3 Mayıs”1932 Tefrika No. 78 31 Mayıs 1932 | SEBA MELİKESİ BERL, Yazan: ISKENDER FAHRETTİN Beni Israil hükümdarı manen çok sarsılmıştı. Demek ki Rodit'in söyledikleri yalan değildi.. Tamara intikam alıyordu..! — Hükümdar onu affetti. Sen uyumamışsın! Dedi ve omuzunu okşadı. — Sabahtan beri nerde idin? Gene Kudüs dilberleri etrafını sardılar galiba..?! Sam, Enveranonun katili hak- kında Belkısa izahat Oovermek istiyordu. — Melikem! Dedi, başımızda meşum bir bulut dolaşıyor. Amonlu cariye gibi meçhul bir elin kurbanı olmaktan korkuyo- rum... — Yalnız Amonlu cariye mi..? Firavunun kızı da yaralandı... Sam hayretle gözlerini açtı: — Prensesten mi (bahsediyor sunuz?! — Evet... Onu da meçhul bir el vurmuş. Sam kendi kendine: — Meçhul birel... Diye mırıldanarak önüne baktı. Belkıs endişeli bir nazarla mu- hafızını süzdükten sonra : — Bende bu meçbul elin zaplon olmasından korkuyorum. Dedi. Sam bu sözü başile tastik ederken, Melikeyi gözünün ucile tetkik etmek fırsatını da kaçırmamıştı. Sam bir az tevekkuftan sonra sordu: — Firaunun kızı kurtuldu mu? — Yarası ağırmış.. — Gördünüz mü? — Hükümdarın odasında. Ma- mafih görmek istemem. — Ziyaretinizi beklemez mi? — Zannetmiyorum... — Evinde misafiri bulunduğu- nuz bir kadının hatırını osormak icabetmez mi? — Ben Filistine Fıraunun kızını görmeğe gelmedim... Süleymanın misafiriyim. Belkıs bir müddet pencereden Sion dağının yamaçlarında çalışan köylülere baktıktan sonra Sama dedi ki: — Enverano ile görüştün mü? — Iki defa... — Nasıl adam.,, Çok akıllı, Zeki, merhametli bir delikanlı, değil mi? — Kuduslülerin böyle bir ada- ma peygamber diye tapmadıkla- rına hayret ediyorum... — Onun nerede olduğunu öğ- renmek kabil değil mi? — Öğrenirsem ne yapacaksınız? — Görüşmek istiyorum... Tetrika No: 43 — Kendinizi koruyunuz Belma hanım! Belmanın gözleri doldu. Asabi- | yetten titriyerek haykırdı: | — Bana ne hakla böyle hitap ediyorsunuz? Faik Beimaya sokuldu: — Size olan şefkat ve muhab- betim beni bunları söylemeğe icbar ediyor... Nişanlınızı unutu- yorsunuz Belma hanım... Belma hayret etti: — Hangi nişanlım? Faik acı acı gülümsedi: — Size gönlümü açtığım, aş- kımı ilân ettiğim zaman bana | nişanlı (olduğunuzu söylememiş miydiniz? — Rica ederim Faik bey.. Küçük Hanımın Kısmeti ie adam Falcı Tamara neler anlatıyor? Otuz beş yaşlarında, kumral saçlı, şişmanca bir kadın, fıra- unun kızına anlatıyordu: — Beni her şeyi söylemeğe mecbur etmeyiniz! (Gözlerimin önünde uçuşan heyaletler bana ve size yabancı gelmiyen kimse- lerdir. Yalvarırım size, beni bıra- kınız, gideyim! Tamara ufak buhurdanlık içinde tüten mavi, sarı dumanlara ba- karak: — İşte.. Iri boylu bir adam görüyorum... Fakat, çok rica ederim, beni mazur görünüz, çe- nelerim kilitleniyor. Bu adamın dehşetli bakışlarından korkuyorum. Diyerek yerlere kapandı. Süleymanın zevcesi yatağının dibinde fal bakan Tamarayı dik- katle dinliyordu. Beni Israil hükümdarı fala ve falcılara ehemmiyet (o vermediği halde, Tamaranın sözlerine inan- mıştı, Ellerini birbirine vurarak ba- gırdı: — Bir yere gidemezsin! Bu cinayetin esrarını şimdi meydana çıkaracaksın! Ne biliyorsan, ne