ya “Bir sabah Mabette, yeni doğmuş bir çocuk bulmuşlardı. e r i N (AN 11 Haziran 19357 Tefrika No. 89 | SEBA MELİKESİ | BELES Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Çocuğun göğsünde şu cümle yazılıydı: “Bu çocuk hükümdara mensuptur..!,, Sam başını sal- ladı ve gülümse- di: — Güzel bir tedbir... Sonra kendi kendine mırılda- narak: — Bir insanın üçyüz elli karısı olmak ne güzel şey, dedi, her gün biriyle gö- rüşse , hepsini görmek bir sene sürecek... — Hükümdar onların içinden ancak otuzunu beğenir.. Diğer- lerinin © yüzünü bile görmez. — Yüzünü bile görmez.. Fakat, zevcei menkuha- sıdır... Sam silâhlarını duvara astı: — Zaplonun kaç karısı vardı? — Bir karısı ve... Rodit her hakikati söylemenin kendi aleyhinde netice vereceğini düşünerek mevzuu değiştirmek istedi:) — Zaplon dedin de hâtırıma geldi; onun Moap hâkimine iltica ettikten sanra, Süleyman aleyhine halkı teşvik ettiğini söyliyorlar, doğru mu? Sam bu söze cevap vermedi: — Ey sonra... Zaplonun karı- sından başka kaç cariyesi vardı, anlat bakalım? Roditin canı sıkıldı. Şakaklarını uğuşturarak oturduğu (o yerden kalktı: — Zaplou! çok zalim bir ku- mandandı, Sam! Sen zulümden nefret edersin, değil mi? Sam zevcesinin çok kıskanç bir kadın olduğunu biliyordu. — Zaplonun ondan fazla cari- yesi varmış.. Niçin saklıyorsun, Rodit? Jerozalem dilberi bu sözü işi- tince, yıldırımla beyninden vurul- muşa döndü, Pencerenin önünde sendeledi ve gözleri karardı. Kadınların önünde eğilmeyi bir zillet addeden Sebalı kahraman, Süleymanın o cariyeleri arasında yavaş hüvviyetini mi kaybedi- yordu ? Rodit haykırdı: — Ser onun gibi yapmıyacak- ir sın, değil mi, Sam? Sen yalnız beni seveceksin, değil mi? * ”. Babası meçhul bir çocuk O gün Doğum mabedinde henüz yeni doğmuş bir erkek çocuk bulmuşlardı. Çocuğun göğsünde şu kelimeler yazılıydı: “Bu çocuk hükümdara mensup- tur. Kendisini sarya götürünüz!, Çocuğu “derhal saraya götür- düler. Hâdisen Süleyman o haberdar edildiği zaman Sam vergi işleri hakkında hükümdara izahat veri- yordu: — Bu sabah adamlarımdan biri şehir haricinde bir Oüzümcünün evine vergi tabsiline gitmişti. Üzümcü memuru görünce kork- ve derhal istediği parayı Doğum mabedinin dahili manzarası vermekle beraber: “Size yalvarırım, demiş, biraz daha fazla para versem, kaybolan kızımı bana bulup getiremez misiniz?,, Tah- sil memuru, ihtiyar üzümcünün göz yaşlarına tahammül edeme- miş... Üç günden beri kaybolan genç ve güzel kızını arayıp bula- cağını vadetmiş...! — Süleyman bu hikâyeyi işi- tince hayretle gözlerini açtı: — Bu adamın kızı nereye gide- bilir ? — Bende merak ettim ve üzümcüyü saraya çağırttım. Derdini bizzat kendi ağzından dinledim. — Ne anlatıyor ? — Bundan dokuz ay evvel, bir gece, saraya mensup bir genç, üzümcünün evine gitmiş.. kızını çok sevdiğini ve yakında kendi- sile teehhül edeceğini söylemiş. Üzümcü, kızma böyle saraya mensup bir delikanlının talip çık- tığına sevinmiş.. O gece sabaha kadar bu delikanlıya kendi