d 28 Haziran 1937 Akşam —— — Sahife 7 Karpuz kabuğu denize düşmeden Suda epeyce yüzdüler ve birdenbire daldılar. Fakat bir daha çıkmadılar!! Sudan çıktıktan sonra uzun kirpikleri kayboldu, incecik kaşlarının yerinde yeller esiyordu. ” Tren Yeşilköyden kalktıktan sonra etrafıma bakındım. Vagon- larda yalnız çikolata renkli erkek- lerle çikolata renkli kadınlar kal- mıştı. Kadınlar çorapsızdı, Erkek- ler gögüsleri oaçık gömlekler giymişlerdi. Kanapelerin üstündeki ağlarda deniz çantaları. Kayışlara sarılmış havlular vardı. o Tren Floryada durunca çikolata renkli ins anla r, ellerinde cantaları kafile kafile plâjlara doğru ilerlediler. Plâja yaklaşınca sesler duyulmağa başladı: — At. Bana at. — Buraya fırlat topu.. — Yavaş kaptıracaksın.. Türnikeden geçtik. İçerisi ol dukça kalabalık. Kadınlı erkekli bir grup denizde hararetli bir top oyununa dalmışlar... Klüpler- den birinin kapısı açıldı. Biri pija- malı iki genç kadın kolkola dışa- rıya çıktı. Mihayet pijama modası buraya da yetişiyor galiba... Daha şimdiden genç kadınların bol paçalı şık şık pijâmalar geriş kenarlı hasır (o şapkalarla dolaşmalarına bakılırsa eli kulağındaya benziyor. Bu seneki plâj omodalarından biri de renk renk şemsisiperler..: Tepeliksiz yalnız lâstikle başa geçirilen kırmızılı, yeşilli, mavili, morlu şemsisiperler... Bir yana, kaşın üzerine manalı bir tarzda yıkılan kırmızı şemsisiperlerden süzülen güneş kadın çehrelerine tatlı kır- mızı bir renk, bambaşka bir gü- zellik veriyor. Dikkat ettim, kadınlardan çoğu mayolu olduğu halde denize gire- miyorlardı. Sahile, kumun en ince en rahat yerine sıra sıra yatmış- lar, başlarına japon işi renkli şemsiyelerini açmışlar, sırtlarını güneşe o vermişler... (o Bazılarının önlerinde ingilizce, fransızca ki- taplar var... Kumları çıtırdata çıtırdata yürürken arasıra sesler iştiyorum: — Bu sene bakalım, Varnaya kadar şöyle bir akmak niyetin- deyiz... — Bizim hanım da istiyor.. — Monşer burada da “pijama... Baksana.. Burası Juan les Pains dönecek galiba.. Kuma gömülenlerin bir tarafına basıp çiğnememek için bin bir itina ile ilerledim. Fakat bazıları kumun içinde pek aykırı duru- yor... Meselâ muazzam göbekli, gözlüklü, ciddi, kellifelli bir zat.. Kumun içinde göbeği Himalâya dağına dönmüş.. Yalnız başı ve elleri dışarıda.. Elinde bir gazete, gözlüğü gözünde, başında - tepe- sine güneş geçmemesi için olacak - beyaz keten mendili.. Bu vaziyette Kilyosu kemali ihtişam ve vakar ile ga- zete mütalâa ediyor... Fakat biliyor musunuz?. Şişman bir kadın kadar denizin içinde garip, eğreti ve aykırı duran bir şey yok... Buz gibi mas mavi dalgacıkların arasında suya düş- müş zeplini andıran kos koca bir vücut göze hiç de güzel görün- müyor.. Halbuki buna roukabil bir deniz dubasının su üzerinde ne güzel duruşu vardır değil mi?. Her ne ise... Plâjların en şayanı dikkat tipleri muhakkak ki ayak yıkayıcılar, mayocular ve kuma gömücüler... Fakat bilhassâ ayak yıkayıcılar... Bunlar iri yarı, gü- neşten tamamile kakao rengini almış, adaleli gençler.. Müşteriler denizden çıkıp da kabinelerine gelinciye kadar ayakları kumla- nıyor.. İşte bu tamamile zencileşmiş gençlerin vazifeleri leğenle deniz- den su alıp bu kumlanan ayak- ları yıkamak.. Yanımdaki locada soyunan iki genç yüksek sesle konuşuyorlar: —vVallah biliyormusun hiç fena iş değil bu... Düşün bütün vazifen buz gibi suile kumlanan ufacik ayakları, Pespenbe topukları iyice yıkamak.. Güzel vucutları kuma gömmek... Hem bak frasızçaya epice de dilleri dönüyor.. Hakikaten oOöyle kahverenkli derili ayak yıkayıcılar - ecnebi müşteriler için olsa gerek- çatpat