a A A 0 Mart 1932 Tefrika No. 9 20 Mart 1932 m SEBA MELİKESİ | BE LISEIS ISKENDER FAHRETTİN Yazan: Genç kadın: Evde kimse yok! Diyerek Cemalin boynuna sarıldı... O gece ri kadar afyon içmişlerdi. Cebel yıldizı gittikçe esrarengizleşiyordu. Bizim keyif sahiplerinin ikisi de seccadelerin üzerine uzanmışlar, horul horul uyuyorlardı. Hizmetçide bahçe kapısının önündeki sedirde yatıyordu. Belliydiki hepside içmişler ve benim gibi sızmışlardı. Lâkin ben hurma rakısına alışkın olmadığım için herhalde onlardan evvel sar- hoş olmuş ve buradaki odaya ya- tırılmıştım. Bir siğara yakarak tekrar yattığım o sedirin önüne geldim ve Cemilenin yatışını ve vücudunu temaşaya daldım. Onun cebelde büyümüş bir kadın oldu- ğunu bir türlü kabul etmek iste- miyordum. Yüzüne doğru eğildim, uzun kirpiklerinin yanaklarına dü- şen siyah gölgesini gördüm ve mev- zun burnunun deliklerinden çıkan tatlı ve ılık nefesini yakından...dudak- larımın dudaklarına temas edeceği kadar yakın bir mesafeden hisset- tim. Bu sıcak ve büyülü hava ciğerlerime nüfuz ettikçe kendim- den geçiyor, varlığımı, o muhitimi, hasılı her şeyimi unutuyor gibiy- dim. Cemile, Nurullah ( efendinin dediği gibi, hakikaten bir (Cebel yıldızı) idi. Hattâ mübalağasız söy- lemek lâzım gelirse onun sihir ve füsunu ve güzelliği yanında her hangi bir yıldızın şulesi çok sönük kalırdı. O, oderece parlak ve sehhar, o kadar güzel ve cazibedar bir kadındı. Vaziyetinden, Nurul- lah efendi nezdinde bir az hürri- yet ve serbestiye sahip olduğu anlaşılıyordu. Bu esnada aksi bir tesadüf, beni birdenbire öksür- meğe mecbur etmişti. İşte o daki- kada Cebel yıldızı gözlerini açtı, ve karşısında beni gördü... Yanaklarının üstünde titreşen kirpiklerinin gölgesi, sihirli bir perde gibi yukarı kalktı. Içinde kıymetli eşyalar dolu bir hazine- nin önünde duruyormuş gibiydim. Cemile gözlerini açınca kendimi kaybettim. Onu, gözleri açıkken, güneş ışığı altında, gündüz gözile ilk defa görüyordum. Bir dakika, elektriklenmiş bir insan sersemliğile ayakta kımıl- damadan durdum. Geriye çekil- mek, kaçmak istedim. Büyülenmiş insanlar gibi, ne olduğumu ve ne olacağımı bilmiyordum! Cemile, mahmur bakışlarıyle yavaşca gü- lerek: — Ah.. Ya habibil, Diye kolumdan çekti. Muha- kemesi kaybolmuş bir insan ida- i yanına oturdum. Titre- Tetrika No 8 No 36 LEKE Aşk, macera ve fen romanı 20 Mart 1932| Nakili : if Vâ - Nü) Şayet Vesime kocasını dinle- seydi, pamuklara bürünüp yatardı. Gerek ebe Nezihe hanım vasita- sile, gerek meşhur çocuk doktoru profesör “B...., paşa vasıtasile kocasına anlattırdı: Bir gebe kadın için oturup durmak değil, dolaşmak lâzımdır. yorgunluklarından ( kaçınmalıdır. Esasen, Vesime, gecelein ötelerde | berilerde sürünmeği pek sevmezdi. Nadiren balolara giderdi. O da, kocasile birlikte, nisanda, bir de, temsil edilen bu piyesin ilk oyu- O da, eski arkadaşı memnun nuna gitti. gezeteci Faruk olsun gezip | Ancak gece | yordum. Korkuyordum. Gözlerim kapıda, hane sahibinin veya hiz- metçinin birdenbire gelivermesile kopacak rezaleti gözümün önüne getirerek mütemadiyen terliyor- dum. Cemile, müşkil mevkide kaldı- gımı anlamıştı: — Ne oluyorsun arslanım? Dedi ve kollarını boynuma de- ladı: — Evde bizden başka ayık kimse olmıyacak... Gece hepisine fazlaca afoyn verdim, yarın sabah bu vakit ancak akılları başlarına gelir. (Nurullah) efendinin haşiş kul- landığını biliyordum, fakat o ken- dini idare etmesini bilir bir adam- dı, demek ki Cemile ona zehir de verse içecekti. Cebel