elile nefis şaraplar ikram etmiş.. Ertesi sabah bu esrarengiz delikanlı, © gece kendisinin oraya geldiğinden kimsenin haberdar, edilmemesini söyliyerek ayrılmış ve bir daha görünmemiş. Fakat, aylar geçtikçe kızın karnı büyümeğe başlamış. Üzümcü ve karısı merak içinde hergün müs- takbel damatlarının yolunu bekle- mişler. Felâketler birbirini takip etmeğe © başlamış. Geçen sabah uyandıkları zaman gebe kızlarını yatağında Obulmamışlar; © etrafı araştırmışlar, oahbaplarına O sor- muşlar.. (o bulamamışlar. Zavallı üzümcü matem içinde, kızını ara- makla meşgul. Süleyman bu garip vakayı bü- yük bir merak ve alâka ile dinle- dikten sonra Sama sordu: — Üzümcü, kızını o delikanlı- | nın kaçırdığından mı ediyor? — Evet.. Fakat, saraya mensup olduğu için kimseye bir şey söy- liyemiyor. — Bu sabah (Doğum Mabedi) nde bulunan çocukla şüphe bu vaka | arasında bir münasebet var mıdır? | — Ümit ederim ki bu küçük | çocuk, üzümcünün torunudur. — O halde o ihtiyarı şimdi — 491 — Geçen gün sokak- ta gidiyorken, Nev- zatla Sedada rast geldim. Nevzat — Yumur- ta tavuktan çıkar, diyor. Sedab — Hayır. Tavuk yumürtadan çıkar, diye biribirlerile kavga ediyorlardı. O zaman aralarına girdim. — Tavuk yumurtadan, yumurta ta vuktan çıkar, dedim. Her ikisi'de aptal aptal yüzüme bakakaldılar. Mehmet Hüsnü ŞE beyin küçük oğlu Ferit şeytan bir çocuktur. Yaramazlık kadar yemişi, abur cubur şeyleri de sever; yemekle başı hoş değildir. Sofrada daima israr ile yemek yer. Akşam sof- rada önüne çorba kâsesi gelince Feridin neşesi kaçtı; kaşığı uzatıp bir yudum aldı, yüzünü buruşturdu, kaşığı tekrar tabağına bıraktı. Annesi kaşlarım çattı : — Yesene! — İyi değil! — İyi mi değil?.. Bir daha böyle şey söyleme; bir gün gelir ki onu da bula mazsın.. Ferit çorba kâsesini itina ile kaldırıp | hizmetçiye uzattı, annesi sordu : Ş. Bsat — 492 — — Ne yapıyorsun ? — Anneciğim, bu çorbayı bana hiz- metçi o gün için saklasın.. Hayrünnisa Talât | — 493 — Seyyahın * biri bir otele iner. Otelciye boş odası olup olmadığını sorar, Otelci : — Iki odamız var efendim, der, biri bir liralık, öteki bir buçuk liralık. — Bu odaların aralarındaki fark nedir? — Bir buçuk liralık odada birde fare kapanı var efendim. 3 Kurnaz — 494 — Adamın biri kah- vede otururken arkadaşları gelip (Karının aklı Kaç- mış, idemişler). | Bunu duyan adam düşünceye dalmış, Düşüncesinin Se- bebini soranlara cevaben : — Evlendiğim zaman da karımın aklı yoktu da, hangi aklı kaçtı, diye düşü- nüyorum, demiş. Perihan | | — 495 — | Hiç minare gör“ miyen oakılllar- dan birisi gittiği memlekette tah- tadan bir minare görüp memleke-! tine götürmek is- temiş. Misafir kaldığı evin hanımına bu fikrini anla- tınca, kadın: | — Bana 200 arşın bez getir, ben ona | bir kılıf yapar nebre atarım, memleke tine gidince orada bekler, tutarsın.. Adam, muvafakal ederek erkenden yatar. Kadın geceleyin ihtiyarın saçını sakalhm tıraş ederek suratını boyar. Sabahleyin adamcağız hiç bir şeyin farkına