görüyorsan anlat bakalım... Falcı kadın yerden başını kal- dırdı; bohordanlığa bir tutam tütsü daha attıktan sonra sözüne devam etti: — Buiri boylu adamın kafasını okuyorum: Yemek yedigi yere ihanet etmeğe teşebbüs etmiş.. Hükümdarın tahtında gözü var.. Başka bir hâkimin emellerinin tahakkukuna çalışıyor.. Iki elide kanlı.. Daima masumane bakan gözlerinin içinde cehennemler ya- nıyor.. Beyninin içi bin bir melanet kaynağı.. Süleyman titremeğe başladı. Fraunun kızı mütemadiyen : — Söyle Tamara, söyle... diye haykırıyordu. Tamara, evvelce Roditten icap eden malümatı almıştı. Zaplon vaktile Tamaranın erkek kardeşini harbe göndererek telef ettirdiği için, falcı kadının Zaplona husumeti eskiydi. Tamara uzun senelerden sonra eline geçen bu fırsatı kaçırır miydi? Fraunun kızından aldığı cesa- retle, Zaplonun çevirmek istediği bütün fırıldakları birer birer söy- lemeğe başlamıştı: (Arkası var) 31 Mayıs 1932 Selâmi İzzet — Ben sizerica ederim Belma hanım, müsaade ediniz de sözümü tamamlıyayım. Belki de bu cer- | bezeme şaşarısnız. Fakat ben yalnız kendi hissiyatımı müdafaa ederken mahçup olurum. Amma şu anda menfaatınızdır. manasını pek alâ anlıyorum. Her nasılsa, tanımadığımız biri ile mektuplaşmıyı başladınız. Şim- di de onu gıyaben sevmeğe baş- lıyorsunuz.. Fabrikada, çalışirken daima düşünceli duruyorsunuz. Tutaktan mektup aldığınız zaman gözlerinizin içi gülüyor.. Hayret! lasan tanımadığı bir adamla bu İ derece meşgul olur mu? Belkide | sizin alâkanıza lâyık müdafaa ettiğim sizin | Bu mektuplarım | İf bir akşam Her hikâye Ah efendiçiğim ah... Biçare | Fazilet hanımın bu yaşa kadar niçin evlenmediğini size anlatayım ! da biçarenin haline acıyın... Fazilet hanım, malümunuz ol- duğu veçhile, gençliğinde, çok | güzel, âdeta bir içimlik su dene- | cek derecede güzel bir kızdı. Fakat şimdi, (marullar hakkında | kullanılan bir tabiri bir kız için kullanmama müsaade buyurunuz) tohuma kaçtı. Boynu öyle bir ga- rip uzadı. Karnı ve arkası lüzu- İ mundan fazla şişmanlandı. Ayak bilekleri | kalınlaştı. Haline bir hantallık ariz oldu kızcağızın... Artık evlenme çağını geçirdi bi- care... Buna rağmen, evlenmek arzusundaydi. Güzel bir kız ol- duğu için evlenebilirdi de... O derece güzel kızdı ki, çalıştığı büyük mağazada da, onu, erkek eşyası satılan kısımda kul- lanırlardı. Cazibei cinsiyesine müş- terileri de çelbetsin diye.. Lâkin, yavaş yavaş, güzelliği bitaraflaştı. Artık O kadınların (kıskançlığını tahrik edecek halde bulunmadığı | için onu lâvanta kısmına çektiler ve nihayet erkeklerin gördüğü kaba işleri ona göstermekte mah- zur kalmadı. Şimdi, halıcılık şu- besinde çalışıyor. Fazilet hanım aslen İzmirli'dir. Bilmiyor musunuz ? Öyleya nasıl bileceksiniz ki, İzmir'den çocuk- da gitmedi. (o Kordonboyu'ndan sapınca, sol kolda dördüncü sokak, bir Dümbale sokağı vardır. Orada aşı boyalı 119 numaralı evde, babasile, anası mes'ut bir ömür sürerdi. Lâkin Fazilet'ciğin ebe- veyni yekdiğerini müteakip rahme- ti rahmana kavuştu. Ev, hastalıklar için rehine konulmuştu. Babasının ölümünden bir hafta evvel de satıl- mıştı. Faziletcik, bunun mütebaki parasile