yıldızının tamamile esiri olduğu anlaşılıyordu. (Cemile) nin hal ve tavrından çok şehvetli bir kadın olduğu ve benimle gönül eğlendirmek iste- diği muhakkaktı. Halbuki, o da- kikada benim gözlerim hiç birşey görmüyordu; nasıl görürdü ki, vatanıma ve yavrularıma kavuş- mak için yola çıktığını halde, şimdi yolumun istikameti değiş- mişti..? İstanbula gideceğim yerde Sanaya gidiyordum. Felâketten kaçarken, kim bilir belki de yeni bir felâkete koşuyordum. Sanada ne yapacaktım?... Hiç! Orada da, benim gibi memleketine gidemeyip kalmış bir kaç türk zabiti arka- daşla vakit geçirecek, muharebe- nin sonunu bekliyecektim. işte bu dakikada Cemilenin: — Sanaya ne için gidiyorsun? Sualine bu mülâhazalarımın hu- lâsasını söyliyerek cevap verdim: — Sananın kara taşlı evleri içinde ölmeğe gidiyorum. (Cemile) bu son cevabımdan memnun kalmamıştı; birden yat- tığı sedirden fırlıyarak içeriye koştu ve elinde bir kadehle der- hal avdet ederek ; — Eger beni seviyorsan şimdi şu rakıyı, içeceksin! Ve kadehi dudaklarıma kadar getirdi. Düşünmek fırsatını vermemişti. Heman kadehi yuvarladım. Arka- sından yetiştirdiği olğun bir muz, bu sabah rakısına çok güzel meze olmuştu. Fakat, aradan on beş dakika bile geçmeden, ne oldu, bilmem! Zelzeleye tutulmuş bir şehir gibi, birden harap olan diye... Ayni zamanda, küçük Lemanı sukulian vikaye etmek istemişti. Leman, şimdi artık, sahnede (o muvaffakıyet göster- mek hususunda kendini gecik- miş addediyordu. Bir takım delilikler yapmağa karar ver- mişti. Vesime, ona nasihatlerde buldu. Gazeteci Faruk'a gelince, mesleğinde azıcık (o çarhetmişli, bundan pöyle, gazetecilikte uğraş- mak istemiyordu. İşi piyesçiliğe dökmüş, Piyes ilk defa olarak oynandığı için, Faruk,un etekleri zil çalıyordu. Piyes te cidden güzelmiş. Vesime- nin de hoşuna gitti, münakkitle- rin de... Daima bir zengin hami ara- makta devam edere, Leman, gaze- | | teci Faruk'la flirtine devam edi- yordu. Bu iki insan, sevişiyorlardı. içten içe, n, İstanbul'un kaybolmuş gibiy- gürültüsü içinde İ l | etti. zi Akşam YENİ NEŞRİYAT Aletsiz idman Bursa askeri lisesi beden ve spor muallimi kıdemli yüzbaşı Ahmet Nazmi bey tarafından son usul aletsiz idman levhası isminde levhalar tertip edilmiştir. Beden terbiyesi için çok kıymetli usuller- den bahseden bu levhalar herkes için faydalıdır. Karilerimize tav- siye ederiz. Şen çocuk Memleketimizin güzel bir çocuk mecmuası olan (Şen çocuk) un dördüncü sayısı çıkmıştır. İçinde şiirler, masallar, resimler, çocuk hikâyeleri, büyük adamların hayatı ve daha bir çok güzel yazılra vardır. Çocuk heceleri Muallim Hasan Nihat beyin Hayat bilgisine uygun “Çocuk heceleri,, çıkmıştır. Mektepli oku- yucularımıza tavsiye ederiz. 13 dana neden ölmüş? Tekirdağ vilâyetinden: Akşamın 9/3/932 tarihli nushasında “Hu- susi,, kaydile yazılı ve Hayraboluda hastalık zuhur ettiği vilâyetten baytar istendiği halde gönderil- mediği hakkındaki neriyat aşada yazıldığı üzere tashih olunur. Keresteci Ali efendiye ait danalarda hastalık zuhuru kay- makamlıktan bildirilmiş ve heman baytar gönderilmek | istenilmiş isede karların çokluğundan yollar kapalı idi. Ancak üç gün sonra gönderilebildi. Baytar beyin ver- diği raporda Ali efendinin semir- tip satmak için topladığı ve hana koyduğu danalarına küflü ve ıslak saman vermesinden esasen lâgar bulunan 13 tanesinin tesemmümü gıdaiden telef olduğu hastalığın i emrazı sariye olmayıp zehirlene- rek öldüğü arz ve bununda yazılmasını rica sederim. vücudumu