordum. rüya mı (Arkası var) Zehra hanım — Ahmet! Uşak Ahmet — Efendim. Zehra — Saat kaç? Ahmet — Saatim durmuş, ha- nımefendi. Fakat, aşağı yukarı saat .dokuz. Zehra — Peki bu saatte so- kakta bu gürültü nedir? Ahmet — Yeni işlemeğe baş- lıyan otobüsler, hanımefendi. Zehra — Nereye kadar gidi- yorlar ? Ahmet — Horozlu köyüne ka- dadar, Horozlu buradan iki kilo metre ötededir. Otobüs, sonra, gerisin geri dönerek şehre gide- cek. Sıhhatiniz nasıl hanımefındi? Zehra — Sen benim sadık lâ- lamsın. Elinde doğdum. Yanım- dan hiç ayrılmadın. Beni çok seversin. Sıhhatimle de çok alâ- kadarsın. Lâkin rica ederim, bana sıhhatimi sorma... Doktor, bu dağ başında gayet sakin yaşamamı tavsiye etti. Bilhassa hastalığımı aklıma getirmemeli imişim. Sakın neurastenik olduğumu bana hatır- latma... Ahmet — Hakkınız var, hanı- mefendi.. Bundan size artık hiç bahsetmiyeceğim. Fakat şayanı hayret olan şey, niçin bu hasta- lıktan bir türlü kurtulamayorsu- nuz? Hastalığınız beyefendinin vefatından sonra başladı. Canım, bunu niçin kendinize bu kadar dert ediyorsunuz ? Zehra — Allah allah... Nasıl dert etmem?... Kocam, yahu... Ahmet — Beyefendi, hanım efendiye göre çok yaşlıydı. Zehra — Böyle lakırdıları bırak. Postahaneye gittin mi? Ahmet — Hayır... Mektubu, otobüsün kondoktörüne verece- gim. Şehire götürsün de orada postaya taahhütlü atsın. Zehra — Otobüs demin bizim önümüzde durdu değil mi? Niçin duruyor ? Ahmet — Bizim evin önünde değil, biraz ötemizdeki sıhhat yurdunun önünde duruyor. Allahın bu dağ başında sade iki tane bina var: Zehra — Birinin bir cinayet işlemek aklından geçse, sıhat yur- du buna mani olamaz. Sıhhat yurdu, buradan yüz metro ötede... Bizim ev ve sıhhat yurdu. Allah- danki gene sıhhat yurdu var. Yoksa, şayet bu ev bu dağ başında tek başına olsaydı, bizi alimallah kıtır kıtır keserlerde kimsenin haberi olmazdı. Ahmet — Aman, brnımefendi. Sesim gayet kuvvetlidir. Bir ba- gırırım. Sıhhat yurdundan mükem- mel işitirler. Zehra — Mektubum yarın ye- rine gider mi? Ahmet — Elbette hanımefendi. Kondöktörle şehre ( yolladığım takdirde muhakkak gider. ( Kapı çalınır. ) Tuhaf şey! Kapıyı çalan kim? Zehra — Bunu bana soracağına gidip baksana daha iyi edersir. Ahmet — Öyleya... (Çıkar, bir lahza sonra, elinde bir telgrafla döner.) Telgraf. Hem de bana... Kardeşimden geliyor. Tramvay- İ dan düşüp bacağını kırmış. Beni çağırıyorlar... Eyvah... Gördünüz mü olan işi... Vah vah vah... Aman hanımefendi; müsadenizle, ben şu otobüse yetişeyim. Zehra— Yetişin... Yetişin... Ne oldu adam yahu... Inşallah mühim bir şey değildir... Ahmet— Siz, şırınga yaptırma- dan uykuya dalamıyorsunuz... Uy- ku ilâcınızın şırıngasını kim ya- pacak... Zehra— Aman canım... Zaten — > artık ilâçlar tesir etmez oldu. Şırınga yapsamda yapmasam da uyuyamıyorum... Hastalığımın en fena ciheti bu... Haydi sen gitte... Ben de yalnız başıma oturur, kitap okurum. Ahmet — korkmıyor musunuz? Zehra — Korkacak ne var?... ilâhi, sen de... (o Aklıma böyle şeyler sokma... Haydi, git... İşte otobüs geliyor... Sesi duyuldu. Ahmet — Allaha ısmarladık, hanımefendi.. Aman, arkamdan kapıyı kapayın... (Koşa koşa gider. Uzaktan sesi duyulur.) Yarın sa- bah erkende gelirim. Zehra — (Kapıyı kilitler. Bir müddet yalnız gezer..) Lalalala (şarkı söyler. ) Füfü fü fü!.. (Islık çalar... Aynı zamanda da kitap okur. Bu esnada kapı çalınır. ) Buda kim?.... Evde yalnızım Katiyen açmam... (Kapı gene çalınır.) Allaballah... Merak et- tim yahu... Gidip bakayım... (Pençereden bakar.) ne istiyorsu- nuz?... Para... Peki şimdi açıyo- yorum. (Iki erkekle beraber içeri döner. Bu adamların üstleri baş- ları pek o kadar şayanı emniyet değildir. Zaten isimleri de piç Cemalle çekiç Raif.) Piç Cemal — Aman, dışarda üşüdük hanımefendi. Bizi iyi ettin de içeri aldın, gözüm. Zehra — Peki amma, buraya niçin geldiniz?.. Çekiç Raif — Biz komisyon- cuyuz efendim.. Gayet iyi şarap- lar satıyoruz. Sizin de tebdilhava için buraya geldiğinizi öğrendik. Şarabımızdan alın.. Sıhhatınıza iyi geli... Zehra — Allah allah.. Ben şa- raba pehrizim! Sıhhatıma dokunur. Çekiç