fakat gayet fasih fransızça ke- limeler öğrenmişler.. Asri dellaklık.. Fakat ne olursa olsun yanımdaki locada konuşan gençlerin düşün- celeri bana pek aykırı geldi. yıkanmak için her zaman insanın önüne ufacık beyaz ayaklar, yuvarlak penbe topuklar uzatıl- maz ya.. Bazen de onun aksi olur. Bu sene deniz bisikletleri ço- galmış.. Bisikletlerden birine başı ustura ile kazınmış, gözlüklü bir Alman binmiş... Hem ayaklarile pedalı çeviriyor, hem de maki- neyi uzun uzun tetkik ediyor... Kim bilir belki de teknik hata- ları arıyor... Her “doktor “böyle Florya plâjlarından bir kaç sahne | -- inceden inceye makineyi tetkik ederken müvazenesini kaybetti ve suya yuvarlandı... Ne yapar- sınız teknik meselesi... Fakat bazen deniz kadınları ne değiştiriyor... Fransızça konuşan iki genç hanım... Birbirlerile şa- kalaşarak, ellerile su serpişerek ilerlediler... Suları köpürte kö- pürte yürüdüler.. Ikisinin yüzleri nazarı dikkati celbedecek kadar güzeldi. Uzun, gölğeli kirpikleri vardı. Hani eski zaman şairlerinin kâh ok, kâh yaya benzettikleri kirpiklerin cinsinden.. Ağızları kü- çücüktü ve uzaktan birer mercan parçası gibi duruyordu. İncecik fakat manalı bir bükülüşle kıvrıl- mış kaşları vardı. Yüzleri tatlı penbe ile tatlı beyaz arasında bir renkte. Denizde iyice ilerlediler.. Çok iyi yüzüyorlardı.. Birdenbire - müş- terek verdikleri bir kararla olacak - ikisi birden suya daldılar.. Bir müddet kayboldular. Bekliyordum ki uzun kirpikli, incecik kaşlı genç kadınlar sudan çıksınlar... Fakat nerede ?. Onların daldıkları yerden biraz ileride bambaşka iki kadın çıkmıştı.. Fakat!. Aaal. Dikkatli baktım!. Daha dikkatli! Bunlar, onlardı.. Fakat yarabbi nerede o yaya, oka benziyen upu- zun gölgeli kirpikler ?.. Nerede uzaktan iki küçük mercan parça- sını andıran ağızlar?.. Nerede o penbe ile beyaz arasındaki renk? Nerede o incecik fakat manalı bir bükülüşle kıvrılmış kaşlar?.. Sanki esrarengiz bir el bir anda uzun kirpikleri silip süpürmüş. Benim kudret kalemile çizilmiş zannettiğim incecik kaşlar gaiplere karışmış... O pembe rengi büyük bir sünger çıkıncaya (Okadar silmiş.. Ağızları iki kenarından tutup büyütmüş... Onlar da suya dalıp çıktıktan sonra birbirlerini tanımamış, ola- caklar ki bir müddet şaşkın şaş- kın bakıştılar.. Ve muhakkak ki daldıklarına da dalacaklarına da yüz kere, bin kere pışman oldular. Hikmet Feridun * Tefrika numarası: 24 Yazan; Ceneral A. F. Oglander ÇANAKKALE muharebeleri 2*'Haziran 1932 Tercüme eden: Muharrem Feyzi Ingiliz mecruhları hastane gemi ne nakledilmek için sahilde bekliyorlar Ceneral Sitwell ise tedafüi bir vaziyet alınmasını zaruri addedi- yordu. Ceneral Hammersleyden gelen ve defalarle değişen gayrı muayyen emirler yeni engeller teşkil etmiştir. Saat on buçukta ceneral Ham- mersleye ceneral Birdwood'dan fev- kalade mühim bir haber gelmiş- tir. Bu haberde küçük Anafarta- dan şarka doğru bir türk batar- yası ile bir çok arabanın çekil- mekte olduğu bildirilmiştir. Türk- ler şimdiden Suvla ovasını tahliye etmeğe hazırlanıyor demekti! Ingiliz ceneralları ileri hareke- tini kararlaştıramadılar Saat on buçukta ceneral Hill ilerideki üç taburuna emirlerini tebliğ etmiştir. Fırka karargâhına vukubulan ziyaretlerin neticesi olarak ceneral Hammersley ceneral Hill'e erkânı harbiyesi reisi kaymakam Molcolmu ceneral Sitwell'e vaziyeri izah etmeğe memur ettiğini ve Çiko- lata tepeleri ile W tepeleri üze- rine ileri hareketin derhal başla- ması icap eylediğini söylemiştir. Kaymakam Malcolm öğle vakti Sitwell'in karargâhına vasıl olmuş ve burada şayanı teessüf bir vaziyet bulmuştur: Askerin büyük