sedirin üstüne bıraktım, gözlerim kapanıyordu. — Ah, Cemile.. Beni öldürdün, beni mahvettin! Diyebilmiştim. Fakat bir şey söyliyemeden, böylece bir saat kadar baygın kalmışım... Cemile yesimi gidermek için verdiği rakının içine bir miktar haşiş koyduğunu bir saat sonra bana söylerken, bir taraftan da kollarımı .ve omuzlarımı uğuştu- ruyordu. Fakat, itiraf etmeli ki, artık, irade ve mukavemet kudreti çalınmış bir insandım. Karşımda Cemileden başkasını görmiyor ve kalbimde ondan başka bir varlık hissetmiyordum. Cemile oObana tam manasile hâkimdi.. ve ben, garip bir acz ve meskenet içinde sedire uzanmış, onun tabirince keyifli bir aslan gibi yatıyordum. ( Arkası var ) diler. Hızlı akan bir derenin bir sahilden öbür sakile uğrayan tah- ta parçalarına benzetiyorlardı. Gazeteci Faruk, Leman'ın zen- gin aramak hususunda sarfettiği gayretlere, hiç itiraz etmemişti. oğlan, kararını vermişti. Şayet Leman, maksadında muvaffak olursa, musallatlık etmiyecek, onun hayatından silinip gidecekti. Fakat, günün birinde, Faruk, istidatlı bir insan olduğunu ispat Hoş hoş piyesler yazmağa, bu piyeslerile kendini tanıtmağa başladı. İşte, şimdi, bu akşam Faruk'un şah eseri olan piyesi İ temsil ediliyordu. O akşam, Jülide, Vesimey'le ayni locada bulunuyordu. İki zevç, onların arkasında, aralarında gayet sevişmiş olarak konuşuyorlardı. Faruk'un intihap ettiği mevzu, gayet yeni ve cesurare mevzular- dan biriydi. Bizim kahramanların Gözeteleri mözEiL AE mütema- diyen: “— Amerika garabetler memle- ketidir...,, mukaddemesile maka- leler yazarlar. “orada, en ufak bir hareketle binlerce lira kaza- nılır ve kaybedilirmiş.,, Sanki bizde bu olmuyor mu?... Bakınız, geçen gün, bir hanım efendi, bize eskizamana âit nasıl bir vak'a anlattı; “Konağımızın harem dairesinde erkek namına horoz bile bulun- durulmazdı. Elleri kırbaçlı harem ağaları, ortalığa dehşet salarlar; halayıkları pencerelere bile yak- laştırmazlardı. Fakat, buna rağmen, gecenin birinde, kızlardan birinin odasın- da bir viyaklama işidildi: Penbe yanaklı nur topu gibi bir oğlan çocuk! Nereden gelmiş?... Babası kim.. Malüm olamadı. Annem, gayet bir kadın olduğu için, çocuğu yanına getirtti. Pek beğendi. “Demek ki bu piç ha?..., diye kahkahaları bastı. — Vay minimini piç! Aman da piç! Canım da piç... Oğlana “Allah verdi,, diye isim konuldu. Annesi, dayak yemek ve istintak edilmek üzere, lobu- salığında iyileşsin diye annemin emrile bekletildi. Fakat, günahkâr kızdaki talie bakın: Tam o aralık, vilâyetin yerlisi olan bir ihtiyar ve Karun kadar zengin paşa evlenmek arzusunu izhar etmiş. Paşa babam vasıtasile annemden rica ettirmiş: “ — Konakta, bana, muvafık seyyibe bir hatun varsa zevce olarak lutuf buyorsunlar!- diye... Annem, zaten piçin annesini konaktan uzaklaştırmak isteyor. Fırsat bu fırsattır! Yerli paşaya şöyle haber yolladı. garip ahlâklı — Ben İstanbul'dan süt nine olarak bir taze getirtmiştim. Ga- yet sıhhatli ve güzeldir. Duldur. Ama, bir de çocuğu vardır. Şayet kabul edilirse? Yerli paşa, kabul etmiş. Bittabi, piçin annesinin kulağı buruldu. Şayet esrarını ağzından kaçırırsa hali berbat olduğu anla- tıldı. Hülâsa, kahır yüzünden lütüf... Iki ay sonra, düğün, dernek, kıyamet.. Bizim kız, zengin paşaya hanım oldu.. Hemde, ortak üs- tüne değil... Paşa yetmişlik.. Mülk, Mal irat, akar, kokar... Hepsi tamam... Gerçi, paşa, şabsen azıcık sakilce hoşuna gitti. Piyes iyi oynandı. Her halde, bir kaç kere oynanıp ta, sonra derhal repertuarlardan