varmadan yola koyulur. Şehre yaklaşınca karşılamağa gelen çocukları: — Baba! Bu ne hal, saçı sakalı ne yaptın ? İhtiyar elini suratında gezdirerek işin farkına varmış gibi: — Vay kâfir kadın..! Benim yerime kendi oğlunu yolladı”. M. Salâhatttin Fıkra mükâfatları Fıkraları dercedilen kari'lerimizin idarehanemize müracaatla mükâfat- Jarmı almaları rica olunur, buraya getiriniz, Bu çocuk kızına benziyorsa, müstakbel damadını kolayca bulabiliriz. — Gayi meşru bir susette genç bir kızı evinden kaldırıp bir semti meçhule götürmenin cezası nedir? —Böyle bir vakaya ilk tesadüf ediyorum. Evvelâ fail bulunsun, sonra cezasını tayin ederiz, — İşte, sevgili karıcığım! Sana üç zarf.. Birinde yüz yirmi lira var. Bu, bir aylık ev idaremiz için lâzım olan paradır. İkinci zarfta elli lira var: Kira... Üçüncüde de, kürkçünün fatu- rasının bedeli olan yüz lira. Eh, haydi, allaha ısmarladık, yavrum. Ben gidiyorum. Ev sahibine uğra, parsını ver. Sonra kürkçüye git... Onun da faturasını öde... Meliha, kocası Saim beye : — Senden bir ricam var... - diye gülümsedi, - Ah, bilsen, mevsimlik bir tayyör gördüm? Öyle hoşuma gitti ki... Ne olur, şunu alsam... Yüz liraya... Saim bey, karısının saçlarını okşadı: — Ab, yavrucuğum... Beş pa- rasızım... Hem, biliyorsun, şimdi müthiş bir buhran devrindeyiz... Dişini sıkman lâzım.. Daha ge- çenlerde elbise yaptırdın... Bir araba nasihat daha... Genç kadın: — Peki, peki! -dedi.- biç sesini çıkarmadı; aksilik te etmedi. Kocası gittikten sonra, giyindi. iki zarfı, el çantasına koydu. Ev sahibine verilecek olanı eline aldı. Zaten, ayni apartımanda oturu- | yorlardı. Kapıyı çalıp verdi. Mak- buz aldı. Sonra, sokağa çıktı. Tramvaya bindi. Uğrayacak bir Iki yeri vardı. Oralara uğradı. Nihayet, Beyoğlundaki kürkçüsüne geldi. Faturanın bedelini vermek üzere çantasını açtığı vakit, içinde sade bir zarf bulunduğunu bayret ve korkuyla gördü. Parmakları titriyerek zarfı araladı. İçinde yüz lira.. Peki, yüz yirmi liralık zarf nereye gitmişti? Çantasını defa- larla araştırdı, boşalttı, bir daha doldurdu, boşalttı, bir daha dol- durdu. Yok, yok, yok! Para yoktul Çıldıracak.. Başına gelen felâketli işi kürk- çüye anlatarak, derhal, eskiden uğradığı yerlere gitti. Odalarda, podralanmıştı. Acaba, zarfı kay- dırıp düşürmüş miydi? Yoksa, açık gözlü biri, fırsattan bilistifa- de, zarfı aşırmış mıydı? Her yeri tekrar tekrar arayarak başı döndü. Eyvahlar olsun zarf yok... Nihayet, perişan bir halde eve dödü, son ümidi orada kalmıştı. Kapıyı kocası açtı. Kadın: — Aman yarebbi! Aman yareb- bil Kaybettim! - diye inildedi. Saim, telâşla sordu: — Neyi? Neyi?.. Neyi kaybettin? — Zarfı... Parayı... Içinde yüz yirmi lira olan bugün verdiğin zarfı.. Ev sahibinin zarfını verdim. Sonra kürkçününkünü de vere- cektim. O esnada zarflardan biri- nin çantamda olmadığını gördüm. Aramadığım yer kalmadı. Yok, yok, yok!... — Bak bele olan işe... Bak hele... Vah, vah, vah... Birlikte, çekmeye baktılar. Son- ra, bir yanlışlık