beraber Istanbula halası- nın yanına iltica mecburiyetinde kaldı. Bahsettiğimiz mağazaya on altı yaşında kapılandı. On doku- zuna bastığı vakit, halası da öldüğü için yavrucak, dünya yüzünde sipsivri kaldı... Ve, evlenmek fikrine düştü.. Çalışan (güzel bir kıza talip çıkmaz mı hiç?.. Fazilete de talip çıktı... Adnan Rifat bey isminde bir tüccar.. | Seviştiler. Nişanlandılar. Evlen- | melerine de ramak kaldı. Bal ayı | seyahatine İzmire gideceklerdi. | | | Nişanlısı, “hem ziyaret hem ticaret! | -diyordu.- Bizim için ticaret, sizin | içinde ziyaret, sevgilimi Zira, | o derece sevdiğiniz İzmiri göre- ceksiniz... Alelhusus doğduğunuz evi... Aile evinizi... Çocukluğunu- zun geçtiği bu şirin yuvadan bana de; gönlünü eğlendiriyor. Belma zoraki gülümsedi: | — Şu halde mektuplaşmam | tehlikeli bir şey değil? — Bilâkis, çok tehlikeli. Bir kere size hakiki saadet yolunuzu şaşırtır... Bu adam ömrü oldukça | Tutak'ta kalacak değil ya? Elbette | Istanbula gelecek. Sizi bulacak, İ Siz onun mektuplariyle öyle dol- gunsunuz, ki ona esir oluverecek- siniz... Dikkat edin, nasibiniz bu değildir. — Ne biliyorsunuz? — Ömrünün yarısını dağlarda | yaşamış bir adamla siz yaşıya- mazsınız. Belma, daha açık konuşmak mecburiyetini hissetti: — Faik bey, dedi, eğer sami- miyetinizden , . dürüstlüğünüzden | emin olmasaydım, hayatı husu- | siyeme bu derece müdahale etti- luğunda geldi ve oraya bir daha” dir. Belki de mektuplaşarak ğiniz için size bir daha selâm okadar çok bahsettiniz ki, orasını ucuz bir fiate düşürürsek satın alıp size hediye etmeği bile dü- şünüyorum...,, Hülâsa iş olup bitiyordu. Fakat, bir akşam, Adnan bey, kaşları azıcık çatık ve yüzünde bariz bir endişe ile nişanlısinın yanına geldi. — Kuzum sizin İzmir'deki aile evinin hangi sokakta olduğunu bana söylemiştiniz? — Dünmbale sokağında. — Kaç numero? — 119. — Hacı Nasturi'lerin evi mi? — Evet.. Bizim aile ismimiz.. Babama hacı Nasturi zade Rifat efendi ederlerdi. — Hmmm... Pekâlâ... Ev aşı boyalı mı? — Aşı boyalı... — Eh, öyleyse Allha ısmarladık, hanımefendi... — Adnan, kapıyı vurup çıktı... Ertesi gün de bir mektup, efendiciğim... Fazilet, bu mektubu bana defatle okutup manasını benden sorduğu için, muhteviya- tını hatırlıyorum. “Hanım efendi! “İzmir'i gayet iyi bilen birile görüştüm... Alelhusus, İzmir'in esrarlı haberlerini de biliyor... Bittabi, evlenmemize imkân kal- mamıştır. Beni igfal edemediniz. Başkasının başını nara yakın! Allaha ısmarladık... — Adnan, Kız, bu mektup üzerine yıldı- rımla vurulmuşa döndü. Adnan beyi bulmak, ondan izahat almak ise, kabil olmadı. Aradan bir sene geçtiktenson- rana fazilet, doktor Ferhat isminde birile evlenecek gibi oldu. Lâkin, doktor (o Ferhat'ın (o İzmir'deki ağabeği bu izdivaca mani olmuş, bir türlü Ferhat bey, izdivacın bozulmasında ki sebebi Fazilete anlatmak istemedi. Uzatmıyalım, gözümün nuru efendim, biçare Fazilet, işte böyle tohuma kaçıncaya kadar beş kere- mi diyeyim, altı keremi diyeyim, nişanlandı nişanlandı. Ha evlendi, ha evlenecek... Derken yüzükler geri... İşler bozuldu... Merak ettiniz, değilmi?.. Niçin? Bu işte ne uğursuzluk