silinecek piyeslerden değildi. Tiyatrodan, çıkarken, Leman, kendi kendine düşünüyordu: “Bu çocuğun istikbali parlak olsa ge- rek.. Her halde para kazanacak!,, gerçi bugün parası yok; fakat, ailesi vermiyor da ondan. Halbuki ailesi zengin... Acaba ben, bizzat elimin altında bulunan bir serveti uzaklarda aramağa (kalkışmıyor mıyım?,, Vesimey'le Ahmet Ferit, bir azda, İzmire gittiler. (Orada, Denizci zadeler, kendilerini fev- kalâde ağırladı. Çocuk doğurula- cağına altı hafta kadar kalmıştı ki, yeni aile, Istanbul'a döndü. Evlâdını dünyada karşılamak için, Ahmet Ferit, bütün tedbir- lere baş vurdu. Profesör “B...,, amma, akıllı olan, yüzüne karşı, belli etmez... Piçin annesi de yüzüne karşı ihtiyarın ayıbını vurmamış, lâkin, birgün, adam odada sırtını dön- müş vaziyetteyken, arkasına geçip zevklenmiş : o Ibtiyarın taklidini yapmış. Ona dilini çıkarmış. Aksilik bu ya: Oralarda, tam paşanın gözile karısının yüzü za- viyesinde bir ayna duruyormuş. Paşa, bu aynadan, karısının ken- disile eğlendiğini görmüş. Yaşının ilerlemiş olmasına rağmen uyanık ve hadidülmizaç bir adam... Derhal, arkasım dönmüş, kızı bileğinden yakalamış. Iki ağanın huzuruna sürüklemiş: — Boşadım seni... kırmış... sıkar, ayıbını dişini ihtiyarın - diye hay- Ve palaspandıras koğmuş ev- den... Aradan on beş gün geçtikten sonra, paşa tekrar evlenmiş ve bir ay sonra da, eski bir hasta- lığının tabii inkişafı neticesi, ölmüş... Sonradan aldığı zevcesi, kimdir, biliyor Oo musunuz? O Bizim piçin annesi gibi, evvelce, oda halayık- tı. Hem de aşağı bir konağır, defterdarımızın konağının halayı- ğı... Sarsak ve görgüsüz... Amma, sonra, cerbezelendi: Şimdi ise, Nişantaşında oturanlar meşhur Gülizar hanımefendidir !... Hani şu çifter çifter otomobilleri, han- ları, apartmanları olan, salonlarını sosyeteye açık bulunduran ve şimdi kendisinden onbeş yaş genç bir kocayla evlenen Gülizar ha- nımefendi... Defterdarımızın acemi halayığını, ihtiyar paşanın bir ay zevceliğini yapmak suretile kon- duğu servet, bu hale getirmiştir. Oğulları, (o şehrimizin en kibar Simalarından Ferhat ve Kemal beyler... Halbuki, piçin biçare annesi, çamaşırcılık ediyor. Oğlu da ko- ruculuktan açığa çıkartıldı. An- nesinin dil çıkardığını paşa gör- meseydi, bir ay sonra, paşanın mirasına onlar konacaklardı. ve bugün Nişantaşında onlar otura- caklardı. İşte, bir dik çıkarmanın kaça mal (olduğunu görüyorsunuz: Milyonlarca liraya. Garabetler (o memleketi olan, yalnız Amerika değil... Bizde de, garabetler oluyor... Asıl garibi, Gülzar hanım efen- dimin oğulları, bugünkü refahlarını, bizim halayığın bir dil çıkartma- sına omedyunlar... Servetlerinin menşei budur.,, (Hatice Süreyya) paşadan ve ebe Nezihe hanımdan mada, bir kaç hasta bakıcı tuttu. Evlerinin birinci katı, hakiki bir kliniğ'e döndü. Üst katı, İzmirden Istanbula gelen annesile babasına tahsis etmişti. Denizci zadeler, gelinleri doğururken burada bu- lunmağı istemişlerdi. Zannedersem pek nadiren doğa- cak çocuklar bu derece hararetle, sevinçle ve tehalükle intizar olun- muştur. Öyleya: Bu talili çocuk, bir veliaht sayılırdı! Denizci zade- lerin servetinin hepsi ve “ M...,, zadelerin servetinin bir kısmı bu mesut çocuğun olacaktı. Bu mini mini zat, henüz dünyaya gelmeden milyonerdi ! Iesanların dünyada rahat seya- hat etmesi için fen ne icat etmişse, Ahmet Ferid'in evine toplanmıştı. Vesime, bukadar çok alât ve edevat karşısında gülümseyordu. Sıhhatı gayet iyidi ve neşesi son derece yerindeydi. (Arkası var)