Masal olanlar: Eski iski haremağaları Konaklarda debdebenin tamam olması için behemehal haremağası lâzımdı.. Ekseriyeti boyca uzun, cüssece hafif, çok kıskanç, hiddetli ve elti hanım kadar a ahıngömedı! Haremağası, o devirdeki saray- ların birinci derece mübrem eşyası, e “konakların en lüks ziyneti ni Nişaritaşında, Serence- bey yokuşunda, Yıldızda, yalancı Haremde cariyeler, kalfalar, kâhya kadınlar, ekti hanımlar; selâmlıkta ayvazlar, uşaklar, ağa- lar, ekti efendiler. Derunu köâşane, istediği kadar balik istifi olsun, arada haremağa- sı bulunmazsa damı yokmuş kadar noksan sayılır, saltanatı solda sıfır addedilir, sahipleri tefe 'konur çalınırdı. Konak yavrusu, içine harem- ağası girmeden konaklığa terfi edemez, © çikolata alınıncaya kadar, hakiki debdebenin tadı tadılamazdı. Gerek akağayı, gerekse harem- ağayı her kim icat ettiyse topra- n Zifiri karanlik durduğuna kabrinde 'hort hort bortladığına şek veşüphe yoktur. — Zavallı ağalar, ne insaf mağduru kimselerdir. Haniya meşhur mesel ovar- dır ya: Devekuşuna, göç! demişler, ben kuşum! demiş; üç! demişler, deve uçar mi? cevabını vermiş. İşte tıpkı bunun gibi onlar da ne erkekti, ne dişil. Cennetle cehennem arasındaki, âraf denilen ve viranelik kadar vazifesi olmıyan mahal gibi, tavva- şiliğin'de hikmeti mevcudiyeti bir muamma değil midir? Ne zamandan beri düşünüp taşındı isem bu işin künbüne, illetine bir türlü akıl, sır erdire- medim, gitti. Haydı, hepsini bertaraf edelim de, kudemanın iddiası veçhile ve onların ağzile : ( Tavwaşi, haremle selâmlığı bırbirine vasleden ve kaç göç meselei -mutenabihasının bir lâzımı Bir haremağası gayri müfariki olan nesnedir ), diyiverelim, Benim dediğim zamanlar, konak dahilindeki kaç göç keyfiyetinde, en faal ve daimi rolü oynayan, o değil, dönmedolaptı Dönmedolap, alt katta, harem taşlığı ile selâmlik taşlığı arasma konmuş, üstüvanevi, içi göz göz, fırıl fırıl dönen bir dolaptı. Kilercinin hazırladığı çerezler, ayvazın otemizlediği (olâmbalar, kâhya hanımın altmışlık tütünü, sütnine zadenin /hintyağı, haremde işret mutadı olan beyefendinin çilingir sofrası, musevi enstitütrisin piyaz, lop yumurta ve turşudan mürekkep taamı, hep buradan alınıp verilirdi. Telefonun ağa babası da hiç şüphesiz dönme 'dolaptır. Mükâleme murat olundumu, elayası açılarak, şap, şap, şap! bu dolaba vurulur; derhal karşı ta- raftan cevap gelir: — Kimdir o? ,— Hu, Ahmet ağa, arabacı Ömer ağaya söylede küçükha- nımın arabasını hazırlasın! Yahut başka bir fasıl; Küt, küt, kütl.. — Ülen inci kalfa, tövbe olsun amma, galiba çifte mi atıyou, ve halt ediyon, dolabı gıracahsın! İzmirden Alaşehire.. Manisa ve Alaşehir Manisa, 8 ( Hususi ) — Izmir - Kasaba şimendifer idaresinin tertip ettiği Alaşehir gezintisi çok eğ- lenceli oldu. İzmirden kalkan *ren Manisaya geldiği zaman hemen her taraf dolmuş, vagon- larda yer kalmamıştı. Bereket versin ki Manisadan tenezzühe iştirak edenler pek kalabalik değildi. misafirpeverrlik göstermiş, sokakla- ra, köşe başlarına birer: “ Hoş geldiniz!,, lavhası asmıştı. Bundan sonra tenezzühe iştirak edenler otomobillerle Sarikız sularına -çikmışlardır. Otomobiller kâfi gelmediği için bazıları ara- balara, bazıları da merkeplere binmeğe mecbur olmuşlardır. Tenezzühe iştirak edenlerden bir kısmı da büyük çınar ağaç- ! yerinde * yeller eestiğini Alaşehir belediyesi büyük bir | memba | sporcuları bir arada larile meşhur olan “Hüseyin oğlu,, mesiresine gitmişlerdir, Evvelce “Hüseyin oğlu,, mesiresinde tarihi çınarlar vardı. Bu eski ve pek büyük ağaçların gölğesinde otu- rurlar, şarkı söylerler ve dinle- nirlerdi. Bu sefer