var?. Fazi- letciğin başına bu çoraplari kim ördü? Anlatayım, bakın... Kızcağız, çalıştığı mağazanın izmirdeki şubesine muhasebeci tayin edildi. Geçenlerde oraya gitti. Ve “memleketimi, aile evimi, çocukluk (hayatımın geçtiği o mesut yerleri göreceğim!, diye de son derece memnun kaldı. vermezdim. Fakat samimiyetinize kailim. Bunun için size doğruyu söyleyim. Mektuplaştığım adamı... tanıyorum. — Istanbula geldi mi? — Hayır. Onu çok eskiden tanırdım... Nışanlımdı. — Hayret! O halde neden sizin kim olduğunuzu soruyor? — Çünkü Beyzanın Belma oldu- gunu bilmiyor da ondan. Zavallı Faik afallamıştı: — Anlıyamıyorum! Deye söy- | lendi. Belma: — Haydi artık gidelim, dedi, park kapanacak. — Gidelim. Ağır ağır yürümeğe başladılar. Belma, Faik'e bütün mazisini, Hidayetle nasıl nişanlandığını, Hidayetin neden darılıp kaçtığını, bütün: tafsilâtile anlattı. Sahife 9 —— a aaa nn İŞ İşte, esrarın kör di zaman çözüldü. Bakın, nasıl, efendiciğim: Otele yerleştikten so... ., Fazi- let, şöyle bir hava almak istemiş. Bir arabaya binmiş. — Dümbale sokağına doğru çek! - demiş. - Orada 119 No.lı aşı boyalı bir ev vardır. Oraya gideceğiz. Arabacı, yüzüne acaip acaip bakmış. Onu süzmüş. — Kılığından, kıyafetinden de hiç belli değil, ağır başlı gibi duruyor. Amma, bak hele... diye söylenmiş. Fazilet, hayret içinde... Yolda, düşünmüş, düşünmüş, gene bir şey anlayamamış... Nihayet, aşı boyal: evin önünde durmuşlar.. Sokak, ayni sokak.. Ev, azıcık eskimiş olmasına rağmen, ayni ev... Fakat, kapısında kırmızı bir fener... Bir feryat koparmış.. Gözlerine ınanamamış... — Burası, Hacı Nasturi zade Rifat beyin evi değil miydi? Arabacı, neden sonra, işi anla- mış ve ona meseleyi izah etmiş: Babasından bu evi alan adam, o sokakta başka evler de almış. Vo o semt, fena bir sokak haline gelmiş. Maalesef, o, hâlâ, ailenin ismile anılmakta devam etmiş... Biçare Faziletciğin, niçin evle- nemediği, niçin tohuma kaçtığı şimdi anlaşılıyor, değil mi efen- Nâkili: (Hatice Süreyya) EMLAK SAHİPLERİ! bulmak Emlâkinizin kiralarını muntaza - inizin varıdatını temin Emlâkinizin Sinek Emlâk rin tecrübesinden istifade edebilmek için umurunda kesbi ihtisas etmiş olan ACENTESİ müessesesine Adresi: Bahçekapı, Taş han No. 20-21-22 diciğim? Emlâkiniz için süratle kiracı men tahsil edebilmek hususatında mutehassısla- NA . ' UMUM EMLAK MURACAAT EDİNİZ! Telefon: 20307 Bugün de Diyorlarki... Edebiyat Anketleri Muharriri: Hikmet Feridun Neşreden : Remzi kütüphanesi Yakında çıkıyor Faik hayretle Belmanın güzel yüzüne, durgun, fakat mânalı gözlerine bakıyor, bu kızın, bir zamanlar meşhur afacan oldu- ğuna bir türlü ihtimal veremi- yordu. Belma ayrılık bahsını anlatınca, Faik fena halde kızdı: — Bırakıp gitti hâ! Bu insan değil canavar! — Hayır Faik bey, canavar değil, azımlı iradeli, bir insandı. Ve, başımı önüme eğerek itiraf etti: — Onu, o andan sonra sevmeğe başladım. Faik bir müddet düşündü, sonra Belmaya dikkatle baktı, daha sonra elini şakağına götürdü: Şimdi anlıyorum. Ben dün- yada kendimi sevdiremem. Nişan- ım bana ne yapsa affederim... Affettiğim, yaptıklarını hoş gör- düğüm için de beni sevmez. (Bitmedi)