olmasın, yahut oralarda düştüyse haber verilsin | diye ev sahibine müracaat ettiler. Mavi zarf, sırra kadem basmıştı. Saim, parayı çok seven bir erkekti. Bilhassa, müvazeneli büt- çesinde yüz yirmi lira mühim para demekti. Fakat, karısının hügür hüngür. ağladığını görünce, yüreği tahammül edemedi. — Canın sağ olsun, üzülme! - dedi. Vakıa yüz yirmi lira! kay- betmek feci şey, fakat, ne yapa- lım? Olan olmuş bir kerre.. Benim, İ bir köşede birikmiş yüz yirmi İ liram var. Onu sana veririm, olur (Arkası var) biter. Ağlama... a - 0 Sahife 9 11 Haziran 1932 Kari'lerimizin KR İL İRİ ii | mükâfatlı fıkraları | e rn İ Şu kadınlarda insaf var mıdır? | — Ah, Saim'ciğiml.. Ne iyi yürekli adamsın... Eksik olma... Mersi... Iştahasız bir yemek yediler. Yemekten sonra, Saim, tekrar dışarı çıktı. Meliha da yatak oda- sına girdi. Tam bu esnadaydiki, gözüne mavi zarf ilişti. Oracığa, kanapenin ayak ucuna düşmüş, Demek ki, çantaya kuyayım der- ken elinden kaymış... Açtı. Içinde yüz yirmi lira... Sevinçten boğulma derecelerine gelerek kanapenin üstüne çöktü. Ilk fikri, kocasına telefon etmek oldu. Kocası, ona karşı nasıl cömertçe, cıvanmertçe, kibarca davranmıştı. Darılacak yerde onu teselli etmişti. Gizlice biriktirdiği parayı ona vereceğini söylemişti. Melihanın fikrinde, bunun üze- rine, ansızın bir şimşek (o çaktı. Demin, hüznü arasında farkede- mediği bir şeyin şimdi farkına vardı. Nasıl? “Gizlice çiriktirdiği parayı...,, öyle mi?... Demekki, Saim, sıkışık vazıyette değilmiş. Demek ki, ibtiyat yüz yirmi lirası varmış... Halbuki, demin, Meliha ondan tayyor istediği (ozaman, tasarruf tavsiye etmiş, buhran- dan bahsetmiş, bin türlü ukalâlık- larda bulunmuştu. Hiddetle yerinden kalktı. Öyleyse, Meliha Saim'e göste- terecekti. Bulunmuş mavi zarftan ona haber veremiyecekti. Onun da bundan sonra bir ihtiyat parası olacaktı...| Düşündü: — Artık, canımın istediği şeyler için kocama adam akıllı kafa tutarım... Mademki ihtiyat para saklamak âdetinde; bulunduğunu birde ağzından kaçırdı..." Nakıli: (Hikâyeci) Merhum Etem Pertev bey Türkiye eczacıları, Farmakoloğ- ları birliğinden: Türkiye eczacılı- ğının müteşebbis üstadı merhum eczacı Etem Pertev beyin vefatı- nın yedinci yıldönümü münasebe- tile merhumun kabri ber sene olduğu gibi omeslekdaşları ve sevdikleri tarafından ziyaret edi- lecektir. Muhterem arkadaşların 12 haziran pazar günü saat 9 buçukta Karaköyde Han önünden hareket edecek hususi motörlerle olunur. EMLAK SAHİPLERİ! 8 bulmak Emlâkinizin kiraların muntaza- inizin varıdatını temin Emlâkinizin Vi Emlâk rın tecrübesinden istifade. edebilmek” için umurunda kesbi ihtisas etmiş olan ACENTESİ müessesesine Adresi: Bahçekapı, Taş han No. 20-21-22 bu merasime iştirakleri rica Emlâkiniz için süratle kiracı men tahsil edebilmek bususatında mutehassısla- A : , UMUM EMLAK MURACAAT EDİNİZ! Telefon: 20307 Bugün de Diyorlarki... Edebiyat Anketleri Mubarriri : Hikmet Feridun Neşreden : Remzi kütüphanesi Yakında çıkıyor