gittiğimiz zaman tarihi 'çınarlardan bir çoğunun gördük, Her nedense bu çınarların kesil- mesine lüzum görülmüş.. “Hüseyin oğlu,, mesiresinde ancak bir kaç çınar kalmış. Yolcular hemen bunların gölgelerine koşuştular. “ Hüseyin oğlu,, mesiresine fev- | kalâde kıymet veren bu ağaçlar 45 liraya satılmış.. Doğrusu buna pek ziyade acıdım. Tenezzüh münasebetile Manisa ve Alaşehir sporcuları arasında | maçlar yapılmıştır. Arap Inci bacı, Ahmet ağa ile senli benli olduğu için, memnun ağzı kulaklarında, cevap verir: — Ayının zoruna bak; çifteyi senin gibi eşşek ütörl..| .. Dediğim gibi, haremağasının bahşettiği saltanat dört başlı, gördüğü iş ise pek narin, nazenin tertip idi. Ağa efendi, konağın içinde boybeyi gibi gezer, hanımefendiler sokağa çıkarken arabacının yanin- da mihmanlaşır, seyir yerlerinde, bozuk para bittikten sonra, had- siz, hesapsiz olan dilencileri ko- var, bir mağazaya uğranınca aşa- gıya atlayıp kapıyı açar, büyük hanımefendinin koltuğuna girer, alınan paketleri arabaya taşır, misafirliğe gidildiği zaman, yine hoplayıp ve kavas elbiseli kapı- cıya kapıyı açtırıp arabayı bah- çeye sokar, harem taş merdive- nini boylayıp haber verir, evin hanımefendileri, (misafir yanına inince, eteklerini öper. — Nasılsın Sünbül ağa? Seni göreceğimiz geldi Mercan ağa! gibi mazharı iltifat ta olurdu. En mühim vazifesi düğünlerde idi. Düğün evinin ağası ise damat beye peşrev olur, koltuk mera- siminde, gelin hanımın eteğini tutar, serpilen paralara üşüşenleri aralıyarak yol açar, güveyin çıkı- şında, damadın koltuğuna girerek selâmlığı boylatırdı. Ortalığı velveleye veren seyir- cilere ve ayak takımı kimselere kırbaç (o sallayıp (ozaptı o raptı temin etmek, biletli düğünlerde, sokak kapısında ahzi mevki edip bileti kontrol ve tesellüm eylemek de kendisine muhavveldi. Haremağası, kad ve kamet, ruh ve tıynetçe bütün tezatları camiydi. 'Ekseriyeti, boyca uzun, cüssece hafif, evzaca bati olmasına rağ- men kaplan kadar kıskanç, tiryaki kadar hiddetli, elti hanim kadar alıngandı. “O kadar kıskanç idi ki Bayram alayma veya Direklerarası piya- sasına ve yahut Çarşıya gidilirken, arabanın içine dikkatlice bakana kırbacı yapıştırır, Abdinin tiyat- rosunda, hanımlarının locasın su getiren büfeci çırağını ayağının altına alır, ayakkabıcı dükkânın- da, küçük hanıma, iskarpini kendi giydirmek istiyen çırağa tokatı basardı. O derece çabuk hiddetlenirdi ki meselâ ev halkından gayrisi, Bilâl ağal deyip ismile çağırsa: — Adımı sen'mi koydun edep- siz ? Ağaefendi desenel diye köpürürdü. O radde alıngandı ki, yanında kazara aksıracak olsan, — Karabiberi sana göstereyim! diyerek şamarı indirir di. En sevdikleri şey: Kalıplı fes, ütülü pantalon, boyalı kundura; En düşkün oldukları bususu: Selâmlıktaki Oağalarla O iskambil oynamak, tanıdiklara zıvanalı si- gara ikram etmek, vüzeradan her birinin gradosundan bahsetmek; en sevmedikleri mevad: Manak- yanm tiyatrosu, çok saçlı, dik yakalı, sivri opotinli delikanlı, çocukların fransızca muallimi; Yeğüâne idealleri ise, saraylardan birine kapağı atıp arabanın arka- sında, atta gitmekti. Sermet Muhtar Tefrika holrika ip ge 52 “BEŞ YÜZ MİLYON İNSANA HÜKMEDEN KADIN Tarihi aşk, ve macera romanı Nakıli ; — Tamam! - diye mırıldandı.» Bu iş oldu. Şair! Gene mesutsunl. Efendimizin bir gecelik vuslatına nail olmanın bedeli bir hayattır... Li - Lien, cesedin boynuna, ilmik! edip bir ip bağladı. Ipin ucuna da ağır bir taş bağladı. Cesedi, ba- cağından tutarak sürükledi. Gö- türdü; bir (kuyuya attı. Sonra, kuyunun içine bir çok taşlar attı. Her ihtimale karşı, cinayetin mey- dana çıkmaması için