Raif — (Sesinin perde- sini değiştirerek, yarı amirane) için bir kere tecrübesine bakın... Dokunmaz... Haydi, için... (Piç Cemal'e) çıkar şişeyle kupayı, doldur. Hah, tamam... Buyurun hanımefendi. Zebra — Canım zorla şarap içiriyorsunuz ? Piç Cemal — Için sıhhatinize iyi gelir. Zehra — ( Manyatizme olmuş gibi içer. ) Acıca... Piç Cemal — Sonuna kadar iç... tatlı gelir. Zehra — Sahi... Fakat... Başıma bir ağırlık geldi... Bu şarapta... Ne var... Galiba... Bu şarap (uyur.) Çekiç Raif — Tamam... llâç tesirini gösterdi... Haydi bakalım, faaliyete... Bu kadının pek zengin olduğunu — söylüyorlar. Bakalım, kasasında neler çıkacak... Fakat, her şeyden evvel, şunu parava- nanın arkasına götürelim... Burada, sızmış gibi uyuyan bir kadının manzarası canımı sıkıyor zira... (paravananın (oarkasına (o götü- rürler. Sonra, dolapları, ka- sayı, çekmeleri ararlar) Cemall bu işi iyi tertip ettim, değil mi?.. Lala Ahmedi şehire atlatmağı iyi düşündüm.. O telgrafa, bu may- muncuklara uyku ilâcına, otobüse falan epice para gitti amma, şimdi, kasadan kim bilir neler çıkaracağız. Piç Cemal — Kasayı açtım... Içinden mütbiş banka eshamı çıktı. Yaşadık... Zengin olduk... Çekiç Raif — Dur bakayım... Ver... A... Tuuuu, be... Bunlar, nama muharrer... Alınamaz, satı- lamaz... Sade sahibinin elinde para eder, kasada ve çekmece- lerde bunlardan başka da bir şey yok... Allah mustahkını versin... Yandık... Piç Cemal ne yapalım ?... Ta- lisizlik ... Gidelim bari... Buradan disinin inkişafa mazhar etmiş old niçin bana 22 Ağustos 1932 Akşam e... öne Tefrika No. 11 22 Ağustos 1932 - A İki ir K Her ak Dm ıncı Kore bir hikâye Uyku ildcı Japonya Mançuride j hedefine vasıl oldu... Betlin 20 (A.A.) — Berlinere Boerson-Courrier, Tokio hükümeti ile Mançuri hükümeti arasında aktedilmek üzere olan muahede- den bahsederken “Japonya, gaye- lerine vasıl oldu. , Diyor. Bu | gazeye göre: ğ Japonya, süküt içinde ve efkârı umumiyenin fazla nazarı dikkati celbetmeksizin, Mançuriyi ikinci Kore yapacağını ümit ediyordu. Mançurinin vaziyetile Korenin vaziyeti arasındaki (müşabehet, son derece calibi dikkattir. Ja- ponya, Mançuride de ayni nüfuz siyasetini takip etmiştir.Mançuride hükümdarı ipka etmiştir. Ni Şimdiye kadar belki birçok kimseler farkında değillerdir, fa- kat Korede de daima Imperator kalmıştır. Japonyanın hedefi ken- zengin topraktan, onu siyaseten kendisine ilhak etmeksizin ve | japon tebaasının iklim noktai nazarından gayrı müsait olan ara- ziyi istismar etmelerini ve oraya yerleşmelerini kabule mecbur kal- maksızın istifayi temin etmektir. Japonya hedefine vasıl olmuştur.,, EMLÂK SAHiPLERİI Kira kontratları tecdit zamanı yazlaşıyor | Kiracılarla münakaşa ve pazarlık her vakit müşkil | ise'de bu sene ahval dolayı- sile daha güç olacaktır. Bu nahoş münakaşalardan kurtulmak isterseniz EMLÂKİNiZiN İDARESİ İ Bahçekapı Taşhan No. 20-21-22de Wi mukim 5 UMUM EMLÂKİ ACENTESİNE TEVDİ EDİNİZ! TELEFON 20307 bi e Gk iii başka bir şeyde alıp gidemeyiz... Zira, ber şey pahada hafif yükte ağır... Kanapeyi sırtlayacak halimiz yok a... Haydi, lâmbayı söndürelim de sabaha kadar yatıp hastane obekçisini kuşkullandır. . mayalım, yoksa, belki izimizi bulurlar, Çekiç Raif — Oh babam... Hanımın bir şeyini soyamadıktan maada, hanımın namına iktisada da riayet ediyoruz. (Çıkarlar.) |Saat on buçuğu, on biri, on bir buçuğu, on ikiyi... llh... Beşi, altıyı çalar... Horoslar (o öter... satıcılar başlar... Hanımın para- vana arkasında horladığı işidilir.. Nihayet, altıda uşak Ahmet gelir.| Ahmet - (kapıdan girer girmez.) A... Bu ne?... Ortalık karmaka- rışık ... İçeri hırsız girmiş... Fakat bir şey çalamamış... Herşey ta- mam... Hanımefendi... Hanıme- fendi... Zehra — (Uyanarak) Oooo.. Sabah olmuş... (Tatlı tatlı gerinir.) Eve hırsız girdi... Beni uyku ilâ- cile uyuttular. Ahmet — Aman hanımefendi... Polise haber verelim.,. Şu hırsız- ları bulduralım... Zehra — Sahi... Aman buldurt. Şu uyku ilâcı nefis şeydi... Üç senedir ilk defa olarak deliksiz uyku uyudum. Hırsızlardan ilâcın reçetesini alalım. Nakili: (Hatice Süreyya)