bir kısmı kanal civarında kalabalık halinde bulunuyordu. (o Sabahtan beri burada açıkta duruyorlar imiş. Bu asker az zayiat vermiş isede kuvvei maneviyesi ziyadesile bozulmuştu. Ceneral Sitwell harekete baş- lamamsına sebep olarak sicakların şiddeti, içecek suyun fıkdanı, verdiği zayiatın vabameti gibi şeyler söylemiş ve taarruzi hare- ket için kâfi askeri olmadığını defatle tekrar etmiştir. Ceneral Sitwell ile kaymakam Malcolm münakaşa ederken otuz dördüncü livaya mensup genç bir zabit yaptığı bir istikşafın rapo- runu vermek için ceneralın nez- dine çıkmıştır. Genç zabit şarka doğru çok — ilerliyerek istikşaf yaptığını ve bu havalide pek az Türk bulunduğunu söylemiş ve iddiasını isbat için demiştir ki: “ Takriben üç saat istikşaf yaptım. Beraberimde otuz asker götürmüştüm. Cümlesini salimen geri getirdim. ,, Tam “bu sırada ceneral Hill'in üç taburu dil boyundan kanala doğru yürümüş, bir türk bataryası bunların üzerine şarapnel ateşi açmıştır. Bu kıtaat hayli zayiat vermiş ise de askerin metaneti mükemmeldi. Bu taburlar Tuzlu gölün şimal ucuna döndüğü zaman kaymakam Malcolm tekrar fırka karargâhına avdet etmiştir. Mumaileyhin ceneral Sitwell'e son sözü şu olmuştur: “Siz burada kalıp bu ileri harekete (omüzaheret etmekten imtinâ edemeZsiniz.,, ' Badezzaval saat üçte ceneral Hill nihayet ceneral Sitwell'den muavenet vadini almıştır. Fakat bu defada fırka kuman- danı kaymakam Malkolm ziyareti neticesi oolarak tekrar plânını değiştirmiş ve livalara yeni emir- ler göndermiş idi. Bu emirlerin neticesi olarak ceneral Hill'in hücum hareketi tadil edilmiş ve saat beş buçukta daha fazla kuv- vetler ve daha mahdut ve küçük hedefler ile. yeni ve başka bir hücum yapılması kararlaştırılmıştı. ( Ingilizlerin Suvladaki ihraç hareket- lerinin tafsilâhnı ihtiva eden yedinci kısım burada bitti. Bundan sonra ingiliz- lerin Cork bayırında uğradıkları hezimet- ten sonra düştükleri müşkül ve ümitsiz vaziyeti izaheden onuncu kısma baş- lıyoruz.J Onuncu kısım Ingiliz baş kumandanı maglüp olmuş ve fakat cesaretini kaybetmemişti 1915 senesi 10 ağustos akşamı Çanakkale sahnei harbi İngiliz baş kumandanı ceneral Hamilton hatırat defterine şu şayanı dikkat satırları yazmıştı: “... Türkler pek iyi biliyorlar ki Conk bayırı mevziimizde süratle bizim hakkımızdan gelemedikleri takdirde kendilerinin işi bitik ola- caktı. Bunu bilerek hareket etti- ler.Ehemmiyeti yok! Meyus olmam! Baş kumandanın son bhadisata ait hatıralarına yapmış olduğu bu mukaddimenin şayanı dikkat hu- susiyeti vardır. Mumaileyh bu sa- tırları yazarken Çanakkale muha- rebesini neticelendirmek (üzere kurmuş olduğu plân heyeti umu- miyesi ile çökmüş ve harap olmuş idi. Fakat vaziyetin nevmidane ol- masına rağmen İngiliz baş kuman- danı mağlübiyeti kabul etmekten imtina etmiştir. Ceneral Hamilton kendisinin askerleri gibi Türklerin de yorgun olduklarını ve nizam ve intizamlarını (kaybettiklerini tahmin etmiş ve zaferi nihainin “ galip olmak iradesi , digerinden daha kuvvetli olan tarafa isabet edeceği itikadında sabit kalmıştır. Demevi ve fazla ümit var bir tabiat ve yılmaz bir cesaret ve galip gelmek azmi bir başku- mandan seciyesinin gayet kıymet- tar evsafındandır. Lâkin şuna da şüphe yoktur ki ceneral Hamilton Conk bayırı hezimetinden sonra yüz yüze geldiği müşkilâtı küçük görmekte ve bilhassa dokuzuncu kol ordunun şimdi bulunduğu hakiki vahim vaziyeti takdir etme- mekte idi. Tam bu esnada Suvla ovasın- dan yükselmekte olan bozgunluk miyasma ve havası ortalığı istilâ etmekte ve İngiliz (o kolordusu umum zabitan ve efradına bulaş- makta idi. (Devamı var)” 4#-m