tedabir aldı. Işi bitmişti. Bu haberi, impara- toriçeye vermek üzere, yazlık saraya doğruldu. Ye-Ho, bu sırada, taraçasında oturmuş, gül şerbeti içiyordu. İçini çekti: — Böyle genç ve şirin bir şairin irtihalinden dolayı bittabi çok müteessirim. Lâkin gevezelik edebilir, bana dair tafsilât vere- bilirdi. Onun için, bu tedbire baş vurmak mecburiyeti vardı. — Öyle efendim! Li-Lian: — Maamafih, bir şairin bundan daha şairane bir akibeti tasavvur olunamaz... Bu şair, bahtiyar addedilmelidir . Afyon dumanları arasında... Genç şairle geçmiş maceradan sonra hafifçe örselenen sinirlerini yatıştırmak için, Ye- Ho, bir kaç çubuk afyon liçmeğe karar ver- mişti . Nefsine hâkim 'bir kadın olduğu için bu gibi şeylerin kendini teh- likeye sürüklemesinden korkmaz- dı. Afyonu, - istimal şekline göre - hem mükemmel bir ilâç, hem de iğrenç bir zehir addederdi. Doğrusu aranırsa, İngilizlerin habis müdahalesi olmasa, bu afyonun ticaretini mukaddes im- parâtorluk dahilinde menederdi. Zira, çinliler, bu zehire çok müp- telâdılar; onsuz edemiyorlardı. Bittabi, nefislerine hâkim olma- dıkları için, fazla da kaçırıyor- lardı. Lâkin, imparatoriçe, her şeyin kararını bilen ender insan- lardandı. O sabah, Li-Lien'e yanıma uzan- masını emretti, Afyon içmeğe mahsus geniş yatakta yatıyordu. Li-Lien, yanında uzanacak; afyon çubuklarını hazırlayacak, ona, biri bittikçe öbürünü verecekti. Imparatoriçe, bu suretle, baş harem ağasına son derece iltifat (va-No) etmiş oluyordu. Li-Lien, ödeta Imparatoriçenin zevci gibi bir hal almıştı. O da, müteveffa, felâ- ketzede selefi Ngan - Te gibi kendine “ Dokuz bin senelik <fendimiz ,, diye hitap ettiri- yordu. İmparatoriçe (nezdinde en nafiz şahsiyet olduğunu böy- lelikle herkese ilân etmiş oluyordu. Şu esnada, imparatoriçe, yata- Zına yatmış; baş hadım ağasının yaptıklarını alâka ile seyre dal- mıştı. Li-Lien'in sinde gümüş bir iğne vardı. Bu gümüş iğnenin ucunu, porselen bir kâse içine, en iyi cins haşhaşlardan evvelce akıtılıp toplanılmış mayie daldırı- yor; orada iğneyi çeviriyor, çevi- riyordu. İğnenin ucunda Tüzucetli bir topçuk hasıl oluyordu. Harem ağası, ince ve mahir parmaklarile bu topçuğu çıkarıyor; yanındaki afyon yapma tertibatında yanan aleve maruz bırakıyordu. Sonra, gene gümüş iğneyle ikinci bir topçuk yapıyor: bunu'da aynı su- retle birincinin üzerene ilâve edi- yordu. Derken, üçüncü, dördüncü, beşinci ilh topcuklar bunlarıtakip ediyordu. Neticede, bir afyon çubuğunu dolduracak kadar afyon hasıl oluyordu. Baş harem ağası, ince ve narin parmaklarile bunu oradan aldı: Büyükçe bir top husule getirdi. Topun içine ateş nüfuz etsin diye, ötesini, berisini deldi. Çubuğun içine yerleştirdi. Ve, hürmetkârane bir eda ile, çubuğu, imparatoriçeye takdim etti. Ye-Ho, bunu, vakurane aldı. Çubuğun bambu ağacından sapını iki elile âdeta ibtirasla yakaladı ve fil dişi tarafını ağzma aldı. Içinde afyon bulunan lüle tarafını, Li-Lien'in önünde duran tertibat- taki aleve yaklaştırdı. Afyonu alevlemek için geniş bir nefes çekti. Şimdi artık, burun deliklerinden kalın, ağır ve beyaz bir duman çikiyor. Yüzünün hizasında bulut- lar hasıl ediyor. Vücuduna alâ bir inşirah yayıldı. Sinirleri gevşedi. Yedinci çubukta, artık vücudun- dan ayrilmış bir ruh gibiydi. Et- rafında herşeyi, büyük bir vuzuh ile, bütün teferrüatına kadar mü- balâğayla görüyordu. (Arkası var) Akhisarda orak başladı Akhisar 9 (Hususi) — Orak biçme mevsimi geldi. Bura çifçileri K orağa başladılar.. Havaların arpa mahsulü oldukça iyi ile buğdayların biçilmesi gö, kurak gitmesine rağmen buğday ve Resimde bir çiftlikte orak makinesi lüyor.